Kıbrıs'ın 1571’de Osmanlı İmparatorluğu’na katılması
ardından, adaya çeşitli tarihlerde getirilip yerleştirilen Müslüman Türk
nüfusun kesin sayısı hakkında herhangi bir kayıt bulunmamakla beraber, bunun
20-30 bin kadar olduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıslı Müslüman Türkler, bu
tarihten başlayarak, ada nüfusunun kalıcı etnik bir parçası haline gelmiş ve
sayıları, toplam Kıbrıs nüfusunun üçte biri ile beşte biri arasında
değişmiştir. Kıbrıs'ta bundan böyle, birbirinden tamamen farklı dil, din ve
kültüre mensup iki ana etnik toplum yan yana yaşamaya başlamış ve birbirlerini
karşılıklı olarak etkilemişlerdir.
Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların
ortak yaşam ve karşılıklı etkileşimlerinde, ticaret ve iletişim dili olarak
Rumca kullanılmıştır. Osmanlı döneminde resmi hükümet dili Türkçe idi. Saray
yöneticileri, Hıristiyan reaya ile Türkçe bilen resmi bir Rum tercüman
(dragoman) aracılığıyla temas kurabiliyordu. Bunun yanında Rum orta
tabakalarının ileri gelenleri ile özellikle karma köylerdeki bazı Rumlar,
Türkçe biliyorlardı. Ada nüfusunun çoğunluğunun Rumlardan oluşması, Rum kültür
geleneğinin daha güçlü ve yaygın olması ve Türk nüfusunun büyükçe bir kısmının
Rumca konuşabilmesi nedeniyle, Kıbrıs'taki ticaret dili de Rumca olmuştu.[1]
Adanın yönetimi, 1878’de İngilizlere
devredildi. 1881’de yapılan nüfus sayımına göre, Kıbrıs’ta yaşamakta olan
toplam 186,173 kişiden 137,631’i (%73.9), Rumca konuşan Ortodoks Hıristiyan, 45,458’i
(%24.4) Türkçe konuşan Müslüman ve 3,084’ü (%1.7) de Latin, Maronit ve
Ermenilerden oluşmaktaydı. [2]
1911’deki nüfus sayımında anadilinin
Rumca olduğunu söyleyenlerin 1,191’i Müslümanken, Türkçenin anadili olduğunu
söyleyenlerin 139’u Rum Hıristiyandı.[3] Ana
dili olarak Rumca konuşan Türklere, daha çok Lefkoşa ve Baf kazalarında
rastlanmaktaydı.
1921 yılı nüfus sayımına göre, Lefkoşa
kazasında 1,019 ve Baf kazasında 350 Türk, 1931 yılı verilerine göre de Lefkoşa
kazasında 1,004, Baf kazasında 521 Türk, ana dili olarak Rumca konuşmaktaydı.
Bazı köylerdeki Türkler de, hem Türkçe, hem de Rumca bildikleri halde, Rumcayı
daha çok benimsemekte ve kendi aralarında da bu dili kullanmaktaydı.[4]
1955'lere kadar Rumca konuşan Müslüman köyler, adanın her tarafına yayılmış ve
Rumlarla aynı geleneksel yaşam biçimini sürdürüyordu.
KAVANİN
MECLİSİ’NDEKİ İŞBİRLİKLERİ
Kıbrıs’ta yaşayan iki ana etnik-ulusal
toplum olan Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin, Osmanlı yönetimi altında
iken, ağır vergi yüküne ve baskılara karşı bazen birlikte ayaklandıkları
bilinmektedir. 1878’de başlayan İngiliz yönetimi altında da, Türk üyeler
Kavanin Meclisi’nde, Rum üyelerin enosis konusunu gündeme getirmedikleri
zamanlarda, birlikte hareket ederek, ada halkının genel çıkarlarını savundular.
Bunun örnekleri 1902 yılı içinde iki defa görüldü. Nisan 1902’de, üç Türk
üyeden ikisi (Hafız Ziyai ile Ahmet Derviş), Rum üyeler tarafından dile
getirilen, Meclis yetkilerinin genişletilmesi ve egemen güç olan İngiltere’nin
veto hakkının kaldırılması taleplerini destekledi. Haziran 1902’de, Rum üye
Yorgo Şagalli’nin enosis emelinden söz etmiş olmasına rağmen, yine Ziyai ve
Derviş Efendiler, İngiltere tarafından Osmanlı hükümetine her yıl ödenen 92,800
sterlin tutarındaki “Haraç”ın (Tribute) Kıbrıs bütçesinden alınmamasını isteyen
Rumlarla birlikte oy kullandılar. İlginçtir, her iki olaydan sonra da, İngiliz
yöneticiler, muhalifleri kışkırttı ve “Mebuslarımız adayı Yunanistan’a vermek
için Rumlarla birlik yaptılar” söylentisi yayıldı. [5]
Kavanin Meclisi’nin 7 Mayıs 1903 tarihli
oturumunda Kıbrıslı Rum üyelerin yeniden enosis emelinden söz etmeleri üzerine,
Derviş Efendi, 18 Haziran 1903 tarihli oturumda Meclis’e bir karar tasarısı
sunarak, İngiltere’nin adadan ayrılması halinde adanın geri Türkiye’ye verilmesini
talep etti. Kıbrıslı Türkler, bu politika değişikliğinden sonra, Kıbrıslı
Rumlarla adanın ihtiyaçlarına yönelik işbirliği yapma politikasından uzaklaştı
ve Kıbrıs’ın siyasal statüsünde değişiklik yapılması önerilerine hep karşı
durdular.[6]
Bu dönemde iki toplum arasında enosis sorunu yüzünden meydana gelen çeşitli
olaylar, resmi Kıbrıs Türk tarih yazıcıları tarafından ayrıntılı olarak ele
alındığı için burada anlatılmayacaktır.[7]
KOMÜNİSTLERİN KIBRISLI TÜRKLERLE TEMASI
Kıbrıs Komünist Partisi, 14
Ağustos 1926’da resmen kurulduğu zaman, kurucuları arasında herhangi bir
Kıbrıslı Türk yoktu. Partinin amaçlarından biri, “Rumlar ile Türklerden oluşan
İngiliz aleyhtarı bir cephenin kurulması” olmasına rağmen, Kıbrıs Türk toplumu
ile olan teması çok sınırlıydı. Parti önceleri adanın bağımsızlığını, daha
sonra da özerkliğini desteklemişti. Kıbrıs Komünist Partisi ile adanın
Yunanistan ile birleşmesini (enosis) savunan Kıbrıslı Rum milliyetçiler
arasındaki fikir ayrılığı da, komünistlerin ana hedefi olan “anti-emperyalist
birlik cephesi”nin kurulmasına engel oldu.
Öte yandan Kemalizm,
Türkiye’de ve Kıbrıslı Türkler arasında geçerli olan tek ideoloji idi. Türkçe
dilinde yayımlanmış sosyalist eserler, Kıbrıs’ta yok gibiydi. 1923’de yasaklanmış
olan Türkiye Komünist Partisi’nin etkisi ise, Türkiye’de bile yok denecek kadar
azdı. [8]
1919 yılında
Leymosun’da kurulan İnşaat İşçileri Birliği, Kıbrıs işçi sınıfının ilk
sendikasıdır ve sınıfın kendi kimliğini oluşturma yolunda atılan ilk adımdır.
İnşaat işçilerinin mali durumlarını iyileştirmek için işverenlere karşı
örgütlenmeleriyle başlayan örgütlü sınıf savaşı, tütün işçileri, liman
işçileri, terziler, dülgerler ve ekmekçiler gibi diğer meslek dallarında da
birçok işçi birliğinin oluşturulmasının yolunu açmıştı. [9]
Elimizdeki bilgilere göre, 1924’de
tek bir örgüt çatısı altında bütün işçileri örgütlemiş olan Leymosun İşçi
Merkezi’nin faaliyetlerinde, Kıbrıslı Türk işçiler de yer almıştı. Kıbrıs
Komünist Partisi’nin kurucularından olan Yannis Lefkis, anılarında, İşçi
Merkezi’nin tüzüğünün iyi Rumca bilen Mustafa adlı bir Kıbrıslı Türk tarafından
Türkçe’ye çevrildiğini ve bu kişinin sonradan Türkiye’ye göç ederek, Türkiye
Dışişleri Bakanlığı’nda bir süre çalıştığını yazmaktadır. Merkezin açılış
törenine, hem Kıbrıslı Türkler, hem de Kıbrıslı Rumlar katılmış ve tüzük,
oybirliği ile kabul edilmişti. [10]
ÇİFTÇİLER
ARASINDA TEMAS
1920 yılının Ağustos ayında Lefkonuk
köyünde köylülerin taleplerini hükümete iletmek üzere, Kityum papazı tarafından
yönetilen bir toplantı sonrasında kurulan 10 kişilik çiftçi komitesinde üç
Kıbrıslı Türk de yer almaktaydı. 1922’de benzeri bir köylü toplantısı
Leymosun’da yapıldı.
Resmi tarih kitaplarında yer verilmeyen
çiftçiler arasındaki bu tür işbirliklerinden biri de, 13 Nisan 1924’de, Avukat
Kiryakos Rossidis’in girişimi üzerine Lefkonuk’ta düzenlenen ve Kıbrıslı Rum ve
Türklerin katıldığı “Kıbrıs Rençberler Kongresi”nin toplanmasındaydı.
Rossidis, Mağusa bölgesinden bazı
Müslüman dini liderlerin de yardımı alarak, Kıbrıs’ın her yanından 250 Kıbrıslı
Rum ve 64 Kıbrıslı Türk temsilciyi bir araya getirdi. Kongrenin sonuç
bildirisinde, öşür vergisinin kaldırılması ve acilen bir Ziraat Bankası’nın
500,000 İngiliz paundu sermayeyle kurulması talep edilmekteydi. İlginçtir, bu
kongrede Kıbrıslı Türk çiftçiler de yer aldığı için, adanın Yunanistan'a
bağlanması (enosis) gibi siyasi konuların tartışılması reddedilmişti. Seçilen
yürütme komitesinde 12 Kıbrıslı Rum ve 6 Kıbrıslı Türk (Mehmet Ratip (Bodamya),
Ali Vechi (Mari), Hakkı Efendi (Yenağra), Faik Bey (Tera), Ali Hacı Hüseyin
(Fota), H. Asım (Malya) yer almaktaydı. [11]
Komite tarafından daha sonra hazırlanan örgüt Nizamnamesi,
Türkçe olarak Söz Matbaasında basılarak, adadaki bütün Türk köylerine
dağıtılmıştı.[12]
Yürütme Komitesi’nin Aralık 1924’de
yapılan ikinci toplantısında bir Çiftçi Partisi’nin kurulması konusu yeniden
tartışılır ve Lefkoşa’da İkinci bir Tarım Kongresi’nin toplanması çağrısı
yapılır. Haziran 1925’deki bu toplantıda, ilkinden farklı olarak iki toplum
üyelerinden oluşacak bir temsilci heyetin Londra’ya gönderilmesini de içeren,
siyasi konular gündeme gelir, ama talepler belirlenemez.
Öte yandan İngiliz sömürge yönetiminin
köylülerin ekonomik talepleri karşısındaki ilgisiz tavrı karşısında, komite, çalışmalarını
sonlandırma kararı alır. Zaten Komitenin,
Rossidis’in ve bazı diğer burjuva siyasetçilerin kişisel hırslarına
hizmet ettiğine ilişkin bazı eleştiriler yapılmaktaydı. Nitekim Rum-Türk ortak
bir Çiftçi Partisi kurulması girişimi de, kişisel görüş ayrılıkları yüzünden
gerçekleştirilemez. [13]
Rossidis, Kasım 1925'de yapılan Kavanin
Meclisi seçimlerinde Meclis’e girmeyi başarmasına rağmen, çiftçi borçlarının
uzun vadeli kredilere dönüştürülmesi ve faiz oranının %7’ye düşürülmesi için
sunulan bir yasa önerisine karşı çıkmıştı. [14]
1925 yılında borçlu köylülere yardımcı
olmak amacıyla bir Ziraat Bankası kuruldu. Çiftçiler, tarımsal sömürü ve
tefecilikle mücadele etmek üzere kooperatiflerde örgütlendiler. 1914 ile 1925
arasında 27 kooperatif kurulmuşken, 1930’lara gelindiğinde 402 köyde
kooperatifler işlev görmekteydi. [15]
GAZETELER
ARASINDA TEMAS
Kıbrıs’taki ilk komünist yayınlardan biri olan ve ilk
sayısı 1 Ocak 1925’de yayımlanan “Neos Antropos” gazetesi ile “Birlik” adlı
Kıbrıs Türk gazetesinin iyi ilişkiler içinde olduğunu görülmektedir. Birlik
gazetesi, 30 Ocak 1925 tarihli (Sayı:53) nüshasında, Leymosun’da yayımlanan
Neos Antropos gazetesinin yazarları adına H.Solomonidis tarafından kaleme
alınmış olan bir mektubu yayımlar.
Bay Solomonidis, “Neos Antropos” gazetesinin ilk
sayısının çıkması nedeniyle, Birlik gazetesinin gönderdiği mektuba teşekkür
etmekte ve şunları yazmaktaydı:
“Lefkoşa’da
yayımlanan Birlik İdarehanesine,
Kıbrıs’ta yaşayan vurguncu kapitalistlerin iktisadi
kemendi altında kıvranan biçare köylü çiftçilerimiz ile kasabalı işçilerin
haklarını savunma maksadıyla yayımlamayı başardığımız “Genç Adam” adındaki
gazetemizin yaşama geçmesi dolayısıyla gönderdiğiniz tebrike teşekkür ederiz.
Gazetemiz hedef ve maksadı adadaki her iki toplumu
birbiriyle pek sıkı ve samimi bağlarla bağlamak ve karşılıklı menfaatlerinin
sağlanmasına yardımcı olmaktır.
Önce, gazetemizin yarısını Türkçe yayımlamaya karar
vermiş isek de burada bir Türk matbaası mevcut olmadığından bu işi başaramayıp
pek çok üzüldük.
Umarız ki bu yüce maksat için siz de bizimle işbirliği
yaparak, halka gerçek yolu bulmada yardımcı olacaksınız. Gazetenizi büyük bir
ilgi ile izlemekteyiz.
Leymosun’da
yayımlanan Neos Antropos yazarları adına H. Solomonides”[16]
Birlik gazetesi de, bir sonraki nüshasında, Neos
Antropos’un bir makalesini Türkçe olarak yayımlamıştı. Bu makalede, Kıbrıs halkının,
Yunan idaresinde yaşamak uğruna, İngiliz idaresinden ayrılmak istemediği
belirtilmekte ve şöyle denmekteydi:
“Kendi kendine Kıbrıs Milli Meclisi adını vermiş olan
meclis, siyaset sahnesinde Kıbrıs ehalisinin temsilcisi olarak arz-ı endam
ediyor. Ve iç işlerimizin sakat olduğunu, yasa geçirme konularını ikmal ederek,
bazı şişkin kafalı kimselerin yol göstericiliğinde adanın Yunanistan’a
bağlanması için girişimlerde bulunuyor ve kararlar vererek, yazılar göndermeğe
kalkışıyorlar.
Kendigelen başkanların sakat bir görüşü sonucu olarak
uçuruma yuvarlanmaktadır. Kıbrıs işçi ve çiftçi kitlesinin namına olarak bu
düzme ve gülünç meclisin sınıf vekaletini ciğerlerimizin bütün gücüyle protesto
ederiz. Yabancı hükümete karşı ülkenin siyasetini düzenleyen diktatörlük
kuvvetini ve kezalik asi bir teşkilat olarak kurulmasını protesto eder ve
sorarız: Bu makamı kendiliklerinden takınmış olan milli meclis üyeleri, halkı
ne sıfatla temsil edecekler? Ne salahiyetle Kıbrıs sakinleri arasına nefret
tohumları saçmağa devam edecekler? Ve ne cesaretle Kıbrıs işçi ve çiftçi
kitleleri adına arz-ı endam edeceklerdir. Bu efendiler ne salahiyetle bütün
ehalinin arzusunu susturarak onların onayı olmadan kararlar alıyorlar. İşçi ve
çiftçi kitleleri adına kendilerini protesto ederiz; onların her hareketini
reddederiz. Üye efendiler biliniz ki çılgın siyasetinizden dolayı işçi ve
köylünün hiddeti son dereceyi bulmuştur. Ülkenin laneti üzerinize yağacaktır;
çünkü onların alçalmasına başlıca sebep sizlersiniz.
Son haber aldığımıza göre, Kıbrıs’taki İngiliz
boyunduruğu hakkında Atina basınına haberler gönderiliyor. Ancak bu halk,
hiçbir şehirlinin vekaletini kabul etmiyor. Açıktan açığa şunu bilmelidir ki
Kıbrıs ehalisi Yunan idaresini denemek pahasına İngiliz idaresinden çıkmak
niyetinde değildir. İngiliz halkçıları idareyi ellerine alıp bize özgürlük
verinceye kadar bu halk, mücadelesini sürdürecektir. Kıbrıs ehalisi kaynaşmak
üzere yalnız dünya işçi komünistleri ve özellikle İngiltere’dekileri tanıyor.
Çünkü sömürgeler halkının gerçek özgürlüğünü yalnız onlar takdir ediyorlar,
onlardan gayrileri şarlatan ve maceraperestlerdir.”[17]
Kıbrıslı Türklerin toplum sorunlarını
çözmeye yönelik olarak 7 Haziran 1924’de Mağusa’da oluşturdukları “Kıbrıs Türk
Cemaat-ı İslâmiyesi” adlı bir örgüt ile 1 Mayıs 1931’de Lefkoşa’da toplanan
“Kıbrıs Türk Milli Kongresi”, sonuç vermeyen iki siyasal girişim olarak burada
kaydedilmelidir.
KIBRISLI
TÜRK İLERİCİLER DE ÖRGÜTLENİYOR
Kıbrıs, 1925’de Taç Kolonisi ilan
edilir. Meclis’teki Kıbrıslı Rum üye sayısı 9’dan 12’ye çıkarılırken, Kıbrıslı
Türk üye sayısı 3 olarak kalır. Fakat atanan İngiliz üye sayısı 6’dan 9’a
çıkarıldığından, denge korunmuş olur. Ekim 1925’de yapılan seçimlerde ılımlı
Rum adaylar başarı kazanırken, 6 aşırı enosisçi adaydan ancak bir tanesi seçilir.
Rum üyelerden üçü ise, ilk defa emekçilerden yana bir programla seçilir.
Lefkoşa’daki Amele Kulübü’nün 1920’den
beri başkanı olan Yorgo Hacıpavlu, 1925’de yayımlamağa başladığı “Laiki” adlı
kendi gazetesinde ve seçim programında, hükümet ve Kıbrıslı Türklerle
işbirliğini savunmuş; Haraç ve Aşar Vergisi’nin kaldırılması gibi yerel
ihtiyaçların karşılanmasını, daha özgürlükçü bir anayasanın getirilmesini
istemişti.[18]
14 Ağustos 1926’da yapılan gizli bir
toplantıda 20 Kıbrıslı Rum tarafından kurulan Kıbrıs Komünist Partisi (KKP)’nin
kurucuları arasında herhangi bir Kıbrıslı Türk yoktu, ama partinin atletizm
kulübünde 12 Kıbrıslı Türk üye vardı. Ayrıca İnşaat İşçileri Birliği’ndeki
Kıbrıslı Türk üyeler de sınıf kardeşleriyle birlikte grevlere katılmaktaydı.
Leymosun’dan Kemal Ahmet adlı bir Kıbrıslı Türkün KKP Merkez Komitesi’nin üyesi
olduğu da biliniyor.[19]
“Neos Antropos”, 8 Ocak 1927 tarihli
sayısında şunları yazar:
“Milli restorasyon sadece yabancı
boyunduruğundan kurtulduktan sonra sağlanabilir. Burjuva veya proletarya, Rum
veya Türk olsun, ister Yunanistan’ı, ister özerkliği isteyen, bütün Britanya
aleyhtarı unsurlar, yabancı yönetime karşı işbirliği yapmalıdır.”
KKP’nin
1. Kongresi, “Sosyalist Balkan Federasyonu” çerçevesinde “Bağımsız Kıbrıs”
hedefini belirler. Bu görüşün, Yunanistan’la birleşmek isteyen Kıbrıslı Rum
milliyetçiler tarafından rağbet görmemesi ve tartışmaların artması üzerine,
KKP, 1927 yılında sırf bu konuyu görüşmek ve politik çizgisini değiştirmek
üzere, ilk olağanüstü kongresini toplar. Ne var ki, enosis konusunda açık bir
tavır belirlemez. Çünkü örnek aldığı SBKP, enosise karşıdır ve bunu açıkça
kınamaktan kaçınmaktadır.
Kıbrıslı Türk işçilerin
Leymosun’daki Amele Merkezi’nde Rumlarla birlikte örgütlenmiş olduklarından ve
Merkez’in tüzüğünün de Türkçeye çevrildiğinden yukarıda söz etmiştik. İşte 1927
yılında bu Merkez’de yapılan 1 Mayıs kutlamasında Ali Feruzi adında ve Komite
üyesi olan bir Kıbrıslı Türk işçinin de konuşma yapanlar arasında olduğunu
biliyoruz. [20]
Kavanin Meclisi’ndeki Rum ve Türk
üyeler, Haraçla ilgili maddenin bütçe tasarısından çıkarılmaması üzerine,
1927’de hep birlikte red oyu kullanırlar. Bunun üzerine, adaya yeni atanmış
olan Vali Ronald Storrs, bütçeyi bir Emirname ile yürürlüğe koymak zorunda
kalır. İngiltere, kısa bir süre sonra, Haraç’ı kaldırır.
HAVIPAVLU:
“SADECE TÜRKLERLE İŞBİRLİĞİ YAPARSAK İLERİYE GİDEBİLİRİZ”
Meclis’te oluşan bu işbirliğinin
devamı konusunda “Nea Laiki” gazetesinin 23 Eylül 1927 tarihli sayısında bir
makale yayımlayan Hacıpavlu, “sadece Türklerle işbirliği yaparsak ileriye
gidebiliriz” diye yazar. Yorgo Hacıpavlu, 3 ay sonra aynı gazetenin 23 Aralık
1927 tarihli sayısında, şu görüşleri dile getirir:
“Kavanin Meclisi’nde güçlü bir Rum-Türk
işbirliği için gerekli ön koşullar yoktur. Ancak, Türk toplumunun dinsel vakıf
mallarını yönetmekte olan Evkaf ile cami ve okulların bakımını sağlayan
Hükümetin, bu toplum üzerindeki güçlü etkisini durdurması halinde, gerçekten
halkçı olan Türk temsilcilerinin Meclis’e girebileceğine inanmaktayım. Evkaf’ın
vesayetinden kurtulmak isteyen ilerici Türkler vardır, ama gerici unsurların
muhalefeti ile onların çabaları akamete uğramaktadır. Bu nedenle ilerici Türklerin
iktidara gelmesine yardımcı olmak bir görevdir. Çünkü sadece onlar, hükümetin
gizli anahtarı olmayı reddedebilirler.”
Hacıpavlu bu makalesinde daha da ileri
giderek, Türkçe el ilanları basılmasını ve Kavanin Meclisi’nde yapılan
görüşmelerde Türk üyelerin ne kadar az rol oynadıklarının ve yerli çıkarların
savunulmasında nasıl başarısız kaldıklarının Türk toplumuna teşhir edilmesini
önermekteydi.[21]
1928 yılında Kıbrıs’ta İngiliz sömürge
yönetiminin 50. yıldönümü nedeniyle yayımlanan KKP Manifestosu’nda, adaya
özerklik verilmesi talep edilir. Kıbrıslı Rumlardan oluşan bir heyet, 1929 yılı
içinde Londra’ya giderek, İngiliz İşçi Partisi Hükümeti’nden, adanın
Yunanistan’la birleşmesini talep eder. O sırada, Yunanistan ve Kıbrıs Komünist
Partilerinin enosise açıkça karşı oldukları bilinmektedir.
KKP, Haziran 1930’da yapılan Kavanin
Meclisi seçimlerine “özerklik” sloganı ile katılır ve oyların %15 kadarını
toplar, ama milletvekili çıkaramaz. Bu seçimler sırasında, Kıbrıslı Rum aday
Hacıpavlu’nun, Evkaf’ın Türk delegesi Münir Bey’in karşısındaki Kemalist aday
olan Necati Bey’in seçim kampanyasını desteklediğini görmekteyiz. Necati Bey,
Kıbrıs’taki Türkiye Konsolosu Asaf Bey tarafından da desteklenmektedir Nitekim
Meclis üyeliğini büyük bir başarı ile kazanır.
1895’de kabul edilmiş olan eğitim yasası
ile Kıbrıs’ta daha çok Yunanistan ve Türkiye’deki eğitim müfredatı izlenmiş ve
adaya özgü bir sistem kurulmamıştı. 1930’da Türkiye’deki eğitim sisteminde
yapılan değişiklikler, aynen Kıbrıs Türk okullarına taşınır ve 23 Nisan ile 29
Ekim, milli günler olarak kutlanmaya başlanır. Gazeteler aracılığıyla tohumları
ekilen Türk milliyetçiliği, toplum liderliğini Evkafçı-İngilizci ve
Halkçı-Milliyetçi olarak ikiye böler.
Halkçı Necati, Kavanin Meclisi’nde
Kıbrıs’ın Anadolu’nun bir parçası olduğundan söz ederken, yine bir Kıbrıslı
Türk milletvekili olan İngiliz yanlısı Dr. Eyyub, Evkaf yanlısı “Hakikat”
gazetesinde çıkan makalelerinde, her iki memleketin farklı yönetim ve sosyal
yapılara sahip olmalarına rağmen, milliyetçilerin Türkiye’de yapılan her fiil
ve hareketi taklit etmek istediklerinden şikâyet etmektedir.[22]
Aynı Dr. Eyyub, Mayıs 1930’da Kavanin
Meclisi’nde yeni Belediye Yasası’nın görüşülmesi sırasında, Belediye Başkan
Yardımcılarının Türk üyeler arasından seçilmesini önererek, Rum
milletvekillerinin tepkisine yol açar. Hacıpavlu, ona şu yanıtı verir: “Sayın
üye, böylece, bir teneke dolusu zeytinyağını almak için, tek bir zeytin
önermektedir.” Kıbrıslı Rum milletvekili P. Kakoyannis ise şöyle konuşur: “Dr.
Eyyub’un önerisi kabul edilirse, azınlığa daha çok haklar verilmiş olacaktır.
Çünkü Türkler, halen Belediye Başkanı makamına da seçilme hakkına sahiptirler.”[23]
1929 ile 1934 yılları arasında
dünyada ekonomik kriz varken, Kıbrıs’ta da kuraklık ve yoksulluk hüküm sürüyordu. Ekonomik bunalım
sonucu, binlerce topraksız köylü, köylerden kasabalara gelmiş ve işçi sınıfına
katılmıştı. Sınıf bilincinin gelişmesinde çeşitli meslek kollarında çalışan
işçilerin oluşturdukları sendikalar, bu dönemde önemli bir rol oynamıştı. Kıbrıs halkı, sosyalizm fikirlerine
yönelmiş ve işçi sendikalarında örgütlenmeye başlamıştı.
Öte yandan, İngiliz sömürge yönetimi, ceza yasasını
değiştirip, solcu kitapları yasaklayarak, işçi sınıfı hareketinin gelişmesini
engellemeye çabalamaktaydı. [24]
Kıbrıs Komünist Partisi (KKP)’nin yayın
organı olan Neos Antropos’un 13 Haziran 1930 tarihli nüshasında yer alan Ahmet
Fethullah imzalı bir makalede, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türklerin ortak bir
örgüt kurması gerektiği üzerinde durulmaktaydı.[25]
Nitekim bir yıl sonraki polis raporları, sadece Kıbrıslı Türklerden oluşan bir
komünist yapıdan söz etmektedir.[26]
Bu örgütün ileri gelenleri olarak dellâl Salim Aziz Bulli ile bakkal Ahmet
Hulûsi’nin [27]
ve ayrıca avukat kâtibi Osman Vehbi [28] ile
Terzi Naim Hoca’nın adlarını biliyoruz.
Kıbrıslı Rumlar ise,
enosisçi-milliyetçiler ile komünistler olarak iki kampa ayrılmıştır. 25 Mart 1931’deki kutlamalar sırasında
meydana gelen çatışmalardan sonra, Lefkoşa’da 5, Leymosun’da 25 komünist
tutuklanır. Polis kayıtlarına göre, adadaki komünistlerin sayısı son 6 ayda
181’den 365’e yükselmiştir ve yaptıkları toplantılar çok kalabalık
olmaktadır.
KAVANİN
MECLİSİ’NDEKİ DENGENİN BOZULMASI
Halkçı Necati Bey, 28 Nisan 1931 günü
Gümrük Vergisi ve Gelirleri Yasa Tasarısı’nın oylanması sırasında, diğer iki
Kıbrıslı Türk üyenin katılmadığı bu oturumda, Kıbrıslı Rum üyelerle birlikte
olumsuz oy kullanınca, Kıbrıslı Türk üyelerin 1878’den beri Sömürge Yönetimine
sağladığı otomatik destek ortadan kalkar. Bu, 1927’deki Bütçe Tasarısı’nın
Kavanin Meclisi’ndeki oylamasında görülen Türkler ile Rumların birlikte karşı
oy kullanmaları olayından sonra yaşanan yeni bir işbirliği örneği idi. Bu
duruma çok öfkelenen dönemin İngiliz valisi Ronald Storrs, Necati Bey’i,
anılarında yazdığı şekilde, “Kavanin Meclisi’nin 13. Kıbrıslı Rum üyesi, o
küçük Türk” diye nitelendirir.[29]
Kıbrıslı Türk işçilerin sınıf bilinci
kazanıp, ilk defa örgütlenmeye başladıkları bu yıllarda, Lefkoşa’da dağıtılan 28 Temmuz 1931 tarihli Türkçe
bir bildiride, “Filergadon” ve “Panergadigi” derneklerine kayıtlı olan
işçilerin buralardan ayrılıp, kendi derneklerine üye olmaları istenmekteydi.
Çağrıda yer alan 17 imzadan 2’si, terzi Mehmet Hüseyin ile kumaş boyacısı
Mehmet Emin İbrahim’e aitti.
PEO Sendikasında yöneticilik yapmış
olan Pavlos Dinglis, 19 Haziran 2003'de PASİDİ lokalinde sendikacı Andreas
Ziartidis'i anma etkinliğinde yaptığı konuşmada, sözü edilen bu bildirinin 28
Temmuz 1931 tarihini taşıdığını ve Rumlarla Türklerin sendikalarda
örgütlenmeleri için "Lefkoşa ve çevre köyleri işçilerine" ortak bir
çağrıda bulunduğunu belirtmekte ve çağrıyı imzalayan üçüncü bir Kıbrıslı Türkün
ismini Mustafa Hıfzı olarak vermektedir. Nitekim 4 Ağustos 1931 tarihli bir
gizli polis raporunda da 3 Ağustos 1931 günü Türkçe bir açıklamanın Lefkoşa’nın
Türk sakinleri arasında dağıtıldığı ve 17 imza sahibinden ikisinin Türk olduğu
adlarıyla belirtilmekteydi. [30]
Kıbrıslı Türk yazar Altay Nevzat, “Kıbrıs Türkleri
Arasında Milliyetçilik: İlk Dalga” başlıklı doktora tezi çalışmasında, bu dönem
ile ilgili olarak bize yeni bazı bilgiler sunarken, şöyle demektedir:
“Kıbrıs’taki komünist hareketin hala
daha, çok az Türk üyesi olduğu anlaşılmaktadır. Türk sempatizanların adları,
İngiliz dosyalarında ve Kıbrıs Türk basınında çok seyrek yer almaktadır.
Bununla
birlikte Ekim İsyanı’nın hemen öncesinde, harekete daha büyük miktarlarda Türkü
çekmek için yeni çabalar söz konusuydu. Enosis hedefini reddetme konusuyla
ilgili komünist açıklamalara daha büyük bir özen gösterilmekle kalınmıyor,
ayrıca daha dolaysız çabalar vardı.
10 Ağustos
1931 tarihli bir gizli polis raporuna göre, durum ilerlemekteydi. Lefkoşa’da
dellal Salim Aziz Bulli ile bakkal Ahmet Hulusi, “Türk komünistlerin
önderliğini yapmayı üstlenmişler” ve “komünizm dersleri aldıkları Vatiliotis’in
evini (Kızıl 102) sıklıkla ziyaret etmekteydiler.”
“Türkçe
komünist kitaplar almak için ülke dışına yazı yazmış olmaları” ve
“Ahmet Hulusi’nin 200 Türkü komünist olarak kaydetmiş olması” bir yana, en ilginç açıklama şuydu: “Salim
Aziz’i Türk komünistlerin Başkan’ı ve Ahmet Hulusi’yi de Sekreter’i olarak
atamaya karar vermişlerdi. (Sub-Inspector of Police to Local Commandant of
Police, 10th August 1931. SA1/607/1931, 452.) Rumların ve Türklerin, komünist
harekette bile, siyasal olarak tam bir bütünleşme içinde olduklarını
göstermesiyle, bu düzenlemenin önemi çarpıcıydı.” [31]
Tam da bu sırada, 13 Ağustos 1931 tarihli ve 500
sayılı Söz gazetesinde “Sürüden ayrılanı kurt yer!” başlığı altında çıkan ve o
günlerde Kıbrıslı Türk solcuların siyasal faaliyetleri hakkında bize fikir
veren bir makalede şunlar yer almaktaydı:
“Son birkaç haftadır Lefkoşada
olduğu gibi diğer kaza merkezlerinde de komonistler beyannameler çıkarıyorlar
ve asnafı Bolşevikliğe davet ediyorlar. Biz, Komonistlerin neşrettikleri
beyannameleri tahlil ve terviç edecek değiliz; yalnız bunları imza edenler
arasında bir kaç ta Türk ismi gördüğümüz için en ziyade bunlarla meşgul olacak
ve buna dair fikir ve kanaatımızı izaha çalışacağız... Bolşeviklere yanaşan ve
karışan Türklerin kimler olduklarını bilmiyoruz. Fakat kimler olursa olsun, bu
hareketleri ile bizi gücendirdiler ve pek tehlükeli bir vaziyete soktular...
Kendini bilmeyen cahil bir iki Türk, Komonistlerin propagandasına kapılmış ve
bizden ayrılmışlarsa, bunda Cemaatımızın bir kusuru ve hatası yoktur. Hata
varsa bizden ayrılan ve karanlık yollara sapanlardadır ki bunları da sürüden
ayrıldıkları için hiç şüphe etmeyiz ki kurtlar yiyecektir.”
Kıbrıslı
Türk ilericilerin sınıf bilinci kazanıp, ilk defa örgütlenmeye başladıkları bu
dönemde 16 sayfa
tutan “Lefkoşa Amele Kulübü”ne ait
“Nizamname-i Esasisi”, 20 Ekim 1931’de Türkçe olarak 500 adet basılarak,
tanesi bir kuruşa satılmıştı.[32]
MİLLİYETÇİ
AYAKLANMA VE SONRASI
İngiliz Sömürge Yönetimi, Necati Bey’in
Rumlarla birlikte oy kullanması sonucu Meclisten geçemeyen yasayı zorla
uygulamak isteyince, Kıbrıslı Rumlar, Ekim 1931’deki enosis yanlısı milliyetçi
eylemlerini başlatırlar ve Vali Storrs’un konağını yakarlar. KKP, bu dönemde
Kilise'nin enosis propagandasına karşıdır ve parti kararına göre, taraftarlar
toplantılara katılır, ama enosis yerine özerklik talebini dile getirir.
İngiliz Sömürge Yönetimi, bu eylemleri
fırsat bilerek, Kavanin Meclisi’ni kapatır ve anayasayı yürürlükten kaldırarak,
bütün siyasi faaliyetleri yasaklar. KKP ve ona yakın sekiz kuruluş, Ağustos 1933’de, var
olan yasalarda yapılan değişiklikler ardından yasadışı ilan edildiler. Komünist
Parti’nin liderleri ada dışına gönderildiler.
Bu olaylardan sonra, “Hronos” adlı Kıbrıs Rum
gazetesi, 4 Ekim 1933 tarihli nüshasında, Gilan köyünden Hasan Hilmi adlı bir
Kıbrıslı Türkün de, komünizm propagandası yapma suçundan tutuklananlar arasında
olduğunu yazmıştı. [33]
Böylece, 1941’e kadar sürecek ve yeni
dönemin valisinin adı ile anılacak olan Palmer-okrasi denen bir baskı dönemi
başlamış olur. Ama bu dönemde de siyasi işbirliği olanakları bulunur.
ORTAK
“ÖZERKLİK” TALEBİ
Kıbrıs Türk gazetesi “Ses”, 18 Haziran
1937 günü “Siyasi Cemiyet” başlığı altında, “Eleftheria” adlı Rumca gazeteden
aktardığı bir haberde, Lefkoşa yanında diğer kasabalarda da şubeleri olacak
olan ve Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler tarafından kurulmuş ortak siyasi
bir cemiyetin, adaya özerklik verilmesini desteklemekte olduğunu duyurur.
Tanınmış Lefkoşalı avukat Yannis Kleridis, bu siyasi cemiyetin önderi olup,
sabık Kavanin Meclisi üyesi M. Hami, Larnaka Belediye azası ve avukat Bay Celal
Şefik, Leymosun Belediye azası ve diş doktoru Bay Nazif (Denizer), kendi
kasabalarında bu cemiyetin oluşumuna katılan Kıbrıs Türk ileri gelenleri
arasındadır.
Necati Bey’in 5 ve 12 Haziran 1937
tarihli Söz gazetelerinde yayımlanan “Muhtar İdareye Meylimizin Hakiki
Sebebleri Nelerdir?” başlıklı makale dizisinin, gazetenin direktörü M. Remzi
Okan tarafından durdurulması ise ilginç bir gelişmedir.[34]
Tepki gösteren bir başka yayın organı da “Ses”tir. Bu gazetenin 25 Haziran 1937
tarihli nüshasında yer alan ve “Türk-İngiliz elbirliği yerine, Türk-Rum siyaset
ve kültür birliği mi başlıyor?” başlıklı makalede, kapatılmış olan Kavanin
Meclisi’nin eski üyelerinden olan M. Hami’nin adı geçen siyasi cemiyete
katılımı eleştirilir.
Kemalist Türk milliyetçiliğini savunan
Kıbrıs Türk gazetelerinden olan “Ses”te çıkan bu başyazı ile “Söz” gazetesinin
tutumu, o günlerde egemen olan Kıbrıs Türk düşüncesi hakkında bize iyi bir
fikir vermektedir.
1937 yılında Londra’daki Kıbrıslı
komünistler tarafından “Kıbrıs için Özerklik Komitesi” kurulur. Aynı komite
Kıbrıs’tan gelen ve 200 kişinin imzasını taşıyan ve temelli anayasa değişiklik
önerilerini içeren bir memorandumu, 1939’da Sömürgeler Bakanlığı’na sunar, ama
kabul görmez.
ORTAK
EKONOMİK ÖRGÜTLERDEN İLK KOPUŞ
Bu gelişmelerden hemen sonra, Kıbrıslı
Rumlar ile Kıbrıslı Türkler, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin safında
çeşitli cephelerde savaşıp hizmet verirken, ülke içindeki zor ekonomik
koşullara karşı, ortak sendikalarda örgütlenirler. Enosis sorunu yüzünden ortak
sendikalardan ilk kopuş, 1942 yılının sonunda “Kıbrıs Türk Marangozlar
Sendikası”nın kurulmasıyla olur. Daha sonraki büyük kopuş, 1944 yazında
olur. PEO Genel Sekreteri Andreas
Ziartides’in Kıbrıslı Türk işçilere danışılmadan yazıp, Kıbrıs’ı ziyareti
sırasında İngiltere Sömürgeler Bakanı Yardımcısı Sir Cosmo Parkinson’a verdiği
ve adanın Yunanistan’a bağlanmasını talep eden mektup, bu kopuşun nedeniydi. Bu
noktada, 1941’de kurulan Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL)’nin
enosis politikasının, Kıbrıslı Türklerle siyasal işbirliği için en büyük engeli
oluşturduğu da vurgulanmalıdır. [35]
İngiliz sömürge yönetimi, 1941’de
siyasal parti çalışmalarına izin verince, AKEL, Kıbrıs Komünist Partisi’nin
yasal organı olarak kurulur. AKEL’in kurucuları arasında da yine herhangi bir
Kıbrıslı Türk yoktur. Kıbrıslı Türk ilericiler, daha çok işçi sendikalarında
örgütlenirler ve zamanla onların ileri gelenleri, AKEL’e de üye olurlar.
Kasım 1941’de oluşturulan Tüm-Kıbrıs
Sendika Komitesi (PSE), 1945’e gelindiğinde 12,961 işçiyi bünyesinde toplamış
ve mücadelesini 1946’da kurulan “Tüm-Kıbrıs İşçi Federasyonu” (PEO)’ya
devretmişti. Kıbrıslı Türk işçiler, Rum sınıf kardeşleri ile birlikte PEO’ya
bağlı çeşitli sendikalarda örgütlenmişti. Ne var ki, Kıbrıslı Rum sendika
yöneticilerinin sendika toplantılarında sadece Rumca konuşmaları, Rumcayı
bilmeyen Kıbrıslı Türk işçileri huzursuz etmekteydi. O dönemi yaşamış olan
Kıbrıslı Türk sendikacılardan Mehmet Niyazi Dağlı, bize şu bilgileri
vermektedir:
“İşçiler sendikalarını kurduktan sonra
toplantılar başladı. İsteklerini hükümete ve askeri makamlara iletmeye
başladılar. Fakat toplantılarda hep Rumca konuşulurdu ve Türkler anlamazlardı.
Bana sorarlar, kendilerine konuşanları anlatırdım.
Ama bu, çok zaman alırdı. Bu nedenle sendika yöneticisine, toplantılarda Türkçe
konuşmaların Rumca’ya çevrildiği gibi, Rumca konuşmaların da Türkçe’ye
çevrilmesi gerektiğini, Türk işçilerin konuşulanları anlamadığını söyledim.
Fakat bu konuda tedbir alınmadı ve toplantılar aynı sistemle devam etti. Bu
nedenle ben de Türk işçiler için sendika kurmaya karar verdim. (…)
1942 yılında arkadaşlarla dülgerler
olarak bir birlik kurmaya karar verdik. Avukat Fadıl Niyazi ile konuştuk ve
bize yardımcı olmasını istedik. O zaman (kazalarda) komiserlikler vardı ve
bütün resmi yazışmalar buralara yapılırdı. Avukat Fadıl, Komiserliğe bir yazı
yazarak, Türkler olarak ayrı bir sendika kurmak istediğimizi bildirdi.
Komiserlik bize aynı işkolunda yalnızca bir sendika kurabileceğimizi, bunun
yasalar ile sınırlandığını söyledi. O zaman biz de yasaların değiştirilmesi
yönünde baskı yaptık. Sonunda farklı isim altında sendika kurma hakkı verildi.
Yasalarda değişiklik yapıldı. Tabii yayınlanan bu yasalar İngilizce olduğu için
biz Avukat Fadıl Bey’e 7 lira ödeyerek bu yasaları Türkçe’ye çevirttik. Hükümet
dairelerinde Türk memur olmadığı için, yayınlanan yazılar Türkçe’ye resmi
yollardan çevrilemiyordu. Avukat Fadıl Bey, Türk İşçi Birlikleri’nin yönetmelik
ve tüzüklerini de yazdı. 12-14 kişi toplanarak “Lefkoşa Türk Dülger İşçiler
Birliği”ni kurdu. Zamanla çalışarak üyelerimizi de çoğalttık.”[36]
Burada ilginç bir durum daha ortaya
çıkmıştı. Niyazi Dağlı, arkadaşı Salih Türker ile birlikte, dülgerler dışındaki
diğer zanaat sahipleri ile Amele Birliği kurmak üzere düzenledikleri bir
toplantıda, katılan arkadaşlarının Türkçe bilmedikleri için kendisini
anlamadıklarını ve bunun üzerine Rumca konuşarak düşüncelerini anlattığını
belirtmektedir. Amele Birliği kurulduktan sonra, Türkçe bilmeyen bu işçilere
ders vermek üzere, zamanın Maarif Müdürü’ne başvuruda bulunan sendikacılar,
kendilerine bir okul ve öğretmen sağlanmasını rica ettiler. Böylece gönüllü
öğretmenlerle Haydarpaşa Okulu’nda Kıbrıslı Türk üyelere 3-4 ay süreyle Türkçe
dersler verildi.[37]
Ada halkını oluşturan iki ana etnik-ulusal topluma
mensup emekçiler, 1942 yılına kadar ortak çiftçi ve işçi kuruluşlarında
örgütlenmişlerdi. AKEL, 1943’ün başında yapılan 2. Kongresinde, Yunanistan ile
birleşme politikasını benimseyince, hem sendikal harekette, hem de siyasal çalışmalarda,
Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında bazı sorunlar çıkmaya başladı.
Burada, ilk defa olarak, işçi sınıfının etnik temelde bölünmese tanık olduk.
Kıbrıslı Türk çiftçiler de, Kıbrıslı Rumların
adayı Yunanistan’a bağlama (enosis) talepleri yüzünden, 30 Nisan 1943’de ortak
örgüt Tüm Çiftçilerin Kıbrıs Birliği (PEK)’ten kopup, Kıbrıs Türk Çiftçiler
Birliği’ni oluşturdular.
AYRILMA
NEDENLERİ
Derviş Ali Kavazoğlu’nun takma adı olan D.A.Alkan
imzasıyla, Halkın Sesi gazetesinin 13 Haziran 1944 (Sayı:429) tarihli
nüshasında yer alan “Türk Amele Birliği Rumlardan niçin ayrılmıştır?” başlıklı
yazısında, Lefkoşa Amele Birliği Kaza Heyeti Sekreteri Yagovides’in 28.5.1944
tarihli Aneksartitos gazetesindeki makalesine şöyle yanıt verilmekteydi:
“(...) 25 Martta birlik binanızı
kendi bayraklarınızla süslediniz ve bu günün önemini belirten bir çok nutuklar
söylediğiniz halde, bizim hiç bir milli günümüzde birliğinize hiç bir Türk
bayrağı çektirmediniz ve bu gibi günlerimizden hiçbirini tesid için tek bir
kelime bile söylemediniz En fenası şu ki en
büyük spor bayramımızda Ankaradan radyo dinlememize fırsat bile vermediniz.
(...) Genel sekreteriniz Bay Zartides, Kıbrısın Yunanistana ilhak edilmesi için
İngiltere Başvekaletine tantanalı bir telgraf çekmiştir! Birliğinizde yüzlerce
Türk ve birçok Ermeniler aza bulundukları halde, bazı genel toplantılarınızda
“kardeşler! Yunan olmamız dolayısile mücadeleye devam ederek teşkilatlanmalıyız
ki harp sonunda milletimizi yükseltebilelim!” diye haykırıyordunuz. Mademki ırk
ve din farkı gözetmiyorsunuz hükümetçe tanınmış olan kaza heyeti arasında neden
bir tek Türk bulunmuyor? (...).”
20 Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi
gazetesinde yer alan “Lefkoşa Türk Amele Birliği Sekreteri Mehmet Niyazi”
imzalı ve “Lefkoşa Kaza Amele Birliği Sekreteri’ne Açık Mektup”ta, 28 Mayıs’ta
Aneksartidos gazetesinde yer alan bir açıklamaya yanıt verilmekteydi. Mektubun içeriğinden anlaşıldığına göre, 15
Temmuz 1943 günü akşamı iki işçi birliğinden heyetler uzun bir toplantı yapmış
ve Türk heyeti ayrılma gerekçelerini şöyle dile getirmişti:
“Bizleri ayıran lisan; Türk hakkının
gaip olması ve bize verilmiyen kıymet ve ehemmiyettir. İşte tam o anda bize bu
gün tebliğlerinizde neşredilen sözleriniz söylenmedi mi? O zamana kadar gerek
umumi ve gerek hususi toplantılarda hiç bir Türke konuşma hakkı verilir miydi?
Ve yahut binbir ısrarla söz alan Türkün sözleri dinlendi mi? Alaycı ve
utandırıcı kahkaha ve alkışlarla susturulmaz mıydı? O zamana kadar konferanslar
Türkçe olarak söylenir miydi? Birlik binanızda kendi milli bayrağınızı ve sair
bayrakları dalgalandırdığınızda hiç bir Türk bayrağı çekildi mi?”
Mektup, 22 Haziran 1944 tarihli
Halkın Sesi’nde şöyle devam etmekteydi:
“1 Mayıs 943 yortusunda yüzlerce
Rumca yazılı tabellalardan Türkçe olarak kaç tane vardı? Hiç... hiç... Bizleri
bir siyasi, milli maksatlarınızı yüzümüze aksettirmediniz mi? Kıbrısın
Yunanistana ilhakı için Lortlar kamarasına telgraf çekmediniz mi? 943te
yapılması kararlaştırılan umumi bir grev kararında Türkçe konuşulmadığından ani
olarak hatanızı yüzünüze vurunca Rum amelesi dağındıktan sonra Türk işçisini
yağmur içinde durdurtmak istemediniz mi?
Grevlerden sonra işlere gönderilen
işçilerden Rumlar tercih edilmez miydi? Günlerce birliğinize gidip gelen bir
işsiz Türkü hangi işe gönderdiniz? Kıbrısın Yunanistana ilhakı için
teşkilatlandığınızı propaganda sahasında yaydığınızda bize aksi mukabelede
bulunmayor muydunuz? Vs. Bütün bunları ilk temasımızda beyan ettiğimizde hata
eseri olarak kabul ettiğnizi ve artık bu gibi hadiselerin olmıyacağını vait
ettiğinizi unuttunuz mu? Askeri ve hükümet işlerinde Türklere olan
haksızlıkları araştırıp hallettiniz mi? Hiç olmazsa nüfus nisbetinde işçi çalıştırttınız mı?
Türk işçisinin yevmiyesi Rum işçisi gibi müsavi veya ona yakın tutulması için
araştırmalar oldu mu? Sözün kısası Türkün hakkı hiç gözetildi mi?
Hayır!..Hayır!..Hayır!..”
13 Ağustos 1944’de enosis konusu
yüzünden PEO’dan ayrılan Kıbrıslı Türk işçilerin oluşturduğu Kıbrıs Türk İşçi
Birlikleri’nin üye sayısı, 1945’de 843’e yükselmişti. [38]
Kıbrıs Türk gazetesi Yankı, 26 Şubat 1945 tarihli
(Sayı:9) nüshasında, “Rum fırkaları ve biz” başlıklı bir makalede, Leymosun
Belediyesi’nin çıkardığı bir dergide “Türklerin durumu” başlığı altında çıkmış
bir yazıya değinerek, şunları yazmaktaydı:
“Leymosun belediyesinin dergisi ise ilhaka taraftar
olmadığımızı kabul etmekle beraber, ileride bu davaya katılmamızı sağlamak için
gayret sarfedilmesini istiyor... Biz Türkler, Türk-Rum dostluğuna gerçekten
inanmışızdır. Fakat esefle görüyoruz ki Rum dostlarımızın bize karşı
gösterdikleri sevgi, siyaset nezaketinden öteye geçmemiştir. Çünkü hala
belediyelerde ikinci reislik makamını bile bize vermemekte ısrar ettiklerini ve
belediye işlerinde Türkçeyi ihmal ettiklerini görüyoruz.”
3 Mayıs 1945 tarihli Halkın Sesi
gazetesinde yayımlanan “Lefkoşa Türk İşçi Birliği’nin Dilekçesi”nde, hükûmet
işlerinde Türk işçisinin kayırılmadığından şikâyet edilmekte ve 1 Mayıs İşçi
Bayramı nedeniyle Sömürgeler Bakanlığı Müsteşarlığı’ndan talep edilenler
arasında şunlar da vardı:
“Lefkoşada her mahalleye konulan sokak
levhalarına Türkçenin de yazılması; her Türke resmi makamlardan gönderilecek
her hangi bir evrak Türkçe olmalı, Rumca ve İngilizce olmamalıdır.”
Yankı gazetesinin 6 Mayıs 1945
tarihli nüshasında çıkan ve “Türk İşçi Birlikleri”nin İngiltere Müstemleke
Müsteşarlığı’na gönderdiği bir mektupta da şu talepler yer almaktaydı:
“Türk memur veya işçisinin Rum
tesiri altında ezilmesine meydan verilmemelidir ki Türkler de ön bulabilsinler
ve başarı gösterebilsinler... Lefkoşada her mahalleye konulan sokak levhalarına
Türkçenin de yazılması... Her Türke resmi makamlardan gönderilecek her hangi
bir evrak Türkçe olmalı. Rumca ve İngilizce olmamalıdır... İşçi Bayramı olan 1
Mayısın ve Milli günlerin resmen tanınması ve tesit edilmesi... Kıbrıs
Türklerinin Hükûmet tarafından İslâm ünvaniyle değil, Türk ünvaniyle tanınması
ve mekteplerimizin de bu nam altında tavsif edilmesi...”
Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği’nin önde
gelenlerinden Kemal Deniz de kendine ait Ateş gazetesinin 15 Ekim. 1946 tarihli
nüshasında yer alan “Belediyelerimiz Teşkilatını Nasıl Görmek İsteriz” başlıklı
makalesinde, ortak yönetilen belediyelerin Türklere yönelik uygulamalarını
eleştirmekte ve sokak tabelalarının mutlaka Türkçe yazılmasını ve Belediye Meclisi’ndeki
tartışmaların Türkçe olmasını istemekteydi.
MADEN
İŞÇİLERİNİN KOŞULLU İŞBİRLİĞİ
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu’na üye olan Lefke
Madenciler Birliği ile PEO üyesi Maden İşçileri Sendikası’na bağlı maden
işçileri, 1945 yılı sonunda Lefke’de bulunan Amerikan Kıbrıs Maden Şirketi
(CMC)’nin işyerlerinde çalışan maden işçilerinin taleplerini görüşmek üzere
toplandılar. Lefke’deki bir kahvehanede yapılan bu toplantıya Türk işçiler
adına İrfan Süleyman ve Yusuf Mustafa katılırken, Rum işçileri PEO’ya bağlı
Maden İşçileri Sendikası’nın Genel Sekreteri Pandelis Varnava, Avraam Hristu ve
Hristos Morfitis temsil etmekteydi.
Lefke Türk Madenciler Birliği, maden işçilerinin
taleplerini PEO’ya bağlı olan Maden İşçileri Sendikası temsilcileri ile
görüşmeyi kabul etmek için, önce, adanın Yunanistan’a bağlanması talebinin
gündeme getirilmeyeceğine ilişkin bir bildiri yayımlaması şart koştu. Bunun
kabul edilmemesi üzerine toplantı ertelendi ve maden işçilerinin talepleri
tartışılamadı.
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Kurumu adına Hasan
Şaşmaz, PEO Genel Sekreteri Andreas
Ziartidis’e gönderdiği bir mektupta, iki toplumun birbirinin ulusal duygularına
ve kuruluşlarına saygı gösterilmesi koşuluyla, ekonomik alanda ve grev
girişimlerinde işbirliği yapabileceklerini duyurması üzerine, PEO, önce bu
mektubu yanıtlamaktan kaçındı. Ama üç ay sonra Ziartides tarafından verilen
resmi yanıtta, Türk İşçi Birlikleri ile işbirliği yapmaya hazır oldukları
bildirildi.
Maden işçileri, 1947 yılında ortak bir toplantı
yaparak, Lefke-Mavrovuni-Ksero yöresinde 1 Mayıs’ta işi, bir günlüğüne boykot
ederek, birlikte kutlama yapmayı kararlaştırdılar. Şirket yönetimi bu haberi
öğrenince, işyerlerine dağıttığı bildirilerde, 1 Mayıs’ta ocaklara yeterli
sayıda işçi inmemesi durumunda, işyerlerini üç günlüğüne kapatacağını duyurdu. [39]
MADENCİLERİN
ORTAK 1 MAYIS KUTLAMASI
Türk ve Rum maden işçilerinden oluşan ortak komite,
yaptığı değerlendirmede, oybirliği ile alınan karardan geri dönülmeyeceğini ve
1 Mayıs’ın bütün işçiler tarafından gün boyunca kutlanacağını açıkladı. Nitekim
1 Mayıs 1947 günü, tek bir maden işçisi bile madenlere inmedi.
Gerçekleştirilen kutlama toplantıları ve geçit
törenleri görülmeye değer ve duygulandırıcıydı. Mavrovuni-Lefke yöresindeki
toplantılarda Kıbrıslı Türklerin katılımı daha da belirgindi. Çünkü oradaki
maden ocaklarında 700’e yakın Kıbrıslı Türk işçi çalışmaktaydı. 2,000’e yakın
işçinin gerçekleştirdiği bu ortak eylem, çok önemliydi. Çünkü Kıbrıs işçi
hareketinde etnik-ulusal temele göre ayrılmış olan sendikaların, ilk kez
ortaklaşa düzenledikleri bu gösterilere, işçilerin eşleri ve çocukları da
katılmıştı. Kutlama yürüyüşü, Ksero’dan başlayıp, Lefke’deki maden işçilerinin
mahallesinden geçerek, Mavrovuni’deki sendika binaları önünde sonlandırıldı.
Yürüyüş sonunda ise, kaza yöneticisine verilmek üzere, işçilerin taleplerini
içeren bir bildiri onaylandı.
İşçi sınıfının uluslararası dayanışma günü olan 1
Mayıs 1947’de, maden işçilerinin işbaşı yapmaması üzerine, Kıbrıs Maden
Şirketi’nin Genel Müdürü Hendricks, tehditlerini gerçekleştirdi ve işyerlerini
üç gün süreyle kapattı. Sendikanın olayı protesto etmesine rağmen lokavt, 5
Mayıs’a kadar sürdü. Maden ocaklarının açılmasından sonra da ilişkiler
gerginliğini korudu. Ama bu eylem, maden işçilerinin daha da bilinçlenmesine,
sendikalarına daha fazla sahip çıkmalarına ve hem kendilerinin, hem de
ailelerinin birbirlerine daha fazla kenetlenmelerine yol açtı. Bu olayları
izleyen 1948’deki büyük grev, bu tespiti doğrulayacaktı.
Ekim 1947’de, “İşçinin Yolu Şaşmaz” adlı ilk solcu
Kıbrıslı Türk yayın organı çıkarıldı. Bu aylık dergi, içeriğinin “çok
ideolojik” olması gerekçesiyle ikinci sayısından sonra yayınını durdurdu.
BÜYÜK MADEN
GREVİ
Kıbrıs Maden Şirketi’ne ait Lefke-Mavrovuni (Karadağ)
madeninde çalışan 2,000’e yakın işçi, 16 Aralık 1947 günü bağlı oldukları
sendikalar aracılığıyla işverenden 23 maddede toplanan bazı taleplerde
bulundular. Bu taleplerin bazıları şunlardı: Örgütlenme hakkı, daha az çalışma
saati, daha yüksek yevmiye, daha fazla mesai ücreti, tatil günlerinin 5’i
ödenekli olmak üzere 7’den 13 güne çıkartılması, işçi sınıflamasında
değişikliğe yol açacak bir ücret artışı. İş sözleşmesinde daha liberal
ölçülerin kullanılmasını da isteyen madencilerin bu taleplerini değerlendiren
işveren temsilcisi Harvery, bu talepleri reddetti. Onun görüşüne göre, son
ücret ayarlamasından bu yana hayat pahalılığında hiçbir değişiklik olmamıştı ve
bu talepler, işçi maliyetlerini yüzde 25 oranında artıracaktı.
Hem işveren, hem de işçi tarafı görüşlerinde diretiyor
ve değişiklik yapmıyordu. Madenlerde çalışan 700 kadar Türk işçisinin örgütlü
olduğu Lefke Madenciler Birliği’nin üyesi olduğu Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri
Kurumu adına Genel Sekreter Aziz Tuncay ile Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu (PEO)
adına Genel Sekreter Andreas Ziartidis tarafından Lefkoşa’da 8 Ocak 1948 günü
imzalanan işbirliği protokolu sayesinde, iki işçi federasyonu arasında temas ve
işbirliği kolaylaştırıldı. Madenlerde, limanlarda, ulaşım, tekstil ve ayakkabı
alanlarında, fırınlarda, inşaatlarda, hükümet ve askeri işyerlerinde ve diğer
iş kollarında ortak grevler ve başka eylemler düzenlenmesine olanak sağlandı.
13 Ocak ile 17 Mayıs 1948 tarihleri arasında 125 gün
süren Büyük Maden Grevi, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum sendikacılar arasındaki
işbirliğinin güzel bir örneği oldu. Kıbrıs Türk liderliğine yakın olan Halkın
Sesi ve Hürsöz gazeteleri, başlangıçta greve destek verdiler. Ama daha sonra
desteklerini geri çektiler. İlk defa olarak günlük bir işçi gazetesinin
çıkarılmasına ihtiyaç vardı. Bu ancak 19 Mayıs 1948’de, yani grevin sona
ermesinden iki gün sonra mümkün oldu. Gazetenin adı “Emekçi” idi. Bu gazete
günlük yayınını, 1949 yılında bir süre ara verdi, ama daha sonra haftalık
olarak yeniden yayımlanmaya başlandı. Kıbrıs Türk lideri ve Halkın Sesi
gazetesinin sahibi olan Dr. Küçük’ün açtığı bir zem ve kadih davası yüzünden,
“Emekçi” gazetesi yayınını durdurmak zorunda kaldı.
“ENOSİS VE
YALNIZ ENOSİS” POLİTİKASI ÖNEMLİ BİR ENGEL
Ezekias Papayuannu, Ağustos 1949’da yapılan 6.
Kongre’de AKEL’in yeni Genel Sekreteri olarak seçildi. Sloganı “enosis ve
yalnız enosis” idi ve Yunanistan Komünist Partisi’nin lideri olan Nikos
Zahariadis’in desteğine sahipti.
Yunanistan Komünist Partisi’nin yasadışı yayını olan
Neos Kozmos, Kasım 1951 tarihli nüshasında, enosis sloganının, o zaman var olan
koşullarda, en güçlü bir anti-emperyalist hareketliliği sağladığını yazmıştı.
Aralık 1951’de yapılan AKEL’in 7.
Kongresinde kabul edilen bir kararda, “Hâlâ daha, şoven (Türkiye’ye bakan) Türk
burjuvazisinin ve toprak ağalarının etkisinde bulunan Kıbrıs Türk azınlığı
içindeki kişilere daha fazla dikkat verilmesi” çağrısında bulunuldu. [40]
AKEL’in milliyetçi politikası,
Kıbrıs Türk toplumunu partiden gittikçe daha fazla yabancılaştırmaktaydı. Bir
Kıbrıs Rum gazetesi olan Neos Anthropos’da yayımlanan ilginç bir makale, birkaç
gün sonra, Halkın Sesi gazetesinin 19 Mart 1952 tarihli nüshasında iktibas
edilmişti.
G.Yuannidi, K.Koliyannis ve P.Rusu tarafından
kaleme alınan makalenin başlığı şöyleydi: “Kıbrıs Halkının Kurtuluş Mücadelesi
=Türk Azınlığı=”
Yazının bazı bölümlerinde şöyle
denmekteydi:
“Türk azınlığı
meselesi Antiemperyalist mücadele için esas meseledir. Ve AKEL bu gibi
meselelere ciddiyet ve katiyetle karşı koymalıdır. (…) Mahut Yunanistan’a ilhak
propagandası parolası ise, Türk işçisinin buna güç inanacağı aşikârdır.(…)
Türkler Rumlara ve AKEL’cilere itimat etmiyorlar. Zira büyük Yunanistan
şovenizmine emniyetleri yoktur. (…) Türklerin ve Rumların halk sendikaları, tek
cemiyetleri ve diğer zirai teşkilatları olmalıdır. İşçi sınıfının bir tek
partisi olmalı. Bu tek partinin (AKEL) Milli Türk Kolu olabilir.(…) Kıbrıs’taki
Türk meselesi, bütün Milli mesele içerisinde, hususi Milli bir meseledir. Eğer
AKEL’in Türk azınlığına karşı tam Milli bir siyaseti olmazsa, Yunan Milli
Davasını, ilhak davasını da gerektiği gibi karşılayamayacaktır.(…)”
YENİDEN
ORTAK ÖRGÜTLENME VE KURULAN TÜRK BÜROLARI
19 Ağustos 1952 tarihli Hürsöz
gazetesinin, AKEL yayın organı Rumca Neos Demokratis gazetesinden aktardığı bir
habere göre, AKEL, “Türk toplumu için bir Türk Kolu kurulması ve Türk
yoldaşlara toplum arasında gazetelerini çıkarmaları için yardım etme” kararı
aldı.
Kasım
1952’de, 1948 Büyük Maden Grevi’nden sonra yeniden PEO’ya bağlı sendikalarla
birleşen Kıbrıslı Türk işçiler için de ayrı bir Türk Bürosu kurulması
kararlaştırıldı. 1952’den beri
PEO Merkez Komitesi üyesi olan Ahmet Sadi Erkurt (kapanan “Emekçi gazetesinin
de sahibi ve başyazarı idi), Mart 1954’de “PEO Türk Bürosu”nun başkanlığına
getirilirken, kazalarda da birer Türk temsilci görevlendirildi. 1954 yılı sonunda PEO’da örgütlenmiş
Türk işçi sayısı 1,500’e ulaştı. Artık onlar için sık sık Türkçe bildiriler ve
“İşçi Bülteni” adlı aylık bir bülten yayımlanmaktaydı.
Ahmet Sadi Erkurt anılarında o
günleri şöyle anlatmaktadır:
“Türk İşçi Birlikleri, PEO ile
birleştikten sonra, yeni bir durum meydana geldi. Türk işçileri aydınlatılmalı
idi. PEO’nun işçiler için İşçi Gazetesi vardı. Ama bu gazete Rumca lisanında
yayımlanıyordu. Türk işçilerinin pek azı Rumca okuyabiliyordu. Her ne kadar da
Lefkoşa ve Mağusa Türk Dairesi mesulleri Rumca biliyorlardıysa da, Larnaka ve
Leymosun mesulleri Rumca okuyamıyorlardı. Bilseler bile iyi aydınlatıcı iş
olamazdı. Türk işçisinin elinde bir Türkçe evrak olmalı ve okumalı idi. Çünkü
Türkçe gazeteler işçi problemlerine değinmezler, çoğu kere aleyhe yazarlardı.
Bu yüzden dairemiz, aylık bir Türkçe bülten yayımlamaya karar aldı. 1954’de
bültenimiz yayımlanmaya başladı. Bu bülteni ben hazırlıyor, daktilodan
geçirdikten sonra, poligrafta tabediyordum.”[41]
KIBRISLI
TÜRK AKEL ÜYELERİ VE ENOSİS SORUNU
28 Şubat 1954 tarihli Hürsöz
gazetesinin, solcu Neos Demokratis’ten aktardığı bir habere göre, AKEL,
Kıbrıslı Türklere hitaben yayımladığı bir duyuruda, Türkleri İngilizlere karşı
Rumlarla beraber kardeşçesine mücadeleye davet etmekte ve ilhaktan Türklerin
hiçbir zarar görmeyecekleri belirtilmekteydi.
Oysa Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (enosis)
konusu, Kıbrıslı Türk ilericilerin çok duyarlı olduğu bir konuydu. O günleri
yaşayanlardan terzi Kamil Ahmet’in verdiği ilginç bir bilgi, belki de yukarıda
sözü edilen AKEL duyurusu ile ilgilidir:
“1950’li
yılların ilk yarısında, AKEL tarafından Türkçe olarak hazırlanmış ve Kıbrıslı
Türklerin Rumların enosis talebini desteklemelerini isteyen bir bildiri,
Lefkoşa’nın Türk kesiminde AKEL’in Türk üyeleri tarafından dağıtılmazdan önce,
bildiriyi ilk okuyan bakkal Hikmet Ağa’nın karşı çıkması üzerine dağıtılmayıp,
imha edildi.” [42]
Yine
o kuşaktan terzi Ferit Hüseyin Uray ile bir söyleşi yapan Serhat İncirli Londra
Toplum Postası gazetesinde şunları yazdı:
“Ferit
Hüseyin Uray, AKEL’in enosis politikası yüzünden partiden uzaklaşanlar
arasındaydı. Uzaklaştırılanlar dersek de pek hatalı olmayız. İnkılapçı AKEL’den
yardım almayı da durdurmuştu veya AKEL yardımı kesmişti. Ancak gazetenin
yayınlanması sürecekti. Bir grup Kıbrıslı Türk gazeteyi yayınlamaya devam
ettiler. Zamanla bütün Türkler AKEL’den kopacaklardı.” [43]
AKEL’in
enosis politikasını bir de ayakkabıcı Kamil Tuncel’den dinleyelim:
“Sendikalarda
başarılı Kıbrıslı Türkler de AKEL’e üye yapılmaya başlandı. Ben ve bazı
arkadaşlarımın o seviyeye geldiğini gören büyüklerimiz, partiye üye olmamız
için çağırdı. AKEL Yürütme Kurulunda olan ve Kıbrıslı Türklerin de mesulü
Bavlagis ile tanışma fırsatı bulduk. Aynı zamanda tanıdığımız arkadaşlarımız
Ahmet Sadi Erkurt ve Derviş Ali Kavazoğlu ile de bir araya geldik. İlk olarak
partinin anayasasını, amaçlarını ve hedeflerini öğrenip, kabullendikten sonra,
üye olmamız gerekirdi. Esasen biz, oraya gitmeden, partinin bir çok
faaliyetlerini bilen kişilerdik. Orada tek takıntımız Kıbrıs’ın Yunanistan’a
ilhak edilmesi isteği olduğunu ileri sürdük. Ama bizi bir takım örneklerle ikna
etme yoluna gidildi. Öncelikle AKEL, sosyalizmin gerçekleşmesi için mücadele
veren bir partiydi. Ama biz, Kıbrıs’ta bir başımıza bu rejimi kuramazdık. Ancak
bizden daha güçlü bir devletle birleşerek, sosyalizmi gerçekleştirebilirdik.
O
zamanki koşullarda en uygun devlet Yunanistan’dı. Bir başka neden de, Kıbrıs
halkının ekseriyeti Rumlardı. Ayrıca Kıbrıs’ta varolan AKEL Komünist Partisi
çok güçlüdür. Yunanistan’da olan Yunan Komünist Partisi de güçlüydü. Onlarla
elele verdiğimizde daha da güçlü olup, Sovyet Rusya’nın da yardımını alarak,
Balkan devletleri gibi, hem Yunanistan’da, hem Kıbrıs’ta sosyalist rejimi
kurabilirdik. Bunlar gerçekleştiği gün, Sovyet Rusya Ortadoğu’ya inecekti ve
petrollere hakim olacaktı. İşte Anglo-Amerikalılar’ın korkulu rüyası buydu.
O zaman
biz Türkler sorduk, neden Yunanistan’a değil de Türkiye’ye olmasın, hem Türkler
buranın eski sahibiydi? Çok güzel ve mantıklı örnekler yanında şunları da
ekliyorlardı:
Kıbrıs
Türkleri azınlıkta, Türkiye’de Komünist Partisi çok çok zayıf, hatta AKEL ve
Yunanistan Komünist Partisi ile kıyas edecek olursak, Türkiye’de Komünist
Partisi yok denecek kadar azınlıkta. Türkiye’de sendikal faaliyetler çok zayıf,
çünkü Türkiye’nin hükümetleri
Sendikalaşmanın önünü tıkamıştı. Geçiş yoktu.
Türkiye’de işçi sınıfına karşı çok baskı vardı. Hele sosyalist ve komünist
rejime karşı, Türkiye’nin çok büyük bir alerjisi olduğu bir hakikatti. Bunları
bize gayet iyi bir şekilde izah ettiler. Elle tutulur, gözle görülür örnekler
de ortaya koydular.
Ben
şahsen sendikacılığı ve sosyalizmi birbirine bağlayarak, bu söylenenlere
inanıp, AKEL’e 1954 yılı içinde üye oldum ve çok yakın bir zamanda sosyalizmi
gerçekleştireceğimize inanıyordum. Çünkü komünist partiler, o tarihlerde her
memlekette en kuvvetli partilerdi. Böylece Kıbrıs’ta proleterya sınıfının tüm
hakları yürürlüğe girecekti, hatta daha elde edemediğimiz İhtiyat Sandığı ve
Sosyal Sigorta Sandığı kurulacaktı. İşçi sınıfının da çok büyük bir refaha
kavuşacağına inanıyordum.” [44]
“AKEL’Cİ TÜRKLERİN SİYASİ AYLIK BÜLTENİ”
30 Mart 1954 tarihli Halkın Sesi
gazetesi, 28 Mart günü Halk Sinemasında yapılan ve Evkaf’ın kayıtsız şartsız
Kıbrıs Türk toplumuna devredilmesi talebinin dile getirildiği toplantıda,
“AKEL’ci Türklerin Siyasi Aylık Bülteni, Numara 1, Mart 1954” başlıklı bir
yayının dağıtıldığı duyurulmaktaydı. Verilen bilgiye göre, dergi Türkçe olarak
yazı makinesi ile hazırlanıp, bir Rum matbaasında basılmıştı. İlk paragrafında
Evkaf Mitinginin desteklenmesi yanında, içerdiği yazılarda komünist
propagandası yapılmaktaydı.[45]
17 Haziran 1954 tarihli Hürsöz
gazetesindeki bir makalede ise “Rum Komünist Partisi AKEL, bugün kendi
çerçevesinde bir Türk Bürosu vücuda getirmiştir” denmekteydi.
Halkın Sesi gazetesinde 31 Temmuz 1954
günü yer alan bir başka makalede de şöyle denmekteydi: “İdeolojilerini pek açık
olarak meydana koyanlar, şimdi de yeni bir Türkçe gazete çıkarmak için
faaliyete geçmişlerdir. Hatta bu şahıslar, çıkartacakları gazetenin mali
durumunu sağlamlaştırmak için köy köy dolaşarak, gazetelerine abone yazıyorlar.
Sayın halkımızı uyanık olmaya davet ediyoruz. Tatlı sözlere kanmayınız.”
17 Ekim 1954 tarihli Halkın Sesi
gazetesi, “Kıbrıs Rum Komünist Partisi AKEL’in gayretkeşliği” başlığı altında
verdiği bir haberde, bir gün önce Lefkoşa sokaklarında “AKEL Türk Kolu”
tarafından hazırlanan “AKEL’ci Türklerin Beyannamesi”nin dağıtıldığını haber
vermekteydi. Karpaz’daki
Galatya köyüne kadar geniş bir şekilde dağıtımı yapılmış olan, “Partinin Türk
Kolu”nun bu ilk Türkçe bildirisi, 20 Ekim 1954 günü Halkın Sesi gazetesinde tam
metin olarak yayımlanmış ve 4 gün süren “Küstahlık” başlıklı bir yazı dizisinde
gazetenin sahip ve başyazarı Dr. Fazıl Küçük tarafından eleştirilmişti.
Bu tarihi ilk bildiride, tanınmış Türk şairi Nazım
Hikmet tarafından Kıbrıslı Türklere gönderilmiş olan mesajdan aktarılmış şu
istek de yer almaktaydı: “Kıbrıs’ta barış için, hürriyet için, Kıbrıs’ın
sömürge olmaktan, emperyalizme askeri üs vazifesi görmekten kurulması için
dövüşen Kıbrıslı Rum kardeşlerinizle el ele verin. Aynı safta yan yana
dövüşün.” [46]
SOLCULARA
BASKI SONRASI GELEN LEFKOŞA’NIN İLK DEFA TAKSİMİ
Gerek PEO sendikası, gerekse AKEL
partisi içinde örgütlenmiş olan ilerici Kıbrıslı Türklerin desteğini alan
“İnkılapçı” adlı haftalık gazete, 13 Eylül 1955’de yayımlanmaya başlar. Sadece
14 hafta yayımlanabilen “İnkılapçı” gazetesi, o günlerde önemli olan bütün
toplumsal ve ekonomik konularda makaleler ve haberler vererek, emekçilerin sesi
haline gelir. Ama İngiliz sömürge yönetiminin 14 Aralık 1955’de olağanüstü
durum ilan etmesi üzerine, AKEL’in günlük yayın organı Neos Demokratis ile
birlikte kapatılır. Başta AKEL olmak üzere solcu köylü, gençlik ve kadın
örgütleri yasadışı ilan edilir, birçok solcu tutuklanıp hapse atılır.
“İnkılapçı”nın 12 Aralık 1955 tarihli son sayısında
yer alan “Tehdit” başlıklı yazıdan anlaşıldığı üzere, o zamanki Kıbrıs Türk
liderliği ve ona bağlı yeraltı örgütleri, “İnkılapçı”yı çıkaran ekibe
“İnkılapçı gazetesini durdurunuz, öldürüleceksiniz, kafanız ezilecektir” vb
sözler içeren tehdit mektupları göndermişti.
23
Nisan 1956 günü Lefkoşa’nın Türk semtinde iki Türk genci tedhişçiler tarafından
öldürüldü. Bunlardan biri, Türk polis eri Nihat Vasıf’tı ve polis, onun öldüren
iki kişinin bir Türk kızı tarafından yakalatıldığını duyurdu.
Öldürülen ikinci Türk, Ardath Sigara Fabrikası’nda gece bekçisi olarak
çalışan Cüfer Ferhat’tı. Polis, evli, 2 çocuk sahibi ve karısı hamile olan
Cüfer Ferhat’ın, yardımcı polis olan bir Türk tarafından öldürüldüğünü ve bu
polisin tutuklandığını, hakkında dava okunacağını açıkladı. Yardımcı polis olan
diğer üç Türk de fabrikada yağmacılık yapmakla itham edildi.
Ertesi
gün, yani 24 Nisan’da, Türk gençleri, Lefkoşa’daki Ay Luka ve Ay Kasyano
mahallelerindeki Rum evlerine ve Belediye Pazarı’ndaki Rum dükkanlarına hasar
verdiler, yağmalar yapıp, yangınlar çıkardılar.
Kıbrıs
Türk liderliğine yakın basın organları, bu olayları sol eğilimli Kıbrıslı
Türklerin yaptığını yazarak, onları hedef gösterdi. Halkın Sesi gazetesi, 27
Nisan 1956 tarihli nüshasında, “Geçen akşam bazı TEK azaları tevkif edildi”
başlıklı haberinde, solcu eğilimi ile bilinen “Türk Eğitim ve Spor Kulübü”
(TEK)’in yapılan araştırmalar sonucu bazı evraklarının müsadere edildiğini de
duyurarak, şöyle yazmıştı:
“Geçen
gün sabahleyin Lefkoşa’nın bazı noktalarında çıkan bazı hadiselerde bu kulübün
bazı azalarının rolü olduğundan şüphe edilmektedir... Liderlerinin bazıları
kanundışı ilan edilmiş olan Rum Komünist Partisi AKEL’in paralı organları
olduğundan şüphe ediliyor.”
27
Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesinde, manşetten verilen şu haber yer
almaktaydı:
“Lefkoşa’da
sokağa çıkma yasağı dün öğleden sonra 5’den itibaren bu sabah 4’e kadar tatbik
edildi. Şehir, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı.” Haberin devamında
şöyle denmekteydi: “Yasağın kaldırıldığı 11 saat esnasında şehir, Batı ve Doğu
Berlin gibi, Kuzey ve Güney Lefkoşa tarzında iki kısma ayrılmış, Baf kapısından
Mağusa kapısına kadar devam eden sokak tamamen kapalı kalmıştır.”
29
Nisan 1956 tarihli Halkın Sesi ise ihbar nitelikli yayınlarına devam etmişti:
“Kanun dışı bir teşkilat ile alakalı olduklarından şüphelenilen solcu temayüllü
23 Türk, tevkif kanunu tahtinde Pile yakınlarındaki siyasi mevkuflar kampına
sevk edilmişlerdir.”
Ayrıca
Bozkurt gazetesinin 30 Nisan 1956 tarihli nüshasında şu haber yer almaktaydı:
“Solcu İşçi Birlikleri Vali Harding’e gönderdikleri bir telgrafta, bazı Türk
sendikalistlerin tevkif edilmelerini protesto etti.”
Halkın
Sesi gazetesi, 1 Mayıs 1956 tarihli nüshasında “Aziz Kıbrıs Türkü” başlıklı şu
duyuruyu yayımlamaktaydı:
“Kıbrıs
davası her gün leyhimize doğru yürümekte, gaye ve maksadımıza bizi kolay
eriştirecek emareler ortaya çıkmaktadır. Yalnız aramıza sokulan sütü ve kanı
bozuk bazı komünist uşakları, her ne pahasına olursa olsun, bu sağlam davamızı
çürütmek ve eritmek için büyük gayretler sarfettiklerini anlıyoruz. Bunlar
cemaati yanlış yola sevketmek için canla başla çalışıyor. Dikkatli olalım. Kötü
niyetlerinin kimlere hizmet etmek olduğunu takdir et ve dikkatli ol.”
Tutuklanan ilerici Türkler arasında bulunan
Ahmet Sümer ile Derviş Ali Kavazoğlu, Cüfer Ferhat’ı öldürmekle suçlanmaktaydı.
Tutuklulara çeşitli baskılar yapılmakta, suçlamaları kabul etmeleri istenmekte
ve yerleri sürekli değiştirilmekteydi. Bu baskıları protesto etmek ve
uğradıkları haksız suçlamaları kamuoyuna duyurmak isteyen tutuklu solcu
Türkler, açlık grevi yaptılar.
Sendikacı Derviş Ali Kavazoğlu, “Eli nasırlı
işçiler, ev, bina, dükkan inşa eder, ama yakıp yıkmaz, yağma yapmaz, hele hiç
insan öldürmez” diyerek tepkisini göstermekteydi.
Merkezi Cezaevi’nde kalan grubun başını
Tabelacı Cahit çekiyordu. Bayramda mahkumlara birkaç defa Cuma namazını ve
Bayram namazını o kıldırmış, diğer mahkumların da sempatisini kazanmıştı.
Merkezi Cezaevi’ndeki 20 ilerici Kıbrıslı Türk adına Derviş Ali Kavazoğlu
tarafından hazırlanan bir mektup, cezaevindeki mahkumların yardımıyla bütün
gazetelere gönderildi, ama mektubu sadece Cyprus Mail ve Haravgi gazeteleri
bastı. 3 Mayıs 1956 tarihli Haravgi’de yayımlanan mektubun tam metni şöyleydi:
"Bize atıfta bulunduğu anlaşılan
ve 28 Nisan 1956 tarihli Cyprus Mail gazetesinde yer alan Dr. Küçük’ün
açıklamalarını okuduk. Haber şöyledir:
“Bir Türk polisin öldürülmesi ardından meydana gelen Salı ve Çarşamba
günlerindeki olaylar, durumu istismar eden komünistlerin işidir. Komünist
eğilimli ve şimdi kapanmış bulunan toplum kulübünden gelmektedirler ve önde
gelenlerinden yirmisi tutuklanmış bulunuyor.”
Şimdi Lefkoşa Merkez Hapishanesinde
olan biz yirmi Türk mahpus, Dr. Küçük’ün gerçeklere aykırı olan bu
açıklamalarını güçlü bir şekilde kınıyoruz. Barış içinde yanyana var olup,
dostça yaşamanın, Kıbrıs’taki iki toplumun yararına olduğuna inanıyor ve bunda
ısrar ediyoruz. Hükümetin kovuşturmalara başlaması ve kendimizi savunma hakkını
bize vermesini talep ediyoruz.
Bu araştırmalar sayesinde, davanın hayret verici bir şekilde
bulunamaması mümkün olacak ve olayların gerçek sorumlusu ortaya konmuş
olacaktır
20 Türk mahpus adına
Derviş Ali Kavazoğlu”
Delil
yetersizliğinden serbest bırakılan solcu Kıbrıslı Türkler, Lefkoşa’nın üç
milden fazla uzağına seyahat edememe ve geceleri sokağa çıkma yasağına tabi
tutuldular. Her gün sabah ve akşam, en yakın polis karakoluna bildirim yapmak
zorunda bırakıldılar.[47]
AKEL TÜRK KOLU’NUN UYARI MEKTUBU
Bu sırada Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği, hep
birlikte, adanın taksiminin Kıbrıs sorununun tek çözüm yolu olduğunu öne süren
politikalarını sürdürmekteydiler. Adanın taksim edilmesine karşı olan Kıbrıslı
Rum ve Kıbrıslı Türk solcular da, seslerini yükseltmekte ve bu politikaya
muhalefet etmekteydiler. Örneğin AKEL’in “Kıbrıs Türk Kolu”, o sıralar adayı
ziyaret etmekte olan Prof. Nihat Erim’e verdikleri 19 Ocak 1957 tarihli bir
mektupta, ona şu görüşlerini iletmişlerdi:
“Ayrılmaz bir bütün olan Kıbrıs halkı, Türkler ve
Rumlar, bu topraklarda yüzyıllarca birlikte yaşamışlar ve yaşamaktadırlar.(…)
Ortaya atılan adayı taksim etme fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hâl şekli
olmayacağı gibi, kabili tatbik de değildir. Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı
ayrı iki mıntakada yaşamamaktadır. Böylece ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır
ki, o zaman Kıbrıs çıkmazı ikinci ve en büyük çıkmaza girecektir. Böyle
hadiselerin hangi menfaatlere hizmet ettiğini tarih hepimize göstermiştir.” [48]
TMT’NİN İLK
TEDHİŞ DALGASI
1 Mayıs 1958 günü, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk
işçilerin birlikte yürüyüş yapıp, emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı ortak
mücadele verme kararlılığını dile getirmelerinden sonra, TMT (Türk Mukavemet
Teşkilatı) bir bildiri yayımlayarak, Kıbrıslı Türk işçilerin, Kıbrıslı Rumların
da örgütlü olduğu PEO sendikasından istifa etmelerini talep etti. Kıbrıslı
Rumlarla işbirliği yapanların da cezalandırılacağı uyarısında bulundu.
Bu bildiriden sonra, o günlerin günlük gazeteleri,
“PEO’dan istifa” ilanlarıyla doldu ve ilk tedhiş eylemi, 22 Mayıs 1958’de
PEO’nun Türk bölümünün başkanı olan Ahmet Sadi’nin öldürülmesi girişimiyle
başladı. 24 Mayıs’ta, “İnkılapçı” gazetesinin yazı işleri müdürü olan Fazıl
Önder öldürüldü. 30 Mayıs 1958 tarihli Bozkurt gazetesinde sol eğilimli birisi
olmadığına dair duyurusu yayımlanan berber kalfası Ahmet Yahya, bir gece önce
kalmakta olduğu han odasında meçhul şahıslar tarafından öldürülmüş ve ölüm
haberi aynı günkü Halkın Sesi gazetesinde yayımlanmıştı. Başka ilerici Kıbrıslı
Türkler de, Lefkoşa ve Leymosun’da ya öldürüldü veya yaralandı. Kıbrıs Türk
liderliğinin yeraltı örgütü olan TMT’nin bu ilk tedhiş dalgasından sonra,
ilerici Kıbrıslı Türkler ya adayı terk etti, ya da sindirilerek, sessizliğe
gömüldüler.
İKİNCİ
TEDHİŞ DALGASI “CUMHURİYET”ÇİLERE KARŞI
1960’da Kıbrıslı Rum milliyetçilerin enosis ve
Kıbrıslı Türk milliyetçilerin taksim taleplerinin dışında, bağımsız Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinin kurulması, yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Kıbrıs Cumhuriyeti’ne
sahip çıkan ve onun kurulduğu 16 Ağustos 1960 günü ilk sayısını çıkaran
“Cumhuriyet” adlı haftalık Kıbrıs Türk gazetesi çevresinde, taksimci Kıbrıs
Türk liderliğine karşı demokrasi mücadelesini sürdüren demokratlar, 27 Eylül
1960’da da Kıbrıs Türk Halk Partisi’ni kurdular.
8-11 Mart 1962’de yapılan AKEL 10.
Kongre’sinde partinin yeni 3. programı kabul edildi. İngiliz Sömürge
Yönetiminden kurtulmuş olan adada, geleceğe yönelik “enternasyonalist bir
milliyetler politikası” belirlenmemiş olup, “Azınlıklar için” başlığı altında
Kıbrıs Türk toplumundan da, Ermeni, Maronit ve diğer azınlıklardan olduğu gibi
dostluk, kardeşlik ve anti-emperyalist işbirliği talep edilmekteydi.[49]
Parti’nin yeni programı, genel olarak, içte kamusal ve siyasal hayatın demokratikleştirilmesini,
dışta da kendi kaderini tayin hakkı ile Kıbrıs’ın bağımsızlığının
tamamlanmasını öngörmekteydi. [50]
AKEL’in 1949’dan beri Genel Sekreterliğini yürüten
Ezekiyas Papayuannu’nun verdiği bilgilere göre, 1930’lu yıllarda Komintern ile
bağlantısı kesilen KKK, 1944 yılında AKEL ile birleşmiş ve AKEL kendisini
KKK’nin tek ve gerçek devamcısı olarak ilan etmişti. Yine Papayuannu, AKEL ile
SBKP’nin ilk defa temas kurmasının, kendisinin tedavi için Moskova’ya gittiği
1957 yılında gerçekleştiğini açıklamıştı. AKEL, o sıralarda Moskova’da
yapılmakta olan Dünya Komünist ve İşçi Partileri Danışma Toplantısı’na,
Papayuannu’nun rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştı. [51]
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ilk tanıyan ülkelerden biri olan
Sovyetler Birliği, ticari ilişkiler yanında, kültürel ilişkilerini de kurmuş ve
SBKP ile AKEL arasında yakın bir işbirliği geliştirilmişti. Bağlantısız bir dış
politika güden yeni Cumhuriyet, içte kurulan anayasal dengelerin
sürdürülebilmesi için toplumlararası barış ortamının devamına muhtaçtı. Bunun
bilincinde olan “Cumhuriyet” gazetesi yazarları, her iki toplum içindeki
fanatik unsurları eleştirmekteydi. Örneğin daha 14 Kasım 1960 tarihli gazetede
“Cemaatlararası çarpışmalardan fayda umanlara ihtar” başlığı altında, Rum ve
Türk aşırı unsurlarına “şoven neşriyata artık son verilmelidir” çağrısında
bulunulmaktaydı. Gazetenin 2 Ocak 1961 tarihli nüshasında dile getirdiği
fikirler, bugün de güncel olup, doğruluğunu korumaktadır:
“Bugün ortada, Kıbrıs’ta yaşayan iki esaslı toplum tarafından,
yani Kıbrıslılar tarafından idare edilen bir Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti vardır,
yürürlüktedir ve müstakil bir devlet olarak Birleşmiş Milletler üyesidir.
Kıbrıs Devletinin tab’aları tek milletten olmadığı için, Kıbrıs çok milletli
devletler kategorisindedir... Kısaca Kıbrıs’ın istiklâliyeti, herhangi bir
millete veya devlete ilhak edilmesi değil, Kıbrıs’ın Kıbrıslılar tarafından
idare edilmesi demektir. Kaldı ki bu, esas prensip olarak, Kıbrıs Anayasasına da geçirilmiş ve ilgililer
tarafından imzalanmıştır.”
“Cumhuriyet”in özellikle Kıbrıs Türk toplumunu uyarıcı
yayınlarından tedirgin olan çevreler, gazetenin 23 Nisan 1962 tarihli 89.
sayısında çıkan ve Lefkoşa’nın Rum kesimindeki iki caminin bombalanmasının
sorumlularını ima eden bir yazı üzerine telaşa kapılıp, o günün gecesi,
“Cumhuriyet”in sahip ve yazarları olan Ahmet Gürkan (35) ile Ayhan Hikmet’i
(33) öldürttüler.
“Cumhuriyet” gazetesi yazarlarından
Dr. İhsan Ali, Rumca Fileleftheros gazetesine verdiği bir demeçte, gazetenin
yayınının devamı için çaba göstereceklerini belirtmişse de, bu
gerçekleştirilemedi. Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasına muhalefet
eden demokratlara karşı girişilmiş olan bu ikinci tedhiş dalgası, toplumu,
toplumlararası çatışmaların başlamasından sonra daha da artacak olan yeni bir
baskı ve korku dönemine soktu.
“İSTEDİĞİMİZ
COĞRAFİ AYRILIK”
Taksimci Kıbrıs Türk liderliği, 21
Aralık 1963’de toplumlararası çatışmaların başlamasından sonra, ortak devlet
yapısından ayrıldı. Adada kurulmuş olan anayasal düzenin üç garantöründen biri
olan Türkiye, Nisan 1964 ortalarında Türkiye’nin Kıbrıs tezinin federasyon
olduğu belirtmekle birlikte, buna ters düşen yorumlara ve değerlendirmelere de
rastlanıyordu.
Türkiye Başbakanı İsmet İnönü, BM arabulucusu Sakari
Tuomioja ile görüşürken, federasyon tezi üzerinde ısrar etti, Dışişleri Bakanı
Feridun Cemal Erkin ise “Bizim tezimiz federasyondur. İstediğimiz coğrafi
ayrılık, mahalli muhtariyettir. Adada coğrafi esaslar üzerine kurulacak
bölgelerde Türklerin ve Rumların ayrı ayrı yaşamalarının sağlanması ve böylece
bu bölgelerde bir güvenlik tesisi ile birlikte, bu bölgelere bağımsızlık
tanınmasının Türk hükümetinin tezinin ana hatları olarak arabulucuya
ilettiğini” bildirdi. [52]
Sovyetler
Birliği adına Kruşçev tarafından Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a verilen özel
bir mesajda, Kıbrıs’ın Yunanistan’a katılması demek olan Enosis hareketine
Sovyetler Birliği’nin kesinlikle karşı olduğu bildirildi ve en iyi çözüm yolu
olarak self-determinasyon gösterildi. Çözüm yollarından biri olarak ileri
sürülen adanın taksimine karşı olunan mesajda, Kıbrıs’a dışarıdan gelecek bir
saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin garantisinin sürdürülmesi için Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin tarafsızlık politikasından ayrılmaması gerektiği
belirtilmekteydi.[53]
İnönü, 8 Eylül 1964’de TBMM’de hükümetinin Kıbrıs’ın
geleceği konusundaki görüşlerini dile getirirken, federasyon tezi ile neyi
amaçladıklarını ilk defa şöyle açıklamıştı:
“Muahede hükmü dâhilinde bulunmak için resmî ağızdan
taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.” [54]
“İKİ ULUSAL
TOPLUM”
Türkiye
Dışişleri Bakanı Erkin’in Moskova’ya yaptığı ziyaret sonunda 5 Kasım 1964’de
yayınlanan Ortak Bildiri’de de Kıbrıs konusunda şöyle denmekteydi:
“Taraflar Kıbrıs sorununun, Kıbrıs’ın bağımsızlığına
ve toprak bütünlüğüne saygı esasını ve her iki ulusal toplumun kanuni haklarına
saygı ve Ada’da iki ulusal toplum varlığının tanıma esası üzerine, barış içinde
yaşamalarını sağlayacak bir şekilde, barışçı yollarla çözümlenmesine taraftar
olduklarını belirtmişlerdir.” [55]
Bildiride Türkiye’nin federasyon tezine doğrudan
doğruya değinilmemekle beraber, Sovyetler Birliği, Kıbrıs’taki “iki ulusal
toplum”un varlığını kabul etmekteydi.
Podgorni başkanlığından bir Sovyet heyetinin 4-15 Ocak
1965 tarihinde Türkiye’yi ziyareti sırasında, Podgorni yaptığı konuşmalarda,
iki ay önce yayınlanan Erkin-Gromiko ortak bildirisinde olduğu gibi, yine
Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve iki toplumun varlığı ilkesi kabul edilmişti.
Öte yandan Podgorni’nin yaptığı konuşmalar Kıbrıs’ta
tepki ile karşılanmış ve bu hususta bilgi isteyen Kıbrıs Komünist Partisi AKEL
ile Sovyetlerin Kıbrıs Büyükelçiliği arasında bir anlaşmaya varılamamıştı. [56]
“FEDERAL BİR
ŞEKİL DE OLABİLİR, AMA…”
21 Ocak 1965 tarihinde Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko,
İzvestia gazetesinin “Kıbrıs’taki şu andaki durum ve Kıbrıs sorununun çözümü
için ileri sürülen çeşitli projeler hakkında ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki
sorusunu cevaplandırırken, diğer şeyler yanında şöyle dedi:
“Şimdi asıl sorun, Kıbrıs’ın bağımsızlığı ve
toprak bütünlüğünü güven altına almaktır. Ancak, o zaman Kıbrıs halkı,
başkalarını ilgilendirmemesi gereken tüm sorunları dış karışma olmaksızın
serbestçe çözümleyebileceklerdir.
Kıbrıs devletinin iç örgütüne gelince, bu
Kıbrıslıların kendilerini, Kıbrıs halkını ilgilendiren bir durumdur. Kıbrıs
halkı, Rum ve Türk ulusal toplumlarının özel durumlarının tek, egemen ve
birleşik bir Kıbrıs devleti çerçevesinde dikkate alması ve bunların
yararlarının gerçekleştirilmesini mümkün kılacak herhangi bir devlet şeklini
bağımsız ve egemen olarak seçebilecektir. Federal bir şekli de seçilebilirler.
Bu şekil dahi, elbette tek, merkezi bir hükümetin, tek bir savunma örgütünün ve
keza merkezileştirilmiş bir yönetim ve yargı örgütlerinin varlığını öngörmektedir.
Kıbrıslılar kendi tarihi geleneklerini ve memleketlerinin hususiyetlerini de
göz önünde tutarak, diğer milletler tarafından bugüne kadar elde edilmiş
tecrübelerden yararlanabilirler. Tekrar ediyorum: Kıbrıs Cumhuriyetinin
devlet yapısı sorununa bir çözüm yolu bulunması Kıbrıs halkının bizzat
halledeceği bir hükümranlık konusudur. Bu sorunun hallinde her türlü dış
karışma girişimi de şiddetle kınanmalıdır.” [57]
Gromiko’nun bu demeci, Kıbrıs Rum çevrelerinde olumsuz
karşılanmış ve Cumhurbaşkanı Makarios “Kıbrıs probleminin federal sisteme
dayanan bir hal tarzına bağlanması teklifi, üzerinde tartışma dahi yapılmadan
reddedilecektir” şeklinde tepki göstermişti. Ancak, Makarios’un bu kanısı uzun
sürmemiş ve Lefkoşa’daki Sovyet Maslahatgüzarının şu uyarısı ile karşılaşmıştı:
“Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhak edilmesi, yani kuvvet
yolu ile kabul ettirilmesi halinde Türkiye karışmaya karar verirse, Sovyetler
Birliği Kıbrıs’a yardım için savaş tehlikesine atılmayacaktır. Sovyetler,
Enosis bir hükümet darbesi ile kabul ettirilecek olursa, Kıbrıs’ın bölüneceği
inancındadır.”[58]
AKEL’İN
TEPKİSİ
Gromiko’nun demeci üzerine 26 Ocak 1965 günü
olağanüstü bir toplantı yapan AKEL Merkez Komitesi ile Merkez Kontrol
Komisyonu’nun onayladığı kararda ise şöyle denmekteydi:
“Bu görüşlerle ilgili olarak partimizin tavrı açıktır
ve bilinmektedir. Merkez Komitemiz, Kıbrıs ulusal sorununun temelinin farklı
ulusal bilince sahip, ayrı bir ulusal varlık yaratmak değil, ezici çoğunluğu
Rum olan Kıbrıs halkının milli rehabilitasyonu olduğu ana noktasından
hareketle, siyasi çizgimizin 10. Kongre’de de tanımlandığı gibi, bağımsızlığın
tamamlanması, askersizleşme ve kendi kaderini tayin olduğu ve bunun değişmeden
kaldığını yeniden teyit eder. Merkez Komite, bunun sonucu olarak federasyonu
ilkesel ve esaslı nedenlere dayanarak reddeder. Çünkü federasyon yanlıştır.
Kıbrıslı Türkler, ada üzerinde dağınık olarak yaşamaktadırlar. Federasyon
çeşitli nedenlerle pratik olarak uygulanamaz... Siyasi çizgimiz, tam
bağımsızlık, askersizleşme, kendi kaderini tayin ve enosis’tir.” [59]
7
Şubat 1965 günü Lefkoşa’da yapılan bir parti toplantısında konuşan AKEL Genel
Sekreteri E. Papayuannu, şu görüşleri dile getirdi:
“Kıbrıs sorununun çözümü, ayrı ulusal bir varlık
yaratmakla değil, çoğunluğu Rum olan Kıbrıs halkının milli restorasyonunda
bulunabilir... Partimiz federal çözümü reddeder. Federal çözüme değinen Bay
Gromiko’nun demecinin ilgili bölümüne ilişkin yapıcı eleştirimiz budur.” [60]
1965 yılı Nisan ayında AKEL Merkez
Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyelerinden Derviş Ali Kavazoğlu’nun sendikacı Rum
arkadaşı Kostas Mişaulis ile birlikte pusuya düşürülerek, katledilmesi, üçüncü
tedhiş dalgasını oluşturur. Artık siyasal ortam, ayrılıkçı Kıbrıs Türk
liderliğinin kesin tekelindeydi.
AKEL Genel Sekreteri E. Papayuannu,
19 Ağustos 1965 günü Orta-Doğu Haber Ajansı’na verdiği demeçte şöyle
demekteydi:
“Kıbrıs sorunu iki ayrı ulusal
toplumun sorunu olmayıp, birleşik bir varlık olarak Kıbrıs halkının sorunudur…
Sadece Kıbrıslı Türklerin değil, Kıbrıs’ta yaşayan diğer azınlıkların da
azınlık hakları tamamen garanti edilebilir. Garanti edilecek olan imtiyazlar
değil, demokratik azınlık haklarıdır”[61]
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, “mümkün olan çözüm”e
yönelerek, Şubat 1968’de yeniden seçilmesi ve Mart ayından itibaren,
“normalizasyon” politikasına yönelmesi ile toplumlararası ilişkiler yumuşamaya
başlar. Haziran 1968’de toplumlararası barış görüşmelerinin başlaması ardından,
Kıbrıs Türk muhalefet güçleri yeniden mücadelelerini yükseltirler. Eylül
1968’de Kıbrıs Türk İlkokul Öğretmenleri Sendikası’nın (sonradan KTÖS adını
alacak) ve Aralık 1970’de Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin kurulması,
sendikal ve siyasal hakların yeniden tesisi konusunda önemli kilometre taşları
olur.[62]
Türkiye’de yükseköğrenim gören Kıbrıslı Türk gençlerin
genelde sol eğilimde olmaları sonucu, Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi
olarak AKEL’e karşı bir sempatinin gelişmesine yol açar. Ne var ki AKEL, hala
daha adanın bağımsızlığı ve “milliyetler sorunu”nun çözümü doğrultusunda bütün
Kıbrıslıların katılacağı bir siyasi program oluşturamamıştır. Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin bir Ortodoks-Rum devleti olarak Yunanistan’a bağlanması
politikasını uygulamaktadır. Sonunda ada, 1974 yazında bir faşist Yunan darbesi
ve Türkiye’nin adanın kuzeyini işgal etmesiyle iki ayrı bölgeye ayrılacak ve
taksim gerçekleştirilecektir!
(Bu çalışma
Türkçe olarak tarafımdan hazırlanmış olup, Nikos Hristofis tarafından yapılan
Yunanca çevirisi, küçük bazı değişikliklerle, kendisinin editörlüğünü yaptığı
“Ulus ve Sınıf Arasında: Solcular ve Kıbrıs Sorunu, 1920-1974” başlıklı ortak
kitapta yayımlanmıştır. Selanik: Psifides Yayınları, 2022, s.113-177)
[1] An, Ahmet, Kıbrıs Kültürü Üzerine Yazılar, Lefkoşa 1999, s.19 ve 32
[2] Census of Cyprus. Report, 1881
[3] Lukach ve Jardine, Kıbrıs’ın El Kitabı, Lefkoşa 2007, s.45
[4] Konur, İsmet, Kıbrıs Türkleri, İstanbul 1938, s.30
[5] Georghallides, G. S., A Political and Administrative
History of Cyprus 1918-1926, Nicosia 1979, dipnot 4, p.72
[6] Bkz. An,
Ahmet, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması (1900-1942), Lefkoşa 1997, s.14-15
[7] 1895-1907
yılları arasındaki protesto mektupları için bkz. Osman Örek, History Speaks,
Nicosia, March 1971, ayrıca Sabahattin İsmail, İngiliz Yönetiminde Türk-Rum
İlişkileri ve İlk Türk-Rum Kavgaları, Lefkoşa 1997, 394s., Ahmet C.
Gazioğlu’nun iki kitabı, Enosis Çemberinde Türkler (1878-1952), Lefkoşa 1996,
505s. ve Enosise Karşı Taksim ve Eşit Egemenlik (1951-1959), Lefkoşa 1998,
472s.
[8] Cankat,
Kemal, Ekim Devriminin Kıbrıs işçi sınıfının siyasal örgütlenmesine etkisi, Söz
gazetesi, 6-13 Kasım 1987
[9] An, Ahmet Kıbrıs’ta işçi sınıfının oluşumu ve ilk sendikal hareketler,
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfi
ve Tarih Vakfı tarafından, 17-18 Ekim 2015 tarihinde İstanbul’da düzenlenen
“Osmanlı İmparatorluğu’nda İşçi Sınıfının Oluşumu” konulu konferansa sunulan
bildiri
[10] Aktaran Michalis Michaelides, The Turkish Cypriot Working
Class and the Cyprus Labour Movement, The Cyprus Review, Fall 1993, s.33-57
[11] Eleftheria, 16 Nisan 1924'den aktaran Yannis Katsourides,
Kıbrıs Komünist Partisi Tarihi, Lefkoşa 2014, agy, s.129
[12] M.Akif,
Kıbrıs’ta Türk Matbaacılığı ve Gazeteciliği, Kıbrıs gazetesi, 7 Kasım 1949, Sayı:31
[13] An, Ahmet, İşçi Sınıfının Geçmişteki Güzel İşbirliği Günleri, Afrika
gazetesi, 23-26 Kasım 2005
[14] Eleftheria, 12 Mayıs 1926'dan aktaran, Y.
Katsourides, agy, s.133
[15] Eleftheria, 6 Kasım 1930’dan aktaran, Y.
Katsourides, agy, s.59
[16] Aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs gazetesi, 6 Mayıs 2002
[17] Birlik gazetesi, 6 Şubat 1925, Sayı:54’den aktaran Harid Fedai, Eski
Basınımızdan, Kıbrıs, 8 Temmuz 2002
[18] Georghallides, G.S.,
Cyprus and the Governorship of Sir Ronald Storrs, Nicosia 1985’den aktaran
Ahmet An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması (1900-1942), Lefkoşa 1997, s. 88-89
[20] Neos Antropos, 21
Mayıs 1927’den aktaran Y. Katsourides, agy, s.185
[21] Georghallides, G.S.,
Cyprus and the Governorship of Sir Ronald Storrs, Nicosia 1985’den aktaran
Ahmet An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması (1900-1942), Lefkoşa 1997, s.98-99
[22] Hakikat gazetesi, 9
Mayıs 1931
[23] An, Ahmet, agy, s.
113
[24] An, Ahmet, “İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri, 1958’e Kadar Emek Hareketinde
Kıbrıslı Türkler” kitabı içinde, “Kıbrıs İşçi Sınıfının Geçmişteki Güzel
İşbirliği Günleri” başlıklı ek yazı, Lefkoşa 2011, s.220
[25] Aktaran Yannis Katsurides, Kıbrıs Komünist
Partisi Tarihi, Lefkoşa 2014, s.185
[26] An, Ahmet, İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri,
1958’e kadar Emek Hareketinde Kıbrıslı Türkler, Lefkoşa 2011, s.17
[27]
Nevzat, Altay, Nationalism amongst the Turks of Cyprus: The First Wave,
University of Oulu, Finland, 2005, s.328-329
[28]
Mapolar, Hikmet Afif, Aslar: Bir Devre Adını Yazanlar, Lefkoşa 2016, s.85
[29]
Orientations, London 1943, p.502
[30] Yerel Polis Komutanından Polis Başkomutanına yazılmış
rapor, 4 Ağustos 1931, SA1/607/1931, 27, agy, s.328
[31] Nevzat,
Altay, agy, s.329
[32] An, Ahmet,
Kıbrıs’ta Türkçe Basılmış Kitaplar Listesi (1878-1997), Ankara 1997, s. 12
[33] Aktaran Michaelides, Michalis, The Turkish Cypriot Working Class and the
Cyprus Labour Movement, The Cyprus Review, Fall 1993, s.33-57
[34] Söz
Direktörü M.R.Okan imzalı “Açık Muhabere Bay M. Necati Özkana” başlıklı not,
Söz, 12 Haziran 1937.
[35]
An, Ahmet, Lefkoşa’daki Dayanışma Evi’nde 13 Mayıs 2017 günü “Sol ve Kıbrıs
Sorunu” grubu tarafından düzenlenen “İkinci Yıllık Konferans 2017’de okunan
bildiri.
[36] Yenidüzen gazetesi,
9 Ocak 1990
[37] An, Ahmet, İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri, 1958’e kadar Emek Hareketinde
Kıbrıslı Türkler, İstanbul 2011, s.183
[38] An, Ahmet, “İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri, 1958’e Kadar Emek Hareketinde
Kıbrıslı Türkler” kitabı içinde, “Kıbrıs İşçi Sınıfının Geçmişteki Güzel
İşbirliği Günleri” başlıklı ek yazı, Lefkoşa 2011, s.223
[39] An, Ahmet,
Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Lefkoşa 1996, s.141
[40] Adams, T.W.,
AKEL: The Communist Party of Cyprus, California 1971, s.40
[41] Ahmet Sadi
imzalı ve “Londra Mektubu” başlıklı 15 yazılık diziden, Londra Toplum Postası,
16 Mart-6 Temmuz 1995
[42] Aktaran
Ahmet An, İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri, 1958’e Kadar Emek Hareketinde Kıbrıslı
Türkler, Lefkoşa 2011, s.141
[43] Londra
Toplum Postası gazetesinde Serhat İncirli ile yaptığı “Kıbrıslı Komünist Ferit
Frank’ın Öyküsüdür” başlıklı söyleşi, 20 Mayıs 2004’den itibaren 7 yazılık dizi
olarak yayımlanmıştır.
[44] Düşmana
inat, bir gün daha yaşamak, Lefkoşa 2011, s.207-208
[45] An, Ahmet,
Kıbrıslı Türklerde Sınıf Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş ve İşçi
Muhalefeti (1944-1960), Lefkoşa 2005, s.202
[46] Halkın Sesi,
20 Ekim 1954’den aktaran An, Ahmet, agy, s.208-214
[47] Konuyla
ilgili gazete haberlerinden alıntılar ve o dönemin diğer gelişmeleri için Bkz.
Ahmet An, Kıbrıslı Türklerde Sınıf Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş
ve İşçi Muhalefeti (1944-1960), Lefkoşa 2005, s.245-246 ve Ahmet An, Kıbrıslı
Türklerin Siyasal Tarihi (1930-1960): Basının Aynasında Kıbrıslı Türklerin
Unutturulan Siyasal Geçmişi ve Liderlik Kavgaları, Lefkoşa 2006, s.536-541
[48] Erim, Nihat, Bildiğim, Gördüğüm Ölçüler
İçinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.55-57
[49] Programme
of AKEL (Cyprus), Nicosia 1962, s.26-27
[50] An, Ahmet,
KKK/AKEL Belgelerinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kıbrıs Türk Toplumuna
ilişkin Kronolojik Değinmeler. Şu kitap içinde, Masis Kürkçügil, Kıbrıs Dün, Bugün, İstanbul 2003,
s.184
[51] Barış ve Sosyalizm Sorunları
Dergisi, Prag, Aralık 1972, s.1613
[52] Cumhuriyet (İstanbul) gazetesi, 19 Nisan 1964
[53] Cumhuriyet (İstanbul) gazetesi, 13 Nisan 1964
[54] Dışişleri Belleteni, Ekim 1964, Sayı:2, s.63 ve ayrıca
Nihat Erim, Bildiğim, Gördüğüm Ölçüle İçinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.427-428
[55] Bkz. Keesing’s Contemporary Archives
1964-65, s. 20500
[56] Cumhuriyet gazetesi,
10-14 Ocak 1965’ten aktaran Aysel İ. Aziz, Sovyetlerin Kıbrıs Tutumları,
1965-1970” başlıklı makale, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, Aralık 1969, s.204
[57] Dışişleri Belleteni (1965), Sayı:4, s. 56-57’den aktaran
Ertan Yüksel, Kıbrıs’ın Taksimi Kastedilerek Federasyon Tezinin Türk Görüşü
Olarak Öne Sürülüşü ve Sovyetler Birliği’nin Federasyon Anlayışı, Söz dergisi,
Lefkoşa, 17 Ocak 1986, Sayı:14 ile 21 Şubat 1986, Sayı:19 arasında 6 yazılık
dizi.
[58] Cumhuriyet gazetesi, 28
Ocak 1965’den aktaran Aysel İ. Aziz, agm, 1969, s.210
[59] AKEL Newsletter, December 1964-January
1965
[60] AKEL Newsletter, February-March
1965
[61] AKEL
Newsletter, August-October 1965
[62] An, Ahmet,
Kıbrıs Türk Solunun Dünü ve Bugününe Kısa Bir Bakış, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Temmuz 1996, Sayı:6 ve şu kitap
içinde, Ahmet An, Kıbrıs Nereye Gidiyor? İstanbul 2002, s.223-231. Ayrıca Rumca
çevirisi için bkz. Ex İbarhi (Lefkosia), No.47 (Kasım 2003) ile No.51 (Mart
2004) arasında çıkmış 5 yazı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder