Kıbrıs doğumlu Türkiyeli diplomat Alaeddin Gülen, 1998 yılında yayımladığı "Bellekte Kalanlar" adlı anı kitabında, 1959'da imzalanan Zürih ve Londra Anlaşmaları ile ilgili olarak şöyle yazar:
“(Fatin Rüştü) Zorlu, kuvvetli şahsiyeti ve üstün müzakere kabiliyetiyle dolayısıyla, müzakere masasında daima kendi görüşümüzü kabul ettirirdi. Bunun en güzel örneği, Zürih ve Londra anlaşmalarıdır. Bu anlaşmalar tamamen Zorlu'nun eseri ve zaferidir. Averof'la kapandıkları bir odada bütün isteklerini adeta birer birer Averof'a dikte ettirmiştir. Kıbrıs'ta %20 nisbetindeki Türk azınlığını, %80 nisbetindeki Rum çoğunluğuna eşit hale getirmek normal sayılacak bir olgu değildi ve her babayiğidin başaracağı bir iş değildi.”
1999 yılı sonunda kaleme aldığım ve “1999 yılı içinde basına yansıyan Kıbrıs sorununun çözüm planları” başlıklı yazımda bu alıntıya yer vermiş ve makaleyi de şu cümle ile bitirmiştim: “Kıbrıs'ta yaşayan Türkler ve Rumlar hâlâ daha bu olgunun tutsaklığını yaşamaktadır.” (Bu makaleye şuradan ulaşılabilir: https://can-kibrisim.blogspot.com/2015/05/1999-yili-icinde-basina-yansiyan-kibris.html )
***
Kıbrıslı Rumların EOKA örgütü eliyle, 1 Nisan 1955’de adadaki İngiliz sömürge yönetimine son vermek ve adayı “anavatan” olarak gördükleri Yunanistan’a bağlamak (enosis) için tedhiş hareketlerine başlamışlardı. Bunun üzerine İngiltere, emperyalizmin bilinen “böl ve yönet” politikasını kullanarak, adadaki iki ana toplumdan sayıca daha az olan Kıbrıs Türk toplumunu kullanarak, onların da Rum toplumunun talep ettiği “kendi kaderini tayin” ilkesini, “adanın ikiye taksimi” için talep etmeleri doğrultusunda teşvik etmişti.
İngiltere, 29 Ağustos 1955’de Londra’da düzenlediği bir konferansta, 1923’deki Lozan Antlaşması’ndan sonra ada ile ilişkisini kesmiş olan Türkiye’yi Kıbrıs meselesine taraf yapmayı başardı. TC derin devletinin 6/7 Eylül 1955’de İstanbul’daki Rum toplumuna karşı düzenlediği tedhiş eylemleri, Rum karşıtı ve Türk milliyetçisi duyguların kabarmasına yol açtı. Nitekim bu sırada Seferberlik Tetkik Kurulu'nda görevli olan Sabri Yirmibeşoğlu, 1991’de gazeteci Fatih Güllapoğlu'na verdiği röportajda “6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi” diyecekti.
15 Şubat 1956 tarihli Hürsöz gazetesi, Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu’nun şu açıklamasına yer vermişti: “İngiltere, Kıbrıs Türklerine eşit haklar verileceğini Türkiye’ye bildirdi.” Aynı gazetedeki baş makalede de şöyle denmekteydi: “Kıbrıs’taki Türk azınlığına eşit haklar tanınacak ve Kıbrıs Türkleri seçilip hükümette eşit şekilde temsil edilerek, veto hakkına sahip olacaktır.”
İngiliz Sömürge Yönetimi, 16 Nisan 1956’da Kıbrıs Evkaf Dairesi’nin yönetimi, Kıbrıs Türk liderliğine devretti.
23 Nisan 1956 gecesi Lefkoşa’nın Türk kesimindeki Ardath Tütün Fabrikası’nın (Türk) bekçisinin öldürülmesi üzerine, 24 Nisan’da, Türk gençleri, Lefkoşa’daki Ay Luka ve Ay Kasyano mahallelerindeki Rum evlerine ve Belediye Pazarı’ndaki Rum dükkanlarına hasar verdiler, yağmalar yapıp, yangınlar çıkardılar. Kıbrıs Türk liderliğine yakın basın organları, bu olayları sol eğilimli Kıbrıslı Türklerin yaptığını yazarak, onları hedef gösterdi.
Bu tedhiş olayları üzerine 26 Nisan 1956 günü öğleden sonra Lefkoşa’da sokağa çıkma yasağı ilan edilerek, şehir ilk defa olarak, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrıldı.
12 Kasım 1956’da Kıbrıs Maarif Dairesi, Türk ve Rum müdürlüklerine ayrıldı. (Eylül 1958’de her iki toplum liderliğine devredilecekti.) 4 Aralık 1956 tarihli Halkın Sesi gazetesi, Türk memurların ayrı bir cemiyet kuracaklarını haber verirken, 11 Aralık 1956’da da Kıbrıs Türk Hekimler Birliği’nin kurulduğunu duyurdu.
Türkiye hükümetinin Kıbrıs politikasını belirlemesi için görevlendirilen Devletler Hukuku ve Anayasa Hukuku uzmanı olan Prof. Nihat Erim, 24 Kasım 1956 tarihli ilk raporunda şöyle demekteydi:
“Taksim fikri Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Amerika hükümetleri arasında gizli, resmi veya yarı resmi bazı görüşmelerde ele alınmıştır... Taksim önerisinin kabul edilmesi ihtimali göz önünde tutularak, Türkiye bakımından Kıbrıs’ın ne biçimde bölünmesinin daha elverişli olacağı askerlik, ekonomi ve adadaki Türk nüfusunun menfaatleri göz önünde tutularak, şimdiden yetkili uzmanlara tespit ettirilmelidir.”
Türkiye, İngiltere’nin adanın taksim edilmesi fikrini resmi politika olarak benimsediğini 20 Aralık 1956’da açıkladı. Kıbrıs Türk liderliği de bu politikayı, sömürge hükümeti ile işbirliği yaptığından zaten benimsemişti.
1957 yılı Ocak ayında Kıbrıs’a bir ziyaret yapan Prof. Nihat Erim’e AKEL’in Türk Kolu tarafından kendisine verilen bir mektupta, “Adayı taksim etme fikrinin Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olmayacağı gibi, Kıbrıs’ta yaşamakta olan Türk ve Rum toplumlarının ayrı bölgelerde yaşamadıklarından ortaya bir yer değiştirme sorununa yol açacağı” uyarısında bulunuluyordu.
ABD Başkanı Eisenhower ile İngiltere Başbakanı Macmillan, Mart 1957’de Bermuda adasında yaptıkları toplantıda, Kıbrıs’taki askeri üslerin kendileri için yeterli olduğunu ve Kıbrıslı Rum ile Türk toplumlarının geriye kalan ada toprakları kendi aralarında bölüşebilecekleri kararını aldı.
Arkasına İngiltere ve Türkiye hükümetlerinin desteğini almış olan Kıbrıs Türk liderliği, artık taksimin ilk adımını atabilirdi. Ortak belediyelerdeki Kıbrıslı Türk üyeler, 3 Haziran 1957’de istifa ettiler. Lefkoşa Türk Belediyesi, 16 Haziran 1958’de kurulduktan sonra, bunu diğer beş kazada kurulan ayrı Türk belediyeleri izledi.
25 Temmuz 1957 tarihli Halkın Sesi gazetesinin manşeti şöyle idi: “Dr. Küçük’ün basın toplantısı: Taksim fikri reddedilirse, adanın bütününü isteyeceğiz. Taksim, 35. arz dairesi (enlem) boyunca olacak.”
29 Kasım 1957’de ilk bildirisini yayımlayan “Türk Mukavemet Teşkilatı” (TMT), Kıbrıslı Rumlara karşı tedhiş eylemleri düzenleyen “Volkan” adlı yeraltı örgütünün yerine geçti. Artık “Ya taksim, ya ölüm” sloganı, Kıbrıs Türk liderliği tarafından topluma zorla benimsetilmeye başlanmıştı. Milliyetçi EOKA örgütü de boş durmuyordu. Kıbrıs Türk liderliği, EOKA saldırılarının Kıbrıs Türk köylerine yönelmesi karşısında, bazı Türk köylerinin, Dr. Küçük’ün 1957’de taksim çizgisi olarak önerdiği 35. enlemin kuzey kısmına yerleştirilmelerini öngören bir plan hazırladı. Bu göç planı, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderildi.
14 Ocak 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, Türkiye’nin Kıbrıs politikasını oluşturan Prof. Nihat Erim’in Ankara’da yaptığı bir konuşmada şöyle dediğini duyurdu: “Kıbrıs’ta 120 bin nüfuslu bir Türk devleti kurulabilir.”
Adanın ikiye bölünmesine karşı çıkan Kıbrıslı Türk ilericiler, 1 Mayıs 1958’de Kıbrıslı Rumlarla birlikte yaptıkları gösteri sonrasında, TMT’nin tehdit, yaralama ve hatta öldürme eylemlerine maruz kalırken, Kıbrıslı Rum ilericiler de Ocak 1958’den başlayarak EOKA’nın sindirme eylemleri ile katlediliyordu.
Kıbrıs Türk liderliği, toplumlararası düşmanlığı körüklemek için İstanbul’daki 6/7 Eylül 1955 olaylarının bir benzerini, 6/7 Haziran 1958’de Lefkoşa’da düzenledi. Lefkoşa’daki Türkiye Konsolosluğu’nun Haber Merkezi Bürosu’na TMT tarafından konan bombanın patlaması üzerine, Kıbrıslı Türkler, Lefkoşa’nın Rum kesimine karşı saldırıya geçtiler. Bu eylemlerinin ardından, 5 Temmuz 1958’de adanın başkenti yeniden ikiye bölündü. (Aynı bölücü hat, 21 Aralık 1963 olaylarından sonra “Yeşil Hat” olarak anılacak, 1974 olaylarından sonra da bütün adayı ikiye bölen taksim çizgisini oluşturacaktır.) Bu kışkırtma eylemi ardından gelişen olaylarda, 56’sı Rum ve 53’ü Türk olmak üzere 109 Kıbrıslı öldü, 79’u da yaralandı.
Taksim tezinin Türkiye kamuoyuna benimsetilmesi için Menderes hükümeti tarafından 8 Haziran ile 13 Temmuz 1958 tarihleri arasında Türkiye’nin çeşitli kentlerinde 43 miting ve 10 kapalı salon toplantısı düzenlendi. Bu toplantılarda 790 kadar konuşmacı, toplam 108 saat süren konuşmalar yaptı ve gösterilere 2,690,000 kişi katıldı. Artık Kıbrıs, Türkiye’de bir “milli dava” haline getirilmişti.
İngiltere Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd’un 1958 yılı Haziran ayında Avam kamarasında verdiği bilgiye göre, adadaki seferi yedek (mobile reserve) polis kadrosunda hiçbir Kıbrıslı Rum yokken, Kıbrıslı Türklerin sayısı 256 kişi idi. Yardımcı (auxiliary) polis olarak görev yapan 56 Kıbrıslı Ruma karşılık, 1,281 Kıbrıslı Türk görevliydi. Dönemin İngiliz Valisinin müsteşarı olan John Reddaway, 1958 yılına ait yardımcı polislerin sayısını, 70 Kıbrıslı Rum ve 1,700 Kıbrıslı Türk olarak vermektedir. Seferi yedek polis gücünde hiçbir Kıbrıslı Rumun bulunmadığını, ama 542 Kıbrıslı Türkün bu görevi yaptığını belirtmektedir. Ayrıca düzenli (regular) polis gücünde bulunan yaklaşık 5,000 kişinin, yarı yarıya Kıbrıslı Rum ve Türklerden oluştuğunu eklemektedir.
İngiltere’nın adadaki sömürge yönetimine son vermesi için tedhiş eylemlerini yürüten Kıbrıslı Rumlara karşı, Kıbrıslı Türklerden oluşan polis gücünün kullanılmış olması, çoğunluk halk ile sömürge yönetimi arasındaki mücadelenin, adanın Yunanistan’a bağlanmasını (enosis) isteyen Kıbrıslı Rumlar ile adanın Yunanistan ile Türkiye arasında taksim edilmesini isteyen Kıbrıslı Türkler arasındaki mücadeleye dönüşmesini sağlamıştır.
1 Nisan 1955 ile 30 Mart 1959 tarihleri arasında gerek EOKA, gerekse TMT yeraltı örgütlerinin tedhiş eylemleri sonucu şöyle özetlenebilir:
-
Toplamda 506 kişi öldü, 1260 kişi yaralandı.
-
Ölenlerden 142 kişi İngiliz idi (104 asker, 26 sivil, 12
polis).
- 84 Kıbrıslı Türk öldü (22 polis, 62 sivil – bunlardan 55
kişisi toplumlararası çatışmalarda öldü).
- 278 Kıbrıslı Rum öldü (15 polis, 236 sivil – bunlardan 60
kişisi toplumlararası çatışmalarda öldü)
Bu rakamlardan da
görüleceği gibi, toplumlararası çatışmalarda ölenlerin sayısını dışta tutarsak,
kendi toplumları içinde öldürülen Kıbrıslı Türklerin sayısı 7 iken, Kıbrıslı
Rumların sayısı 176 kişidir. (Kessing’s Contemporary Archives, 1959, 8, p.16833’den
aktaran A.An, Kıbrıs’ta Fırtınalı Yıllar (1942-1962, Lefkoşa 2018, s.162)
1960’da sınırlı bir bağımsızlıkla kurulan ve üç NATO ülkesi olan İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın “bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü garanti ettiği” Kıbrıs Cumhuriyeti devletinde, ada nüfusunun %20’sini oluşturan Türk azınlığının, nüfusun %80’ini oluşturan Rum çoğunluk ile siyasal eşit hale getirilmesi ve kamu hizmetinde %30, orduda %40 oranında katılım sağlanması, böylesi bir süreç sonunda elde edilmişti. Kıbrıs Türk liderliğinin, arkasında emperyalizmin desteği olmadan Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’tan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı haline gelmek, gerçekten dünyadaki herhangi bir başka azınlık toplumun başarabileceği bir iş değildi!
(Sol
Gazete, Mayıs 2021, Sayı:3)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder