31 Ağustos 2014 Pazar

ECEVİT’İN ÖNERİSİ VE FEDERASYON


Bilindiği gibi enosisçiler ve taksimcilerin çatışması sonucu, Aralık 1963’’te yeniden alevlenen Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak amacıyla, 24 Haziran 1968’de başlatılan toplumlararası görüşmelerde hedef, barışçı yollardan “bağımsız, egemen ve üniter devlet” esaslarına dayanan bir anlaşmaya varmaktı. 3 Temmuz 1972’de yeniden ve bu kez anayasa uzmanlarının katılımı ile genişletilmiş olarak başlatılan Beşli Görüşmelerde, iki yıla yakın bir süre içinde taraflar, yasama, yürütme ve yargı konularında anlaşmaya varmışlar ve uzun tartışmalara yol açan bölgesel yönetim konusunda bir çözüm bulunması için Türk ve Yunan anayasa uzmanlarına görevler verilmişti. Anlaşmazlığa yol açan polis ve mahkemeler konularında uzlaşmaya varılmasından sonra, 1974 yılı içinde anlaşma metninin imzalanması beklenmekteydi.
Türkiye’de CHP’nin MSP ile koalisyon yaparak iktidara gelmesi ve hükümet programında “Kıbrıs sorununun çözümü için federal devlet şeklinin” önerilmesi ile 2 Nisan 1974’de toplumlararası görüşmeler kesintiye uğradı. Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da ayrı bir Türk devletinin ilan edileceği yolunda konuşmaya başlamıştı. Rum toplumunun görüşüne göre, Türkiye’nin, görüşmelerin 1968 yılından beri üniter devlet temelinde yürütülürken, aniden federal devlet tezine yönelmesi ve zamanın Başbakanı Bülent Ecevit’in ağzından bunu dile getirmesi, görüşmelerin temelini yıkmış ve devamını da gereksiz kılmıştı.

Üç ay sonra 15 Temmuz 1974’de faşist Yunan Cuntası ve Kıbrıs Rum kesimindeki askeri güçleri eliyle Başkan Makaryos’a karşı düzenlenen başarısız darbe girişimi ve 20 Temmuz’da Türkiye’nin Kıbrıs’a karşı askeri müdahalesi ile oluşturulan de fakto durum, 16 Ağustos 1974’de, yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 14 yıl sonra, ada topraklarının kuzeyde Türk ve güneyde Rum bölgesi olmak üzere ikiye taksim edilmesine yol açtı.
Kıbrıs’taki faşist cuntanın başına getirilen Nikos Sampson, 1981 yılında Atina’daki Eleftheri Ora gazetesinde tefrika edilen anılarında şöyle yazmaktaydı:

“İhanetin sorumluları, aylarca önce Ecevit’le bir araya gelmiş ve kendisiyle anlaşmaya varmışlardı. Kıbrıs’a müdahalesine karşılık ihanetin sorumluları Türklere Girne kasaba ve ilçelerini önermişlerdi. Bu, Kıbrıs sorununun kesin şekilde çözümlenmesi çerçevesinde düşünülecekti. Böylece Girne, Türklerin 1963’den beri denetimlerinde bulundurdukları Lefkoşa kasabasının kuzey kesimi ile birleştirilmiş olacaktı. Anlaşmaların bu çerçevesi içerisinde ihanetin sorumluları, Türkiye Başbakanı Ecevit ile nüfus mübadelesi de yapmak üzere anlaşmış ve federal çözüm bulunması konusunda mutabakat sağlanmıştı.” (aktaran Samson’un Anıları, KTFD Enformasyon Dairesi Yayınları, Şubat 1983, s.81-82)
13 Şubat 1975 günü KTFD’nin ilan edilmesi üzerine, 20 Şubat-12 Mart tarihleri arasında yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantılarında, bütün üyelerin hassasiyetle üzerinde birleştikleri nokta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlık siyasetine saygı gösterilmesi esası olmuştu.

30 Aralık 1975’de Milliyet gazetesine verdiği bir demeçte, “İki bölgeli federasyon tezinin kabul edilmemesi durumunda Kıbrıs Türk toplumu bakımından tek çarenin Türkiye ile birleşmek olduğunu” açıklayan Rauf Denktaş, 1976 yılı içinde yaptığı çeşitli açıklamalarda böyle bir durumda, bağımsız bir Türk devletinin kurulması yoluna gidebileceğini belirtmişti. 12 Temmuz 1976’da açıklanan ilk UBP hükümetinin programında ise, Kıbrıs’ta bağımsız ayrı bir Türk devleti ilan etme hakkı saklı tutulmuştu. (Milliyet, 13 Temmuz 1976)
15 Kasım 1983’de KKTC’nin ilan edilmesi ile, Kıbrıs Cumhuriyeti ile olan bağlar tamamiyle kopartılmış oluyordu. 18 Kasım günü kabul edilen BM Güvenlik Konseyi’nin 541 No’lu kararında KKTC ilanının yasadışı olduğu ve geri alınması gerektiği vurgulanarak, BM Genel Sekreterinin bir an önce toplumlararası görüşmeleri başlatması isteniyordu. 10 Eylül 1984’de başlatılan bu görüşmeler, çeşitli zorlu aşamalardan geçerek, 26 Şubat 1990’daki Denktaş-Vasiliyu zirvesine kadar getirildi. Bir anlaşma taslağının imzalanması beklenen bu görüşmede, Rauf Denktaş’ın şimdiye kadarki çerçevenin dışına çıkarak, Kıbrıs Türk toplumu için ayrılma hakkı talep etmesi, zirveyi akamete uğrattı.

5 Mart 1990 günü yazılı bir açıklama yapan Kuzey Kıbrıs fatihi ve günümüzün DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit, şu görüşü öne sürdü: “Bir ara çözüm olarak KKTC yalnızca dış ilişkileri ve dış güvenliği bakımından Türkiye’ye bağlı, fakat rejimi kendisi belirleyen ve tüm içişlerini kendi bildiği gibi yürüten bir özerk devlet durumuna gelebilir. Tabii böyle bir ara çözüm, ancak Kıbrıs Türk halkınca demokratik bir halk oylamasıyla uygun bulunursa yürürlüğe girmelidir.”
Rauf Denktaş, “üzerinde düşünülmesi gereken gerçekçi bir yaklaşım” olarak nitelendirdiği bu öneri hakkında şöyle demiştir: “Türkiye’nin elçiliklerinde, Kıbrıs’ın temsilciliğini de yürütmek ve böylelikle dünyaya girmek akıl işidir, mantık işidir. Aleyhimizde yaratmış oldukları bir durumun gereğidir. Bu anlaşma yapılabilir ve yararlı olduğu görüşündeyim.” (Kıbrıs, 7 Mart 1990)

UBP Genel Başkanı ve Başbakan Derviş Eroğlu da, Ecevit’in önerisini memnunlukla karşıladığını ve UBP’nin kurulduğu gün Kıbrıs’ta ayrı bir Türk devleti kurma düşüncesiyle yola çıktığını açıklamıştır.
Öte yandan Rum basınında 11 Mart 1990 günü çıkan ve “Corriera della Sera” adlı İtalyan gazetesinden aktarılan bir habere göre, 8 Mart’ta New York’ta İtalyan Başbakanı Andreotti ile BM Genel Sekreteri de Cuellar arasında yapılan bir görüşmede, de Cuellar Andreotti’ye “Kıbrıs’ın bir bölümü, Türkiye’nin Puerto Riko’su olamaz” demiştir.

Aslında Ecevit’in yaptığı öneri ile BM Genel Sekreteri de Cuellar’ın benzetmesi birbirini tamamlamaktadır. Ünlü Karayipler Denizi’ndeki Adaların en doğusunda yer alan Puerto Riko adası ile ABD arasında, KKTC ile Türkiye arasında olması önerilen ortak devlet ilişkisi aynen söz konusudur. 1898 yılından beri adayı işgali altında tutan ABD’ye ait olan Puerto Riko adası üzerinde yaşayan 3 milyon insan, 1917’den beri ABD vatandaşı sayılmaktadır. 1948 yılında kendi valisini seçme hakkına kavuşan Puerto Riko, 1952 yılında yapılan bir referandumla kendi anayasasını onaylamış ve ABD Kongresi tarafından da kabul edilen anayasası ile bu ada devletçiğine ABD’ye bağlı serbest bir devlet statüsü tanınmıştır. Puerto Rikolular’ın ABD Kongresi’nde temsilcileri yoktur ve federal vergi ödememektedirler. Ecevit’in önerdiğine benzer şekilde, Puerto Riko’nun savunma ve dış politikasından ABD hükümeti sorumludur. 23 Temmuz 1967’de yapılan halk oylaması sonucunda seçmenlerin yüzde 61’i ABD ile ortak devlet statüsünün devamını isterken, yüzde 39’u da ABD ile tamamen birleşmeden, yani ABD’nin 51. eyaleti olmaktan yana görüş belirtmişti. 1972 yılında yapılan seçimlerde ise, 1940’dan beri iktidarda olan Halkçı Demokrat Parti ile Yeni İlerici Parti, yüzde 95 oyu toplayarak, ABD ile sürekli birleşme taraftarı politikanın egemenliğini kanıtlamışlardı. 1968 yılında başlayan Puerto Riko’nun bağımsızlığı yanlısı hareket ise baskı altında tutulmaktadır.
Tekrar Bülent Ecevit’in önerisine dönersek, şu görüşle karşılaşırız: “Bu öneri, federal çözümü gündemden kaldırmayacak ve engellemeyecektir. Tam tersine Kıbrıs Rumlarının geçmişe dönüş hayallerini sona erdireceği için federal çözümü belki de kolaylaştıracaktır.” Görüldüğü gibi, burada da 1964 yılından beri Türkiye’nin Kıbrıs sorununda yürütmekte olduğu ikili politika ve sahtekârlık ortadadır. Hatırlanacaktır, zamanın Türkiye Başbakanı İsmet İnönü “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık” diyerek, Türk politikasının hedefinin adayı taksim etmek olduğunu açıklamıştı. (Nihat Erim, Bildiğim ve gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.427-428)

Nitekim Nisan 1977’de Viyana’da Rum tarafına sunulan ilk yazılı Türk önerilerinden, son olarak 26 Şubat 1990’da New York’ta sunulan 27 sayfalık belgeye kadar olan dönemde egemen olan görüş, federasyon maskesi altında Kıbrıs’ta iki ayrı devletin kabulünü dayatmak olmuştur. Madalyonun öteki yüzündeki gerçek ise, 1974 Temmuz’undan beri pratik olarak Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin bir vilayeti olarak işlem gördüğüdür. Rum tarafını federasyon istemiyor diye suçlamak, Türk tarafının kendisinin istemediğini karşı tarafa yakıştırmasıdır. Federasyon diye diye bugün varılan aşama, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’nin Puerto Riko’su haline gelmesinin dünyaca kabul edilmesi talebidir. 16 yıldır askeri güce dayanılarak sürdürülen bu de fakto durum, uluslararası hukuk kurallar, BM Kuruluş Bildirgesi ve Helsinki Nihai Senedi’ne ters düştüğünden de jure olarak kabul edilemez. Kıbrıs adasının birleştirilmesi, ancak uluslararası hukuk kurallarına saygı göstererek, gerçek bir federal devletin kurulması için yapıcı tutum içine girmekle olasıdır. Konfederal öneriler, ya da Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC arasında federasyon oluşturma önerileri, barışa hizmet etmez. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs adası üzerindeki şoven ve yayılmacı emellerine hizmet eder. 1974 yılında adanın taksimi kastedilerek federal devlet tezine dönüş, 1964’de İnönü’nün çizdiği hedefi bir kez daha açığa çıkarırken, bugünkü uzlaşmaz Kıbrıs Türk liderliğinin de stratejisini ve federasyondan ne anladığını ortaya sermektedir. Gerçek federalistler ile Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik, toprak bütünlüğü ve bağlantısızlığını savunanlar, bu stratejinin yanlışlığını ve barış düşmanı yönünü sürekli olarak gündemde tutmak zorundadırlar.

(Bu makalenin Rumca çevirisi, Ahmet An imzasıyla 20 Mayıs 1990 tarihli Embros gazetesinde yayımlanmıştır.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder