AKEL Merkez
Komitesi’nin Kıbrıslı Türk üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ile sendikacı arkadaşı
Kostas Mişaulis, 38 yıl önce 11 Nisan 1965 tarihinde, Luricina yakınlarında
pusuya düşürülerek vahşice öldürülmüştü.
Adamızın emperyalistler
ve onların yerli işbirlikçileri eliyle taksim planları gereğince bölünmesine
karşı duran, Türk-Rum dostluğu ve işbirliği için gerek siyasal, gerekse
sendikal alanda çalışmalarını yürüten Kavazoğlu, Aralık 1963 olaylarından
sonra, sık sık yayımladığı bildiriler ve diğer yayın faaliyetleriyle, Kıbrıs
Türk liderliğinin taksim politikasını eleştirmekteydi. Bu yüzden Dr.İhsan Ali
ile birlikte faşist yeraltı örgütünün hedefi haline gelmişti. Bilindiği gibi
Cumhuriyet gazetesinin yazarları Ahmet Gürkan ile Ayhan Hikmet de, 23 Nisan
1962’de aynı taksimci faşist çevreler tarafından katledilmiş ve Kıbrıs Türk
toplumundaki barış ve dostluk yanlısı muhalif sesler, susturulmak istenmişti.
11 Nisan 1965 günü, emperyalizmin yerli işbirlikçileri tarafından pusuya
düşürülen Kavazoğlu ile Mişaulis, otomatik silahlarla kısa mesafeden vurularak,
öldürüldüler. Ama onların savunduğu taksim karşıtı görüşler, bugün geniş
kitlelere mal olmuş bulunuyor. Kıbrıs Türk liderliğinin, toplumumuzu içine
sürüklediği ayrılıkçı politikanın çıkmaz bir sokak olduğu artık bilinçlere
kazınmış durumda.
Kıbrıslı Türk işçilerin
unutulmaz lideri Derviş Ali Kavazoğlu’nu, ölümünden bir yıl önce kaleme aldığı
bir bildirisi ile anıyoruz. Önce konuya açıklık getirmek amacıyla,
Kavazoğlu’nun bildirisinde değindiği TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ın
konuşmasını veriyoruz:
KIBRIS VE MİSAK-I MİLLİ
POLİTİKASI
TİP Genel Başkanı
Mehmet Ali Aybar, 10 Mayıs 1964 günü Bursa’da yapılan Parti Genel Yönetim
Kurulu toplantısındaki açış konuşmasında Kıbrıs sorunu ile olarak şu
değerlendirmede bulunmuştu:
“...Gerçekten
de kanlı olaylar, Üçüncü İnönü Hükümetinin Mecliste zayıf bir çoğunlukla
kurulduğu için harekete geçemeyeceği sanıldığı ve Cumhurbaşkanlığına yeni
gelmiş Johnson’un Kıbrıs işinde sert tepkiler göstermesinin çok zayıf bir
ihtimal olarak göründüğü günlerde başlamıştır. Beri yandan Kıbrıs’ta Türkler,
nüfusun beşte birini teşkil etmektedirler. Zürih ve Londra sözleşmelerinden ve
yeni Kıbrıs Anayasasından Türk azınlığı memnundur. Oysa Rumlar şikayetçidir.
Makarios, kanlı olaylardan önce de Zürih ve Londra anlaşmalarından, Anayasadan
şikayet etmiştir. Ve en önemlisi Kıbrıslı Türklerin kuşaktan kuşağa miras
kalmış, yolunda dövüşülüp ölünmüş bir “Anavatana ilhak” ülküleri olmamıştır.
Oysa
Rumların kuşaktan kuşağa gelişmiş bir “Enosis” davaları vardır. Bu ülkü yolunda
teşkilatlar, silahlı birlikler kurmuşlar; yıllardır İngilizlere karşı
dövüşmüşlerdir. Aşırı milliyetçi, Enosisçi, faşist bir tedhiş teşkilatı olan
EOKA, bugün yine faaliyettedir. Ve Makarios Atina’da bu teşkilatın lideriyle
görüşmüştür.
Bütün
bu faktörler, objektif olarak değerlendirilince, Kıbrıs Türk cemaatinden bazı
kimselerin şahsi çıkar ve ihtirasları peşinde koşmuş olabilecekleri hesaba
katılsa bile, son kanlı olayların EOKA’cı Rumlar tarafından çıkartılmış
olduğunu kabul etmek gerekir...”
Aybar devamla Kıbrıslı
Türklerin statülerinin güvence altına alınması gerektiğini belirterek şöyle
demişti:
“Fakat
bütün bu işler ancak Kurtuluş Savaşı Türkiyesinin vazgeçilmez temeli olan
“Misak-ı Milli” ışığı altında yürütülen, kişiliği olan bir politika ile
başarılabilir. Biz Kurtuluş Savaşını kazanmış, eski bir mirası tasfiye etmiş
bir devletiz. Anavatanın sınırlarını mütecanis bir ulus varlığı etrafında kesin
olarak çizmiş bulunuyoruz. Bugünkü sınırlarımız dışında hiçbir toprak üzerinde
iddiamız yoktur, olmamalıdır...
Kıbrıs’ta
içine düştüğümüz çıkmaz, son tahlilde temellerini Atatürk’ün attığı Kurtuluş
Savaşının Misak-ı Millici politikasından uzaklaşılmış olmasının sonucudur.
Dünyada kuvvet dengelerinin, şartların, dolayısıyla hedeflerin artık bundan on
beş yıl önceki biçimde olmadığı, devlet adamlarımızın mutlaka görüp anlamaları
zamanı gelmiştir. Üsler verip, yardım almak şeklinde özetlenebilecek Kurtuluş
Savaşı Türkiyesine hiç de yaraşmayan bir dış politika görüş ve anlayışına bizim
devlet adamlarımız bağlı kalsalar bile, böyle bir pazarlığın yakında
müttefiklerimiz için cazibesi kalmayacağı ciddiyetle düşünülmelidir.
Türkiye
gerçekçi ve kişiliği olan bir dış politikaya dönmelidir. Güvenliğimiz de, hızlı
kalkınmamız da buna bağlıdır. Bunun Batı dünyasına sırt çevirmek anlamına
gelmeyeceğini, bilmem söylemeye lüzum var mı? Ama böyle bir dış politikanın her
şeyden önce Türkiye’nin milli menfaatlerine göre ayarlanacağı muhakkaktır...”
(Sosyal Adalet - 15 Mayıs 1964)
TÜRKİYE VE KIBRIS’TAKİ
TEPKİLER
Mehmet Ali Aybar’ın
Kıbrıs konusunda söyledikleri, Türkiye basınında tahrif edilmiş ve TİP’e karşı
saldırılarda bulunulmuştu. Ankara’da yayımlanan ve TİP’e yakın, aylık siyasi
fikir dergisi “Sosyal Adalet”in, 15 Haziran 1964 tarihli nüshasında
belirtildiğine göre, “bu saldırılar, konuşmadan 4 gün sonra, gece saat 10.30‘da
TİP’in Ankara’daki binasına fiili tecavüz şeklini alma istidadını göstermiş,
fakat devletin emniyet kuvvetleri tarafından daha başlangıçta önlenmişti”.
Kıbrıs’ta da Kıbrıs
Türk İşçi Birlikleri Federasyonu Başkanı Necati Taşkın, yayımladığı bir basın
açıklamasında, TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar’ı, Kıbrıs sorunu ile ilgili
olarak dile getirdiği görüşler nedeniyle eleştirmişti. Derviş Ali Kavazoğlu
ise, Necati Taşkın’ın dile getirdiği görüşleri değerlendiren bir bildiri
yayımlamıştı.
AKEL tarafından
İngilizce olarak yayımlanan “AKEL Newsletter” adlı bültenin Mayıs 1964 tarihli
40. sayısında yer alan ve “Kıbrıslı Türk İşçilerin Gerçek Sesi” başlıklı bu
bildirinin Türkçe çevirisi şöyledir:
“KIBRISLI
TÜRK İŞÇİLERİN GERÇEK SESİ"
17 Mayıs 1964 tarihli
Kıbrıs Türk gazeteleri, Türk şovenist liderliği tarafından Türk İşçi
Birlikleri’nin başına getirilen Necati Taşkın’ın bir açıklamasını yayımladılar.
Taşkın, ustalarına itaat ederek, Türkiye’deki İşçi Partisi’nin lideri Mehmet
Ali Aybar’a hırçın bir saldırıda bulunmuştur.
Seçkin Kıbrıslı Türk sendikacı
Derviş Kavazoğlu’nun, Taşkın’ın iftira dolu suçlamalarına yanıt olarak
yayımladığı bildiriyi aşağıda yayımlıyoruz:
“Bay
Kavazoğlu’nun yanıtı
Kıbrıs
Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun kendinden menkul Genel Sekreteri olan
Kıbrıslı Türk Necati Taşkın, 17 Mayıs tarihli Kıbrıs Türk gazetelerinde,
Türkiye’deki İşçi Partisi’nin sayın başkanı Mehmet Ali Aybar’a karşı hırçın
saldırılarda bulunmaktadır.
...
Bütün Kıbrıslı Türk işçiler çok iyi bilmektedir ki, 1958’e kadar Necati Taşkın,
İngiliz sömürgecilere yardımcı polis olarak çavuş rütbesiyle hizmet etmekteydi.
Daha sonra, Türk köylülere adeta kan kusturan Celal Hordan’ın faşist örgütünün
“önde gelen”lerinden biri oldu. Ardından Denktaş geldi ve faşist yöntemi ile
Kıbrıs Türk İşçi Birlikleri Federasyonu’nun liderliğini dağıtarak, Taşkın’ı
Genel Sekreterlik mevkiine tayin etti.
Bu
adamın Türk işçilerinin uzun ve şerefli mücadeleleriyle hiçbir bağlantısı
bulunmamaktadır. Ne işçilerin sendika hareketi hakkında, ne de işçi hakları
konusunda bir bilgisi vardır. Normal koşullar altında, Necati Taşkın, İşçi
Birlikleri Federasyonu’nun Genel Sekreteri olma niteliklerine sahip değildir ve
kadrosundan biri olması bile düşünülemez.
Kıbrıs
Türk işçileri, Taşkın’ın Türk sendikalarının liderliğini yasadışı yollarla ele
geçirdiği günden beri, sendikalar içinde ve Kıbrıslı işçilerle yabancı
şirketler arasındaki ilişkilerde oynadığı rolü çok iyi bilmektedir. İşçi
sendikaları faşist yöntemlerle yönetilmeseydi, Türk işçileri Taşkın’a,
Federasyonlarının Genel Sekreteri olarak tahammül etmek bir yana, hatta onun
İşçi Birliklerinin binalarına girmesine bile izin vermeyeceklerdi.
Şimdi
Sayın Mehmet Ali Aybar’ın kim olduğuna bakalım: Sayın Aybar, Türkiye’nin
yasaları ve anayasası temeline dayanan, öncü işçi sendikaları tarafından
örgütlenmiş Türkiye İşçi Partisi’nin seçilmiş başkanıdır. Bilindiği gibi,
Türkiye Anayasası, 27 Mayıs 1960 devriminden doğmuştur. Bu parti, sosyal
adaletten yanadır ve Atatürk ilkelerine dayanmaktadır. Saflarında Türkiye’nin
en önde gelen birçok ilerici unsurlarını ve aydınlarını barındırmaktadır.
Parti
programını incelemiş ve faaliyetlerini basından izlemiş olanlar, memnuniyetle
göreceklerdir ki, Mehmet Ali Aybar’ın başkanı olduğu Türkiye İşçi Partisi,
Türkiye’de geniş halk kitlelerinin gerçek çıkarlarını dile getirmektedir. Ama
şimdiki dönemin ruhunu anlayacak durumda olmayan Taşkın gibi bazı kötü şöhretli
“lider”ler, Kıbrıs Türk toplumunu ekonomik, sosyal ve ulusal yıkımın kenarına
itelemiş olanlar ve Türkiye’yi nükleer bir savaşın karmaşasına doğru yönlendirenler,
böylesi bir partiye ve onun başkanına hakaret etme cesaretini bulmaktadır.
Sayın
Aybar’ın, Partisinin Merkez Komitesinin 2. Genel Yönetim Kurulu toplantısında
Kıbrıs ile ilgili olarak yaptığı konuşmayı inceleme olanağını bulmadık. Ama,
Taşkın’ın söylediğinden hareketle bir yargıya varırsak, Sayın Aybar, Atatürk
tarafından belirlenmiş olan misak-ı milli’den söz ederek, güya ciddi bir hata
yapmıştır. Oysa bilindiği gibi Atatürk’ün misak-ı milli saptaması, onun
Türkiye’nin dış politikasındaki en büyük başarılarından biridir.
Taşkın,
Sayın Aybar’ın bu sözlerinin, Kıbrıslı Türk işçilerin öfkesine yol açtığını
ileri sürmektedir. Ama Taşkın bilmelidir ki, Kıbrıslı Türk işçiler, Atatürk’ün
ilkelerini herhangi bir çekince koymadan kabul etmektedir. Ve bu ilkeler,
sadece Taşkın’ın kendisi gibi siyasi cücelerde öfkeye yol açar.
Yine
Taşkın’a göre, İşçi Partisi’nin Başkanı, Kıbrıslı Türk liderlerin kendilerine
ait bir fikirleri ve politikaları olmadığını ve birçok defalar İngilizlerin
desteğini talep ettiklerini söylemiştir.
Yukarıda
da belirttiğimiz gibi, Sayın Aybar’ın böyle bir şey söyleyip söylemediğini
bilmiyoruz. Ama söylemişse bile, Sayın Aybar, artık saklanamayan gerçek
doğrulardan başka birşey söylememiştir.
Son
on yıldaki Kıbrıslıların mücadele geçmişini genel hatlarıyla gözden geçirecek
olursak, Kıbrıs Türk toplumunun sözüm ona “lider”lerinin İngiliz politikalarını
adım adım izlediğini ve asla açık-seçik yurtsever bir politikalarının
olmadığını görürüz. Zaman zaman, bu politikayı gömlek değiştirir gibi
değiştirmektedirler. İngiliz politikasındaki ay-yıldıza sarılarak, bunu Türk
politikası diye sunmaktadırlar. Bu söylediklerimizi, somut olaylarla
kanıtlayacak durumdayız.
Necati
Taşkın, kendi hatalarını görmezden gelerek, Sayın Aybar’ı sorumsuz, kalpsiz ve
vicdansız olarak suçlamakta ve bu iftiracı sözleriyle Kıbrıslı Türk işçilerin
görüşlerini ifade ettiğini öne sürmektedir.
Ben
Kıbrıslı Türk bir yurttaşım ve 15 yıldır işçi sendikalarının sorunlarıyla
meşgul olmakta ve Kıbrıslı Türk işçilerin gerçek çıkarlarıyla ilgilenmekteyim.
Toplumumun siyasal ve sosyal sorunları için elimden gelenin en iyisini
yapmaktan da geri durmadım. Bugün kendi yaşamım, son sekiz yıldan beridir,
Taşkın’ın üyesi olduğu faşist örgütten gelen tehlike ile karşı karşıyadır.
Faşistlerin sürekli zulmü altındayım. Ama, Taşkın’ın Sayın Aybar’a ve Atatürk
ilkelerine karşı yönelttiği utanmazca iftiralara Türk işçilerinin katılmadığını
hiçbir çekince koymadan ilan edecek ve bilecek durumdayım. Taşkın, bir de
övünerek, “Sayın Aybar, Kıbrıs’a gelmeye cesaret ederse, saçının bir tek telini
bile yitirmeyecektir” diyerek, onu Kıbrıs’a gelmeye davet etmektedir.
Gördüğünüz gibi, Kıbrıs’ı ziyaret etmek isteyen Türkiyeli yurttaşlarımızın
yaşamları, Taşkın’a ve benzerlerine bağlıdır! İstedikleri gibi, bir kişinin
yaşamını sonlandırabilirler veya koruyabilirler...
Sayın
Aybar, yine de biz sizi ve Atatürk ilkeleri ile 27 Mayıs Devriminin ilkelerine
inanan onurlu gazetecileri Kıbrıs’a gelmeye davet ediyoruz. Sayın Çetin Altan,
Yaşar Kemal, Metin Toker’i de Kıbrıs’a çağırıyoruz. Ama buraya geldiğiniz
zaman, Kıbrıslı Türklerin gerçek düşüncelerini, kendinizin öğrenebilmesi için
faşizmin zincirlerini kırmaya çalışınız. Buraya ortak bir tartışma için
geliniz. Daha sonra Türk toplumunu yıkımdan kurtarmak için bir yol mutlaka
bulabilir ve Türkiye’yi de nükleer cehennemin eşiğinden kurtarabiliriz. Bu
şekilde, hepimiz de, ulusumuza, insanlığa ve dünya barışına iyi bir hizmet
verip katkı koyabiliriz. Gelmenizi bekliyoruz!”
(Yeni Çağ gazetesi, 11 Nisan
2003, Sayı:632, daha sonra şu kitap içinde: A.An, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa
2008, s.84-89)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder