1974 yazından beridir
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altında bulunan Kıbrıs adasının yüzde
37’lik kuzey bölümünde bir süre önce seçimler yapıldı. 15 Kasım 1983’de ayrı ve
“bağımsız” bir devlet olarak kurulduğu ilan edilen ve bugün dünyada sadece Türkiye
tarafından tanınan “Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti”nde 22 Nisan 1990 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini, oyların
yüzde 66.7’sini toplayan Rauf Denktaş yeniden kazanırken, 50 kişilik parlamento
için yapılan seçimleri de Denktaş’ın kurucusu olduğu Ulusal Birlik Partisi
(UBP) kazandı. 1976’dan beri iktidarda olan UBP, son seçimde yüzde 36.75’e
düşen oylarını yüzde 54.43’e çıkararak, 34 sandalye elde etti.
Kuzey Kıbrıs’ta
Türkiye’nin askeri ve mali desteğiyle 16 yıldır ayakta tutulan Denktaş-UBP
iktidarı, adanın taksiminin devamından yana bir politikayı ısrarla savunuyor.
Toplam 101 bin seçmenin oy kullandığı seçimlerde 28 bin oy, Türkiye’den
getirilip adaya yerleştirilen göçmenlere ait. Bir başka deyişle her üç
seçmenden birinin iradesi, otomatik olarak adanın taksiminden yana.
Muhalefetteki sol
sosyal demokratların Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP), sağ sosyal demokratların
Toplumsal Kurtuluş Partisi (TKP) ile Türkiyeli göçmenlerin oluşturduğu
şovenist-sağcı Yeni Doğuş Partisi (YDP)’nin desteklediği seçim partisi
Demokratik Mücadele Partisi (DMP) ise oyların yüzde 44.40’ını almasına rağmen,
seçim yasasında yapılan değişiklik yüzünden sandalyelerin ancak 16’sını elde
edebildi (7 CTP, 7 TKP, 2 YDP).
Denktaş’ın 26 Şubat’ta
New York’ta yapacağı zirve toplantısı öncesinde Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı
Köşkünde yapılan bir değerlendirme toplantısında, Denktaş’ın yenilenecek bir
başkanlık seçimişde alacağı oy oranının ne olabileceği ele alınmış ve rahat
seçilmesinin yeterli değil, oranın en az yüzde 70 olması istenmişti. (Ertuğrul
Özkök, Hürriyet, 19 Nisan 1990)
,
“UBP iktidarında fazla
kalmasının etkisiyle yıprandı” diyen Denktaş, akamete uğrattığı New York
zirvesinden dönüşte istifa ederek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki ay önce
yapılmasını ve kendisinin alacağı oylarda UBP’ye destek olmasını planladı ve
bunu başarıyla uyguladı. Böylelikle taksim ve ayrılık yanlısı politika,
seçmenlerin yüzde 54’ünden destek almış oldu.
New York’ta Kıbrıs Rum
toplumu lideri Vasiliyu ile Kıbrıs sorununa ilişkin Bm anlaşma taslağı
imzalaması beklenen Kıbrıs Türk toplumu
lideri Denktaş, gündemi alt-üst eden “Kıbrıslı Türklerin kendi kaderlerini
tayin etmelerinin bir ifadesi olarak KKTC’nin kabul edilmesi” önerisiyle ortaya
çıkmış ve BM Güvenlik Konseyi’nin son 12 Mart 1990 tarihli kararının çıkmasına
yol açmıştı. Denktaş, adaya döndükten sonra da, gazeteci Cengiz Çandar’ın
deyişiyle “hep birlikte yine hamamda şarkı söylemeye, aynanın karşısında, ben
ne güzelim, demeye başladı.”
Güneş gazetesinde çıkan ve olay yaratan yazısında
Çandar şöyle diyordu:
“Aslında, biz
gazetecilerin de bu işlerde az günahı yok. Sürekli olarak kamuoyunu
yanıltıyoruz. “Denktaş oyunu bozdu”, “Rum tarafı köşeye sıkıştı” vs türünden
başlıklar ve buna uygun içerikte yazılarla... Görüşseler ne olacaktı? 1964’deki
toplu mezarlar, Akritas Planı, Rum’un Türk’ü boğazlama hesapları. Başka laf
yok. Başka argüman üretemiyoruz sanki. 1990’ların dünyasında bunlar cızırtılı
bir müzik etkisi yapıyor; hiçbir kulağa bu melodiyi dinletemiyorsunuz. Ayrıca
bütün bunlara artık kendimizin de inandığı şüpheli kendimizi ve çevremizi
aldatmaktan vazgeçip, gerçekleri ne kadar acı olsalar da görmeyi ve göstermeyi
bilelim. Kıbrıs politikasının tepeden tırnağa gözden geçirilmesi ve yenilenmesi
gerekiyor.” (Güneş, 7 Mart 1990)
Kıbrıs Türk liderliğinin
16 yıllık ayrılıkçı politikası gerçi 1963 Aralığına kadar uzanmakta ve o
günlerde enosisçi Rumların Akritas Planı yanında, taksimci Türl liderliğinin
ayrı devlet kurmayı öngören Geçici Merhale Planlarının varlığı, kamuoyunda pek
bilinmemektedir. Ama TC eski Dışişleri Bakanlarından Turan Güneş, Denktaş’ın
kendi ürettiği barış aleyhtarı Kıbrıs politikalarını konuya vakıf olamayan
Türkiye hükümetlerine kabul ettirdiğini açıklamıştı. 40 yıldır durumda pek bir
değişiklik olmamıştır.
Ne yazık ki, Kıbrıs
Türk liderliği ile işbirliği içine giren İngiliz Sömürge Yönetimi’nşn 1958’deki
toplumları birbirine kırdırıp, düşman etme politikası gereği yeraltı
örgütlerince korkutulup baskı altına alınan muhalif güçler, yıllardır Kıbrıs
konusunda resmi politikayı alternatif oluşturacak bir politika üretememenin
sıkıntısını yaşamaktadırlar.
Muhalefetteki CTP ve
TKP, Türkiyeli göçmenlerin küçük partisi YDP ile seçimlerden bir an önce bir
araya gelerek bir anlaşma protokolu imzaladı ve seçim partisi olarak
oluşturulan DMP’yi destekleme kararı aldı. DMP’nin milletvekili adaylarından,
eski Bakan İsmet Kotak protokolun imzalanmasından sonra kendi gazetesinde
şunları yazdı: “Üç parti, belirli konuları ellemesi için komut vermiştir. DMP,
bunları yerine getirdiği sürece destek görecektir. Bu üç parti Kıbrıs konusunu
ellemek, ancak 1. Seçim Yasasını demokratikleştirmek, 2. BRT’yi demokratik
kurallar içine sokmak, 3. Sayıştay tarafından hazırlanan yolsuzluk dosyalarını
yargıya sevketmek ve varsa diğer yolsuzlukların hesabını sormak için
anlaşmışlardır. Sınır budur.” (Kıbrıs Postası, 7 Mart 1990)
Sınır böyle konulunca,
ana sorun olan Kıbrıs konusu Denktaş’ın tekeline bırakılmış oluyordu. Nitekim
üç muhalefet partisinin desteklediği Cumhurbaşkanı adayı olan ve 29,568 oy
toplayan (%32.05) İsmail Bozkurt, seçimlerden sonra kutlamak için ziyaret
ettiği Denktaş’a “davanın temelinde ayrılık olmadığını ve aynı esasları
savunduklarını, arada çok az fark bulunduğunu” söylüyordu. Öte yandan Kıbrıs
sorununu tartışarak seçim kampanyasını sürdürmüş olan ve sorunun uluslararası
hukuk kuralları ve BM kararları çerçevesinde çözümlenmesini talep eden Yeni
Kıbrıs partisi (YKP)’nin adayı ve parti genel Başkanı Alpay Durduran, sadece
1,157 oy (%1.25) toplayabilmişti. Sağlıklı bir çizgiyi temsil eden bu partinin
milletvekili seçimlerinde de ancak 894 oy toplaması (%0.97) işin vehametini
göstermektedir.
Denktaş’ın ayrılıkçı
politikasını destekleyen iktidardaki UBP’nin, mecliste az oyla çoğunluğu elde
etmek için hazırladığı tuzağa UBP’yi düşürmeyi hesaplayan muhalefet, seçimleri
baştan boykot etmemiş ve tahminlerin ötesinde oyunu ters döndüremeyince, seçim
yasasının kurbanı olmuştur. Seçimlerden sonra yayımlanan DMP açıklamasında
şöyle denmektedir:
“TRT’de yayınlanan
haberler ve açık oturumlar, Yüksek Seçim Kurulu’nun kararlarına rağmen bu
yayınların BRT ekranlarına getirilmesi, Elçilik mensuplarının, subayların,
polisin devreye girmesi, ANAP’tan milletvekili heyetlerinin Kıbrıs’a kadar
gelip telkinlerde bulunması gibi müdahale örnekleri, birinci seçimi olduğu
kadar ikinci seçimi de etkilemiş, muhalefeti hain ve istenmez gösterme
kampanyasına TC makamları da karışmış, en azından alet edilmiştir.
Bu seçimlerde dünyada
eşine birkaç ülkede rastlanmış yabancı sermaye karışmacılığı da bütün
özellikleriyle görülüp yaşanmıştır. Asil Nadir’in de hissedarlarından biri
olduğu Polly Peck Şirketi’nin KKTC ve Türkiye’de kurduğu basın tröstü,
çalışanlar üzerindeki nüfuzunu ekonomik ve parasal gücü ile iktidar lehine
devrede olması, seçimlere gölge düşürmüştür.”
DMP açıklamasının
sonunda “DMP milletvekillerinin, milletvekili görevini reddederek Meclise
katılmama kararını aldıkları” duyurulmakta ve “demokratikleştirilmiş bir seçim
yasası ile müdahalesiz, baskısız, özg,r ve serbest bir erken seçimin
yapılmasını sağlamak amacıyla sendikaların ve demokratik kitle örgürlerinin de
katılacağı ortak bir platformda demokrasi mücadelesini sürdürmeye, tek parti
diktatörlüğü yerine çoğulcu ve katılımcı bir demokratik rejim için uğraş
vermeye karar vermiştir” denmekteydi.
YKP’nin değerlendirmesi ise daha değişikti:
“Bütün bu gerçekler
ortada iken, bunu görmezlikten gelip, egemenlik hakkı olmayan bir mecliste
koltuk kapıp figüran olmak için her kılığa girip halkı yanıltan oportünist
parti yöneticileri, Kıbrıs Türk toplumunu yok etmeyi hedefleyen
işbirlikçi-sömürücü cephenin doğal müttefiki durumuna gelmişlerdir. Derhal
halktan özür dileyip, tüm görevlerinden ayrılacaklarına, yeni teoriler icad
ederek, dikkatleri başka tarafa çekmek, havayı yumuşatmak ve durumu kurtarmaya
çalışmaktadırlar.
Yeni Kıbrıs Partisi,
ülkemizde bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadele Kıbrıs Türk toplumunun
varlığını, egemen olmasını savunma mücadelesidir. Talimatlarla yönetilmeye ve
vilayetleştirme politikalarına karşı çıkma mücadelesidir. Şovenizme, faşizme
karşı çıkma mücadelesidir. Barış ve federasyonu gerçekleştirme mücadelesidir.”
Rumların 1974 savaşı
sırasında terketmek zorunda kaldıkları milyarlarca TL değerindeki mal ve mülkün
iktidara yakın kişilere, milletvekili ve bakanlara, Asil Nadir’e, Türkiyeli
göçmenlere verildiği, geçen 16 yıl içinde 40 bine yakın Kıbrıslı Türkün adayı
terkettiği ve yerlerine artan sayıda Türkiyeli göçmenin yerleştirilip, KKTC
yurttaşı yapıldığı bir ortamda, tarihi eser ve esrar kaçakçılığı, gümrük, araba
ve ilaç yolsuzlukları, 1 trilyon TL’lik vergi kaçağı, iskan ve ihale mafyaları,
kıyı yağması vb sorunları işlemek, muhalefeti sandıktan çıkarmakta yetersiz
kalmaktadır. Gerçek boyutları ile tartışılmayan Kıbrıs sorununun özünde yatan
adayı taksim etme planları geniş kitlelerin bilincine çıkartılmadığı sürece,
demokrasi ve barış güçlerinin başarıya ulaşması beklenmemelidir. Kıbrıs’ın
kuzeyinde inşa edilen Geçitkale Hava Alanı’nın NATO’nun 25-27 Şubat 1990’da
harita üzerinde gerçekleştirdiği bir tatbikatın kapsamına alındığı ve hatta ona
aktif ve öncü bir görev verildiği, tatbikatla ilgili belgelerde “KKTC” yerine,
sadece “Antalya açıklarında bir ada” deyiminin kullanıldığı ve bu bölgenin
İzmir’deki 6. ATAF (Müttefik Taktik Hava Kuvvetleri) komutasına verildiği
gözönünde tutulacak olursa, 1960’dan beridir NATO’ya girmekte ısrarlı olan
Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinde oynanan oyunlar daha da açığa çıkmaktadır.
(“Mehmet Sonuç-Kıbrıs”
imzasıyla İstanbul’da yayımlanan aylık “Görüş” dergisinin Haziran 1990 tarihli
nüshasında -Sayı:43- yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder