26 Mart 2012 Pazartesi

TARİHSEL-ETNOLOJİK AÇIDAN KIBRIS KÜLTÜRÜNÜN KÖKENLERİ


Ahmet AN

Eski dünyanın üç kıtası olan Asya, Afrika ve Avrupa'nın birleşme yerinde bulunan Kıbrıs Adası'nın çok eski bir uygarlığı, uzun ve karmaşık bir tarihi vardır. Kıbrıs'ın kültür tarihi de ta Neolitik zamanlara (Cilalı Taş Devri) kadar uzanmaktadır.
Kıbrıs'ın otokton yerli halkını oluşturan "Eteocyprian"ların kendilerine özgü bir kültürleri vardı. Lefkoşa-Leymosun yolu üzerindeki Hirokitia'da yapılan kazılar sonucu ortaya çıkan ve Kıbrıs Adası üzerinde yaşadığı bilinen en eski uygarlığa ait yuvarlak tipteki barınaklar (tholoi), taş tekneler, iş aletleri ve taş ziynet eşyaları, M.Ö. 6000 yılından kalma olup, burada yaşayan yerlilerin çok yetenekli kişiler olduğunu göstermektedir. Neolitik devirde adada yaşayan halkın, tarım ve hayvanların evcilleştirilmesi alanlarında önemli ilerlemeler kaydetmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kıbrıs'ta bakırın bulunup işlenmeye başlanması ile Bronz çağı başlar (M.Ö. 2500-1500). Bu dönemde Anadolu'dan gelerek adaya yerleşenler, hem nüfusun bileşimini değiştirir, hem de Anadolu uygarlığının bazı unsurlarını beraberinde getirirler. Çömlek yapımında kullanılan geleneksel biçimler terkedilir. Önceleri Anadolu modelleri tamamen kopya edilirken, daha sonra Kıbrıslıların kendi beğenilerine uygun değişik şekiller geliştirilir. Tekerlek henüz bulunmadığı için elle ve ince kırmızı balçıktan yapılan o dönemin çömlekleri, desen ve görünüş olarak günümüze kadar gelmiştir. Bronz çağının ortalarında bakır madenciliği gelişir, komşu ülkelere ve Mezopotamya'ya dışsatımı yapılır. Bakır, silah ve iş aletlerinin yapımında bolca kullanılır.
Kıbrıs, M.Ö. 2000 yıllarına ait eski Mısır ve Hitit yazıtlarında Alasya adı ile bilinmektedir. Adanın çömlekleri, İyonya'da olduğu gibi, Mısır ve Fenike'de de tanınmaktadır ve karşılıklı ilişkiler adaya değişik tipte çömlek ve ziynet eşyalarının gelmesine yol açar. Artık Kıbrıs yalıtılmışlıktan kurtulur ve tarihi çevresindeki büyük uygarlıklarla iç içe geçmeye başlar.
Bronz çağının son dönemi olan M.Ö. 1500 yıllarında adanın Girit ve Eski Yunan uygarlıklarıyla olan bağları çok sınırlıdır. M.Ö. 14. yüzyılda, bu ilişkiler tamamen yeni bir döneme girer.
Merkezleri Yunan yarımadasındaki Mikenai şehri olan Mikenalar iyi savaşan ve sömürgeci yetenekleri olan bir kavim olup, Doğu Akdeniz ve Suriye sahillerine kadar uzanırlar. Mikenalar doğuya doğru genişledikleri bu dönemde Kıbrıs'a da yerleşerek, adayı sadece bakır ticaretinin bir merkezi yapmakla kalmayıp, oraya yeni bir uygarlığı da getirirler. Mikenaların ve özellikle Akaların Kıbrıs'a yerleşmesi, ada tarihindeki büyük dönüm noktalarından birini oluşturur. O zamana kadar daha çok doğuya dönük bir biçimde, kendi yerel uygarlığını sürdüren Kıbrıs, artık adaya yerleşmeye başlayan Mikena uygarlığının etkisine girer.
Balkanlardan gelen Dorların istilası ardından, fazla miktarda Akalar Kıbrıs'a gelerek burada şehirler kurarlar; kendi dil, din, gelenek ve göreneklerini buraya aktarırlar. Demir çağının başlangıcı olan M.Ö. 11. yüzyılda Aka, Ege ve Kıbrıs uygarlıklarının ada üzerinde kaynaşmasına tanık oluruz.
Dorların istilası sonucu Ege bölgesinde kültürel bir gerileme olurken, Kıbrıs'ın Doğu ve Batı'daki komşuları ile ilişkileri de duraklar. Bu dönemin (M.Ö. 1050-700) en önemli özelliği, çömlekçilikte geometrik süslemelerin öne çıkmasıdır.
Eski Yunan kolonileri, sadece ticaret amacına yönelik Fenike kolonilerinden farklı olarak, ana ülkedeki fazla nüfusun başka bölgelere yerleştirilmesi ve yeni şehir devletlerinde hayat ve kültürün yeniden üretilmesini hedefliyordu. Ege bölgesinin coğrafi şartlarının bir sonucu olarak oluşan bu bağımsız şehir-devletleri politik birlikten yoksun olup, ayrı birer politik varlıktılar.
Kıbrıs'ta kurulan Eski Yunan kolonilerinin en önemlileri Salamis, Soli, Marion-Arsinoe (Poli), Baf ve Kurium'dur. Ticaretle uğraşan Fenikeliler de sahildeki Kitium, Amathus ve Lapithos (Lapta) şehirlerini kurmuşlar, iç bölgedeki Tamassos (Politiko) ve İdalion'u (Dali) işgal etmişlerdi.
O dönemde yaşayan Yunan yazarı Aeschylus, tiyatro eserlerinde Atinalıların Kıbrıslıları Yunan olarak kabul etmediklerini yazmasına rağmen, bazı Kıbrıs krallıkları Yunanistan'a sempati beslemekte idi.
Kıbrıs'taki şehir krallarının en önemlisi Salamis Kralı I. Evagoras'tı Eğitimini Eski Yunanistan'da yapan I. Evagoras, Kıbrıs'taki Fenike etkisini yıkarak yerine hayranı olduğu Yunan kültürünü yerleştirmek için büyük çaba sarfeder. Kıbrıs parası üzerinde ilk defa Yunan alfabesinin kullanılması, Salamis'i etkin bir ticaret ve kültür merkezi haline getiren I. Evagoras'ın krallığı dönemine (M.Ö. 411-374) rastlar.
Kıbrıs'ın yerli halkı, Akalar tarafından adaya getirilen ve Arkadian'a benzeyen bir Yunan diyalekti ile konuşmakta ve Yunan alfabesini bilmekle beraber, günümüze kadar henüz çözümlenememiş olan ve Girit yazısına benzeyen geleneksel hece dilini M.Ö. 3.- 2. yüzyıla kadar korumuştur. Oysa Yunan dünyası Fenikelilerden mülhem bir alfabeyi benimseyerek, M.Ö. 8. yüzyıldan itibaren kullanmaya başlar.
Ada bir ara Eski Mısırlıların yönetimine girmişse de Mısır mimarisi, yazısı ve dininin Kıbrıs üzerindeki etkisi Fenikelilere kıyasla çok az olmuştur. Kıbrıslılarla Fenikeliler arasında ortak kültür özellikleri vardır. Örneğin, Fenikelilerin Astarte'si Baf'ta köpükten (afros) doğan Afrodit olmuş, Melkarth ise Amarthus'ta Herakles'le özdeş olmuştu.
Homer'in sözünü ettiği (Odyssey, VIII, 362) Gülümseyen Baflı'ya tapınma, eski yazarlar tarafından Arkadia'daki Tageus Kralı Agapenor'a atfedilmekte olup, ilk Kıbrıslı şairlerin Afrodit ve sevgilisi Adonis için yazdıkları şiirlere ilham kaynağı olmuştur. Bu, Kıbrıs'ın Romalılar tarafından işgaline kadar ve hatta Romalılar döneminde, yüzyıllarca adadaki dinsel hayatın değişmez öğelerinden biri olarak kalmıştır. Baf'ta Nisan ayı içinde düzenlenen Afrodisia şenliği ile Amathus'ta yazın kutlanan Adonia şenliğinin geleneği günümüze kadar gelmiştir.
Yukarıda sözü edilen Kıbrıs krallıkları arasında farklı politikalardan doğan iç çekişmeler, Persler'in adayı ele geçirmelerine yarar. Persler döneminde yerel krallıkların yönetim imtiyazları ve kültürel devamlılığı sağlanır. Bunda "To Koinon ton Kyprion" (Kıbrıslılar Birliği) adı ile oluşturulan ve yarı otonom toplumların federasyonu anlamına gelen birliğin önemi büyük olmuştur. ("Kıbrıslılar Birliği", Romalılar döneminde daha da geliştirilerek adanın dini ve politik hayatında önemli bir rol oynayacaktır.) Şehir-krallıklarının ileri gelenleri, bu birlik çerçevesinde oyunlar ve sanat yarışmaları, eski Baflı Afrodit'e adanan yılın en büyük şenliğini düzenliyorlardı. Ama bu, sadece Kıbrıslı Rumlara ait bir örgütlenme şekli idi. Diğer etnik gruplar da kendi örgütlerine sahiptiler. Bunlar arasında Fenikelilerin özel bir yeri vardı. Bu yarışmalarda kazanan kral Antigonus olursa, ada üzerindeki etkinliğin Fenikelilere geçebileceği umuluyordu. M.Ö. 275 tarihli bir yazıt, Fenikelilerin o dönemde hâlâ daha Lapethos'u ellerinde bulundurduklarını gösterir. Ne var ki Fenikeliler'in sayısı zamanla asimilasyon ve  göçler nedeniyle giderek azalır. Büyük İskender'in fetihlerinin ardından, Fenikeliler'in ada üzerindeki etkisi yok olur.
Adaya Fenikeliler tarafından getirilen doğu sanatına ait unsurların Miken gelenekleri ile birleşmesi, Kıbrıs çömlekçilik tarihinin belki de en parlak dönemini oluşturur. Lotus çiçekleri, kuşlar ve insan figürleri çömlek süslemelerinde kullanılır. Kıbrıs çömlekçiliği, bu dönemdeki dış etkilere rağmen, yerel özelliklerini korumayı başarır.
Başlangıçta doğudan (Suriye ve Mısır) etkilenen Kıbrıs heykelciliği, Perslerin adayı işgalinden sonra İyonya'dan etkilenir ve Eski Yunan stilinin cazibe unsurlarını taşır.
Ptoleme döneminde de Yunan kültürünün etkisi, İskenderiye üzerinden Kıbrıs'a ulaşır. Stoacı felsefenin kurucusu olan Kitiumlu Zeno (M.Ö. 336-264) Büyük İskender'in Kıbrıs'ı almasından hemen sonra Kıbrıs'ta doğup büyümüş, Fenikeli bir tüccarın oğlu idi. Öğrenimini Atina'da yapan Zeno, geliştirdiği felsefesiyle Romalıları bile uzun bir süre etkilemiştir. Zeno döneminde, Kıbrıs'taki şehirler arasında var olan Rum-Fenikeli ayrılığı ortadan kalkar.
Ptolemeler döneminde, Kıbrıs'ta birçok yeni şehirler kurulur. Bugünkü Lefkoşa, eski Ledra şehrinin kalıntıları üzerine, Kurtarıcı Ptoleme'nin oğlu Lefkos tarafından, Lefkotheon adı ile kurular (M.Ö. 280). Eski Soli yakınındaki Lefke'yi de o kurar. Polis-tis Hrysohus yanındaki Arsinoe ile bugünkü Mağusa'nın yanında kurulmuş başka bir Arsinoe de, Ptolemelerin 300 yıl süren işgalleri döneminde kurulur. (Arsinoe'nin Ammohostos=kumda saklı adını alması M.S. 648 yılında komşu Salamis'ten gelen Rumların buraya yerleştirilmesinden sonradır.)
M.Ö. 58 yılında Roma İmparatorluğu'nun bir parçası haline gelen Kıbrıs, daha sonra Kilikya Başkonsolosluğu'na bağlı bir vilayet olarak yönetilir. M.S. 68'den itibaren Kıbrıs paraları Latince yerine Yunanca olarak basılmaya başlanır. Ada nüfusunun %78'i tarafından konuşulan Yunanca, Romalılar döneminde Kıbrıs edebiyatının dili olmaya devam eder ve ayrıca Doğu Akdeniz'in ticaret dili haline gelir.
Roma İmparatorluğu'nun M.S. 395 yılında ikiye ayrılmasından sonra Kıbrıs, coğrafi konumu nedeniyle Doğu'daki Bizans İmparatorluğu'na bağlanır. İmparatorluğun başkenti olan Konstantinople (İstanbul)'un adı ve anayasası Latince olmasına rağmen, kültürel açıdan Yunandır. Nitekim 6. yüzyılda Yunanca, Doğu Roma İmparatorluğu'nun resmi dili  haline gelir. Zaten Kıbrıs da kültür ve dil açısından olduğu gibi din açısından da (Hıristiyanlık, M.S. 45 yılında, St. Barnabas ve St. Paul aracılığıyla yayılmıştı) Bizans'a çok benzemektedir. Bu dönemde Kıbrıs yönetimsel olarak merkezi Antakya'da olan Doğu Piskoposluğu'na bağlı bir vilayettir. Romalılar döneminde adanın başkenti olan Baf, Bizans döneminde önemini kaybederek, yerini Konstantia (zelzeleler sonucu yıkılan ve 350 yılında yeniden kurulan Salamis'in yeni adı) alır.
Bizans döneminin en önemli olaylarından biri de Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'nin Konstantia Başpiskoposu I. Epifanius tarafından kurulmasıdır. Kilise başlangıçta, adada yaşayan Hıristiyanlar arasında var olan çeşitli mezhepler nedeniyle, bütün Hıristiyanlar üzerinde kolay bir etkinlik sağlayamaz. İmparator I. Theodosius'un Başpiskopos'a itaat etmeyenlerin adadan sürüleceklerine ilişkin bir emirname çıkarmasından sonra, Kıbrıs'ta Ortodoks Kilisesi'nin üstünlüğü kurulur. 431 yılında Efes'te toplanan bir kurul, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi'nin bağımsızlığını kabul eder. Antakya Patrikliği, Kıbrıs Kilisesi üzerinde söz sahibi olmaya çalışırsa da, ortaya çıkan anlaşmazlık, sonunda 488 yılında çözülür. Kıbrıs Başpiskoposluğu İmparator Zeno'dan dini bağımsızlıkla birlikte üç önemli imtiyaz daha elde eder: Başpiskopos'un kilise törenlerinde mor pelerin giyebilmesi, piskopos asası yerine imparatorluğun saltanat asasını taşıyabilmesi ve resmi belgelere imparator gibi kırmızı mürekkeple imza atabilmesi.
Geçici bir yetki tanınması olarak ifade edilebilen bu imtiyazlar, Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu'na bir noktada politik önemi olan çok geniş yetkiler verme anlamına geliyordu. Bütün Bizans döneminde İstanbul Patriği bile tamamen imparatorun isteğine bağlı olup, politik yetkilere sahip değildi. Bizans İmparatoru en yüksek otorite olarak kalmakta ve Ortodoks Kilisesi devletin kültürel ve eğitim politikasında bir araç olarak kullanılmakta idi. Kıbrıs'ın merkezden uzak olması ve imparatorluktan ayrılmamasını sağlayacak olan Başpiskopos'un güvenini kazanmak amacıyla, bu imtiyazların verilmiş olduğu düşünülebilir. Dini ve politik haklar kazanan Kıbrıslı piskoposlar, daha sonraki yıllarda Kıbrıs'ı işgal eden yabancı güçlerin, halkın kültür ve inançlarını değiştirmek için yaptıkları her çabaya direniş göstereceklerdir. Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi'ne sağlanan bu politik imtiyazların gerçek politik bir güce dönüşmesi, ancak 1660 yılında Kıbrıs Başpiskoposluğu'na Etnarh (millet yöneticisi) ünvanının verilmesi ile başlar. Bunun etkileri ise Kıbrıs'ın çağdaş tarihine kadar uzanır.
Kıbrıs, Bizans yönetimine girdikten sonra 250 yıl kadar süren bir barış ve ekonomik gelişme dönemini yaşar. Şarap ve kuru incir dışsatımı yapılır, ipek böcekçiliğine başlanır ve yerli ziynet eşyalarının yapımı gelişir. 6. yüzyıl Kıbrıs mozaikçiliğinde egemen tip, Doğu'nun etkilerine rağmen hâlâ daha Yunan tipidir.
Ada, 647-964 yılları arasında Suriye sahilinden gelen Müslüman Arapların saldırılarına maruz kalır. Ya Müslümanlığı kabul, ya da savaş amacına yönelik, toplam 24 saldırı sonucunda Kıbrıs'taki sahil şehirleri harabeye çevrilir. Konstantia, Amathus, Tamassus, Soli, Karpasia ve Kurium tarihe karışır. Kıbrıs'ın Arap saldırılarından kurtulması, 964 yılında Bizans İmparatoru Nikeforus Fokas'ın zaferi ile gerçekleşir.
Kıbrıs'a yapılan Arap saldırıları dönemi, Kıbrıs Rum halkı tarafından yiğit sınır muhafızları (Akrites) dönemi olarak nitelendirilir. Akritesler'in en meşhuru Diğenis'tir. Akritesler'in yiğit direnişlerini anlatan betimsel şarkılara Akritika denir. Bu şarkıların ilk örnekleri, 11. yüzyıl sonu veya 12. yüzyıl başlarında Anadolu'daki Türk boylarının saldırılarından kaçarak, Kıbrıs'a gelen Rum göçmenler tarafından getirilmiştir. Bugünkü Kıbrıs Rum folklorunda yaşamakta olan Akritik şarkılar, o dönemde halk arasındaki duygusal havayı yansıtan başarılı edebiyat ve tarih belgeleridir.
Bizans döneminde Kıbrıs'a gelip yerleşen ve günümüze kadar varlıklarını sürdürebilen etnik toplulukların en önemlileri Ermeni ve Maronitlerdir. Ermeniler ilk defa M.S. 591 yılında Kıbrıs'a gelip yerleşirler. Bilindiği gibi, Ermeniler'in anayurdu olan Hayastan, Bizans İmparatorluğu topraklarına aitti ve birçok Ermeni, Bizans'ın yüksek görevlerine kadar çıkabilmişti. Daha çok Lübnan'ın dağlık bölgelerinde yaşayan Maronitlerin Kıbrıs'a yerleşmesi ise, ilk defa 8. yüzyılda olur. 12. yüzyılın başlarında da  yeni Ermeni ve Maronit göçmenlerin Kıbrıs'a yerleşmesine rağmen, ada nüfusunun büyük çoğunluğunu yine Kıbrıslı Rumlar oluşturur.
Adanın savunması için Kıbrıs'a getirilen Arnavut askerler, Lüzinyanlar dönemine kadar silah taşıyıp maaş alırlar. Arnavutlar daha sonra Kıbrıslılar'la evlenerek asimile olurlar.
Bizans İmparatorluğu, 10. yüzyılın ikinci yarısı ile 12. yüzyılın ilk yarısında altın çağını yaşar. Bu dönemde İstanbul'dan birçok sanatçı Kıbrıs'a gelir. Yeni yapılan kilise ve manastırlar (en önemlisi Cikko Manastırı) Bizans İmparatorluğu'nun başka yerinde bulunmayan güzellikte dinsel resimlerle süslenir. Her köyün orada doğmuş olan koruyucu bir azizi (Ayios'u) vardır. Kıbrıs adeta bir azizler ülkesi haline gelir. Canlanan dokumacılık ve ticaret ile, yeni manastırlar, Kıbrıs'ın etkisini Ortadoğu'ya bir kere daha ulaştırır. İstilacılar tarafından yıkılan şehirlerin yakınlarında kurulan Ammohostos (Mağusa), Larnaka, Lemesos (Leymosun) ve Kerynia (Girne) gelişmeye başlar. Saldırılardan korunmuş olan içteki Lefkosia ise 10. yüzyılda  Kıbrıs'ın başkenti olur ve Başpiskoposluk ile metropolitlik Konstantia'dan Lefkoşa'ya aktarılır.
Kıbrıs, 1191 yılındaki 3. Haçlı Seferi sırasında Arslan Yürekli Richard'ın eline geçene kadar Bizans İmparatorluğu'nun bir parçası olarak kalır. Kutsal toprakların kurtarılmasında Kıbrıs'ı Araplara karşı ileri bir üs olarak kullanmak niyetinde olan Richard, bir yıl sonra adayı yüz bin düka'ya Lüzinyanlara (Fransa'nın Poitiers şövalyelerine) satar.
Yönetimin Venedikliler'e devredilmesine kadar adada kalan Lüzinyanlar döneminde (1192 – 1489) Kıbrıs bir Latin krallığı olarak kalır. Kıbrıs'ta Ortaçağ Batı Avrupa'sına benzeyen feodal bir toplum yapısı kurulur.
Kudüs ve Kıbrıs kralı olan Guy de Lusignan, yerli halkın sempatisini toplamak, çeşitli katliam ve göçlerle azalan ada nüfusunu artırmak, geri dönüşleri sağlamak için toprak dağıtır. Suriye ve komşu bölgelerden göçmenlerin Kıbrıs'a yerleşmesi kolaylaştırılır.
Yeni krallığın toprak sahibi olan sınıfı, 300 asilzade ve şövalye ile toprakları üzerinde Kıbrıslı köylülerin yaşadığı 200 toprak ağası idi. Bundan sonra gelen sınıf, daha çok şehirlerde yaşayan ve haçlıların ardından Avrupa'dan gelen ticaret ve zanaat erbabı idi. Yerli halk ise köle ve yarı-köle olarak yüzyıllardır işlediği toprağa bağlanmıştı.
Lüzinyanlar döneminde Kıbrıs, Avrupa feodal yönetim şeklinin parlak bir örneğini oluşturur, üretim artar. Mağusa, Doğu ile Batı arasında önemli bir liman şehri olarak gelişir ve zenginleşir. Yerli Kıbrıslıların sayısı gittikçe artmaya başlar, yabancıların sayısı zamanla azalır. Bütün politik güç, yönetici Lüzinyanların elinde toplanır. Bu arada yerli Rumlardan bazıları asilzadeler arasına yükselir; kendilerini Kıbrıslı olarak niteleyerek, Lüzinyanlara ve genel olarak da Batı Avrupalılara karşı güvensizlik duymaya başlarlar.
Kudüs Krallığı örnek alınarak düzenlenen Kıbrıs anayasası, bütün Kıbrıs halkı üzerinde etkili olamaz. Feodal yasaya ters düşmemek kaydıyla, Kıbrıslıların kendi yasa ve gelenekleri geçerli olarak kabul edilir. Seyyar hakimler tarafından oluşturulan geçici mahkemelerde kullanılan yasalar, 14. yüzyılda konuşulan Kıbrıs diyalektinde yazılır.
Yerli diyalekt ile yazan ilk şair Leontios Maheras, 15. yüzyılın ilk yarısında  Kral I. Peter'in aşk hayatını şiirleştirir. Zaten sosyal ilişkilerde Rumca kullanılmakta, sadece tüccarlar arasında ise İtalyanca konuşulmaktadır. 300 yıllık bir arada var olma sonucu Kıbrıs Rumcasına bazı Fransızca kelimeler geçerken, Lüzinyan prenslerinin diplomatik dili de Rumca olur. Kıbrıslı Rum nüfusun kendi dil ve manevi mirasını koruyarak asimile olmaması, onların dil, din ve kültürlerine ne kadar bağlı olduklarını gösterir. Yabancı unsurlara karşı direnmede, Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi'nin dil ve kültüre verdiği önem büyüktür. Kilisenin dili değiştirilemez, çünkü İncil'in dili Yunancadır. Ortodoks dini ayinine katılan Rumlar dua dilini, kendi günlük hayatlarında kullandıkları dil ile özdeşleştirerek, yöneticilerin yabancı dilini benimseyemez.
Lüzinyanlar döneminde, Bizans'la ilişkinin kesilmiş olmasına rağmen, Bizans stilinde kiliseler yapılır. Bizans-Gotik karışımı bir stil, hem mimaride, hem de ikon ve duvar resimlerinde görülür. Bu dönem, edebiyattan çok, askeri ve dini mimarisi ile önem kazanır. 13. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar mimaride Gotik stil egemendir. (Romanesk etki, sadece Karpaz yarımadasından görülür.) Mağusa'nın muhteşem katedral ve kiliseleri, şahane Bellapais manastırı buna örnektir. 13. yüzyılda Ile-de-France stili üstün gelir. (Lefkoşa'daki  St. Sophia Katedrali, Mağusa'da Latinlerin St. George Kilisesi). Daha sonra 14. yüzyıldaki Champagne stili (Mağusa'daki  St. Nicholas Katedrali) ve nihayet 14.-15. yüzyılda Güney Fransa stili (Lefkoşa'daki St. Catherine Kilisesi = Haydarpaşa Camii, Bellapais'in yemekhanesi, Mağusa'daki St. Anne Kilisesi) kullanılır. Askeri mimari örnekleri olarak St. Hilarion, Buffavento ve Kantara kaleleri vardır.
Kıbrıs'ta yaşayan Ortodoksları Roma Kilisesi'ne bağlamak amacıyla 1l96 yılında adada kurulan Roma Katolik Kilisesi ile Kıbrıs Ortodoks Kilisesi arasında bir mücadele başlar. 1260 yılında Papa tarafından yayınlanan Bulla Cypria ile Rum Ortodoks din adamları, Latin Başpiskoposunun emri altına alınır.
Doğu Akdeniz'de ticaret yapan Venedik gemileri için bir üs olarak değer kazanan Kıbrıs adasının yönetimi, 1489'da Venediklilere geçer. Kıbrıs, 1570-71 yılında Osmanlıların adayı ele geçirmeleri ve Ortodoks Başpiskoposluğu'nu yeniden canlandırmalarına kadar, nüfusun ezici çoğunluğu Ortodoks olan Katolik bir krallık olarak kalır. 16. yüzyılın başlarında 4 Latin papazın gelirleri, Ortodoks Başpiskoposluğununkinden 5-10 kat daha fazladır.
Venedikliler, ada halkının yeni yöneticileri benimsemesi için yerli asilzade ve papazlara bazı imtiyazlar ve malikaneler, köylülere de bazı haklar verirler. Özgürlükleri belli bir para karşılığında satın alma hakkı tanınır. Lüzinyanlar döneminde alınan vergilerde bir artışa gidilmeyeceğine dair söz verilmesine rağmen, vergi yükü altında ezilen Kıbrıs halkının hoşnutsuzluğu artar. Kıbrıs ekonomisinin günden güne fenalaşmasına bakmadan, Lefkoşa, Mağusa gibi önemli yerleşim bölgeleri kale ve hisarlarla tahkim edilir, ama sonunda Osmanlılara yenik düşülür.
Bugünkü Kıbrıs nüfusunun küçük bir azınlığını oluşturan Latinler, 1191 ile 1571 yıllan arasında Kıbrıs'ı yöneten Katolik Latinlerle, 18. yüzyılın sonlarına doğru Larnaka'ya yerleşen Fransız, İtalyan ve Dalmaçyalı ailelerden kalan unsurlardır.
Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçmesinden sonra, adanın etnolojik ve kültürel tarihinde yeni bir unsur ortaya çıkar. 1571 yılından başlayarak 16. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı devleti eliyle Kıbrıs'a yerleştirilen insanlar, o zamana kadar adada yerleşmiş olanlardan çok farklı olan bir din, dil ve kültüre sahiptirler. Bu İslam-Türk kültürünün etkisi, sadece 300 yıl süren Osmanlı döneminde değil, ondan sonraki İngiliz yönetimi süresince de Kıbrıs kültürü üzerindeki etkisini sürdürerek, varlığını koruyacaktır. Günümüze kadar gelen Kıbrıs'taki iki ana etnik topluluk (Rum ve Türk) birbirlerini kültürel ve folklorik açıdan karşılıklı olarak etkileyeceklerdir.

(Söz gazetesi, Lefkoşa, 31 Ocak 1983- 2 Şubat 1983)
(Yeni Düşün dergisi, İstanbul, Kasım 1986)
(Ahmet An, Kıbrıs Kültürü Üzerine Yazılar, Lefkoşa, Ağustos 1999, s.5-13)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder