Kıbrıs Türk liderliğine yakınlığı ile bilinen gazeteci Şinasi Başaran, 8 Temmuz 2022 sabahı öldüğü zaman, haberi basına yansıtan oğlu Turan Başaran idi. Hakkında çıkan tanıtıcı bilgiler ise çok kısıtlıydı: “İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Gazetecilik Enstitüsü’nde gazetecilik okuyan, ülkenin ilk "mektepli" gazetecilerinden olan Şinasi Başaran, uzun yıllar Kıbrıs Türk halkına birçok alanda hizmet etmiş, başarılı gazetecilerimizdendi.”
Şinasi Başaran, 1960’lı yıllardan beri gazetecilik
yapmış olmasına karşın, daha çok ileri yaşlarında Akdeniz TV’deki programları
ve Doğan Harman’ın Kıbrıslı gazetesindeki yazıları ile kamuoyunda tanınmıştı. Onun
13 Mayıs 2009 tarihli Kıbrıslı gazetesindeki köşesinde yer alan “Kıbrıs’ta
anlaşma istemeyen yegane ülke İngiltere’dir” başlıklı makalesinden bazı
bölümleri aktarıyoruz:
“Kıbrıs
konusunda göreceksiniz ki her taşın altından İngilizlerin parmakları
bulunmaktadır. Dikkat edin, elleri var demiyorum, parmakları var diyorum. (…)
İngilizler Kıbrıs konusunda da zaman zaman Kıbrıslı Türklerin yanında ve zaman
zaman da Kıbrıslı Rumların safında yer alır görünmektedirler. Halbuki
İngilizler ne Kıbrıslı Türklerin ve ne de Kıbrıslı Rumların yanında yer
almamaktadır. Onlar, yani İngilizler, yalnız kendi çıkarları doğrultusunda
(hareket ederler.) (…) Gelin size bundan yıllar önce şimdiye kadar yazmadığım
ve üzerinden neredeyse on iki yıl geçmiş bir olayı anlatayım. Tam tarihini
hatırlamayacağım. Evimin yanması ile birlikte tüm notlarım yanmıştı. Ama bu
olay hala daha o günkü gibi hatırımdadır. Bir sonbahar akşamıydı. Yakından
tanıdığım ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nde çalışan bir arkadaşın beni ziyaret
ediyor ve İngiliz Yüksek Komiserliği’nde çalışan üst düzey bir yetkilinin
benimle karşılıklı görüşmek istediğini söylüyor. (…) Ve ikimiz başbaşa
görüştük. İngiliz Yüksek Komiserliği’ndeki zatın benden istediği şuydu: Siz Mr.
Denktaş2a yakın bir gazetecisiniz. Ona deyin ki bugünlerde devamlı ayrı
devletin üzerinde dursun ve tanınma istesin.” Konuşmanın özü buydu. Hayretler
içerisinde kaldım. Tecrübeli İngiliz diplomat, Türkleri sevdiğini ve bu ülkeye
Rumların hakim olmasını istemediğini söylüyordu. Aşağı yukarı bu görüşme hal
hatır ve diğer konularda yarım saat sürdü. Karımın ikram ettiği kahveden çok “ceviz
macununu” beğendi ve iki tane yedi. Karım arada çeşitli karpuz ve portakal
macunları getirdi. İngiliz diplomat bunların da tadına bakmayı ihmal etmedi.
Ayrılırken de “bu görüşmemizi mutlaka President Denktaş’a acele olarak ilet”
demeyi de unutmadı. Tarihe ışık tutması
için bu anımı da yıllar sonra burada yazmak istedim. Bana bu konuda aracılık
eden ve İngiliz diplomatı evime getiren kişi ve Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş da
hayattadır. Onların da bu konuyu unutmalarına imkan yok zannederim. Alel acele bana
böyle bir ziyarette bulunulmasının sebebini ancak ertesi gün öğrenebildim. Ben
sabah sabah Denktaş Beye giderek durumu anlattım. Gülümseyerek bana “biraz
sonra bazı misafirleri ile bana geliyorlar. Bu İngiliz diplomasisidir” dedi. Ve
devam etti: “İngilizler zaman zaman bu tip kişileri ziyaret ederler ve
siyasilere mesaj yollarlar. Bunlar da siyasinin yakınında bulunan gazeteciler
olur.” Günler sonra İngilizlerin Rumlara karşı bir silah olarak Türkleri ve
Türklere karşı bir silah olarak da Rumları kullandıklarını öğrendim. Yaaa işte
böyle. İngilizler hazır üslerinde rahat iken, neden bir çözüm için çaba
harcasınlar ki. Bu olay da göstermektedir ki İngiltere, Kıbrıs’ta bir çözümü
kesinlikle istememektedir. Bu olayı başka türlü yormak bilmem doğru mu?
İngilizlerin dünya siyasetindeki kıvraklığını bilenler, hiç şüphe yok ki
benimle aynı görüşü paylaşacaklardır. (…)
<<<< >>>>
Gazeteci Hasan Hastürer, 3 Mayıs 2021 tarihli Kıbrıs
gazetesindeki köşesinde gazeteci Şinasi Başaran ile ilgili olarak bize şu
bilgileri aktarmıştı:
“Yıllar
evvel Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’ın öldürülmeleriyle ilgili araştırma
yapıp yazmıştım. O araştırmamda önce Şinasi Başaran’la konuşmuştum. Başaran, o
akşam Ayhan Hikmet’in cinayet sonrası fotoğraflarını çekendi. O akşamı şöyle
anlatmıştı Şinasi Başaran: “O akşam Halkın Sesi’ndeydim. Bir yerlere gideceğim
için şık giyinmiştim. Gece yarısına doğru telefon çaldı, arayanı Dr. Küçük
sandım. O değildi. Sadrettin diye bir polisti. Cumhurbaşkanı Muavinliği’nde
görevli... Polisin telsizinden Karababa’da birini vurduklarını bana aktardı.
Karababa’yı ve Ayhan Hikmet’in orada kaldığını biliyordum. Bir süredir
vurulacaklarına dair söylentiler de var olduğu için bisikletle doğru oraya
gittim. Kapı açıktı, üst kattan bir kadın çığlığı geliyordu. Merdivenlerden
yukarı çıktım. Ayhan Hikmet cansız yatıyordu, fotoğraflarını çektim. Çıkarken
kapıda polis kumandanı Niyazi gumandan ve Kemal Nami ile karşılaştım...
Yanlarında bir de Rum polis komutanı vardı. Rum, ayrılmama engel olmak istedi.
Niyazi gumandan, “Git” dedi. Oradan ayrıldım Foto Sport’ta filmleri yıkayıp,
fotoğrafları basıp, Dr. Küçük’e gittim. Haberi Halkın Sesi’nde yayımlayıp
yayımlamayacağımı sordum. “Biz yayımlamayacağız, kim yayımlarsa yayımlasın”
diye yanıt verdi. Eve gittim. Gecenin o çok geç saatinde Mahi Gazetesi’ni
yayımlayan Nikos Samson gelip benden Ayhan Hikmet’in fotoğraflarını istedi. Fotoğraf
yoktu, ısrar edince filmi verdim.” O noktada böylesi önemli filmi neden
verdiğini de sormuştum... Şinasi Başaran, “Aramız çok iyiydi. Daha sonra ben de
onun iyiliğini gördüm” demişti.”
(11 Eylül 2022)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder