MAHALLELER
YANYANAYDI
Osmanlılar Kıbrıs adasını 1571’de
fethedip, adaya Anadolu’dan müslüman nüfus yerleştirdikten sonra, adadaki yerel
Hıristiyan nüfusa yeni bir etnik-dinsel unsur katılmış oldu. Gerek ada
sathında, gerekse Lefkoşa’da iskan edilen müslümanlar, daha çok adayı yöneten Venediklilerin
terkettikleri köy ve semtlerde iskan edilmişti. Osmanlı yönetiminde de başkent olarak
kalan Lefkoşa, adayı fetheden 12 Osmanlı generalinin adını taşıyan 12 mahalleye
ayrılmıştı. Örneğin Arab Ahmet Paşa, İbrahim Paşa, ya da Mahmut Paşa
Mahalleleri gibi. Daha sonra Lefkoşa’daki mahalle sayısı 24’e çıktı. Bu
mahalleler, zaman içinde, o bölgede yaşayan Müslüman veya Hıristiyan toplumların
ibadet yerleri olan cami veya kiliselerin çevresinde oluşmuşlardı. Bu durumda
bir cami veya mescidin yanında, bir kilise bulunabiliyordu. Örneğin Baf
Sokağı’ndaki Dükkanlarönü Camiinin arkasında Ermeni ve Katolik Kiliseleri veya
Ayluka Kilisesinin yanında Akkavuk Mescidi, ya da Faneromeni Kilisesi’nin
yanında 1951’e kadar kullanımda olan Araplar Camisi yer almaktaydı. Lefkoşa’nın bazı mahallelerinde, Müslüman
Kıbrıslı Türkler çoğunluk nüfusu oluştururken, bazılarında da Hıristiyan
Kıbrıslı Rumlar çoğunluktaydı. Arab Ahmet ve Karamanzade Mahallelerinde ise
çoğunluk Kıbrıslı Ermenilerdeydi. Lefkoşalılar, o yıllarda daha çok surlar
içinde ve hangi din veya etnik kökenden olursa olsun, içiçe veya yanyana
yaşamaktaydılar.
1946 yılında İngiliz Sömürge
Yönetimi tarafından yapılan nüfus sayımında, Lefkoşa’nın nüfusu 34,485 kişi olarak
saptanmıştı. Nüfus dağılımı ilk defa müslüman ve müslüman olmayan şeklinde
değil de, etnik kökenine göre Türk, Rum, Ermeni, Maronit veya Latin olarak
belirlenmişti. Bir başka deyişle, Lefkoşa’da 1946’da 20,768 Kıbrıslı Rum, 10,330
Kıbrıslı Türk ve 3,387 de diğer etnik kökenliler olmak üzere, toplam 34,485
kişi yaşamaktaydı. Bunlardan 24,967’si surlar içi denen bölgede kalırken, 9,518
kişi de Köşklüçiftlik, Yeni Kapı ve Yeni Şehir Mahallelerinde yaşamaktaydı.
İLK
BÖLÜNME 1956’DA
Kıbrıs Rumların oluşturduğu EOKA yeraltı
örgütünün, İngiliz Sömürge Yönetimine karşı tedhiş hareketlerine başladığı 1
Nisan 1955 tarihinden sonra, Lefkoşa’da yaşayan insanların huzuru gittikçe
bozulmaya başladı. EOKA’cıların Vasilya’daki Kıbrıslı Türk köylülere saldırması
ve iki Rum EOKA’cıyı takip eden bir Kıbrıslı Türk polisin öldürülmesi ile adada
toplumlararası gerginlik arttı ve çatışmalar başladı. Bunun üzerine İngiliz
Sömürge Yönetimi, Lefkoşa’da 26 Nisan 1956 günü öğleden sonra saat 5’den,
ertesi gün sabah 4’e kadar sokağa çıkma yasağı ilan ederek, şehri ilk defa kuzey
ve güney olmak üzere dikenli tellerle ikiye ayırdı. Halkın Sesi gazetesi, 27
Nisan 1956 tarihli nüshasında şöyle demekteydi: “Yasağın kaldırıldığı 11 saat esnasında
şehir, Batı ve Doğu Berlin gibi, Kuzey ve Güney Lefkoşa tarzında iki kısma ayrılmış,
Baf Kapısı’ndan Mağusa Kapısı’na kadar devam eden sokak tamamen kapanmıştır.”
Gazete, bir gün sonraki nüshasında
da şu haberi veriyordu: “Lefkoşa’nın
Türk mahallelerinde evi, yazıhanesi veya mağazası bulunan Rumlar, bu
mahallelerden uzaklaşmak için Rum semtlerinde yer aramağa başlamışlardır.”
Gazeteci Fevzi Ali Riza da, 3
Ekim 1956 tarihli Hürsöz gazetesinde çıkan makalesinde “Rum semtindeki sokağa
çıkma yasağı Türkleri de etkiliyor” diyerek, şöyle devam etmekteydi: “Mağusa Kapusundan Tahtakaleye kadar olan
kısmında 1800 ve Ömerye, Aysava ve Ayyanni mahallesinde ise 800 kadar Türk
vardır. Bu hesaba göre Tabakhane ve Nevbethane ile Karamanzade mahallelerinde
oturan Türkler dahil değildir. Bunların da 400 kadar olduğu nazarı itibara
alınacak olursa, bugün 3000 kadar
ırkdaşımız, tedhiş ve tedhişçilerle birlikte olan Rumlarla birlikte aynı cezaya
tabi tutuluyorlar demektir ki bu, adalet ve insaf kaidelerine asla uygun
değildir.”
Hürsöz gazetesi, 17 Ekim 1956
tarihli nüshasında “Kıbrıs’ın bir Türk ve bir Rum bölgesine taksimi Amerika’da
tetkik ediliyormuş” manşetini kullanarak, Atina gazetelerinin, Kuzey’in
Türklere, Güney’in de Rumlara verileceğini, 60 bin Rumun ayrılarak kendi
bölgelerine göç edeceğini yazdığını aktarmaktaydı. Haberi, New York Times
gazetesinin muhabiri Londra’dan bildirmekte olup, bu projenin Londra’da tetkik
edilmeğe başlandığı ve Vaşington’da da büyük alaka topladığı duyurulmaktaydı.
12 Kasım 1956’da İngiliz Sömürge
Yönetimi yaptığı bir açıklamada, Türk ve Rum maarif işlerinin tamamen
ayrıldığını ve her iki cemaatın maarif
işlerinin aynı cemaata mensup birisinin teftişine tabi olacağı ilan etmişti. Aralık
ayı içinde önce Türk memurlar, ardından da Türk doktor ve diş hekimleri ayrı
bir cemiyet kurduklarını açıkladılar. Ayın sonunda da Türkiye Başbakanı Adnan
Menderes, “büyük bir fedakarlık olarak adanın taksimini kabule hazır olduğunu”
açıkladı.
Bozkurt gazetesi, 3 Haziran 1957
tarihli nüshasında, Kıbrıs Türktür Partisi’nin bir toplantısı ardından Lefkoşa
ve diğer kazalardaki Türk Belediye azalarının toptan istifa ettiklerini duyurdu.
Türk üyeler, 2 Mart 1958’de ayrı belediyeler kurmak için mücadele kararı aldılar
ve 16 Haziran 1958’de Dr.Tahsin Salih Gözmen Lefkoşa Türk belediye başkanı
olarak Kıbrıs Türk liderliği tarafından görevlendirildi. Ardından diğer
kazalarda da ayrı Türk belediyeleri oluşturuldu.
7
Haziran 1958 akşamı Lefkoşa’daki Türk Konsolosluğu’na bağlı Haberler Merkezi’ne
TMT üyeleri tarafından bir bomba kondu ve bu kışkırtma eyleminin ardından
Lefkoşa’daki karma mahallelerde yaşayan Kıbrıslı Rumların ev ve dükkanları
ateşe verildi. 12 Haziran’da İngiliz polisi tarafından düzenlenen Gönyeli’deki
bir başka kışkırtma olayı sonunda 8 Kıbrıslı Rum, Türkler tarafından öldürüldü.
Haziran 1958’de, 600 Kıbrıslı Rum aile,
Türklerle yanyana yaşadıkları mahalleleri terk etmek zorunda kaldı. Ayasofya
Camii yanındaki Belediye Pazarı’ndaki Rum manav ve bakkalların dükkanları yağma
edildi. 26 Haziran 1958’den itibaren pazar yeri, artık Türklerin denetimi
altına girmiş ve İngiliz sömürge yönetimi bu eyleme göz yummuştu.
İki
yıl önce, 1956’da çizilen Lefkoşa’nın taksim çizgisi, Baf, Ermu ve Mağusa
Sokaklarından geçmekteydi. İngiliz Sömürge Yönetimi, 1958 yaz aylarındaki
toplumlararası çatışmalar sırasında da aynı hat üzerinden Lefkoşa’yı kuzeyde
Türk ve güneyde Rum olmak üzere iki bölgeye ayırdı. Mason-Nixon hattı diye
anılan bu çizginin bir benzeri, tarihte ilk defa ABD’deki Maryland ve
Pennsylvania eyaletleri arasındaki sınır anlaşmazlığı sırasında kullanılmıştı.
İKİNCİ BÖLÜNME 1963’DE
Ada
1960’da bağımsızlığına kavuştuğu zaman Lefkoşa’nın toplam nüfusu 45,629 kişi
idi. Lefkoşa’da 21 Aralık 1963’da başlayan toplumlararası çatışmaların ardından
da aynı taksim hattı, yeşil bir kalemle çizildiğinden, günümüze kadar gelen
“Yeşil Hat” oluşmuş oluyordu. Başkent Lefkoşa’yı ikiye bölen ve 6.4 km
uzunluğunda olan bu çizgi, 1974’deki savaştan sonra adanın bütününe yayılan 180
km’lik bir ateşkes hattına dönüştürüldü ve İngiliz-Amerikan emperyalizminin
adamızı taksim planının somutlaşmasında da rol oynadı.
BAŞKENT YANINDA ADANIN DA TAKSİMİ 1974’DE
Bilindiği
gibi 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin bağımsızlık, egemenlik ve
toprak bütünlüğü, üç NATO ülkesi olan Birleşik Krallık, Yunanistan ve Türkiye
tarafından garanti edilmişti. Ama Yunanistan, 15 Temmuz 1974’de Kıbrıs’ın yasal
hükümetine karşı faşist bir darbe düzenleyince, bundan 5 gün sonra 20 Temmuz
1974’de Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunu koruma gerekçesiyle adaya askeri bir
müdahalede bulundu. Birleşik Krallık da, sadece adadaki egemen üs toprağını
koruma altına alarak, olanlara seyirci kaldı ve dış bir askeri gücün adanın
kuzey kısmında kalan %37’lik bir bölümünün işgal etmesine engel olmadı.
Türkiye’nin
iki askeri harekâtı sonunda çizilen ateşkes veya taksim hattı, adayı Lefkoşa
üzerindeki yeşil hattın doğu ve batıya doğru uzatılması sonucu, adamız kuzey ve
güney Kıbrıs olmak üzere ikiye ayrıldı. 170 bin Kıbrıslı Rum taksim çizgisinin
güneyine, 45 bin Kıbrıslı Türk de taksim çizgisinin kuzeyine göçmek zorunda
bırakıldı. Türkiye, adanın kuzeyindeki 35 bin kişilik
askeri bir gücün işgali altındaki bölgeye, Cenevre Sözleşmesine aykırı olarak
Anadolu’dan nüfus aktardı ve 1983’de burada KKTC adında ayrı bir devlet ilan edildi.
40 yılı aşkın bir süredir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzey toprakları, bir sömürge
haline getirilmiş olup, AİHM’nin tanımladığı şekilde Türkiye’nin bir alt
yönetimi olarak yönetilmektedir.
1974 SONRASINDAKİ İLK TEMASLAR
1974’den
sonra kuzeyde toplanan Kıbrıslı Türkler ile güneyde yaşayan Kıbrıslı Rumlar
arasındaki temaslar, BM Barış Gücü askerleri aracılığıyla sürdürülmüştür. Çeşitli
vesilelerle ülke dışında örgüt temsilcilerinin buluşmaları olmuşsa da, Kıbrıslı
Türklerin sendikal örgütü DEV-İŞ, ilk defa 18 Ekim 1978’de Dünya Sendikalar
Federasyonu’nun Lefkoşa’nın Rum kesiminde yaptığı toplantıya katılmak üzere,
PEO’nun davetlisi olarak Lefkoşa’nın Rum kesimine geçti. İki sendika, 10 ve 11
Temmuz 1979’da, yine Lefkoşa’daki ara bölgede, Ledra Palas Otel’de buluşarak,
gerek Kıbrıs sorunu, gerekse bazı Kıbrıslı Türk işçilerin Kıbrıs Sosyal
Sigortalar Dairesinden emekli aylıklarını almaları konusunu görüştü ve Aralık
1989’dan itibaren çeklerin verilmesine başlandı.
Lefkoşa’nın
Türk ve Rum Belediye Başkanları, kentin kanalizasyon sisteminin yenilenmesi
için ilk defa buluşup, 25 Eylül 1978’de bir anlaşma imzaladılar. Kıbrıslı Türk
ve Rum gazeteciler ise, ilk defa 10 Temmuz 1979 günü Ledra Palas Otel’de
buluştular. Lefkoşa’nın kanalizasyon sistemini birleştirme amacıyla her iki
taraftan Mühendis ve Mimar Birliklerinin ilk defa toplanması da 17-22 Mayıs 1982’de gerçekleşti.
Daha
sonra, Kıbrıslı Türk gazeteci ve politikacılar ile eşlerinden oluşan 30 kişilik
bir heyetin 27 Aralık 1984 gecesi Lefkoşa’daki Hilton Otel’de yapılan Kıbrıs
Gazeteciler Birliği’nin Noel Balosuna katılması kamuoyunda büyük yankı yapan
olaylardandı. Rauf Denktaş’ın oğlu Raif Denktaş ile Dr.Küçük’ün oğlu Mehmet
Küçük’ün de konuklar arasında olması bu temasa olan ilgiyi artırmıştı.
Avrupa
Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Strazburg’da yapılan toplantılarında tanışan
Rum ve Türk siyaset adamları da, ilk defa 1987’de DİSİ Milletvekili Yannis
Matsis’in konuğu olarak Lefkoşa’nın Rum kesimine geçtiler ve CTP’den Naci Talat
ve Ergün Vehbi ile TKP’den İsmail Bozkurt ve Alpay Durduran, bir gece Hilton
Otel’de konakladılar.
SIRADAN İNSANLARIN İLK BULUŞMASI
1974
olaylarından sonra iki toplumdan gelen sıradan Kıbrıslıların ilk buluşması ise,
BM Barış Gücü’nün Nobel Barış Ödülü’nü alması dolayısıyla, Lefkoşa’daki Ledra
Palas Otel’de 24 Ekim 1988 günü düzenlenen törende gerçekleşti. İkinci kitlesel
buluşma ise, yine aynı otelin bahçesinde 16 Nisan 1989’da Uluslararası Öğrenci
Birliği tarafından örgütlendi. Her iki toplantıya yaklaşık 100 Kıbrıslı Türk izin
alıp katıldı ve Kıbrıslı Rum yurttaşlarıyla görüş alış verişinde bulunma
olanağını buldu.
10
Mayıs 1989’da ilk defa Prag’da buluşan Kıbrıslı Türk ve Rum siyasal parti
yetkilileri, 10 ve 17 Haziran 1989’da Ledra Palas Otel’de buluşarak, günümüze
kadar gelen aylık toplantılarının temelini attılar.
“Bağımsız
ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu” adı verilen bir ortak siyasal hareket ise, önce
Mart 1989’da Batı Berlin’de, daha sonra da ara bölgede, 24 Eylül 1989’da Ledra
Palas Otel’de toplandı. Bu örgütlenme, ilerici Kıbrıslı Rum ve Türklerin, Türk
yeraltı örgütü TMT’nin 1958’deki ilk tedhiş dalgasından sonra ilk defa
gerçekleşiyordu. Temel
ilkelerimizi ve görüşlerimizi kamuoylarımıza duyurduk ve sonra da, “Kıbrıs’ta
federalizm” konusu üzerine hazırlanmış olan her iki taraftan yazılı bildirileri
tartışmak üzere buluştuk. “Bağımsız Kıbrıs” konusunu inceleyecek zamanımız
olmadı ve Ledra Palas’ta ancak üç defa toplanabildik.
18 Aralık 1989’da Kıbrıslı Tıbbi
Profesyonellerin İşbirliği Komitesi’ni 12 Kıbrıslı Türk ve 34 Kıbrıslı Rum
hekimle birlikte oluşturduk. 15 Ocak 1990 günü 4 Kıbrıslı Rum hekim arkadaş,
Lefkoşa Türk Devlet Hastanesini ziyaret etti. Ama Şubat 1990’da Leymosun’da yapılan
Uluslararası Kanser Sempozyumuna Kıbrıslı Türk hekimlerin katılmasına izin
verilmedi.
Bağımsız ve Federal Kıbrıs için
Temas Grubu olarak, birçok siyasal, kültürel, tıbbi ve sosyal toplantı
düzenledik. Örneğin Kıbrıslı Türk muhalif liderler A.Durduran, M.Akıncı ve
Ö.Özgür, Mağusa Kapısı Kültür Merkezi’nde düzenlediğimiz üç ayrı etkinlikte,
ilk defa Kıbrıslı Rum dinleyicilere hitap etme olanağını buldular. Ama bu ortak
etkinliklerden en çok ses getireni, Aziz Nesin’in Kıbrıs Yazarlar Birliği’nin çağrısı
ile 17-19 Aralık 1990 tarihlerinde Lefkoşa’yı ziyaret etmesi ve kuzeye geçerek
burada iki defa halka açık toplantı düzenlemesiydi.
Kıbrıs Türk liderliği, gerçek federal sistemin
ilkeleri hakkında kamuoyunu aydınlatma çalışmalarımıza karşıydı. Bir süre sonra
geçiş izinlerimizi vermemeye başladılar. Bilindiği gibi Kıbrıs Türk liderliği,
Kıbrıs Türk toplumuna taksim fikrinin aşılandığı 1958’den beri, Kıbrıs’ta
yaşayan iki ana toplum olan Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında
dostluk fikrine karşı olagelmişlerdir.
6 Mayıs 1991’de Temas Grubu Hareketimizden 4 kişilik
bir heyet, resmi olarak geçiş izinlerini veren sorumlu dairenin bağlı olduğu
Dışişleri Bakanı Kenan Atakol’u ziyaret etti. Bakan bize, Kıbrıslı Rum yurttaşlarımızla her buluştuğumuzda, Kıbrıs
Rum basınının bizim, “işgal altındaki bölge”den geldiğimizi yazdığını ve bizim
de “işgal” altında yaşamadığımıza dair birşey söylemediğimizi ifade etti. Ben,
Atakol’a Hareketin Kıbrıslı Türk koordinatörü olarak “işgal” değerlendirmesini,
Kıbrıs’ta bir gerçek olarak kabul ettiğimi söyledim. Biz Bakanlık’tan
ayrıldıktan sonra, Kenan Atakol, bu olayı Rauf Denktaş’a rapor etti. Denktaş da
“Türk Barış Kuvvetleri”nin komutanına bir mektup yazarak, bana ve o ziyarette
bana eşlik eden diğer üç kişiye asla geçiş izni verilmemesini bildirdi.
13 Mayıs 1991’de Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas
Grubu Hareketi’nin Kıbrıslı Türkler Komitesi, Strazburg’daki Avrupa Konseyi
İnsan Hakları Komisyonu’na, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “Kıbrıs Türk makamları”
aleyhine bir şikayette bulundu. Bu başvuru, Kıbrıs Türk liderliğini
öfkelendirdi ve basında bize karşı tepki koydu. Komisyon, Kıbrıs hükümetinin
“Sözleşme’nin 1. maddesine göre, Kıbrıs’ın kuzeyindeki Kıbrıs Türk makamlarının
eylemlerinden sorumlu tutulamayacağı”na karar verdi ve başvurumuzu kabul
edilemez bulduğunu açıkladı. (Başvuru No.18270/92, Ahmet Cavit An ve diğerleri,
Kıbrıs’a karşı, 8 Aralık 1991)
3 Şubat 1992 tarihli ve “KKTC Sağlık Bakanlığı”ndan
aldığım bir mektupta, “KKTC Bakanlar Kurulu tarafından alınmış ve benim
Kıbrıslı Rumlarla temasımı yasaklayan bir karar”ın bulunduğu bana bildirildi.
7 Mayıs 1992’de, KKTC Başbakanı’na bir mektup yazarak,
yukarıda sözü edilen mektuptaki Bakanlar Kurulu kararının içeriği hakkında bana
bilgi verilmesini talep ettim. Ama hiçbir yanıt almadım.
29 Mayıs 1992’de Türkiye Dışişleri Bakanlığına bir
protesto mektubu gönderdim, o da yanıtsız kaldı. 18 Mayıs 1994’de “KKTC
Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, Konsolosluk ve Azınlık İşleri Dairesi”nden
aldığım bir mektupta, 19 Nisan 1994 tarihli izin talebinin bana verilmeme
gerekçesi olarak, “Güney’de bulunduğum zaman “devlet aleyhinde propaganda
yaptığım” için “güvenlik nedenleri ve kamu yararı” gerekçesiyle bana izin
verilmediği bildirildi.
24 Eylül 1989 ile 8 Eylül 1992 tarihleri arasında,
ben, hem kendi adıma, hem de Hareket’in Kıbrıslı Türk üyeleri adına, Dışişleri
Bakanlığı’na 87 defa başvurarak, “Yeşil Hat”tı geçip Ledra Palas Otel’e veya
Lefkoşa’nın Kıbrıs Rum kesimine geçmek için izin istedim. Sadece 15 defa olumlu
yanıt alabildim.
Reddedilen başvurular arasında, 9 Mayıs 1992’de
Lefkoşa Uluslararası Havaalanı’nda BM Barış Gücü tarafından düzenlenen “Bahar
Şenliği” ve 29 Haziran 1992’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin örgütlediği
iki toplumlu tıbbi seminere katılmam da vardı. Ayrıca, 17 ve 24 Mayıs 1992’de,
aynı makamlar, Hareketimiz tarafından Lefkoşa’nın kuzeyinde düzenlenen bir
toplantıya Kıbrıslı Rumların katılması için izin vermeyi reddetti. Avrupa
Konseyi İnsan Hakları Komisyonu’na bu durumları şikayet etmek için bir yol
bulmaktan başka bir şansım kalmamıştı.
BM Göçmenler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından
düzenlenen iki toplumlu tıbbi seminerlere başvuran bütün hekimler
gidebiliyorken, sadece bana izin verilmiyordu. Siyasal görüşlerim nedeniyle
ayrımcılığa tabi tutuluyordum. Bu şekilde 5 tıbbi seminere katılmam engellendi.
İşte AİHK’una ikinci başvuruyu 8 Eylül 1992’de mesleki
gelişmeme engel olunması nedeniyle yaptım. (Başvuru No.20652/92) O
sıralar Rum kesiminde özel izin almış 1500'den
fazla Kıbrıslı Türk çalışmaktaydı. Ben de Lefkoşa'nın Rum kesimindeki bir özel
hastanede iş bulmuştum ve zamanın ABD Büyükelçisi Robert Lamb'ın da aracı
olmasına rağmen, askeri ve sivil makamlar bana
çalışma ve geçiş izni vermediler. Bana karşı uygulanan bu ayrımcılık,
1993 yılında yayımlanan ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Kongre Dış İşleri
Komitesi'ne sunduğu yıllık raporda da yer aldı.
Öte yandan da 1993 yılından başlayarak, ABD
Büyükelçiliğinin himayesinde düzenlenen Conflict Resolution gruplarının
toplantılarına katılan yüzlerce Kıbrıslı Türke, sürekli geçiş izinleri
sağlanmıştı. Ama onların temaslarına da Aralık 1997'den itibaren yasak kondu.
23 Eylül 1989 ile 28 Ekim 2002
tarihleri arasında gerek Lefkoşa’daki ara bölgede, gerekse Lefkoşa’nın Rum
kesiminde düzenlenmiş 58 siyasal, 47 kültürel, 25 tıbbi ve 17 sosyal toplantıya
katılmak için yaptığım toplam 147 başvurudan ancak 25’ine olumlu yanıt
verilirken, 122’sine olumsuz yanıt verildi.
AİHM KARARI
VE GEÇİŞ KAPILARININ AÇILMASI
AİHK’na yaptığım 2. başvuru ile ilgili karar, 20 Şubat
2003’de açıklandı. AİHM, Türkiye’yi işgal gücü olarak suçlu buldu ve bana
15,000 Avro manevi tazminat ve 4,715 Avro da yargı masrafı ödeme cezasına
çarptırdı.
Mahkemede Türkiye adına savunma yapan KKTC eski başsavcılarından Zaim Necatigil,
2005 yılında Ankara’da yayımladığı “Kıbrıs uyuşmazlığı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kıskacında Türkiye: Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Mahkemesi'nde Kıbrıs Rum
yönetimi ve Kıbrıslı Rumlar tarafından Türkiye aleyhine getirilen davalar”
başlıklı kitabında şunları yazmaktadır:
Radikal gazetesi, Ledra Palas barikatının
geçişlere açılmasından bir hafta sonra (30 Nisan 2003) şu haberi verdi:
“KKTC ve Rum Kesimi'ne göre, geçişin
serbest bırakıldığı 23 Nisan'dan pazartesi akşamına dek, kuzeye geçen Rumların
sayısı 80 bini, güneye geçen Türklerin sayısı 30 bini bulurken, Rumlar KKTC
ekonomisine pazartesi akşamına dek 2.5 milyon dolar (4.2 trilyon TL) girdi
sağladı.
3 Nisan 2008’de Ledra Sokağı
(Lokmacı) geçiş kapısının açılması ile 1974’den beri teması kesilmiş olan Lefkoşa’nın
Rum ve Türk çarşıları da birbiriyle birleşmiş oldu.
Taksim Hattı üzerinde açılan toplam 7 geçiş kapısının
kullanıldığı 10 yıl boyunca, yani 23 Nisan 2003 ile 23 Nisan 2013 tarihleri
arasında Kıbrıslı Rumlar tarafından adanın kuzeyine yaklaşık 8 milyon geçiş
gerçekleştirilirken, Kıbrıslı Türkler tarafından da adanın güneyine 14 milyon
geçiş gerçekleştirildi.
Rakam fazla görünmesine karşın, düzenli olarak kuzeyi
ziyaret edenlerin bütün Kıbrıslı Rum nüfus içindeki oranı %10-15 civarındadır.
Yapılan bir araştırmaya göre, Kıbrıslı Türklerin %35’inin en az bir Kıbrıslı
Rum arkadaşı varken, bu oran Kıbrıslı Türk arkadaşı olan Kıbrıslı Rumlar için
sadece %15’dir. Herşeye rağmen, Kıbrıs Türk liderliğinin “Türklerle Rumlar
birarada yaşayamaz” şeklindeki propagandasının geçerli olmadığı ortaya
çıkmıştır. Kıbrıslı Rumların önemli bir kısmı, adanın kuzeyinde Türk askerinin
işgali sürdükçe kuzeye geçmemekte kararlıyken, bir kısmı da geçiş kapılarında
kimlik gösterme zorunluluğuna karşı çıkmaktadır. İki toplum arasında güvenin
kurulması için, yapılacak daha çok iş vardır.
Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın
2004-2013 yılları arasında tuttuğu istatistiklere göre, Yeşil Hat Tüzüğü
kapsamında Kuzey Kıbrıs’tan Güney Kıbrıs’a toplam 70 milyon 774 bin 356
Avro’luk satış yapıldı. En çok satılan mal türleri sebze, meyva ve çeşitli
çekirdek türleri idi.
1 Temmuz 2004 ile Aralık 2012
tarihleri arasında, Kıbrıslı Türkler güney Kıbrıs’ta kredi kartıyla yaklaşık
135 milyon Avro tutarında alış-veriş yaparken, Kıbrıslı Rumlar ise Kuzey
Kıbrıs’ta yaklaşık 54 milyon Avro harcarken, Türkiye’de de 23 milyon Avro
harcadılar.
Taksim çizgisi üzerinden geçiş
kapılarının açılmasından sonra, toplam 9 bin Kıbrıslı Türk, Kıbrıs Cumhuriyeti
Sağlık Bakanlığı’ndan sağlık kartı alarak, güneydeki devlet sağlık
hizmetlerinden parasız yararlanmaya başladılar. Kıbrıslı Türk hastaların teşhis
ve tedavisi için harcanan para, 2003 ile 2012 yılları arasında toplam 49 milyon
Avro tutarken, parasız verilen ilaçların değeri 3 milyon Avro idi. Güney
Kıbrıs’ta tedavi gören Kıbrıslı Türklerin
%75’i kronik hastalardı. Örneğin Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Onkoloji
Merkezinden 1988 ile 2012 yılları arasında 965 Kıbrıslı Türk kanser hastası
parasız sağlık hizmeti aldı. Kıbrıs Nöroloji ve Genetik Enstitüsü’nde 2000-2011
yılları arasında toplam 9,927 defa Kıbrıslı Türk hastalar, ayaktan ve yatılı
tedavi gördü ve bu hizmetler için toplam 1 milyon 10 bin 797 Avro harcandı.
2011
yılında Lefkoşa’da surlar içinde kuzeyde 51,836, güneyde de 55,014 kişi olmak
üzere toplam 106,850 kişi yaşarken, Lefkoşa Büyükşehir Belediye sınırları
içinde kuzeyde 61,378, güneyde de 239,277 kişi olmak üzere toplam 300,655 kişi
yaşamaktaydı. Bu kentin insanlarının karşılıklı temasının önüne konan bütün
siyasal ve askeri engellerin kalkması gerekmektedir.
Dünyadaki tek bölünmüş başkent olarak kalan
Lefkoşa’nın yeniden birleşmesi ve adadaki askeri işgal durumunun sona
erdirilerek, Kıbrıs sorununun adil ve kalıcı bir çözüme bir an önce ulaşmasını
diliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder