11 Nisan 2018 Çarşamba

KAVAZOĞLU’NU KATLEDİLİŞİNİN 38. YILDÖNÜMÜNDE ANIYORUZ


AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı arkadaşı Kostas Mişaulis, 38 yıl önce 11 Nisan 1965 tarihinde, Luricina yakınlarında pusuya düşürülerek vahşice öldürülmüştü.

Adamızın emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileri eliyle taksim planları gereğince bölünmesine karşı duran, Türk-Rum dostluğu ve işbirliği için gerek siyasal, gerekse sendikal alanda çalışmalarını yürüten Kavazoğlu, Aralık 1963 olaylarından sonra, sık sık yayımladığı bildiriler ve diğer yayın faaliyetleriyle, Kıbrıs Türk liderliğinin taksim politikasını eleştirmekteydi. Bu yüzden Dr.İhsan Ali ile birlikte faşist yeraltı örgütünün hedefi haline gelmişti. Bilindiği gibi Cumhuriyet gazetesinin yazarları Ahmet Gürkan ile Ayhan Hikmet de, 23 Nisan 1962’de aynı taksimci faşist çevreler tarafından katledilmiş ve Kıbrıs Türk toplumundaki barış ve dostluk yanlısı muhalif sesler, susturulmak istenmişti. 11 Nisan 1965 günü, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından pusuya düşürülen Kavazoğlu ile Mişaulis, otomatik silahlarla kısa mesafeden vurularak, öldürüldüler. Ama onların savunduğu taksim karşıtı görüşler, bugün geniş kitlelere mal olmuş bulunuyor. Kıbrıs Türk liderliğinin, toplumumuzu içine sürüklediği ayrılıkçı politikanın çıkmaz bir sokak olduğu artık bilinçlere kazınmış durumda.

Kıbrıslı Türk işçilerin unutulmaz lideri Derviş Ali Kavazoğlu’nu, ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı bir bildirisi ile anıyoruz. Önce konuya açıklık getirmek amacıyla, Kavazoğlu’nun bildirisinde değindiği TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın konuşmasını veriyoruz:

KIBRIS VE MİSAK-I MİLLİ POLİTİKASI

TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar, 10 Mayıs 1964 günü Bursa’da yapılan Parti Genel Yönetim Kurulu toplantısındaki açış konuşmasında Kıbrıs sorunu ile olarak şu değerlendirmede bulunmuştu:

“...Gerçekten de kanlı olaylar, Üçüncü İnönü Hükümetinin Mecliste zayıf bir çoğunlukla kurulduğu için harekete geçemeyeceği sanıldığı ve Cumhurbaşkanlığına yeni gelmiş Johnson’un Kıbrıs işinde sert tepkiler göstermesinin çok zayıf bir ihtimal olarak göründüğü günlerde başlamıştır. Beri yandan Kıbrıs’ta Türkler, nüfusun beşte birini teşkil etmektedirler. Zürih ve Londra sözleşmelerinden ve yeni Kıbrıs Anayasasından Türk azınlığı memnundur. Oysa Rumlar şikayetçidir. Makarios, kanlı olaylardan önce de Zürih ve Londra anlaşmalarından, Anayasadan şikayet etmiştir. Ve en önemlisi Kıbrıslı Türklerin kuşaktan kuşağa miras kalmış, yolunda dövüşülüp ölünmüş bir “Anavatana ilhak” ülküleri olmamıştır.

Oysa Rumların kuşaktan kuşağa gelişmiş bir “Enosis” davaları vardır. Bu ülkü yolunda teşkilatlar, silahlı birlikler kurmuşlar; yıllardır İngilizlere karşı dövüşmüşlerdir. Aşırı milliyetçi, Enosisçi, faşist bir tedhiş teşkilatı olan EOKA, bugün yine faaliyettedir. Ve Makarios Atina’da bu teşkilatın lideriyle görüşmüştür.

Bütün bu faktörler, objektif olarak değerlendirilince, Kıbrıs Türk cemaatinden bazı kimselerin şahsi çıkar ve ihtirasları peşinde koşmuş olabilecekleri hesaba katılsa bile, son kanlı olayların EOKA’cı Rumlar tarafından çıkartılmış olduğunu kabul etmek gerekir...”

Aybar devamla Kıbrıslı Türklerin statülerinin güvence altına alınması gerektiğini belirterek şöyle demişti:

“Fakat bütün bu işler ancak Kurtuluş Savaşı Türkiyesinin vazgeçilmez temeli olan “Misak-ı Milli” ışığı altında yürütülen, kişiliği olan bir politika ile başarılabilir. Biz Kurtuluş Savaşını kazanmış, eski bir mirası tasfiye etmiş bir devletiz. Anavatanın sınırlarını mütecanis bir ulus varlığı etrafında kesin olarak çizmiş bulunuyoruz. Bugünkü sınırlarımız dışında hiçbir toprak üzerinde iddiamız yoktur, olmamalıdır...

Kıbrıs’ta içine düştüğümüz çıkmaz, son tahlilde temellerini Atatürk’ün attığı Kurtuluş Savaşının Misak-ı Millici politikasından uzaklaşılmış olmasının sonucudur. Dünyada kuvvet dengelerinin, şartların, dolayısıyla hedeflerin artık bundan on beş yıl önceki biçimde olmadığı, devlet adamlarımızın mutlaka görüp anlamaları zamanı gelmiştir. Üsler verip, yardım almak şeklinde özetlenebilecek Kurtuluş Savaşı Türkiyesine hiç de yaraşmayan bir dış politika görüş ve anlayışına bizim devlet adamlarımız bağlı kalsalar bile, böyle bir pazarlığın yakında müttefiklerimiz için cazibesi kalmayacağı ciddiyetle düşünülmelidir.

Türkiye gerçekçi ve kişiliği olan bir dış politikaya dönmelidir. Güvenliğimiz de, hızlı kalkınmamız da buna bağlıdır. Bunun Batı dünyasına sırt çevirmek anlamına gelmeyeceğini, bilmem söylemeye lüzum var mı? Ama böyle bir dış politikanın her şeyden önce Türkiye’nin milli menfaatlerine göre ayarlanacağı muhakkaktır...” (Sosyal Adalet - 15 Mayıs 1964)

TÜRKİYE VE KIBRIS’TAKİ TEPKİLER

Mehmet Ali Aybar’ın Kıbrıs konusunda söyledikleri, Türkiye basınında tahrif edilmiş ve TİP’e karşı saldırılarda bulunulmuştu. Ankara’da yayımlanan ve TİP’e yakın, aylık siyasi fikir dergisi “Sosyal Adalet”in, 15 Haziran 1964 tarihli nüshasında belirtildiğine göre, “bu saldırılar, konuşmadan 4 gün sonra, gece saat 10.30‘da TİP’in Ankara’daki binasına fiili tecavüz şeklini alma istidadını göstermiş, fakat devletin emniyet kuvvetleri tarafından daha başlangıçta önlenmişti”.

Kıbrıs’ta da Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu Başkanı Necati Taşkın, yayımladığı bir basın açıklamasında, TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ı, Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak dile getirdiği görüşler nedeniyle eleştirmişti. Derviş Ali Kavazoğlu ise, Necati Taşkın’ın dile getirdiği görüşleri değerlendiren bir bildiri yayımlamıştı.

AKEL tarafından İngilizce olarak yayımlanan “AKEL Newsletter” adlı bültenin Mayıs 1964 tarihli 40. sayısında yer alan ve “Kıbrıslı Türk İşçilerin Gerçek Sesi” başlıklı bu bildirinin Türkçe çevirisi şöyledir:

“KIBRISLI TÜRK İŞÇİLERİN GERÇEK SESİ"

17 Mayıs 1964 tarihli Kıbrıs Türk gazeteleri, Türk şovenist liderliği tarafından Türk İşçi Birlikleri’nin başına getirilen Necati Taşkın’ın bir açıklamasını yayımladılar. Taşkın, ustalarına itaat ederek, Türkiye’deki İşçi Partisi’nin lideri Mehmet Ali Aybar’a hırçın bir saldırıda bulunmuştur.
Seçkin Kıbrıslı Türk sendikacı Derviş Kavazoğlu’nun, Taşkın’ın iftira dolu suçlamalarına yanıt olarak yayımladığı bildiriyi aşağıda yayımlıyoruz:

“Bay Kavazoğlu’nun yanıtı
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun kendinden menkul Genel Sekreteri olan Kıbrıslı Türk Necati Taşkın, 17 Mayıs tarihli Kıbrıs Türk gazetelerinde, Türkiye’deki İşçi Partisi’nin sayın başkanı Mehmet Ali Aybar’a karşı hırçın saldırılarda bulunmaktadır.

... Bütün Kıbrıslı Türk işçiler çok iyi bilmektedir ki, 1958’e kadar Necati Taşkın, İngiliz sömürgecilere yardımcı polis olarak çavuş rütbesiyle hizmet etmekteydi. Daha sonra, Türk köylülere adeta kan kusturan Celal Hordan’ın faşist örgütünün “önde gelen”lerinden biri oldu. Ardından Denktaş geldi ve faşist yöntemi ile Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun liderliğini dağıtarak, Taşkın’ı Genel Sekreterlik mevkiine tayin etti.

Bu adamın Türk işçilerinin uzun ve şerefli mücadeleleriyle hiçbir bağlantısı bulunmamaktadır. Ne işçilerin sendika hareketi hakkında, ne de işçi hakları konusunda bir bilgisi vardır. Normal koşullar altında, Necati Taşkın, İşçi Birlikleri Federasyonu’nun Genel Sekreteri olma niteliklerine sahip değildir ve kadrosundan biri olması bile düşünülemez.

Kıbrıs Türk işçileri, Taşkın’ın Türk sendikalarının liderliğini yasadışı yollarla ele geçirdiği günden beri, sendikalar içinde ve Kıbrıslı işçilerle yabancı şirketler arasındaki ilişkilerde oynadığı rolü çok iyi bilmektedir. İşçi sendikaları faşist yöntemlerle yönetilmeseydi, Türk işçileri Taşkın’a, Federasyonlarının Genel Sekreteri olarak tahammül etmek bir yana, hatta onun İşçi Birliklerinin binalarına girmesine bile izin vermeyeceklerdi.

Şimdi Sayın Mehmet Ali Aybar’ın kim olduğuna bakalım: Sayın Aybar, Türkiye’nin yasaları ve anayasası temeline dayanan, öncü işçi sendikaları tarafından örgütlenmiş Türkiye İşçi Partisi’nin seçilmiş başkanıdır. Bilindiği gibi, Türkiye Anayasası, 27 Mayıs 1960 devriminden doğmuştur. Bu parti, sosyal adaletten yanadır ve Atatürk ilkelerine dayanmaktadır. Saflarında Türkiye’nin en önde gelen birçok ilerici unsurlarını ve aydınlarını barındırmaktadır.

Parti programını incelemiş ve faaliyetlerini basından izlemiş olanlar, memnuniyetle göreceklerdir ki, Mehmet Ali Aybar’ın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi, Türkiye’de geniş halk kitlelerinin gerçek çıkarlarını dile getirmektedir. Ama şimdiki dönemin ruhunu anlayacak durumda olmayan Taşkın gibi bazı kötü şöhretli “lider”ler, Kıbrıs Türk toplumunu ekonomik, sosyal ve ulusal yıkımın kenarına itelemiş olanlar ve Türkiye’yi nükleer bir savaşın karmaşasına doğru yönlendirenler, böylesi bir partiye ve onun başkanına hakaret etme cesaretini bulmaktadır.

Sayın Aybar’ın, Partisinin Merkez Komitesinin 2. Genel Yönetim Kurulu toplantısında Kıbrıs ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı inceleme olanağını bulmadık. Ama, Taşkın’ın söylediğinden hareketle bir yargıya varırsak, Sayın Aybar, Atatürk tarafından belirlenmiş olan misak-ı milli’den söz ederek, güya ciddi bir hata yapmıştır. Oysa bilindiği gibi Atatürk’ün misak-ı milli saptaması, onun Türkiye’nin dış politikasındaki en büyük başarılarından biridir.

Taşkın, Sayın Aybar’ın bu sözlerinin, Kıbrıslı Türk işçilerin öfkesine yol açtığını ileri sürmektedir. Ama Taşkın bilmelidir ki, Kıbrıslı Türk işçiler, Atatürk’ün ilkelerini herhangi bir çekince koymadan kabul etmektedir. Ve bu ilkeler, sadece Taşkın’ın kendisi gibi siyasi cücelerde öfkeye yol açar.

Yine Taşkın’a göre, İşçi Partisi’nin Başkanı, Kıbrıslı Türk liderlerin kendilerine ait bir fikirleri ve politikaları olmadığını ve birçok defalar İngilizlerin desteğini talep ettiklerini söylemiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Sayın Aybar’ın böyle bir şey söyleyip söylemediğini bilmiyoruz. Ama söylemişse bile, Sayın Aybar, artık saklanamayan gerçek doğrulardan başka birşey söylememiştir.

Son on yıldaki Kıbrıslıların mücadele geçmişini genel hatlarıyla gözden geçirecek olursak, Kıbrıs Türk toplumunun sözüm ona “lider”lerinin İngiliz politikalarını adım adım izlediğini ve asla açık-seçik yurtsever bir politikalarının olmadığını görürüz. Zaman zaman, bu politikayı gömlek değiştirir gibi değiştirmektedirler. İngiliz politikasındaki ay-yıldıza sarılarak, bunu Türk politikası diye sunmaktadırlar. Bu söylediklerimizi, somut olaylarla kanıtlayacak durumdayız.

Necati Taşkın, kendi hatalarını görmezden gelerek, Sayın Aybar’ı sorumsuz, kalpsiz ve vicdansız olarak suçlamakta ve bu iftiracı sözleriyle Kıbrıslı Türk işçilerin görüşlerini ifade ettiğini öne sürmektedir.

Ben Kıbrıslı Türk bir yurttaşım ve 15 yıldır işçi sendikalarının sorunlarıyla meşgul olmakta ve Kıbrıslı Türk işçilerin gerçek çıkarlarıyla ilgilenmekteyim. Toplumumun siyasal ve sosyal sorunları için elimden gelenin en iyisini yapmaktan da geri durmadım. Bugün kendi yaşamım, son sekiz yıldan beridir, Taşkın’ın üyesi olduğu faşist örgütten gelen tehlike ile karşı karşıyadır. Faşistlerin sürekli zulmü altındayım. Ama, Taşkın’ın Sayın Aybar’a ve Atatürk ilkelerine karşı yönelttiği utanmazca iftiralara Türk işçilerinin katılmadığını hiçbir çekince koymadan ilan edecek ve bilecek durumdayım. Taşkın, bir de övünerek, “Sayın Aybar, Kıbrıs’a gelmeye cesaret ederse, saçının bir tek telini bile yitirmeyecektir” diyerek, onu Kıbrıs’a gelmeye davet etmektedir. Gördüğünüz gibi, Kıbrıs’ı ziyaret etmek isteyen Türkiyeli yurttaşlarımızın yaşamları, Taşkın’a ve benzerlerine bağlıdır! İstedikleri gibi, bir kişinin yaşamını sonlandırabilirler veya koruyabilirler...

Sayın Aybar, yine de biz sizi ve Atatürk ilkeleri ile 27 Mayıs Devriminin ilkelerine inanan onurlu gazetecileri Kıbrıs’a gelmeye davet ediyoruz. Sayın Çetin Altan, Yaşar Kemal, Metin Toker’i de Kıbrıs’a çağırıyoruz. Ama buraya geldiğiniz zaman, Kıbrıslı Türklerin gerçek düşüncelerini, kendinizin öğrenebilmesi için faşizmin zincirlerini kırmaya çalışınız. Buraya ortak bir tartışma için geliniz. Daha sonra Türk toplumunu yıkımdan kurtarmak için bir yol mutlaka bulabilir ve Türkiye’yi de nükleer cehennemin eşiğinden kurtarabiliriz. Bu şekilde, hepimiz de, ulusumuza, insanlığa ve dünya barışına iyi bir hizmet verip katkı koyabiliriz. Gelmenizi bekliyoruz!”

(Yeni Çağ gazetesi, 11 Nisan 2003, Sayı:632, daha sonra şu kitap içinde: A.An, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.84-89)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder