Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve toprak
bütünlüğünü ortadan kaldırmak amacıyla, emperyalizm ve onun saldırgan örgütü
NATO tarafından düzenlenen faşist darbe ve onu izleyen Türk işgalinin üzerinden
beş yıl geçti. 20 yılı aşkın bir süredir, uluslararası gericilik tarafından
sürekli kanatılan bir yara olan Kıbrıs sorunu, Kıbrıslı Türklerin Türk
Ordusunun denetimi altında bulunan bölgede kendi ayrı yönetimlerini
oluşturmalarına rağmen, çözümlenemedi. Aksine, kuvvet yolu ile yaratılan bu
durum, Kıbrıslı Türkler için ekonomik, sosyal ve politik birçok sorunu
beraberinde getirdi.
Türkiye’nin mali ve askeri yardımları ile ayakta
tutulmaya çalışılan Denktaş’ın sözümona federe devletçiği, geniş halk
yığınlarının barışçı özlemlerini dile getiren bir politika gütmek yerine,
ayrılıkçı ve uzlaşmaz tutumunu sürdürdü. Ada ekonomisinin bütünlüğünden
kopartılıp, Türkiye’ye bağlanan Kuzey Kıbrıs ekonomisi, geçen beş yıl içinde
bunalımdan bunalıma sürüklenip durdu. Türk lirasının Kuzey Kıbrıs’ta geçerli
para birimi olarak kabul edilmesinden sonra, Türkiye ekonomisinin bütün
hastalıkları, adanın işgal altındaki bölgesine taşındı. Enflasyon, karaborsa,
kaçakçılık, işsizlik ve sosyal huzursuzluk büyük boyutlara ulaştı.
Beş yılda %300 artan hayat pahalığı, özellikle çok
düşük işçi ücretleri ve maaşlar karşılığı çalışmak durumunda bulunan emekçi
halkı etkilemektedir. 1974 yılında TC yardımları ile denk kapatılan yönetim
bütçesi, 1975’de 156 milyon TL açık vermiştir. 1977’de 376 milyon TTL olan
bütçe açığının bu yılın sonuna kadar 1.8 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir.
1964 yılında 45 milyon TL tutan TC yardımının, bugün 1 milyar TL’nı aşmış
olması, kukla KTFD’nin Türkiye’ye bağımlılığını en açık bir biçimde
göstermektedir.
Türkiye’deki KİT’leri örnek alarak kurulan 10’a
yakın devlet kuruluşu, ekonomik kaynakların %70’e yakın bir kısmını
denetlemesine rağmen, yarım milyar TL’na yaklaşan bir borç içinde
bulunmaktadır. KTFD’nin çeşitli yerel banka ve kuruluşlara olan borç toplamı
ise geçen yılın sonunda 600 milyon TL olarak açıklanmıştı. 1975 yılında 299
milyon TL olan ticaret açığı, 1978’de 1.279 milyon TL’na fırlamıştır. 1977 yılında bu açığın 612 milyon TL’sı İngiltere
dahil AET ülkeleri ile, 435 milyon TL’sı da Türkiye ile idi. Aynı yıl yapılan
toplam ithalatın %41’i bedelsiz ithalat yolu ile gerçekleştirilmiştir.
Bu yılın başlarında, bedelsiz ithalatın sınırlandırılmasından sonra, Türkiye dışında tüm yabancı ülkeler ve Kıbrıslı Rumlarla yapılan ticarette büyük kısıtlamalar getirilmiştir. Denktaş yönetiminin Kıbrıslı Türkleri tamamıyla Türkiye ekonomisine bağlamaya yönelik bu kararları, yerli ticaret burjuvazisi arasında büyük tepkiler doğurmuştur. Bu yılın Haziran ayında tapılan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan Oda Başkanı Ramiz Manyera, TC ile yapılan ticaret protokollarının Kıbrıslı Türklerin aleyhine işlediğini belirterek, gerekli önlemlerin alınmaması halinde, 1980 yılına çok daha kötü bir durumda girileceğini söylemiştir.
Geçtiğimiz beş yıl içinde, ekonomik bütünleşme yanında, politik ve sosyal bütünleşmeye yönelik çalışmalar da yer almıştır. Resmi belgelere göre, 1974’deki işgal sonrası ile 1977 yılı Mart ayı arasında, Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen göçmen sayısı 23 bin 603’tür. Kuzey Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmek amacıyla Lefkoşa’daki TC Büyükelçiliği’nin denetiminde, savaş sırasında Rumların terk ettiği köylere yerleştirilen Türkiyeli göçmen sayısının, bugün 30-40 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle sınır bölgelerine yerleştirilenler arasında faşist MHP yanlılarının çoğunlukta olması dikkat çekicidir. Bu unsurlar, Kıbrıs’taki Türk faşist örgütlerinde aktif olarak çalışmakta ve Denktaş yönetimi tarafından desteklenmektedirler.
Türkiye’de ilerici kişilere karşı düzenlenen faşist
cinayetlere adı karışmış bazı katillerin Kuzey Kıbrıs’ta saklanmakta oldukları,
ya da Lefkoşa’daki TC Büyükelçiliğinden aldıkları pasaportlarla Federal
Almanya’ya kaçtıklarına ilişkin haberler, İngiliz Sunday Times gazetesinde yer
almıştır. Öte yandan Türkiyeli göçmenlerin yerleştikleri bölgelerde, suç
oranındaki artış dikkat çekmiştir. Örneğin Mağusa bölgesinde işlenen suç
sayısı, 1974 yılında 322 iken, 1976’da 1,190’a yükselmiştir!
Kıbrıs Türk toplumunun çok partili siyasal yaşama geçişi ile gelişen demokratik muhalefet, iktidardaki Ulusal Birlik Partisi karşısında dört politik parti, işçi sendikaları ve çeşitli meslek örgütlerinde örgütlenmiş bulunmaktadır. 40 kişilik mecliste 22 sandalye ile çoğunluğu elinde tutan, işbirlikçi burjuvazinin partisi UBP, parti programında yer alan “anavatan Türkiye ile bütünleşme” politikası doğrultusunda, toplumlararası görüşmeleri yokuşa sürerken, muhalefet güçleri toplumlararası yumuşama ve barışı desteklemekte, Denktaş’ın “bağımsız bir Kıbrıs Türk devleti ilanı” planlarına karşı çıkmaktadır. TC ile ekonomik bütünleşmeye karşı olan yerli burjuvazinin bir bölümü, her ne kadar Kıbrıs Rum tarafının Nisan 1977’de sunduğu önerileri açıkça benimsememekle beraber, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız, egemen ve iki bölgeli bir federal devlet olarak devamından yana görünmektedir.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Kipriyanu ile Kıbrıs Türk
toplum lideri Denktaş arasında 19 Mayıs 1979’da varılan 10 İlke Anlaşması
ardından yeniden başlatılan toplumlararası barış görüşmeleri, dördüncü gününde
çıkmaza girmiştir. Şimdi bütün dikkatler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun
son toplantısında kabul edilen Kıbrıs sorunu ile ilgili yeni karara
çevrilmiştir. Dünya demokratik ve barışsever güçleri, Kıbrıs sorununun
demokratik ve barışçı bir çözüme ulaşması için, gerekli yol ve yöntemlerin
bulunması için, Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’la ilgili kararlarının derhal
uygulanmasını istemektedir.
(Bu yazı, “Ertan Oktay adlı Kıbrıslı Türk gazetecinin mektubu, 20 Kasım 1979, Lefkoşa” başlığı altında İstanbul’daki sosyalist Gerçek gazetesinin 10 Aralık 1979 tarihli nüshasında (Sayı:149) ve ayrıca Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Enformasyon Dairesi tarafından yayımlanan “Kıbrıs Bülteni”nin 17 Ocak 1980 tarihli (Sayı:37) nüshasında yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder