Her ne kadar
günümüze kadar ulaşmış bir kopyası henüz elimizde yoksa da, yazılı kayıtlara
göre, Kıbrıslı bir Türk tarafından adamızda yayımlanan ilk Türkçe gazete, ilk
sayısı bundan 125 yıl önce, 11 Temmuz 1889’da çıkan Saded gazetesidir. Kasabalı
Mehmet Emin Efendi adında ve mal müdürlüğünden emekli bir kişi tarafından
çıkarılan bu haftalık gazete, ancak 16 sayı yayımlanabilmişti. İki yıl sonra,
25 Aralık 1891’de ilk sayısı çıkan Zaman gazetesi ise, 2 Eylül 1900 tarihine
kadar yayımlandığı ve elimizde koleksiyonu bulunduğuna göre, bazıları da basın
tarihimizin bu gazete ile başlatılmasından yanadırlar.
Her
ne kadar Kıbrıs’ın yönetimi, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan Britanya
İmparatorluğu’na devredilmişse de, 1914’de adanın Britanya tarafından ilhak
edilmesine kadar Kıbrıs, bir Osmanlı toprağı olarak kalmış ve adanın kadim
halkı olan Hristiyan-Rum halk ile birlikte yaşamakta olan Müslüman-Türk halk da,
Osmanlı uyrukluğunu 1923’e kadar sürdürmüştü. Kıbrıs’ta yayımlanan ilk Türkçe
gazetelerden olan Zaman gazetesini, adanın geleceği hakkında endişelenen bir
grup Kıbrıslı Türk ileri gelenin oluşturduğu Osmanlı Kıraathanesi adlı oluşum
yayımlamıştı. Gazetenin imtiyaz sahipliğini Tüccarbaşı Hacı Derviş Efendi, başyazarlığını
da, İstanbul’dan getirtilen Muzafferrüddin Galip adlı bir kişi üstlenmişti. Zaman’ın
yayınlarıyla ilgili olarak gazeteci Mehmet Remzi (Okan), şu değerlendirmede
bulunmaktaydı:
“Zaman
gazetesinin neşriyatına bakarak, diyebiliriz ki bunun başlıca gayesi, Sultan
Hamid’e kulluk etmek ve o tarihte meşrutiyet ve hürriyet lehinde uyanan genç
fikirleri boğmaktı!” (Söz, 10 Ağustos
1933)
Zaman gazetesi
bir yıl kadar devam ettikten sonra, Osmanlı Kıraathanesi’nin idare heyeti
üyeleri ile Derviş Efendi arasında anlaşmazlık çıkması üzerine, ikinci yılda
gazeteyi doğrudan doğruya Hacı Derviş Efendi çıkarır. Zaman gazetesinin
yayımcısı olan Tüccarbaşı Derviş Efendi, padişah yanlısı yayın yaptığı için, 10
Şubat 1895 tarihinde “mir-i miran”lık rütbesiyle ödüllendirilir ve Derviş Paşa
diye anılmaya başlar.
Gazetenin
yazarları birkaç yıl sonra, İstanbul hükümetini eleştirip, Jön Türk yanlısı bir
yayın yapmaya başlayınca, Derviş Paşa’nın rütbe ve nişanları geri alınır. Bunun
üzerine, Hacı Derviş Efendi, gazetede çıkan yazılara müdahale etmeye başlar. Ne
var ki, bundan hoşlanmayan yazarların bir kısmı gazeteden ayrılır. Zaman
gazetesinin yayını bir süre daha devam eder. 423. sayının çıktığı 2 Eylül 1900’de
yayın yaşamından çekilir.
Osmanlı Kıraathanesi’nin Zaman gazetesi ile yollarını ayırmasından
sonra, 22 Ağustos 1892’de ilk sayısı yayımlanan Yeni Zaman gazetesi de, “Millet-i
İslâmiyenin maarifine ve ahlâkına hizmet etmek ve zamanın padişahına sadakat
göstermek” ilkesi ile hareket eder.
Yeni Zaman gazetesinin yazarları da, Zaman’da olduğu gibi, yine Muzafferüddin
Galib ve Mehmed Faik Bey’lerdi. Faik Bey, bir aralık yine Memduh Paşa’yı
eleştirmiş ve günün birinde Kıbrıs’tan ayrılarak İstanbul’a gitmiş ve bir daha
geri dönmemişti. Bir yıl dolmadan her iki yazarın da Kıbrıs’tan ayrılıp
İstanbul’a yerleşmeleri yüzünden, Yeni Zaman gazetesi, çıkışından 6 ay sonra,
27 Şubat 1893 tarihli (Sayı:28) son nüshası ardından yayınını durdurmak zorunda
kalır.
Kûfizade Mustafa
Asaf Bey, Yeni Zaman’ın kapanması üzerine, kendi adına yeni bir gazete çıkarmak
için sömürge hükümetinden izin alır ve 6 Mart 1893’de “Kıbrıs” adlı haftalık
bir gazete yayımlamaya başlar. Kıbrıs gazetesi, her bakımdan Yeni Zaman’ın
devamı sayılır ve ilk nüshası Sayı:29 diye numaralandırılır.
Kıbrıs gazetesi,
önceleri Zaman gazetesi gibi zamanın padişahına sadakat gösteren bir yayın yapar,
ama sonradan Jön Türk akımından etkilenerek, yazılarıyla halk üzerinde etkili
olmaya başlar. Gazeteci Mehmet Remzi (Okan)’nin aşağıda belirttiği gibi, 1898
tarihine kadar bu yayınlar devam etmiş ve günün birinde ansızın gazete
kapanmıştır:
“Kıbrıs
gazetesinin kapanmasının hakiki sebeplerini, bütün araştırmalarımıza rağmen
öğrenmek mümkün olamamıştır. Yalnız o vakitlerde bu cereyanlara karışmış olan
bir zatın bize verdiği malûmata göre Kıbrıs gazetesi sahibi, Dahiliye nazırı
Memduh Paşa ile muhabere ederek anlaşmış ve ondan aldığı emir ve işaret üzerine
gazeteyi kapamıştır. Aynı zatın iddiasına inanmak lâzım gelirse, Asaf Bey ayda
500 kuruş tahsisat almak şartı ile Kıbrıs’ı kapatmağa muvafakat etmiş ve bu
parayı meşrutiyetin ilanı (1908) tarihine kadar muntazaman almıştır.” (Söz, 10
Ağustos 1933)
Derviş Paşa’nın rütbesi alındıktan sonra, gazetenin yazarlarına
müdahale etmesi üzerine gazeteden ayrılan yazarlardan olan Ahmet Tevfik
Efendi, 27 Kasım 1896 tarihinde Kokonoz
(=Yaşlı Adam) adındaki ilk Kıbrıs Türk mizah gazetesini yayımlamaya başlar.
Ama Kokonoz, 17 Eylül 1897 tarihli 22. sayı ile yayımına son
verir. Çünkü Yıldız Saray-ı Hümayunu Baş Kitabet Dairesinden yazılan 10 Ağustos
1897 tarihli bir emir ve İçişleri, Gümrük, Zaptiye ile Posta ve Telgraf
Bakanlıklarına iletilmiş olan bir ek yazıya göre, Kokonoz’un Osmanlı
topraklarına girişi engellenmişti. (Yrd.DoçDr.Mehmet Demiryürek, Kıbrıs Türk
Basını ve Türkiye Hükümetleri (Osmanlı Dönemi) (1878-1910), A.Ü.Türk İnkılâp
Tarihi Enstitüsü Dergisi, Mayıs-Kasım 2000, Sayı:25-26, s.128-129)
Kokonoz’un yayımını durdurmasından
hemen sonra, yine Ahmet Tevfik Efendi tarafından, Kokonoz’un devamı olarak
kabul edilen ve 1 Ekim 1897’de ilk sayısı çıkan Akbaba adında bir mizah
gazetesi yayımlanır. Akbaba da bir süre sonra, Jön Türk akımına kapılır ve
Tevfik Efendi bu gazetede Padişah’a karşı açık ve çok keskin hicviyelerle
hücuma başlar.
Gazetenin 27 Mayıs 1898 tarihli (Sayı:17) nüshasında yer alan
“Haksızlığın Neticesi” başlıklı bir yazıdan öğrendiğimize göre, “Tesalya’nın
geri verilmemesini savunduğu için”, Akbaba’nın Osmanlı topraklarına girmesi
Padişah tarafından ikinci kez yasaklanmıştı. Belki de Kokonoz’dan Akbaba’ya
geçiş bu yasağı atlatmak içindi.
M.Remzi Bey’e göre, “Bunun içindir ki Akbaba’yı okuyanların adedi
azalmış ve zavallı Tevfik Efendi çok müşkil bir vaziyete düşmüştü. Bu müzakaya
kâfi değilmiş gibi Sultan Hamit, bunu idama mahkûm ettirmiş ve Türkiye’ye
gitmesini bu kararla yasak etmiştir.” (Söz, 17 Ağustos 1933)
Akbaba, üç ay geçmeden, 19 Ağustos 1898 tarihli 23. sayısı ile
yayın yaşamından çekilir.
İmtiyaz sahibi Jön Türk yanlısı
Hocazade Osman Enveri idi. Feryad gazetesi, 11 Aralık 1899 ile 31 Ocak 1900
tarihleri arasında, on beş günde bir ve sadece 4 sayı yayımlanabildi. M.Remzi,
Ferhad gazetesi ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapar:
“Feryad hakiki bir Jön Türk gazetesi
olarak çıkmış ise de, 4 nüsha çıktıktan sonra durmuş ve bir daha çıkmamıştır.
Hususî olarak aldığımız malûmata göre “Feryad” gazetesi yine Osmanlı
Hükûmeti’nin işareti üzerine tatil edilmiş ve sahibi ayda üç yüz kuruş bir
tahsisata bağlanmıştı! İşte o tarihlerde Rumlar üst üste gazeteler tesis
ederken, biz de bir kaç kuruş kapmak için matbaa kuruyor ve ilk fırsatta
kapatıveriyorduk. İnsan bu hadiseleri tetkik ederken, o zamanın padişahına da,
vezirine de lânet edeceği geliyor!” (Söz, 17 Ağustos 1933)
M.Remzi’nin verdiği bilgiye göre, ilk sayısı 3 Mart 1900
tarihlidir ve ilk dört sayı, gazetenin imtiyaz sahibi ve müdürü olan Ahmet
Tevfik Efendi’nin kendisi tarafından taş baskı olarak basılmıştır. Sonra yayımına
ara vermiş ve 27 Nisan 1901’den sonra her hafta düzenli olarak yayımlanmıştır. Mir’at-ı
Zaman gazetesi, 25 Kasım 1901 ile 16 Haziran 1902 arasında yayımını yine
durdurdu. Daha sonra yayımı aralıklarla devam etti.
Mirat-ı Zaman’ın yazarları Ahmet
Tevfik Efendi ile Vizeli Rıza Bey idi. 19 Haziran 1901 tarihli bir belgeye
göre, bu gazetede “bir takım neşriyat-ı muzirra ve hainhaneye cür’et
eyledikleri” iddiasıyla, 14 Temmuz 1901 tarihinde, Osmanlı Ceza Kanunu’na göre
gıyaplarında yargılanmışlar ve “müebbeden
kal’abend edilmelerine” ve “hukuk-ı medeniyyeden ıskat kılınmalarına ve zaten
haczine karar verilmiş olan mallarının idare edilmesine” karar verilmişti.
(M.Demiryürek, agy, s.130) Ama Mirat-ı Zaman bu karara rağmen, yayımını aralıklarla sürdü ve sonunda 18 Nisan 1910 tarihli 368.
sayısı ile yayımını durdurdu.
1906’da yayımlanan Sünuhat gazetesi ile karşılıklı tartışmalar
yapan Jön Türk yanlısı Mirat-ı Zaman gazetesi, 1911’de çıkan, Kavanin Meclisi
üyesi Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey’in Vatan gazetesi ile yandaş, 1912’de
çıkan, Evkaf yanlısı Seyf gazetesi ile de karşıt görüşlere sahipti.
Harid Fedai’ye göre, “II. Meşrutiyet’in ardından Ada’ya dolan
Türkiye gazeteleri sebebiyle Mir’ât-ı Zamân’ın sürümü düşecek, Ahmed Tevfik
Efendi de onu kapatarak şansını yeniden mizah gazetesi Kokonoz’da deneyecekti.”
(H.Fedai-A.An, Örnekleriyle Kıbrıs Türk Basın Tarihi-1, Lefkoşa 2012, s.26)
Ahmet Tevfik Efendi, 2
Mayıs 1910 ile 28 Haziran 1910 tarihleri arasında Kokonoz adlı haftalık mizah
gazetesini yeniden çıkarır, ama 9 sayıdan sonra yayımına son verir.
M. Remzi, onun için şu değerlendirmeyi
yapmaktadır:
“Meslek uğruna katlandığı müşkilat
ve fikir mücadelesinde gösterdiği sebat ve mukavemet itibarile Ahmet Tevfik Ef.
merhum Kıbrıs gazetecilerinin en değerlisi sayılabilir kanatindeyiz.” (agy)
1
Ekim 1906 ile 3 Kasım 1912 arasında 246 sayı yayımlanmıştır. Sünuhat (=Arapça:
akla gelen konular)’ın imtiyaz sahibi Hacı Mehmet Arif Efendi’dir. Onun oğlu
olan Prof. Ahmet
Şükrü Esmer, “Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981)” adlı kitabı hazırlayan
Cemalettin Ünlü ile yaptığı bir söyleşide, Sünuhat’ın siyasal tutumunu şöyle
anlatır:
“Gazetemizin Padişahçı olmasına
gelince, o zamanlar Padişahçı olmak, İstanbullu olmak demekti. Padişaha
bağlılık ise, Türkiye’ye bağlılık demekti. Nitekim gazetemizin politikası 1908
Meşrutiyetinden sonra değişmiş, İttihat ve Terakki’den yana yazılar yayınlamaya
başlamıştır. Gazetemizin, İngilizlerin Evkaf politikasına karşı çıkması,
Evkaf’ın başındaki Musa İrfan Bey’i karşısına alması ve bunları tutan Mir’at-ı
Zaman gazetesi ile kavgaya girişmesi bundandır. (...) Kıbrıs basınında özgürlük
vardı, diyebilirim. İngilizler basına hoşgörülü davranıyorlardı. Zaten, bu,
onların basına karşı gösterdikleri geleneksel tutumlarıydı. Hiç karışmazlardı
diyebilirim.” (Ankara 1981, s.39-40)
Matbaacı M. Akif’in anlatımından devam edersek:
(21 Aralık 1914’de Kıbrıs gazetesinin 1. Dünya Savaşı yüzünden
kapanmasından sonra)
“1919 senesine kadar Kıbrıs’ta Türk gazetesi intişar etmemişti. Çünkü Türkiye
ile İngiltere harp halinde idi. Zaten Türk cemaatı gazeteye para vermeğe
alışmış değillerdi. Çıkan gazeteler ise görünüşte cemaatın yararına, fakat
hakikatta bir külah kapma veya bir şahsi garaza mebni veya başkasının hesabına
cemaatı avlamaktan ibaretti. (Kıbrıs, 18 Nisan 1949)
Doğru
Yol gazetesinin 14 Nisan 1920 tarihli (Sayı:29) nüshasında yer alan
“Okurlarımızdan özür dileme” başlıklı bir yazıdan anlaşıldığına göre, o
sıralarda çıkan gazetenin yazıları, İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından sansür
edildiğinden, sansürlü yerler beyaz olarak çıkmaktaydı. Sözü edilen yazıda
şöyle denmekteydi:
“Doğru
Yol’un ilk yayımlanmasından bugüne kadar izlediği meslek, okurlarımızca
bilinmektedir. Bunun için bu konuda fazla bir şey söylemekten sakınarak,
takdirini yorumculara bırakırız. Bundan sonra büyük bir mecburiyet altında
olarak gazetemiz, okuyucularının belki eskisi kadar hoşnutlu bakışını celp
edemeyecektir. Bundan dolayı hakkımızda kötü görüşleri olmamasını rica ederiz.
Zira
gazetemiz bu haftadan itibaren Divan-ı Harp Başkanlığı’nca sansüre tabi
tutulduğundan, zorunlu olarak önceki nüshalarımızda görülen serbest yazıların
yerleri beyaz olarak görülecektir. Ümit ederiz ki okuyucularımız bu mecburiyet
altındaki vaziyetimizi takdir ederek, şimdiye kadar hakkımızda bol bol
bağışladıkları teveccüh ve muhabbetlerini esirgemezler.”
1925 yılında,
Doğru Yol gazetesinin başyazarı Avukat Ahmet Raşit Bey, Evkaf Dairesi Müdürü
İrfan Bey’e muhalif bir kişi olup, gazetesinde ayrıca Dr.Eyyub Necmeddin’in muhalif
yazılarını da yayımlamaktaydı.
Doğru Yol’da bir
gün önce İrfan Bey hakkında çıkan bir yazıdan ötürü, İrfan Bey’in şoförü olan
ve 17 Ahmet Barutcu diye anılan bir kişi,
Bay Kambilli’nin yazıhanesi önünden geçerken Ahmet Raşid’e hücum ederek,
onu tokatlar ve yumruklayarak pantolonunun yırtılmasına sebep olur.
Olayı 21 Nisan 1925 tarihli
nüshasında aktaran Vatan gazetesi, Ahmet Efendi’nin elindeki kalın bir değnekle
Raşit Efendi’ye birkaç darbe indirdiğini yazmakta ve İrfan Bey’i ilgilendiren
bir konuda şoförünün araya girmesinin hiç de doğru olmadığını belirterek, İrfan
Bey’in böyle davranışlara meydan verilmemesini rica etmekteydi.
Matbaacı
M.Akif’in verdiği bilgiye göre, İrfan Bey olayı öğrenince, 17 Ahmed’i
çağırtarak onu iyice azarlar. 17 Ahmet bu olay yüzünden, Kaza Mahkemesi Başkanı
Mr. Thomas’ın huzuruna çıkarılır ve 2 lira ceza ile pantolonun değerini ödemeğe
mahkum edilir. Akif şöyle yazmaktadır:
“Şayanı hayret
değil midir ki en kalabalıklı bir mahalde olan bu vak’ada hiç bir Türk eri
şahit olmak istememiş ve iki aşüfte şahit olmuştu.” (Kıbrıs, 31 Ekim 1949)
Söz
gazetesi ile 150’liklerden Sait Molla arasındaki suçlama ve davayı, matbaacı
M.Akif’in anlatımından özetleyeceğiz. M.Akif’in anlattığına göre, Müftü Ziyai
Efendi bir tartışmadan sonra, şapkanın
bir küfür işareti olmadığına dair Bay Fehmi ve Bay A.Raşid’e teminat vermişti.
Bu olaydan sonra ilk çıkan Söz ve Doğru Yol gazetelerinde, Müftü Efendi’nin
beyanatı büyük takdirle karşılanmıştı. Bu teminat üzerine bunu fırsat bilen Bay
Remzi Okan, o sırada Kıbrıs’ta bulunan 150’liklerden Sait Mulla’ya çok ağır
sözlerle sövüp saymağa başlamıştı.
Mulla, haksız yere
üzerine çullanan Söz sahibine karşı cevap vermek istemiş ise de efkâr-ı
umumiyenin 150’liklere karşı olan fena nazarlarını göz önüne alan Birlik
gazetesi, Mulla’nın yazısını neşirden çekinmişti. Mulla, bu maruz kaldığı itham
karşısında ne yapacağını şaşırmış ve dostlarından rahmetli vilayet tercümanı
Mr. Kaselyan tarafından Foni (dis Kipros) matbaasında eski Türkçe hurufat
bulunduğu hatırlatılmıştı.
Mulla’nın Foni
matbaasına baş vurduğu Söz sahibi tarafından haber alınınca, ilk çıkan Söz’de
Mulla’nın kudurarak Foni matbaasına baş vurduğu en ağır bir tarzda ve en aşağı
bir tipte olan bir kimseye bile yazılamıyacak şekilde açıklanıyordu. Mulla bu
ikinci yazıyı da okuyunca büsbütün çileden çıkarak, Söz gazetesinin yazılarına
bir cevap vermek için karar vermişti.
Mulla,
Foni matbaası sahibi Mr. Pavlidis’ten izin aldığı gibi cevabın basımı için
Matbaacı Akif’e ricada bulunur. Bu ricaya, Akif’in bazı efendi tanıdıkları da
karışınca cevabı dizip basmayı kabul eder. Ama Mulla’nın cevabı çok ağır bir
şekilde idi.
Cevabın dağıtıldığı
bir ikindi günü Cengiz Matbaası mürettibi bulunan merhum Hasan Tahsin ufak bir
yazı yazarak, Söz Matbaası mürettibi Mehmet Sait, Birlik Matbaası mürettibi
Derviş Hilmi’ye imza ettirerek gece halka dağıttırırlar. Beyannamede şu
kelimeler yazılı idi:
“Memleketine dönmesine müsaade edilmeyen 150’liklerden
Sait Mulla, değil bir gazeteciye hatta memleketimizin bir ferdine bile,
aleyhine söylenmesine müsaade edemeyiz ve mürettip Akif’e hiç bir matbaada iş
verilmesine da razı değiliz.”
Sait
Mulla’nın “Muhtasar Cevaplarım” başlıklı beyanatı, Matbaacı Akif tarafından
basılıp dağıttırıldıktan sonra Söz gazetesi, Sait Mulla’ya bir çok ağır
kelimeler kullandığı gibi “İstanbul’da yetim paralarını alarak Avrupada
sefihane yedin” dedikten maada, “seni bu memlekette vatandaşlığa ve
millettaşlığa (alacak) senin mürettibin Akif’ten başka birisi yoktur”
demişti.
Akif
şöyle yazıyor: “Bir buçuk sütun yer tutan bu yazıyı da okuyan ırkdaşlarım beni
Hazreti İsa’yı haber veren Juda’dan daha aşağı görmekte ve beni her gördükleri
yerlerde fena nazarla bakarlar ve hiç şüphe etmem ki lânet bile ederlerdi.”
Sait
Mulla, bu yazıya ikinci bir cevab vermemiş ve soranlara karşı “Allaha havale
ettim” demekle iktifa eyliyordu. Meğer Sait Mulla kendisinin yayınladığı yazıya
karşı Söz gazetesinin cevabını cevapsız bırakmasında gizli maksadı varmış.
Altı ay geçmeden bir gün evvel Sait
Mulla, mahkemeye vermişti. Söz gazetesi sahibi ise 6 ayı geçirmiş bulunduğundan
mukabil dava getirmek hakkını elden kaçırmıştı. Bu davada Sait Mulla’nın vekili
sabık Başsavcı Yardımcısı Mr. Kasbar Amrayan ve Remzi Okan’ın da Bay M. Fehmi
ile Mr. Stavrinakis idi. Aleyhe getirilen dava da ceza davası idi.” (Bkz. M.Akif, Kıbrıs, 19 Aralık 1949)
“Söz
gazetesi maddi sorunlar içinde kıvranırken Sait Mulla tarafından getirilen
davadan dolayı mahkum olduğu 22 buçuk lira masraf için de, iddia sahibinin
Avukatı Kasbar Amrayan tarafından Söz matbaası üzerine Rid konmuştu.
Söz
gazetesi 1925 yılında, Kilikya’dan gelen Ermeni muhacirlerine ve Adadaki Ermeni
cemaatini rencide eden yazılar yayınlamıştı. Avukat Amrayan, bu yazılara bir
cevap yazarak, nazının geçtiği Ziraat Müfettişi Bay Osman Nuri aracılığıyla,
Birlik gazetesinde yayımlatmıştı. Akif’e göre yazıda, Söz’e cevaptan başka şu
cümleler de bulunuyordu: “Doğru değil midir ki Kilitya’dan gelen Ermeniler,
Türklerin harap evlerini çok fahiş fiatlarla kiralamakta ve Türkler, bunların
yüzünden istifade de etmektedirler.”
Mr.Kasbar Amrayan’ın yazısının Birlik gazetesinde cevap olarak
yayınlandığını gören Söz sahibi, tekrar cevap vermiş ve cevabının bir kaç yerinde
Baron Kasbar Amrayan sözünü kullanmıştı. Baron, Ermenicede Efendi anlamına
gelmekteyse de, Söz sahibi kendi aklınca alay yapmış oluyordu. Mr. Amrayan da,
bu baron sözünden dolayı öfkelenmiş ve Mahkemenin kestiği 22 buçuk lirayı
tamamen Söz sahibine ödettirmişti.” (Bkz. M.Akif, Kıbrıs, 23 Ocak 1950)
Oktay
Öksüzoğlu’nun, Vedia Okan’dan aktardığı bilgiye göre, Mehmet Remzi Okan’ın iki
ay hapse atılmasına neden olan “İçimizde hain müfsitler var dikkat” başlıklı
yazısı 3 Nisan 1926 tarihli Söz gazetesinde yayımlanmıştı. (Kıbrıs Türk
Basınından Portreler:1, Mehmet Remzi Okan, Lefkoşa 1990, s.9)
Söz
gazetesi, 15 Haziran 1926 tarihli nüshasında, Mehmet Remzi Okan’ın iki ay hapse
mahkum edilişini okurlarına “Davamız” başlığı altında şu şekilde duyurmuştu:
“Sait
Molla’nın gazetemiz sahibi aleyhine getirdiği dava, geçen Çarşamba günü intaç
edilmiştir. Remzi Efendi iki ay hapis olacaktır. Dava istinaf edilmiştir.”
Bu
istinafın tek yararı, iki gün sonra yaşanmaya başlanan Kurban Bayramı’nı
M.Remzi Okan’ın ailesinin yanında geçirmesiydi. Bayram sonrasında istinaf
gerçekleşmiş, ama beklenen sonuç değişmemiş ve M. Remzi Okan hapse atılmıştı.
3 Temmuz 1926 tarihli Söz gazetesinde, M.
Remzi Okan’ın hapisliğinden duyulan üzüntüyü paylaşanlara hitaben “Aleni
Teşekkür” başlığı altında bir yazı yer almıştı.
(agy, s.14) Gerisini yine M.Akif’ten dinleyelim:
“Bay Remzi Okan,
2 ay mahkumiyeti esnasında Söz gazetesinin mesuliyetini ve devam ettirilmesi
hususunda (Avukat) Mehmet Fehmi Bey’i vekil etmişti. Fehmi Bey, mahkumiyetin
son erdiği 4 Eylül’e kadar gazeteyi devam ettirmiş ve almamak üzere gazetenin
masraflarını ödemişti. Mezkur müddet zarfında baş makalesini de yazmış ve
gazetenin prensibi hilafına Adadan muhaceretin da aleyhine kalem yürütmüştü.”
Bilindiği
gibi, o günlerde yayımlanmakta olan Söz ve Doğru Yol gazeteleri, Kıbrıslı
Türklerin Lozan Andlaşmasına göre Türkiye’ye göç etme hakkını kullanmalarından
yana yayın yaparken, Hacıbulgurzade Ahmet Hulusi’nin Birlik gazetesi de göçün
aleyhinde idi.
Şimdi Akif’in
anlatımından devam edelim:
“4 Eylül günü
Bay M. Fehmi ve kardeşi A. Retmi daha bazı arkadaşları ile hapishane önüne
giderek, Remzi Okan’ı almışlardı. Yolda gelirken faytonda eline verdikleri Söz
gazetesinde muhaceret aleyhinde yazıyı görünce Remzi Okan, Fehmi Bey’e karşı
köpürmüş ve matbaaya gelinceye kadar hiddetini teskin edememişti. Remzi Okan
tarafından Fehmi Bey’e karşı yapılan hiddete Fehmi Bey yalnız şu kısa cümleler
ile cevap vermişti:
“Remzi
Efendi, vicdanım bana böyle körü körüne muhaceretin aleyhine yazı yazarak Ada
Türklerini ikaz etmemi emreder. Memnunsan ne alâ. Değilsen onu da sen bilirsin.”
4 Eylül’den
sonra çıkan gazetede Remzi Okan şöyle bir makale yazmıştı: “4 Eylül’de
hürriyetime kavuştum ve saire...”
Doğru Yol
gazetesi de meslektaşını ayuka çıkarıyordu. Her iki gazetede eski minval
üzerine muhacereti mütemadiyen körükliyorlardı.”
(A.An:
Burada bir parantez açarak bir bilgiyi ekleyelim. Bedia Okan, gazetelerde
çıkmış olan Remzi Okan’ı eşi Ziynet ve kızları Beria, Bedia ve Vedia ile
gösteren fotoğrafın, babası hapisten çıktıktan sonra çekildiğini ve annesinin
elinde bir çiçek olduğunu belirtmiştir. (Havadis gazetesi ile yapılan söyleşi,
5 Mart 2012)
Akif devam
ediyor: “Diğer taraftan Birlik gazetesi ağır başlılıkla devam ediyordu. O
sıralar Eczacı M. Münir tarafından muhaceret aleyhine Söz ve Doğru Yol gazetesine
bir yazı gönderilmiş ise de her iki gazete de mezkur yazıyı koymamışlardı.
Gönderilen yazının kopyası yazarında olduğu için aynı yazı Birlik gazetesine
gönderilmiş ve o gazetede yayınlanmıştı.
Yazının
Birlik gazetesinde yayınlandığını gören muhalif yazarlar, ertesi haftaki
gazetelerinde feveran etmiş bir volkan gibi hücuma başlamışlar ve yazarına da
gazeteciye de dillerine geleni söylemişlerdi. Hatta Doğru Yol sahibi Ahmet
Raşit gazeteciliğin vekaleti devriye forması doldurmağa benzemediğini güya
Ahmet Hulusi efendiye hatırlatmak istemişti. Maksadı da kendi aklınca Ahmed
Hulusi Efendinin bilgisiz olduğunu göstermekti. Ahmet Hulusi Efendi gazeteci
olduğu gibi Avukat Mehmed Behaüttin’in da yazıhanesinin katibi idi. Ahmet
Hulusi Efendi bu müşterek yazıya şu cevabı vermişti:
“Ahmet
Raşit Efendi. Ben o dediğin vekaleti devriye forması doldurmakla büyük bir
aileyi namusumuzla idare ediyoruz. Halbuki maalesef senden o hak da
refedilmiştir. Çünkü Avukatlıktan tart edilmiş olduğundan tabiatı ile üzerinden
medeni haklar kaldırılmıştır.”
Ertesi
hafta Söz sahibi da Ahmet Hulusi Efendi için şu başlığı koymuştu: Hamiyetlu
Ahmet Ağa. “Hamiyetlu ünvanı okuyup yazma bilmeyenlere verilen ünvandır.”
Ahmet
Hulusi Efendi’nin Doğru Yol sahibine verdiği kısa cevap onu birkaç hafta
sersemlenmişti. Takriben iki ay sonra bir açık mauna ile 35 kişi kadar bir
muhacir kafilesinin Larnaka’ya uğradığını yazan Birlik gazetesine içlenen Söz
sahibi, yine bir yazısında şöyle diyordu: “Hacı Bulgurzade ensesine uçuşan
Pirelerle Kenelerden bizar olmuştur. Pire ve Kene demekten maksadı, Ahmet
Hulusi Efendi’nin en samimi dostları olan iki şahsa tarizdi. Zaten evvelce
dediğimiz gibi bu gazetelerin öteye beriye tarizleri kendileri için bir sermaye
idi.
Hatırımda
kaldığına göre 1924 senesinde merhum Musa İrfan Efendi bir gün Cengiz Matbaası
önüne gelerek bana şu sözleri söylemişti: “Be Akif; Dua ediniz bu ölmesin.
Yoksa gazeteleriniz sermaye bulamıyacaktır.” Hakikaten çok doğru bir söz
söylemişti.” (Kıbrıs, 9 Ocak 1950)
İlk sayısı 11 Nisan 1931’de yayımlanan
Masum Millet gazetesi, 14 Mart 1932 tarihinde yayımlanan (Sayı: 43) nüshası
ardından, 5 ayı aşkın bir süre sansür nedeniyle çıkmaz. 18 Ağustos 1932
(Sayı:44) sadece Masum Milletin İlâvesi yayımlanır. Esas gazete, üç buçuk ay
süreyle yine yayımlanmaz.
Con
Rifat bu kesintiyi bir münasebetle şöyle açıklayacaktır:
‘İdâre-yi Hükûmetle alâkası olmayan
mesâil-i milliyemize âid yazılarımıza sansür müdâhale ettiğinden protesto
mâhiyyetinde neşri Nisânın ilk haftasında ta’tîl ettik ve 3 Kânûn-ı Evvel
(Aralık) 1932 târîhine kadar yeni Vâlî’nin gelmesine intizâr eyledik.’ (Hırsız
Feneri Misâl Söz’cünün Terbiyesiz ve Muzır Yazılarından, Masûm Millet, 25
Teşrin-i Evvel (Ekim) 1933, Sayı:120)
3 Aralık 1932’de Masum Millet İlavesi
olarak (Sayı:45) yeniden yayımlanır. (Gazetenin başlığı bu defa Arap harfleri
ile değil, Latin harfleriyle dizilmiştir.) Kıbrıs’a yeni vali olarak Sir
Reginald Edward Stubbs’un geleceğini İngiliz basınından öğrenen Con Rifat, bu sayıyla ona “Hoşgeldiniz” diyerek, toplumun
sorunlarını 11 madde olarak ona sunar.
10
Aralık 1932 (Sayı:46) ile 11 Mart 1933 (Sayı:59) arasında çıkan nüshalarında
“Kıbrıs Müstemlekesi Müsteşarlığı”na hitaben 13 tane açık mektup yayımlar.
8
Nisan 1933 (Sayı:63) tarihli nüshadan başlayarak haftada iki gün çıkmaya
başlayan
Masum Millet gazetesi, 23 Ağustos 1933
tarihi nüshasında /Sayı: 102) Söz gazetesinden şikayet etmekte ve “SÖZ’ün
türedi sansür saltanatı” başlığı altında şunları yazmaktadır:
“Söz’cü Bey iyi
bilmelidir ki Hükümet’in süngülü sansür idaresini kaldırmaya muvaffak olan
Masum Millet Sahibi, bundan sonra öyle türedi sansür saltanatlarına maalesef
boyun eğmeyecektir.”
Masum Millet’in
son sayısı 29 Ağustos 1933 (Sayı:203) tarihlidir.
Söz gazetesi, 2.
Dünya Savaşı başladığı zaman, İngiliz gizli raporlarında belirtildiğine göre,
Türk milliyetçisi ve İngiliz Sömürge hükümeti karşıtı olarak tanımlanmaktadır. Vali
Palmer’den Britanya Devlet Bakanı’na gönderilen 29 Ekim 1937 tarihli bir
bilgiye göre, Söz’ün yayımlanması, 1937 yılı içinde bir ay süreyle (17 Ağustos
1937 ile 17 Eylül 1937 arasında) durdurulmuştu. Çünkü Söz’de çıkan bir makalede,
adada bir hapis yaşamı sürdürüldüğü ve bu hapisten tek kaçış yolunun Türkiye
olduğunu belirtilmekteydi ve 1938 Haziran’ından beri gazete sürekli sansür
altına konmuştu. İngiliz yetkililer, adada, Söz dışında başka hiçbir gazetenin
sürekli sansüre tabi olmadığını belirtmekteydiler. Remzi Bey, bu sansürün
kaldırılması için yetkililere dilekçe vermişti.
7 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Kıbrıslı
Türkler Zelzele Yardımı Yapıyor” başlıklı yazı, 14 Haziran tarihli Ses’te
yayınlanmak istendiyse de, sansür edildi. Söz konusu yazıda “Kıbrıs Türkleriyle
anavatan Türkleri arasındaki kardeşlik duygularının yüceliğinden” söz edilerek,
Evkaf yönetiminin tutumu yerilmekteydi.” (aktaran Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi
(1878-1960) Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika, Cilt:1, Ankara 1984,s.189)
Hamidiye Okul
Gemisinin Kıbrıs’a gelişi (20 Haziran 1938) münasebetiyle hem Söz, hem de aynı
çizgide yayınlar yapan Ses gazetelerine sansür konulduğu resmi kayıtlardan
bilinmektedir. Sansür, geminin Kıbrıs’a gelmesinden önce başlamıştı.
Söz
gazetesi bunu şöyle duyurur:
“SANSÖR-
Muhterem Müstemleke Müsteşarının emri ile dünden itibaren son verilecek emre
kadar gazetemiz sansör edilecek.” (4 Haziran 1938)
Ses gazetesinin 14
Haziran 1938 tarihli nüshasına da sansür uygulanmıştır. Fakat Ses gazetesinin
sahip ve müdürü olan Hasan İzzet Asım Bey, 23 Haziran 1938’de ölür ve gazete
yayımına son verir. Girne’deki Milli Arşiv’de bulunan koleksiyonda yer alan en
son nüsha, 21 Ocak 1938 tarihli olduğuna göre,
Ses gazetesinin son sayısının tarihi 14 Haziran veya 21 Haziran 1938
olmalıdır.
21 Haziran 1938
tarihli Söz’ün manşeti “Hamidiye Adamızda” şeklindedir ve haber sansür
edildiğinden, haberin altı boştur. İngiliz
Sömürge Valisi Palmer’den MacDonald’a gönderilen 24 Haziran 1938 tarihli gizli
bir raporda şöyle denmekteydi:
“Söz ve Ses adlı gazeteler öteden beri Türk ulusçuluğu
propagandası yaparak, bir yandan Evkaf yönetimine saldırırken, bir yandan da “Anavatan”
ve “Atatürk’ümüz” gibi kavramlara sıklıkla yer veriyorlar. Bu yüzden Hamidiye
gemisi gelmeden bu gazeteler sansür edildi.
Zamanın
İngiliz Sömürge Valisi Palmer’den Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi Percy
Loraine’e Lefkoşa’dan gönderilen 30 Haziran 1938 tarihli “gizli ve kişisel”
mektupta şu bilgiler yer almaktaydı:
“Hamidiye’nin
gelişi (buradaki Türkler arasında) ulusçuluk duygularını kamçıladı. Üstelik
(Türkiye’de yayınlanan) Cumhuriyet gazetesinin 24 Mayıs ve 7 Haziran
sayılarında yer alan yazılar da endişe vericidir. Cumhuriyet, Kıbrıs’ta hatırı
sayılır bir okuyucu kitlesi bulabilen bir yayın organıdır. Sonunda, Kıbrıs
Yönetim Konseyi, bu gazetenin adaya girişini yasaklamamı salık veren bir karar
almak zorunda kalmıştır. Bu yasaklama kararını alıp, Kıbrıs’a girişini
engellemeye başlamadan önce, bu konuda sizin fikrinizi almak istedi. Herhalde
TC, Kıbrıs ile ilişkilerinin bozulmasını istemez.” (Aktaran Şükrü S. Gürel, agy, s.190)
27 Ağustos 1938
tarihli Söz’de de şu haber var: “Söz’ün jubilesi yapılmayacaktır.” Gazete, ayrıca “Acting Colonial Secretary
Stanley” imzalı bir mektubu yayımlamaktadır. Sansür sürmektedir.
18 Ekim 1938
tarihli Söz gazetesinde şu haber yer alır:
“Cuma günü
neşredilen resmi gazetede ilan edildiğine göre, Türkiye’de basılıp neşredilen
“Kıbrıs Türkleri” adındaki kitabın adamıza ithali kati surette yasak
edilmiştir. Polis idaresi bazı ticarethane ve müesseselerde araştırmalar
yapmış, fakat kitabı bulamamıştır. Kitabın müellifi Denizli Tarih Öğretmeni
İsmet Konur’dur.”
Söz
gazetesi sahibi ve başyazarı Mehmet Remzi Okan’dan Koloniler Bakanı’na
gönderilen 12 Ocak 1939 tarihli mektupta şu şikayet yer almaktadır:
“Hiçbir gerekçe
gösterilmeksizin Kıbrıs yönetimi gazetemi sansür etmekte ve Manchester
Guardian, Daily Telegraph, Morning Post gazetelerinde Kıbrıs ile ilgili olarak
çıkan yazıları bile gazetemde yayınlamama izin verilmemektedir. Umarım, İngiliz
Uluslar Topluluğu içinde basın ve düşünce özgürlüğünün boş bir kavram
olmadığına ilişkin inancımı haklı çıkartırsınız.” (CO 67/300/4, Governor’s
Dispatch, 3 Feb 1939 (secret) Enclosure No.1) aktaran Ş.S.Gürel, agy, s.182)
Battershill’den
Acheson’a verilen şu bilgi de Lefkoşa’dan gönderilmiş olup, üzerinde 15 Eylül
1939 (Gizli) kaydı vardır:
“Söz, bugün
Kıbrıs’ta sansür altında tutulan tek gazetedir. Remzi’ye iki ay daha yanıt
vermemeniz yerinde olacaktır. Şimdilik sansürü kaldırmamız uygun olmaz. Üstelik
yeni Türk konsolosunun baldızının da bu Söz baş ağrısının arkasında yer
aldığını sanıyoruz. Bu konuda “bekle ve gör” politikasını uygulayalım.”
Lefkoşa’dan 20
Mart 1940 tarihinde Battershill’den Acheson’a verilen bilgi de şöyledir:
“Remzi
Türkiye’ye gitti. Gazete kapandı. Dönerse (ki dönmesine izin vermeyi
düşüneceğiz) sansürü kaldırabiliriz.”
Vali, Britanya Sömürgeler Bakanlığı’ndaki
Acheson’a gönderdiği bir mektupta şöyle demekteydi:
“Remzi Efendi,
ayrılmadan önce, Kıbrıs’a geri dönmesi için Türkiye pasaportuna vize verilmesi
amacıyla bir başvuruda bulunmamıştır ve bu Hükümete önceden bilgi vermeksizin
adaya geri dönmemesi için gerekli adımlar atılmaktadır.” (Battershill to
Acheson, 20th March 1940. CO 67/300/4,10) (Ş.S.Gürel, agy, s.182)
Endişelenmeye
gerek kalmayacaktı. Çünkü Remzi Bey, 1941’de Türkiye’ye gitmesinden kısa süre
sonra orada ölür.
Kıbrıs Türk basını, Aralık 1938’de Atatürk’ün
cenaze töreni ve yaşamından sahneler içeren filmin, Kıbrıs’a getirilerek,
Lefkoşa’da Papadopulos sinemasında gösterileceğini duyurdu. Ama Vali Palmer,
filmin gösterilmesini yasakladı. Cenaze ile ilgili bu film, ancak 1940’lı
yılların ortasında gösterilebilecekti.
3
Mayıs 1939’da Mr. Foot, İngiliz Parlamentosunda konuşurken, Sömürgeler
Bakanı’nı şöyle eleştirir: “Adada faşist hareketler ve olayları gösteren
filmlere izin verilirken, Atatürk filmi ve Yunan Kraliyet ailesinin düğün
filmlerinin gösterilmesinin yasaklanması doğru değil.”
Sömürgeler
Bakanı MacDonald ise verdiği yanıtta “Kıbrıs’ta sivil ve resmi makamlardan
oluşan bir sansür komitesi” bulunduğunu ve kendisinin kontrolü olmadığını söyleyerek,
filmin neden yasaklandığını bilmediğini belirtir. (A.C.Gazioğlu, Enosis
Çemberinde Türkler, Lefkoşa 1996, s.312-313)
M.Necati Özkan,
5 Haziran 1937 tarihli Söz gazetesinde “Muhtar idareye meylimizin hakiki
sebepleri nelerdir?” başlıklı bir yazı dizisi başlatır. İkinci yazının sonunda
“arkası var” denilmiş olmasına karşın, Söz gazetesi 12 Haziran 1937 tarihli
nüshasında şu açıklamayı yapar:
“Açık Muhavere
Bay M.Necati Özkan’a: Sözde silsile halinde neşredilmek üzere gönderdiğiniz
değerli betkelerin alt kısımlarını şimdiki halde neşredemiyeceğimizi beyan eder
ve bu hususta bizi mazur görmenizi rica ederiz. Söz direktörü: M.R.Okan”
22 Temmuz 1937
tarihli Cumhuriyet gazetesinde de, Kıbrıs’tan yazılmış ve “Kıbrıs Türklerini
heyecana düşüren bir hadise” başlıklı bir haberde, olay Türkiye kamuoyuna da
duyurulur ve şöyle denir:
“Taarruza geçen
ve muhtariyet-i idareye taraftar görünenleri adeta hiyaneti vataniye ile itham
edenlerin naşiri efkârı Ses’tir. (...) Aksülâmellerin ikinci ve daha kuvvetli
cephesi Türkiye’de hukuk tahsil etmiş (!), Rumca ve İngilizceye bihakkın vakıf,
Avukat Cengizzade M.Rifat adında bir zatın neşrettiği manifestolarla tezahür
etmiştir.”
Söz gazetesi, 4
Ağustos 1937 tarihli nüshasında yer alan “Cumhuriyet gazetesinin Kıbrıs aytarı
okurlarını yanıltan haberler veriyor” başlıklı manşetinde bu haberlere
değindikten sonra şunları yazmaktaydı:
“Biz Necati
Özkan’ın yazılarını durdurttuk, çünkü kanaatimizce yazılan şeyler şimdilik
kâfidir. Sırası ve günü geldiği zaman o yazının alt kısımlarını da neşretmekte,
asla tereddüt göstermeyeceğiz. Şunu da ekleyelim ki, Necati Özkan’ın yazılarını
neşrettiğimiz için hiçbir okurumuz tarafından şikâyet vuku bulmamış, aksine
olarak o yazıları neşretmekte devam etmemizi isteyenler çok olmuştur.” (aktaran
A.An, Kıbrıslı Türklerin Siyasal Tarihi (1930-1960), Lefkoşa 2006, s.91-95)
M.Necati Özkan, 19
Şubat 1939 tarihinde, Türkiye’deki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri’ne bir
mektup yazarak, Remzi Bey’in ailesinin İngilizlerin etkisi altına girdiğini ve
bu nedenle artık yazdığı makalelerin yayımlanmadığından şikayet etmekte ve
kendisinin bir gazete kurması için yardım isteyecekti.
Kıbrıs Türk
basınının ileri gelenlerinden Avukat C.M.Rifat da, 1937 yılı içinde çıkardığı
bir dizi “manifesto” (Bildiri) ile adaya idari muhtariyet verilmesine neden
karşı olduğunu açıklar. Rifat Bey, o günlerde yayımlanmakta olan Kıbrıs Türk
gazeteleri Söz ve Ses’in yayın politikalarını beğenmediğinden, el ilanı
şeklinde bastırdığı bu bildirilerle ilgili olarak, 21 Kasım 1949 tarihli Kıbrıs
gazetesinde şöyle yazar: “Türkçe’de başka naşir vasıtası olmadığından dört
Manifesto çıkarmağa mecbur olmuştuk.” (A.An, agy, s.90)
Söz gazetesinin imtiyaz sahibi olan
Mehmet Remzi Bey, 16 Kasım 1941’de rahatsızlığı için İstanbul’a gidip 22 Ocak
1942’de orada ölünce, Mehmet
Remzi Bey’in kızlarından Vedia ile Bedia, yaşları tutmadığından Söz’ün yayınını
10 Şubat 1942 tarihli nüsha ile durdurmak zorunda kalırlar. Ama bir ay sonra,
bu defa Sorumlu Müdür olarak Dr. Fazıl Küçük’ü koyup, 14 Mart 1942’de “Halkın
Sesi” adında yeni bir gazete çıkarmaya başlarlar.
Vedia Okan’a göre, 9 ay sonra,
Yavuz’un, okulların Lapta’ya taşınması kararını eleştiren bir makalesi yüzünden,
Halkın Sesi 3 ay kapatma cezası alır ve 21 Ocak 1943’den başlayarak 21
Nisan 1943 tarihli nüshaya kadar yayımına ara vermek zorunda kalır.
Halkın Sesi, bu
tarihte çıkan “Tekrar Başlarken” başlıklı ve Dr.M.Fadıl Küçük imzalı bir
makalede, “Gazete Müsteşar Hz.nin emriyle 3 ay müddetle kapatılmış bulunuyordu”
açıklamasını yapar. Gazete bundan sonra artık Pazar-Çarşamba-Cuma günleri
çıkmaya başlar. Dr.Küçük, bu
cezanın Söz’ün yeniden çıkmasına izin verecek olan İngilizler tarafından
konduğunu öne sürmektedir.
Dr.Küçük ile görüş ayrılığına düşen
Remzi Bey’in kızlarından Vedia Okan, 25 yaşını doldurduktan sonra, Söz
gazetesinin imtiyazını yeniden alır ve kızkardeşi Bedia ile birlikte Söz’ü 5
Mart 1943 tarihinden başlayarak, ama bu defa günlük olarak çıkarmaya başlar.
1931
yılında kapatılan Kavanin Meclisi’nin Kıbrıslı Türk üyelerinden M.Necati Özkan,
28 Ekim 1949 tarihinde İstiklâl adlı günlük bir gazete çıkarmaya başlar.
Gazete, 5 Şubat 1950 tarihli nüshasında yer alan “Başyazarımıza
yapılan çirkin taarruz: Hadise halkımız arasında teessür ve nefret uyandırdı” başlıklı haberde
şöyle demekteydi:
“Başyazarımız
Necati Özkana dün öğleden sonra İstiklâl idarehanesinden evine gitmek
maksadiyle Mecidiye sokağında bulunan A.Mithat Akpınar’ın pastahanesi önünden
geçerken, Ankara’daki Kültür Derneği Asbaşkanı Mehmet Ali Pamir’in kardeşi
Enver Mustafa’nın çirkin bir tecavüz ve taarruzuna uğramıştır.
Mütecavizin
ani olarak büyük bir haşmile başyazarımıza indirdiği darbeler neticesi
başyazarımız yere düşmüş ve mütearrız yerde de Necati Özkanı darbelemiye devam
etmiştir. Darbeler o kadar şiddetli idi ki, Necati Özkan’ın gözlüğü ilk hamlede
kırılmış ve bilhassa sağ gözü ciddi ve tehlikeli bir şekilde yaralanmıştır. Hadiseyi
işiten ve o civarda bulunan polis detektiflerinden biri ile bisikletle gelmekte
olan vatandaşımız demirci Abdurrahman ve diğer vatandaşlar hadise mahalline
yetişmişler ve muhakkak bir facianın önüne geçmişlerdir.”
Necati
Bey, 4 Haziran 1950’de de “Kıbrıs Türk Birliği İstiklâl Partisi”ni kurar.
Dr.Küçük’ün gazetesi Halkın Sesi ve onun siyasi görüşleriyle mücadelesini,
kapandığı 1954 yılı başına kadar sürdürür. Ne var ki Necati Özkan, evi ile bir
süre önce kapatmak zorunda kaldığı sigara fabrikasının 6 Aralık 1953 gecesi
“meçhul kişilerce” yakılması ardından, gazetesini 13 Ocak 1954 tarihli son
nüsha ile kapatır ve siyasetten geri çekilmek zorunda kalır.
İlk sayısı 13
Eylül 1955, Salı günü yayımlanan gazetenin sahibi, İnkılâpçı Basın Şirketi Ltd,
Müdürü de Fazıl Önder idi. Basıldığı yer: İnkılâpçı Basımevi, Skufarides Sokağı
No.10 olarak belirtilmekte ve ‘İnkılâpçı Yazı Kurulu tarafından
çıkarılmaktadır’ ibaresine yer verilmekteydi.
Haftalık olarak çıkan İnkılâpçı
gazetesinin ilk sayısında yer alan ve gazetenin çıkış amacını anlatan makalede
şöyle denilmekteydi:
“Gazetemizin adı İnkılâpçı’dır. Biz de
inkılâpçıyız, ilhamımızı 1918-1922’de içten zararlı kuvvetlere, dıştan
saldırganlara, sömürgecilere karşı şahlanan Türkiye halkından ve bu harekete
kılavuzluk ve öncülük eden ‘Atatürk’lerden almaktayız...
Sayın okuyucu. Elinde tuttuğun ‘İnkılâpçı’
gazetesi, bir buçuk yıl uğraşıldıktan sonra, büyük emek neticesi ve senin
paranla; halkın parasıyla yayın alanına atılmıştır.”
Gazete, 21 Kasım 1955 tarihli 11.
sayısından itibaren Pazartesi günleri çıkmaya başlar ve ‘Şimdi hedefimiz pek
yakında haftada iki defa çıkmaktır. Halkımıza güveniyoruz’ duyurusunda bulunur.
Ancak İnkılâpçı, 14. sayısından sonra yayımını durdurmak zorunda kalır.
İnkılapçı 5 Aralık 1955 tarihli nüshasında
(Sayı:13) yer alan “Bu ne iştir?” başlıklı ve
“İnkılâpçı” imzalı makalesinde şu soruları sormaktaydı: “Fevkalâde ahval
niçin ilân ediliyor? Gizli görüşmelerin muvaffakiyetli olması için mi?”
12 Aralık 1955 tarihli son nüshasında da
(Sayı:14) şu haber var: “İnsan Hakları Beyannamesinin 7. Yıldönümü
münasebetiyle müstemleke idarecilerini, insan haklarına hürmet etmeye davet
ederiz (İnkılâpçı). Bir de şu makale: Mr. Cox’un adamızı ziyareti münasebetiyle
(Fazıl Önder).
Gazetenin bu son sayısında yer alan
‘Tehdit’ başlıklı yazıda ise şöyle denmekteydi:
“Son günlerde
oraya, buraya gelişigüzel tehdit mektupları gönderildiğini müşahade etmekteyiz.
İki hafta evvel, tanınmış sporculardan Leymosunlu Bay Sevim’e böyle bir mektup
gittiğini haber alarak yayınlamıştık.
Aynı ayarda bir
mektup, geçen gün yazıhanemize de gelmiştir. Muhtevası: ‘İnkılâpçı gazetesini
durdurunuz’, ‘öldürüleceksiniz’, ‘kafanız ezilecektir’ vs.
Maşallah! Tavuk
kafası mı ezeceksiniz be birader. Bu hareketi yapanların saf ve masum
olduklarını biliriz. Fakat yaptıranlar ve idare edenlerin nedir maksatları?
Kime ve hangi emellere hizmet ediyorlar? Medeni ve akıllı adam işi mi bu? Bizim
bildiğimiz gangster vari tedhiş ve tehditler, siyaset vasıtası olamaz; ölüm
tehditleriyle fikirler susturulamaz. Bu gibi hareketler halkın nefretini
kazanacak ve failleri er geç meydana çıkarak halkın gazabına oğrayacaktır.
Tehdit mektupları! Gangster vari hareketler!.. Bu mu idi eksiğimiz.”
İnkılâpçı gazetesi, İngiliz sömürge
yönetimi tarafından adada olağanüstü durum ilân edilmesi ile yayınına son
vermek zorunda bırakılan gazeteler arasındaydı. Hürsöz gazetesi, 16
Aralık 1955 tarihli nüshasında şu bilgileri vermektedir:
“Haftalık
Türkçe ‘İnkılâpçı’ gazetesi resmen kanun dışı ilan edilmiştir.” Bir yıl süreyle
yayımı yasaklanan diğer gazeteler Rumca Neos Demokratis ve Aneksartitos idi. Hürsöz,
8 Ocak 1956 tarihinde de şu haberi verecektir: “Rumca komünist gazetesi Embros
dün kapatıldı. Zavalli Matbaasındaki odaları mühürlendi.”
İnkılâpçı gazetenin sahip ve
başyazarı olan 32 yaşındaki Fazıl Önder, 24 Mayıs 1958 tarihinde vahşi bir
cinayete kurban gidecektir. Kıbrıs Türk liderliğine bağlı yeraltı örgütü Türk
Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nın başlattığı bu ilk tedhiş dalgasında, sol eğilimli
olarak bilinen başka Kıbrıslı Türkler de ya öldürülür veya yaralanır. TMT, bundan
sonra, gerek Kıbrıs Türk basınını, gerekse liderlikten farklı düşünen demokrat
kişileri tehditleri ile sindirecektir. Kıbrıs Türk toplumunda düşünce
özgürlüğü, 1960 yılında İngiliz sömürge yönetiminin sona ermesinden sonra da,
uzunca bir süre baskı altında tutulacaktır.
(Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nin yayın organı “Medya”
dergisinin Temmuz 2014 tarihli “11 Temmuz Basın Günü Özel Sayısı”nda
yayımlanmıştır. Sayı:9, s.14-23)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder