15 Haziran 2021 Salı

FEDERALİZM HAKKINDA BİLİM NE DİYOR?

İşçi sınıfı biliminin kurucuları olan Marks ve Engels, devrimci hareketin devlet yapısına ilişkin olarak, birçok defa görüşlerini ortaya koymuşlar ve proletarya ile onun bağlaşıklarının sınıf çıkarları açısından bunun değerlendirmesini yaparak, temel ilkeleri belirtmişlerdir. Marksizmin klasikleri, devlet yapısına ilişkin sorunlara soyut olarak bakmamışlar, özel tarihsel koşullardan ayrı bir değerlendirme yapmamışlardır. Marks ve Engels, federal devlet yapısında, diğer bütün devlet ve hukuk olguları gibi, somut tarihsel ve toplumsal olgular bağlamından asla ayırmamışlardır. Örneğin Lenin, “Devlet ve Devrim” adlı eserinde, Engel’in devlet şekilleri ve devlet yapısını asla önemsememezlikten gelmediğini vurgulayarak, aksine her ayrı durumun somut tarihsel özelliklerini saptadığını ve bundan hareketle uygun geçiş şeklini (federatiften üniter devlete geçiş gibi) belirtmek için Engels’in geçiş şekillerini irdelemeye özellikle dikkat gösterdiğini yazmaktadır.

Konumuzla ilgisi açısından Marks ve Engels’in somut tarihsel durumlar üzerine ne düşündüklerini aktarmak gereksiz olduğundan, biz sadece onlar tarafından geliştirilen temel ilkelere değinmeyi daha yararlı görüyoruz. Çünkü bu ilkeler, günümüz koşullarında federalizmin rolü ve fonksiyonuna ilişkin olarak ortaya konmuş bulunan Marksizm klasiklerinin görüşleri, hem tarihsel değerlendirme açısından yararlı, hem de konuya yaklaşma ve irdeleme biçiminde önemli noktalar olmaktadır. Onların araştırma yönteminde kullandıkları ölçütler, tarihsel ilişkilerden ayırıp, genelleştirmeler yapmaya uygun olan ve gelişme halindeki ülkelerde federalizmin rolü ve fonksiyonu gibi devlete ilişkin teorik ve politik güncel sorunların değerlendirilmesinde temel olacak değerlendirme sistemleri açısından gereklidir.

Bilimsel sosyalizmin kurucularından Lenin, tarihsel yasallık ile proletaryanın sınıf çıkarlarının birliği konusunu irdelerken, merkezi üniter devletlerin gerekliliğini ortaya koymuş, ama merkeziyetçiliği asla geniş yerel özyönetimin karşıtı olarak görmemiştir. O, federalizmi, yerel özyönetim için uygun bir şekil olarak değil de, ulusal bakımdan homojen olan bir devletle federalizmi, üniter burjuva demokrasisine kıyasla, demokrasinin gerçekten üstün bir şekli olarak görmüştür. Lenin, Engels’in “Sosyal Demokrasinin 1891 Program Taslağının Eleştirisi”ne atıfta bulunur ve Engels’in bu eserinde, ABD’deki federalizmin ülkenin doğusunda engel oluşturmasına rağmen, yüzölçümünün genişliğini esas alması yüzünden genel olarak gerekliliğini savunduğuna değinir. 

Marks ve Engels için üniter demokratik cumhuriyet, sosyalist devlet iktidarı için de uygun bir şekildir. Ama bu asla onların, federatif bir devlet yapısını genel olarak reddettikleri anlamına gelmez. Marks ve Engels, federatif bir yapının toplumsal ilerlemeyi ne zaman engelleyip, ne zaman teşvik edeceğini gösterecek hiçbir soyut ölçü koymamışlardı. Onlar bunu, her somut olayı etraflıca inceleyerek saptamışlardı. Federatif yapının haklılığını, başta ulusal açıdan görmekle beraber, diğer özel durumlarda da bunun gerekli olduğunu görüyorlardı. Böylesi ve diğer özel durumlara örnek olarak şunlar gösterilebilir: ABD’nin geniş yüzölçümüne bakarak, oradaki üretici güçlerin belirli bir durumda olmaları hali, konfederasyondan federasyona geçişte feodal artıkların ortadan kaldırılması içim İsviçre’de var olan güçlü merkezileşme. Engels ise “1891 Sosyal Demokrat Program taslağının Eleştirisi”nde (Marks’ın Gotha Programının Eleştirisi adlı kitabında) iki ada üzerinde 4 ulusun yaşadığı ve tek bir parlamentoya rağmen 3 farklı yasa sisteminin var olduğu İngiltere’de federasyonun ileri bir adım olacağını kabul etmektedir.

FEDERATİF YAPININ İLERİCİ FONKSİYONU

Marks ve Engels’in görüşüne göre federatif bir devlet yapısı, en başta ulusal sorunun çözümünde ilerici bir fonksiyona sahip olabilir. Ama onlar, ulusal sorunun çözümünde, federasyonlaşmayı, tek veya tayin edici araç olarak görmekten de çok uzaktırlar. Marks ve Engels, proletaryanın devrimci mücadelesinin çıkarları bulunan her yerde, baskı altında tutulan ulusun, baskı altında tutan ulustan devlet olarak ayrılmasını istiyorlardı. Lenin onların bu düşüncesini “Devlet ve Devrim” adlı eserinde şöyle özetlemiştir:

“Engels, tıpkı Marks gibi, proletarya ve proletarya devrimi açısından ve demokratik merkeziyetçilikten hareketle tek ve bölünmez bir cumhuriyeti savunuyordu. Engels, federal cumhuriyeti, monarşiden merkeziyetçi cumhuriyete geçişte ancak belli bazı özel ilişkiler içinde ileri bir adım olarak görüyordu ve ulusal sorun, bu özel ilişkiler içinde ön plana çıkanıydı.”

Lenin, yukarıdaki görüşü benimsemişti. Ama emperyalizm çağında ulusal sorunun değişmesi ve Rusya’da devrimin gelişmesi, onun, federatif devlet yapısına ait proleter devrimci hareketin tavrına ilişkin Marksist teoriyi geliştirmesine yol açtı. Lenin bu yeni teorik kavramı, demokratik ve proleter devriminde ulusal sorunun kendi içerisinde bütünsel bir teori ile bağdaştırdı. Lenin, 1917 yılına kadar, federatif bir yapının gelecekteki demokratik ve devrimci Rusya için uygun bir çözüm olmayacağı görüşündeydi. Ama bu onun federasyonu genel de reddettiği anlamına gelmiyordu. Lenin, 1912 ve 1913 yıllarında, Balkanlarda ulusal sorunun tutarlı ve demokratik bir biçimde çözümü için, kısıtlanmamış ve tam demokratik devletlerin federasyonundan meydana gelecek bir Balkan Federasyonu’nun oluşturulmasının gerekliliğini vurgulamaktaydı. Lenin bunu, Balkanlardaki ulusal baskı ve savaşlara karşı, Slav-Türk düşmanlığının yerini alacak, hem proleter, hem de burjuva alternatifi olarak görüyordu. Lenin, önkoşul olarak demokrasinin kurulmasını, köylülerin tam olarak özgürlüğe kavuşmalarını, tam ulusal eşitlik ile politik olarak kendi kaderini tayin etme hakkının mutlaka tanınmasını göstermişti. 1917’ye kadarki devrim öncesi dönemde ulusal sorunun çözümü, üniter bir devletle, demokratik merkeziyetçilik temelinde ve bir Sovyet Cumhuriyetinin oluşturulmasında gören Lenin’in tasarıları, burjuva-demokratik devrimin sosyalist devrime yol açması sürecinde şu ana unsurları kazanmıştır.

LENİN’İN GÖRÜŞLERİ

a) Rusya’nın eski yönetsel bölünmesini ortadan kaldırmak ve bunu, modern ekonomik yaşamın gerçekleri ile ulusal bileşimin gereklerine dayalı bir başkası ile değiştirmek (Bak: Ulusal Sorun Üzerine tezler) Bunun için ulusal moment abartılmamalıdır. Çünkü ulusal bileşim, gerçek ekonomik faktörlerin en önemlilerinden biridir, ama tek olanı da değildir. Örneğin karışık ulusal bileşime sahip şehirler, ekonomik çevrelerinden koparılamaz. Sınırların saptanması, yerel halkın kendi sorunudur. (Bkz. Ulusal Sorun Üzerine Eleştirisel Değinmeler) 

b) Geniş yerel özyönetim demokratik merkeziyetçilik, özel ekonomik ve yaşamsal koşullar ve nüfusun özel ulusal bileşimi vb ile özellik gösteren bölgeler için özerkliği olan bir yerel özyönetimi asla dışlamaz. Aksine hem bunu, hem de diğerini zorunlu olarak gerektirir.

Lenin’e göre özyönetim kurumları ve özerklik, genel, eşit ve gizli yapılan seçimlerle oluşturulmalı ve özerkliğin sınırları, merkezi parlamento tarafından onaylanmalı ve o bölgenin yerel nüfusu tarafından önerilmelidir. Lenin her türlü kişisel “ulusal-kültürel” özerkliğe karşı olup, bölgesel özerklikten yanadır. BU konuda “Ulusal Soruna İlişkin Tezler”inde şöyle der: “Özerklik, demokratik devletimizi kurmada bizim tasarımızdır.” Lenin, Roza Lüksemburg’a atıfta bulunarak, merkezi ve bölgesel yetkilere ilişkin görüşlerini geliştirir ve şunu vurgular: “Kapitalist toplum için önemli ve temel olan ekonomik ve politik sorunlar, asla her bölgenin özerk meclislerinin yetki alanına girmemeli, aksine merkezi devlet parlamentosu tarafından düzenlenmelidir.” Lenin, böylesi bir merkeziyetçiliğin özelliğini, bürokratik olmayan bir yapıya sahip olma, üretici güçlerin gelişmesini ve bütün devlet çapında burjuvazi ile proletaryanın oluşmasını kolaylaştırma olarak görmektedir.

Lenin, merkezi olarak tayin edilmesi gereken sorunlar olarak şunları sayar: Gümrük politikası, sanayi ve ticaret yasalarının çıkarılması, ulaşım ve haberleşme, vergi medeni hukuku, eğitimin genel ilkeleri (sadece laik okullara ilişkin yasa, okula gitme zorunluluğu, asgari eğitim planı, demokratik okul yönetmeliği), çalışma güvenliğine ilişkin yasaların çıkarılması, politik özgürlükler (koalisyon hakkı) vb.

Özerk bölge meclisleri de, bütün devlete ait olan yasalar temelinde, sırf yerel, bölgesel veya sırf ulusal önemi olan sorunlara bakmaktadır. Lenin ayrıca, Engels’in “devlet olma gereği atanan yerel ve eyaletsel makamların hepsinin de kaldırılması” ve bunların yerine seçimle işbaşına gelecek temsilcilerin getirilmesi talebinin altını çizmektedir. 

c) Lenin, partinin, bütün ulusal azınlıkların haklarını korumak için bir yasa çıkartılması isteğini geliştirerek, bu yasanın, ulusal ayrıcalıkların bütün türlerini yasaklamasını ve her alandaki (okul, dil, yönetim, adalet) azınlık haklarını korumasını sağlamış ve bizzat kendisi böyle bir yasa tasarısını hazırlamıştı. Lenin, bu yasada özerk veya kendi kendini yöneten birimlerin yetkilerinden, bütün devlet çapında düzenli aralıklarla, azınlık bölgelerinde de sık sık yapılacak nüfus sayımlarına kadar birçok ayrıntılı önlemi öngörmüştü.

d) Lenin, adı geçen hedef ve istemlerin elde edilmesi için, aynı zamanda tam bir demokrasi için verilecek mücadele ile birleştirilmesi gerektiğine işaret etmektedir. Mükemmel bir demokrasi, her ulusal ayrıcalık ve baskının ortadan kaldırılması için yegâne politik temeli oluşturur. Demokrasinin bütün devlet örgütünde ve yönetimde azami olarak gerçekleştiği var sayılan burjuva koşullar altında bile, görece geniş bir ulusal barış egemenliğini sürmektedir ve demokrasi için mücadelede proletarya, bütün ulusların ilerici demokrasileri ile işbirliği yapar.

KENDİ KADERİNİ TAYİN HAKKI İLE FEDERATİF İLKE BAĞLANTISI

Lenin tarafından geliştirilmiş olan yukarıdaki ilkelerin hepsine, onun tarafından savunulan “bütün ulusların kendi kaderini tayin hakkı” zemini üzerinde bakılmalıdır. Lenin’in burada, kendi kaderini tayin hakkının kayıtsız olarak tanınması ile bu hakkın şu veya bu somut şekilde gerçekleşmesi halinde kime yarayacağı arasında bir ayrım yaptığı bilinmemektedir ve Lenin, kendi kaderini tayin hakkını, sadece devrimci süreçte işçi sınıfının çıkarları açısından değerlendirmiştir. Kendi kaderini tayin hakkının federatif ilke ile olan bağlantısı ile ilgili olarak Lenin şu yargıya varır:

“Kendi kaderini tayin hakkının tanınması, federasyon ilkesinin tanınması ile eş anlamlı değildir. İnsan bu ilkenin kararlı bir muhalifi ve demokratik merkeziyetçilik taraftarı da olabilir, ama federasyonu mükemmel demokratik merkeziyetçiliğe giden tek yol olarak ulusal eşitsizliğe tercih edebilir. İşte bu görüşten hareketle merkeziyetçi Marks, İrlanda ile İngiltere arasındaki bir federasyonu bile, İrlanda’nın İngiltere tarafından zorla boyunduruk altında tutulmasına tercih eder.

Lenin buradan hareketle, özerkliğin, tam ayrılmanın bir ön basamağı ve aynı zamanda ulus olmanın bir aşaması olabileceğine dikkat çeker:

“İşte özerklik, var olan devletin sınırları içinde zorla tutulan ulusun, sonunda ulus olarak oluşması, kendi güçlerini toparlaması ve tanıması, örgütlemesi ve uygun bir zamanda bir açıklama ile Norveç ruhunda bir seçimi yapmasına yol açar. “Biz şu veya bu ulusun, şu veya bu bölgenin özerk parlamentosu olarak diyoruz ki, Rusların Kralı, artık Polonya’nın Kralı değildir ve daha diğer benzerleri gibi.”

Lenin’e göre bu, gerektiğinde demokrasi ve sosyalizm için yararlı olacaksa, hatta kural olarak söylemek gerekirse, devrim ve savaşla karar verilebilecek bir sorundur.   

*

LENİN GÖRÜŞÜNÜ GELİŞTİRİYOR

Lenin, Rusya’da Haziran ve Kasım 1917 arasında devrimin akışı içinde – tarihsel süreç ve yeni deneyimlerin etkisiyle- federatif yapının yeni proleter devlet iktidarı için yararlarına ilişkin görüşlerini değiştirmiştir: “Programda yazdığımız, kendi kaderini tayin hakkına ilişkin genel olarak yazdıklarımızın o dönemden sonra bugün gerçekleşmiş olması ile ortaya çıkan durumun tanınmasıdır. O zaman henüz hiçbir proleter cumhuriyeti yoktu. Bu cumhuriyetler oluştukça ve oluşturdukları ölçü içinde, biz buraya yazdığımız şeyleri yazabiliyorduk: Sovyet tipine göre örgütlenmiş devletlerin federatif birleşmesi.” Ortaya çıkan görüş değişikliğiyle ilgili olarak Stalin de, Lenin’in “Federalizme karşı” başlıklı makalesine atıfta bulunmaktadır.

Lenin, devrim öncesi dönemde hazırlayıp ortaya koyduğu ulusal sorunun çözümünü ve onun (tek bir devlet çerçevesindeki) devlet şekillerine ilişkin temel ilkeleri reddetmeden, sosyalist milliyetler devletinin federatif yapısına ilişkin teorisini geliştirmiştir: Bu teori, yukarıda anılmış olan noktalara ek olarak, şu ana tezleri içermektedir:

LENİN’İN YENİ TEZLERİ

a)Yeni federal devlet, emperyalist devletlerden daha üstündür. Çünkü tamamen yeni bir sosyal ve politik temeli vardır. Bu devlet serbestçe bir araya gelen özgür ulusların işçi ve köylülerinin iktidarıdır ve federatif Sovyet cumhuriyeti, burjuva parlamentarizminden çok üstün olan demokrasinin daha yüksek ve daha ilerici bir şeklidir.

b) Federatif Sovyet cumhuriyeti, yeni devlet tipi ile yeni devlet şeklinin bir birliğidir. Devletin bu yeni tipi ile gelen bu yeni karakter, onun federatif yapısı ve federatif özellikleriyle ortaya çıkmıştır. Lenin, Sovyet iktidarının yeni içeriğini oluşturan 10 özellik arasında şunları sayar: Emekçi kitlelerin birleşimi, parlamentarizmin yürütme ve yasama etkinliklerinin ayrılmasının ortadan kalkması (yani devlet mekanizması ile halk kitlelerinin sıkı ilişkisi, daha mükemmelleştirilmiş bir demokrasi)

Lenin’e göre, devlet gelişiminin ortaya koyduğu yeni görevler, kendilerini serbestçe ulusal nifaktan ayırmayı öğrenen emekçilerin bilinçli ve daha sıkı bir birliğine geçişte ulusların federasyonunu zorunlu kılar.

c)Lenin federasyonu, “”çeşitli uluslardan emekçilerin tam bir birliğine giden geçiş şekli olarak kabul eder ve federasyonu, “Rusya’daki çeşitli milliyetlerin kalıcı bir birliğinden, birleşik, demokratik ve merkezi bir Sovyet devletine götüren en emin adım olarak görür.

Lenin ayrıca, özgürlüğüne kavuşmuş sömürgelerin, federasyonu, “özgürce kaynaşmaya geçiş” şekli olarak seçecekleri olasılığını da dışlamaz.

Lenin, Komintern’den, Sovyet düzeni temelinde ortaya çıkan yeni federasyonun geliştirilmesini, incelenmesini ve pratikte kanıtlanmasını istemiş ve federatif birliklerin yoğunlaştırılmasını savunmuştu. Ona göre amaç, emperyalizme karşı güçlü olmak, ekonomiyi daha hızlı bir şekilde yeniden düzenlemek ve kapitalizmde şimdiden beliren ve sosyalizmde tamamlanacak olan ulusal sınırlar ötesindeki ekonomiyi aynılaştırıp, birleştirme eğilimine uygun düşürmekti.

d) Lenin, federasyon ve özerkliğin demokratik merkeziyetçiliğe asla ters düşmediği ilkesini güçlendirmiştir. Ekonomik açıdan “makul sınırlar” içinde tutulan, “önemli ulusal farklılıklar” üzerine kurulmuş olan ve belli devlet sınırlamasını gerekli kılan bir federasyon, demokratik merkeziyetçiliğe uygun düşmektedir. Bir başka deyişle bu, devlet yapısının Sovyet tipinde örgütlenmesi koşulları altında “gerçek bir demokratik merkeziyetçiliğe” giden bir adımdır. Demokratik merkeziyetçilik, devletsel, toplumsal ce ekonomik yaşamın çok yönlü şekillerinin oluşmasında, devletin çeşitli bölge ve yerel kesimlerinde tam bir özgürlüğe yol açar. Sadece, yerel özelliklerin göz önünde bulundurulmasına ve hiçbir engel olmadan gelişmesini değil, ayrıca ortak hedefe doğru yerel girişimlerin de gelişmesini sağlar.

Lenin, Marks ve Engels’in devlet yapısına ilişkin önerilerini iki yönde yeniden geliştirmiştir: İşçi hareketinin, burjuva devletlerinin yapısına ilişkin tavrı konusunda teorik kavramlar getirmiş ve bunu, ulusal sorun üzerindeki Marksist-Leninist Parti’nin politikasına bağlamıştır. Ulusal sorunun çözümü için, nüfusun karmaşık ve çok uluslu yapıda olduğu bir ülkede, sosyalizmin inşasında federatif devlet yapısının kullanışlılığına ilişkin teorik düşünce şeklini geliştirmiştir. Lenin’in bu kavramı, bu düşünce şekli, onun yeni sosyalist devletin özellikleri, işlevleri ve şekilleri hakkındaki genel teorisinin bir parçasıdır.

Lenin, kendisi ve parti liderliği tarafından önerilen temel ilkelerin pratikte uygulanmasını sağlamıştır. Böylece, bugün devlet yapısına ilişkin sorunların araştırılmasında başvurulabilecek, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist devletlerin kurulmasıyla çok yönlü olarak gelişen 50 yılı aşkın pratik ve teorik deneyim ortaya çıkmıştır.

(Yukarıdaki çalışma, Klaus Hutschenreuter’in “Federatif devlet kuruluşunun Nijerya’daki oluşumu, toplumsal gelişme sürecindeki rolü ve fonksiyonu” konulu tezinden özetlenerek, Ertan Yüksel tarafından Türkçeleştirilmiştir. Ara başlıklar sonradan eklenmiştir.)    

(Özgürlük dergisi, Ağustos-Eylül 1988, Sayı:29 ve Ekim-Kasım 1988, Sayı: 30)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder