Kıbrıs’ta resmi tarihe alternatif araştırmalarıyla
ve muhalif duruşuyla bilinen yazar Dr. Ahmet Cavit An’la kendi çalışmaları,
Kıbrıs Solu ve Kıbrıs sorunu hakkında bir söyleşi gerçekleştirdik.
1970’li yıllardan beridir Kıbrıs’ın siyasal geçmişi
ile ilgilenen An’ın yayınlanmış 25 kitabı ve çok sayıda araştırması bulunuyor.
Ahmet Cavit An alternatif tarihi yaratma
çabalarının toplumsal bir karşılığı olup olmadığı sorusuna “hem evet, hem
hayır” cevabını vererek “toplumun geniş kesimlerindeki bilgi eksikliğinin
giderilmesi açısından, alınacak daha çok yolumuz var” değerlendirmesinde
bulundu.
Röportaj:
Nuri Sılay
KIBRIS
SOLU 1958’DEKİ İLK TERÖR DALGASINDAN SONRA İKİ TOPLUMLU YAPISINI KAZANAMADI
Kıbrıs Sol’unu tarihsel olarak değerlendiren An, “ne
yazık ki Kıbrıs solu, 1958’deki ilk terör dalgasından sonra iki toplumlu
yapısını yeniden kazanamadı” diyerek “Enosis savunuculuğunun, Kıbrıs’taki
milliyetler sorununda oynadığı milliyetçi ve bölücü rol, 1974’den sonra nihayet
kavranmış olmasına karşın, bunun bedeli çok ağır, yani adamızın taksimi
olmuştur” tesbitinde bulundu.
AKEL SINIRLI BİR İŞBİRLİĞİNİ TERCİH ETTİ
Ahmet Cavit An, Kıbrıs’ta örgütlenme özgürlüğü için
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na yaptığı şikayetten ve Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin verdiği karardan bahsederek “yaptığım başvurunun Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’nde 11 yıl sonra sonuçlanması üzerine, Nisan 2003’de kapılar
açıldı ve sıradan yurttaşların teması başladı” vurgusunda bulundu.
AKEL’i ortak örgütlenme konusunda herhangi bir
girişimde bulunmamakla eleştiren An, “AKEL, ortak örgütlenme konusunda herhangi
bir girişimde bulunmadan, sadece ilerici bilinen Kıbrıs Türk partileri ve
meslek örgütleriyle sınırlı bir işbirliği yapmakla yetindi” dedi.
YENİDEN BİRLEŞME İÇİN ORTAK SİYASİ MÜCADELE GEREKİR
Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için ortak mücadelenin
önemine vurgu yapan Ahmet An, “demokratik ve federal bir anayasanın karşılıklı
kabulü ve adamızın yeniden birleşmesi için ortak siyasi bir mücadele verilmesi
gerekmektedir. Bunda Kıbrıs işçi sınıfının siyasal örgütü olan AKEL’in büyük
sorumluluk ve görevleri vardır” tesbitinde bulundu.
TAKSİM GÖRÜŞÜ HİÇ DEĞİŞMEDİ
1983’de kurulan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” ile
Kıbrıs Türk tarafının ayrılığı tercih ettiğini ortaya koyduğunu belirten An,
Türkiye’nin Taksim görüşünü hiç değiştirmediğini vurgulayarak, zamanın TC
Başbakanı İnönü’nün, Eylül 1964’de TBMM’de yaptığı konuşmayı hatırlatıyor:
“Anlaşmalar dahilinde olalım diye, biz resmi ağızdan taksim sözü ile değil,
federasyon şekli ile tartışmaya başladık”.
GÖRÜŞMELERİ TIKAYAN ANA NEDEN…
Kıbrıs sorunundaki görüşmeleri tıkayan ana nedenin
garantiler konusu olduğunu vurgulayan Ahmet An “üç NATO ülkesinden Yunanistan
ile Birleşik Krallık, yeni anlaşmanın garantörü olmaktan vazgeçerken, Türkiye
bunun devamında ısrar etmektedir. Dahası, bundan vazgeçmesi karşılığında,
Birleşik Krallık’ın 1960’da ada üzerinde korumayı başardığı iki egemen askeri
üs gibi, kuzeydeki federal devlet topraklarında bir egemen askeri üs elde etmek
istemektedir. Görüşmeleri tıkayan ana nedenin bu olduğu görülüyor” tesbitinde
bulundu.
KIBRIS TÜRK LİDERLİĞİ DIŞ GÜÇLERE HİZMET ETTİ…TMT
DEVLETLEŞTİ…
Ahmet Cavit An Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejimi ise şu
sözlerle tanımlıyor: “Kıbrıs Türk liderliği, İngiliz sömürge döneminde başlayan
işbirlikçi politikasıyla, hep kendi halkının değil, dış güçlerin, emperyalizmin
bölgemizdeki stratejik çıkarlarına hizmet etmiştir. 1974 olayları, Kıbrıslı
Rumların enosis politikasının iflasını getirirken, Türkiye’nin adamızın
kuzeyine yerleşmesine ve adamızın taksimini gerçekleştirmek için kurulmuş olan
TMT’nin devletleşmesine yol açmıştır”.
ANKARA’DAKİ ÜST YÖNETİMİN ÇİZDİĞİ POLİTİKALARIN
UYGULAYICILARI…
Ahmet Cavit An “bu çıkar düzenine sözümona muhalif
görünen diğer siyasal partiler, Ankara’daki üst yönetimin çizdiği politikaların
uygulayıcıları haline gelmişlerdir. 44 yılda kurulmuş olan 39 hükümetin
yöneticileri, kendi taraftarlarını kayırıp, kollayarak, statükodan
olabildiğince yararlanmayı tercih etmişlerdir” dedi.
İşte
araştırmacı yazar Ahmet Cavit An’la gerçekleştirdiğimiz röportajın tamamı:
Öncelikle
sizinle tanışma fırsatı bulmayanlar için soralım; Ahmet Cavit An kimdir? Bize
kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Şu an 68 yaşındayım. 1975’de İstanbul’daki
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, ihtisasımı Alman Demokratik
Cumhuriyeti’nde yaptım. 1982’den itibaren, Lefkoşa’daki kendi muayenehanemde
Çocuk Doktoru olarak 25 yıl çalıştıktan sonra, emekli oldum. Herhangi bir yerde
çalışmıyorum.
1970’li yılların başından beri, Kıbrıs’ın siyasal
geçmişi ile ilgilendim, araştırmalar yaptım. İstanbul’daki Yeni Ortam,
Cumhuriyet gazetelerinde, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ne yakın olan Kitle,
İlke, Birlik gibi gazete ve dergilerde makalelerim yayımlandı. Adaya döndükten
sonra da, çeşitli muhalif gazete ve dergilerde, siyasal, kültürel ve tıbbi
konularda yazmayı sürdürdüm. Kıbrıs’ın Rum kesimindeki yayın organlarında da
zaman zaman yazılarım yayımlandı, KRYK-TV2’deki söyleşi programlarına katıldım.
Kıbrıs’ın resmi tarihi dışında yaptığınız çalışma ve
araştırmalarla alternatif tarihe yadsınamaz katkılarınız oldu. Bugüne kadar
hangi konular üzerinde çalışmalar yaptınız? Kaç kitabınız var?
Genelde Kıbrıs’ın geçmiş tarihi, özelde Kıbrıs Türk
toplumunun siyasal ve kültürel geçmişi, her zaman ilgi alanım oldu. Bugüne
kadar yayımlanmış olan 25 kitabımın yayımlanma sırasına ve konularına
bakarsanız, bunu görebilirsiniz. Kıbrıs’ta Osmanlı döneminde görülen isyan
hareketleri, İngiliz dönemindeki anayasal sorunlar (1571-1878), Kıbrıs Türk
liderliğinin oluşması ve dinsel toplumdan ulusal topluma geçiş süreci
(1900-1942), Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962), Kıbrıslılık Bilincinin
Geliştirilmesi, Kıbrıs Kültürü Üzerine Yazılar gibi. Harid Fedai ile birlikte
hazırladığımız “Örnekleriyle Kıbrıs Türk Basın Tarihi (1891-1963) çalışması
süresince, okuduğum eski dergi ve gazetelerimizden yararlanarak hazırlamış
olduğum şu kitaplar var: Kıbrıs’ın Yetiştirdiği Değerler, Cilt:1 (1782-1899),
Cilt:2 (1900-1920), Kıbrıs Türk Toplumunun Geri Kalmışlığı (1896-1962),
Kıbrıslı Türklerin Siyasal Tarihi (1930-1960), Kıbrıslı Türklerde Sınıf
Sendikacılığından Etnik Sendikacılığa Geçiş ve İşçi Muhalefeti (1944-1960), Tıp
Alanındaki İlk Kıbrıslı Türkler.
Kıbrıs sorunundaki emperyalist dış karışmalar ile
yerli işbirlikçilerin yanlış politikalarını konu edinen çeşitli makalelerimden
oluşan bazı kitaplarım da, İstanbul’daki bazı yayınevleri tarafından
yayımlanmıştır. Yayınevi bulamama yüzünden, basıma hazır olan iki kitabımı
bastıramadım -Kıbrıs Türk Matbaacılığının Geçmişi (1882-1974) ve Kıbrıs’ta
Türkçe Basılmış Kitaplar Listesi (1878-1997)’nin güncelleştirilmiş 2. basımı.
Bu yüzden elimdeki malzemeden yeni kitaplar hazırlamak için de isteğim kalmadı.
Kitaplaşmamış makalelerimin hepsine, bloğumdan ulaşılabilir
(www.can-kibrisim.blogspot.com)
Birçok
araştırmaya ve çabaya imza atmış biri olarak var olan alternatif tarih yaratma
çabalarına gereken değerin verildiğini düşünüyor musunuz? Tüm bu çabaların
toplumsal bir karşılığı oluyor mu?
Hem evet, hem hayır. Toplumun geniş kesimlerindeki
bilgi eksikliğinin giderilmesi açısından, alınacak daha çok yolumuz var. Ama
öğrenmek ve araştırmak isteyenler için, gerekli olan temel bilgileri içeren
kitapların var olduğuna inanmaktayım. Nitekim benim çalışmalarımdan
yararlanarak tez ve kitap yazanları gördükçe seviniyorum. Ama ne yazık ki
bunlardan bazıları, ilk defa benim kitaplarımda kayda geçirilmiş olan bazı
kaynak bilgilerden yararlandıkları halde, benim bu araştırmalarıma atıfta
bulunmamayı yeğliyorlar veya bundan çekiniyorlar. Bu da tabii ki, araştırmacı
emeğine saygısızlık olduğu için beni üzmektedir.
Kıbrıs’ta
Sol harekete eleştirel yaklaşımınız bilinmekte. Bize kısaca Kıbrıs Sol’unu tarihsel
olarak değerlendirebilir misiniz?
Kıbrıs’taki sol hareketin geçmişine ve uyguladığı
politikalara baştan beri hep ilgi duymuşumdur. Ama ne yazık ki, Rumca
bilmediğim için ana kaynaklardan değil de, İngilizce ve Almanca dillerinde
yapılmış olan çalışmalar üzerinden bilgi edinmeye çalıştım. “KKK/AKEL
Belgelerinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kıbrıs Türk Toplumuna İlişkin
Kronolojik Değinmeler” başlıklı makalem (şu kitap içinde, Editör: Masis
Kürkçügil, Kıbrıs: Dün ve Bugün, İstanbul 2003) böyle oluştu. Aynı kitapta
“AKEL’deki Perestroyka Mücadelesi ve ADİSOK’un Hazin Sonu” çalışmam da yer
almaktadır. Kıbrıs Türk basınını tararken de, kendi kaynaklarımızdan çok
yararlandım. “TMT’nin Kurbanları” ve “İşçi Sınıfımızın İlk Öncüleri” gibi
kitaplarım da, eski kuşak solcularımıza bir saygı ve vefa borcudur.
Ne yazık ki Kıbrıs solu, 1958’deki ilk terör
dalgasından sonra iki toplumlu yapısını yeniden kazanamadı. Enosis
savunuculuğunun, Kıbrıs’taki milliyetler sorununda oynadığı milliyetçi ve
bölücü rol, 1974’den sonra nihayet kavranmış olmasına karşın, bunun bedeli çok
ağır, yani adamızın taksimi olmuştur. AKEL’in, bu felaketten sonra, federal bir
çözüm politikasını benimsemesi ardından, 14. AKEL Kongresi öncesinde, Şubat
1978’de, Kıbrıs Türk solu ile bir değerlendirme yapması için AKEL Merkez
Komitesi’ne bir çağrıda bulundum. Ama herhangi bir yanıt alamadım. AKEL’in
Kıbrıs Türk Kolu’nun yeniden açılması için ada dışında iken verdiğim mücadele
de, bir karşılık görmemiştir.
Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk ilericilerin 1958’den
sonra ilk kez, 1989’da Lefkoşa’daki ara bölgedeki Lidra Palas Oteli’nde
oluşturdukları “Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu”nun düzenlediği
siyasal, sosyal ve kültürel toplantılar, Kıbrıs Türk liderliğinin çeşitli
engelleriyle karşılaştı. Bu nedenle, Temas Grubu’nun Kıbrıslı Türk Koordinatörü
olarak, örgütlenme özgürlüğüm için Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na şikayette
bulundum. Yaptığım başvurunun Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde 11 yıl sonra sonuçlanması
üzerine, Nisan 2003’de kapılar açıldı ve sıradan yurttaşların teması başladı.
Bu aşamadan sonra da, AKEL, ortak örgütlenme konusunda herhangi bir girişimde
bulunmadan, sadece ilerici bilinen Kıbrıs Türk partileri ve meslek örgütleriyle
sınırlı bir işbirliği yapmakla yetindi.
Annan Planı’nın oylanmasında çıkan sonuçlar, taksim
çizgisinin iki tarafındaki solun, farklı tercihler içinde olduğunu ortaya
koydu. Oysa demokratik ve federal bir anayasanın karşılıklı kabulü ve adamızın
yeniden birleşmesi için ortak siyasi bir mücadele verilmesi gerekmektedir.
Bunda Kıbrıs işçi sınıfının siyasal örgütü olan AKEL’in büyük sorumluluk ve
görevleri vardır.
Emperyalizm ve NATO, adamızdaki ilerici güçlerin
işbirliği yapmaması için 1950’li yıllardan beri çeşitli milliyetçi
kışkırtmalarla toplumlarımızı birbirinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Kıbrıs
Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırarak, adadaki stratejik askeri üs ve tesislerini
koruyacak “çözüm” formülleri üzerinde çalışmaktadır. Bunlara karşı koymak,
ancak bilinçli ve örgütlü halk güçleri sayesinde mümkündür.
1968’de
Beyrut’ta başlayan Kıbrıs sorunu müzakereleri 50. Yılında. Sorun halen
çözülemedi. Sizce Kıbrıs sorununa gerçekten çözüm bulunmak isteniyor mu?
1968 yılında başlatılan toplumlararası görüşmeler,
1960’da kurulan bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin fonksiyonel federatif
unsurlar içeren anayasasında bazı değişiklikler yapmaya ve üniter devleti
sürdürmeye yönelikti. NATO’nun 3-4 Haziran 1971’de Lizbon’da yaptığı toplantıda
görüşen Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları Olcay ile Palamas, Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Makarios’un devrilmesi ve adanın ikiye bölünmesinde anlaştılar.
Öte yandan Türkiyeli ve Yunanlı anayasa uzmanlarının katılımıyla genişletilmiş
olan toplumlararası görüşmelerde 1974 yazına gelindiğinde, anlaşmaya çok
yaklaşılmış ve sadece bazı pürüzlerin giderilmesi kalmıştı.
Kıbrıs’taki faşist Yunan cuntasına bağlı güçlerin
gerçekleştirdiği 15 Temmuz 1974’deki faşist darbe ve onu izleyen 20 Temmuz
1974’deki Türkiye’nin adadaki anayasal düzeni yeniden kurmayı amaçlayan askeri
müdahalesi, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının ikiye bölünmesi ile sonuçlandı.
Kuzeyde yaşayan Kıbrıslı Rumlar, adanın güneyine kaçmak zorunda kalırken,
güneydeki köy ve kasabalarda yaşayan Kıbrıslı Türkler de Leymosun’daki İngiliz
askeri üsleri üzerinden kuzeye taşındılar. Kıbrıs Türk tarafı, kuzeyde TC
askeri işgali altındaki bölgede, önce 1975’de “Kıbrıs Türk Federe Devleti”ni
oluşturdu. 1977 ve 1979’da imzalanan Doruk Anlaşmaları, toplumlararası barış
görüşmelerinin iki toplumlu ve iki bölgeli federal bir anayasanın
hazırlanmasını öngörmekteydi. 1983’de kurulan “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”
ile Kıbrıs Türk tarafı, ayrılığı tercih ettiğini ortaya koydu.
Bir
önceki sorudan hareketle iki toplumlu, iki bölgeli federasyon fikrini masaya
ilk getiren Türkiye, size göre gerçekten federasyon mu istiyor, yoksa bunu
kendi amaçları için bir kalkan olarak mı kullanıyor?
Toplumlararası görüşmeler, ortak federal bir devlet
kurulması temelinde ilerlerken, başlangıçta Kıbrıs Rum tarafının daha çok
üniter bir yapıya yakın davrandığı, ama daha sonraları federal devlet yapısını
benimsediği, yapılan önerilerde ortaya çıktı. Öte yandan Kıbrıs Türk tarafı
ise, başlangıçtan beri TC’nin askeri gücüyle elde edilmiş olan iki devletli
yapının, konfederal bir şemsiye altında korunmasından yana bir politikayı
savundu. Çünkü zamanın TC Başbakanı İnönü’nün, Eylül 1964’de TBMM’de yaptığı
konuşmada açıklamış olduğu, ülkesinin Kıbrıs politikası şöyle belirlenmişti:
“Anlaşmalar dahilinde olalım diye, biz resmi ağızdan taksim sözü ile değil,
federasyon şekli ile tartışmaya başladık.”
Türk tarafı bu görüşünü hiç değiştirmemiştir. Hep
federasyon istiyoruz derken, aslında ayrılığı ve taksimi savunmuştur. Bu,
görüşmelerin her aşamasında sunulan anayasal önerilerinde de kanıtlanmıştır.
Crans
Montana’da yaşanan başarısızlık sonrası özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde bazı
çevreler federasyon tezinin çöktüğünü iddia ediyor. Sizce çöken federasyon tezi
mi, yoksa “bütünlüklü çözüm” için izlenen yöntem mi?
Crans Montana’ya gelinceye kadar yapılan
görüşmelerde, her iki tarafın da federal bir anayasa üzerinde, tıpkı 1974’deki
darbe-işgal öncesinde olduğu gibi, anlaşmaya çok yaklaştıkları bilinmektedir.
Ancak bu anlaşmanın “güvenlik ve garantiler” başlığında görüş ayrılığı sürmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960’daki kuruluş anlaşmasının “garantör”ü olan üç NATO
ülkesinden Yunanistan ile Birleşik Krallık, yeni anlaşmanın garantörü olmaktan
vazgeçerken, Türkiye bunun devamında ısrar etmektedir. Dahası, bundan
vazgeçmesi karşılığında, Birleşik Krallık’ın 1960’da ada üzerinde korumayı
başardığı iki egemen askeri üs gibi, kuzeydeki federal devlet topraklarında bir
egemen askeri üs elde etmek istemektedir. Görüşmeleri tıkayan ana nedenin bu
olduğu, basın haberlerinden anlaşılmaktadır.
Her
iki toplumda da federasyon talep eden güçlerin gerçek anlamda federal kültürü
içselleştirdiklerini düşünüyor musunuz?
Ne yazık ki 1960’daki üniter yapıdan, şimdi anlaşma
ile federal yapıya dönüşecek olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni anayasası ile
ortak federal devletin nasıl işleyeceği belli olup da, kayda geçirilemediği
için, gerek üniter devlet yanlılarının, gerekse konfederal devletten yana
olanların sesi daha çok duyulmaktadır.
1989’da iki toplumlu olarak kurduğumuz “Bağımsız ve
Federal Kıbrıs için Temas Grubu”nun tam da amacı, kitle toplantılarıyla bu
federal kültürü tanıtıp, benimsetmekti. Ama Kıbrıs Türk liderliğinin
engellemeleri yüzünden çalışmalarımız akamete uğradı. Zaten siyasi partiler de
karşılıklı temaslarına başlayınca, benim gibi herhangi bir siyasi partiye üye
olmayan bağımsız kişiler ortada kaldılar. Grubun Rum kesimindeki üyeleri ise,
daha çok AKEL ve EDEK’in muhalif unsurları ve bazı liberallerden oluşuyordu.
ADİSOK’ta örgütlendiler ve seçimlerde partinin başarısızlığının faturası, sol
kanata çıkarıldı ve dışlandılar.
Kıbrıs
sorununda son dönemlerde tartışılan en önemli konu garantiler ve müdahale
hakkı. Keza bu başlık Annan Planı’nın güneyde reddedilmesinin en önemli
sebeplerinden biri oldu. Kıbrıs’ın kuzeyindeki Sol’un bu konuya yaklaşımını
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kuzeyde sol diye bilinen siyasal partilerin hemen
hepsi, garantiler ve müdahale hakkı konusunda “milli çizgi”yi izlemekte ve
desteklemektedirler. Meclis dışında kalmış diğer sol siyasal parti ve grupların
ise bu konuda güçlü bir ses verdiği söylenemez.
Bir
yandan her iki taraf da “var olan statüko sürdürülemez” derken, diğer yandan
müzakerelerde “her şeyde anlaşılana kadar hiçbir şeyde anlaşılmış sayılmaz”
ilkesi benimsenmekte. Sizce bu ilke var olan statükonun sürdürülmesine
yaramakta mıdır?
Kıbrıs Rum tarafı “var olan statüko sürdürülemez”
derken, adanın bölünmüş kalmasına karşı çıkmakta ve Türkiye’nin ada üzerindeki
vesayetinin devamına kapı açacak düzenlemelere yanaşmamaktadır. Türkiye’nin
Cenevre Sözleşmesine aykırı olarak adamızın işgal altındaki bölgesine taşıdığı
nüfus için çözüm sonrasında elde etmek istediği haklar konusu da tartışmalıdır.
Öte yandan Kıbrıs Türk tarafının Güven Artırıcı Önlemler başlığı altında ileri
sürdüğü bazı talepler, ayrılıkçı KKTC devletinin tanınması, KC tarafından reddedilmektedir.
Kıbrıs’ın
kuzeyi büyük bir çöküş yaşamakta. Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan rejimi nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Kıbrıs Türk liderliği, İngiliz sömürge döneminde
başlayan işbirlikçi politikasıyla, hep kendi halkının değil, dış güçlerin,
emperyalizmin bölgemizdeki stratejik çıkarlarına hizmet etmiştir. 1974
olayları, Kıbrıslı Rumların enosis politikasının iflasını getirirken,
Türkiye’nin adamızın kuzeyine yerleşmesine ve adamızın taksimini
gerçekleştirmek için kurulmuş olan TMT’nin devletleşmesine yol açmıştır.
1958’lerin Türkten Türke Kampanyası ve 1964-68 kapalı dönemine rağmen, taksim
politikasının ekonomik alt yapısını ve sermaye birikimini sağlayamayan
ayrılıkçı Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisi, 1974’den sonra TC’nin işgal ordusu
ve büyük sermayesinin yardımıyla kendi pazarını oluşturmuştur. Kuzeyde elde
edilen ganimet mal ve mülkü satarak, taraftarlarına ve demografik yapıyı bozmak
amacıyla Anadolu’dan getirilen nüfusa dağıtarak iktidar olan UBP ve kurulmuş
olan bu çıkar düzenine sözümona muhalif görünen diğer siyasal partiler,
Ankara’daki üst yönetimin çizdiği politikaların uygulayıcıları haline
gelmişlerdir. 44 yılda kurulmuş olan 39 hükümetin yöneticileri, kendi
taraftarlarını kayırıp, kollayarak, statükodan olabildiğince yararlanmayı tercih
etmişlerdir. Üretimden koparılmış ve kendi kendini geliştiremeyen toplumumuz,
ne yazık ki hızlı bir çürüme sürecinin sarmalında yok oluşa doğru hızla
ilerlemektedir.
Kıbrıs
Cumhuriyeti 1964’ten beridir “the doctrine of the law of necessity” ile
yönetilmekte. Bu bir anlamda Kıbrıslı Türklerin toplumsal haklarının askıya
alınması anlamına gelmekte. Sizce bu durum var olan statükoya hizmet etmekte
midir?
Bence hayır. Aralık 1963’deki toplumlararası
çatışmaların ardından Kıbrıslı Türk devlet ve kamu görevlilerinin Kıbrıs
Cumhuriyeti’ndeki görevlerinden geri çekilmesi üzerine, devletin devamlılığını
sağlamak amacıyla, 33/64 numaralı bu “Zorunluluk Yasası” kabul edilmiştir.
Kıbrıslı Türk yargıçların kaza mahkemelerindeki yokluğu nedeniyle, devletin
yargı sisteminde bazı değişiklikler yapılarak, Yüksek Anayasa Mahkemesi ile Üst
Mahkeme, şimdiki Yüksek Mahkeme adı altında birleştirilmiştir. Kıbrıs Rum
Cemaat Meclisi yerine, Eğitim Bakanlığı kurulmuş ve daha sonra bazı başka
yasalarda da değişikliğe gidilmiştir. Ne var ki, Anayasanın temel maddelerine,
örneğin devletin iki toplumlu karakterine dokunulmamıştır. Çünkü bu maddelerin
değiştirilebilmesi için, üç garantör ülke de içinde, bütün tarafların onayı
gerekmektedir.
Son
olarak eleştirel yaklaşan bir birey olarak size Gazeddakıbrıs hakkındaki
düşüncenizi sorabilir miyiz?
İnternet sayfanızı yayımlamaya başladığınız ilk
günlerde, yakından izlemiş ve işbirliğine hazır olduğumu belirtmiştim. Pek faal
olmadığınız bir ara dönemden sonra, şimdi yeniden hareketlenmiş olmanızı, çok
seslilik ve farklı görüşler açısından bakıldığında, yararlı görmekteyim.
Haberden çok, makale ve söyleşi ağırlıklı bir yapınız var sanıyorum.
Çalışmalarınızda başarılar dilerim.
Çok
teşekkür ederiz.
(AKTÜEL, GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ, RÖPORTAJ EYLÜL 25, 2018) http://gazeddakibris.com/ahmet-cavit-an-roportaj-kibris-solu/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder