24 Aralık 2014 Çarşamba

KUZEY KIBRIS’TA BUNALIM DERİNLEŞİYOR

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü ortadan kaldırmak amacıyla, emperyalizm ve onun saldırgan örgütü NATO tarafından düzenlenen faşist darbe ve onu izleyen Türk işgalinin üzerinden beş yıl geçti. 20 yılı aşkın bir süredir, uluslararası gericilik tarafından sürekli kanatılan bir yara olan Kıbrıs sorunu, Kıbrıslı Türklerin Türk Ordusunun denetimi altında bulunan bölgede kendi ayrı yönetimlerini oluşturmalarına rağmen, çözümlenemedi. Aksine, kuvvet yolu ile yaratılan bu durum, Kıbrıslı Türkler için ekonomik, sosyal ve politik birçok sorunu beraberinde getirdi.
Türkiye’nin mali ve askeri yardımları ile ayakta tutulmaya çalışılan Denktaş’ın sözümona federe devletçiği, geniş halk yığınlarının barışçı özlemlerini dile getiren bir politika gütmek yerine, ayrılıkçı ve uzlaşmaz tutumunu sürdürdü. Ada ekonomisinin bütünlüğünden kopartılıp, Türkiye’ye bağlanan Kuzey Kıbrıs ekonomisi, geçen beş yıl içinde bunalımdan bunalıma sürüklenip durdu. Türk lirasının Kuzey Kıbrıs’ta geçerli para birimi olarak kabul edilmesinden sonra, Türkiye ekonomisinin bütün hastalıkları, adanın işgal altındaki bölgesine taşındı. Enflasyon, karaborsa, kaçakçılık, işsizlik ve sosyal huzursuzluk büyük boyutlara ulaştı.

Beş yılda %300 artan hayat pahalığı, özellikle çok düşük işçi ücretleri ve maaşlar karşılığı çalışmak durumunda bulunan emekçi halkı etkilemektedir. 1974 yılında TC yardımları ile denk kapatılan yönetim bütçesi, 1975’de 156 milyon TL açık vermiştir. 1977’de 376 milyon TTL olan bütçe açığının bu yılın sonuna kadar 1.8 milyara ulaşacağı tahmin edilmektedir. 1964 yılında 45 milyon TL tutan TC yardımının, bugün 1 milyar TL’nı aşmış olması, kukla KTFD’nin Türkiye’ye bağımlılığını en açık bir biçimde göstermektedir.
Türkiye’deki KİT’leri örnek alarak kurulan 10’a yakın devlet kuruluşu, ekonomik kaynakların %70’e yakın bir kısmını denetlemesine rağmen, yarım milyar TL’na yaklaşan bir borç içinde bulunmaktadır. KTFD’nin çeşitli yerel banka ve kuruluşlara olan borç toplamı ise geçen yılın sonunda 600 milyon TL olarak açıklanmıştı. 1975 yılında 299 milyon TL olan ticaret açığı, 1978’de 1.279 milyon TL’na fırlamıştır. 1977 yılında bu açığın 612 milyon TL’sı İngiltere dahil AET ülkeleri ile, 435 milyon TL’sı da Türkiye ile idi. Aynı yıl yapılan toplam ithalatın %41’i bedelsiz ithalat yolu ile gerçekleştirilmiştir.

Bu yılın başlarında, bedelsiz ithalatın sınırlandırılmasından sonra, Türkiye dışında tüm yabancı ülkeler ve Kıbrıslı Rumlarla yapılan ticarette büyük kısıtlamalar getirilmiştir. Denktaş yönetiminin Kıbrıslı Türkleri tamamıyla Türkiye ekonomisine bağlamaya yönelik bu kararları, yerli ticaret burjuvazisi arasında büyük tepkiler doğurmuştur. Bu yılın Haziran ayında tapılan Kıbrıs Türk Ticaret Odası Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan Oda Başkanı Ramiz Manyera, TC ile yapılan ticaret protokollarının Kıbrıslı Türklerin aleyhine işlediğini belirterek, gerekli önlemlerin alınmaması halinde, 1980 yılına çok daha kötü bir durumda girileceğini söylemiştir.

Geçtiğimiz beş yıl içinde, ekonomik bütünleşme yanında, politik ve sosyal bütünleşmeye yönelik çalışmalar da yer almıştır. Resmi belgelere göre, 1974’deki işgal sonrası ile 1977 yılı Mart ayı arasında, Türkiye’den Kıbrıs’a gönderilen göçmen sayısı 23 bin 603’tür. Kuzey Kıbrıs’ın demografik yapısını değiştirmek amacıyla Lefkoşa’daki TC Büyükelçiliği’nin denetiminde, savaş sırasında Rumların terk ettiği köylere yerleştirilen Türkiyeli göçmen sayısının, bugün 30-40 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Özellikle sınır bölgelerine yerleştirilenler arasında faşist MHP yanlılarının çoğunlukta olması dikkat çekicidir. Bu unsurlar, Kıbrıs’taki Türk faşist örgütlerinde aktif olarak çalışmakta ve Denktaş yönetimi tarafından desteklenmektedirler.
Türkiye’de ilerici kişilere karşı düzenlenen faşist cinayetlere adı karışmış bazı katillerin Kuzey Kıbrıs’ta saklanmakta oldukları, ya da Lefkoşa’daki TC Büyükelçiliğinden aldıkları pasaportlarla Federal Almanya’ya kaçtıklarına ilişkin haberler, İngiliz Sunday Times gazetesinde yer almıştır. Öte yandan Türkiyeli göçmenlerin yerleştikleri bölgelerde, suç oranındaki artış dikkat çekmiştir. Örneğin Mağusa bölgesinde işlenen suç sayısı, 1974 yılında 322 iken, 1976’da 1,190’a yükselmiştir!

Kıbrıs Türk toplumunun çok partili siyasal yaşama geçişi ile gelişen demokratik muhalefet, iktidardaki Ulusal Birlik Partisi karşısında dört politik parti, işçi sendikaları ve çeşitli meslek örgütlerinde örgütlenmiş bulunmaktadır. 40 kişilik mecliste 22 sandalye ile çoğunluğu elinde tutan, işbirlikçi burjuvazinin partisi UBP, parti programında yer alan “anavatan Türkiye ile bütünleşme” politikası doğrultusunda, toplumlararası görüşmeleri yokuşa sürerken, muhalefet güçleri toplumlararası yumuşama ve barışı desteklemekte, Denktaş’ın “bağımsız bir Kıbrıs Türk devleti ilanı” planlarına karşı çıkmaktadır. TC ile ekonomik bütünleşmeye karşı olan yerli burjuvazinin bir bölümü, her ne kadar Kıbrıs Rum tarafının Nisan 1977’de sunduğu önerileri açıkça benimsememekle beraber, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız, egemen ve iki bölgeli bir federal devlet olarak devamından yana görünmektedir.
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Kipriyanu ile Kıbrıs Türk toplum lideri Denktaş arasında 19 Mayıs 1979’da varılan 10 İlke Anlaşması ardından yeniden başlatılan toplumlararası barış görüşmeleri, dördüncü gününde çıkmaza girmiştir. Şimdi bütün dikkatler, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun son toplantısında kabul edilen Kıbrıs sorunu ile ilgili yeni karara çevrilmiştir. Dünya demokratik ve barışsever güçleri, Kıbrıs sorununun demokratik ve barışçı bir çözüme ulaşması için, gerekli yol ve yöntemlerin bulunması için, Birleşmiş Milletler’in Kıbrıs’la ilgili kararlarının derhal uygulanmasını istemektedir.

(Bu yazı, “Ertan Oktay adlı Kıbrıslı Türk gazetecinin mektubu, 20 Kasım 1979, Lefkoşa” başlığı altında İstanbul’daki sosyalist Gerçek gazetesinin 10 Aralık 1979 tarihli nüshasında (Sayı:149) ve ayrıca Lefkoşa’nın Rum kesimindeki Enformasyon Dairesi tarafından yayımlanan “Kıbrıs Bülteni”nin 17 Ocak 1980 tarihli (Sayı:37) nüshasında yayımlanmıştır.)  

ARALIK 1963 OLAYLARININ 35. YILDÖNÜMÜ


 
            21 Aralık 1963 günü Lefkoşa'da iki Türkün öldürülmesi ile yeniden alevlenen 1950'lerin Kıbrıs sorunu, bu yıl 35. yılına girdi. Kıbrıslı Rumların adayı İngiliz sömürge yönetiminden kurtarıp, "anavatan" diye benimsedikleri Yunanistan'a bağlamak, yani enosis'i gerçekleştirmek için başlattıkları EOKA mücadelesi, 1958 yılı içinde İngiliz sömürgeciler ile Kıbrıs Türk liderliğinin işbirliği ve EOKA'cı faşistlerin katkısı sonucu, toplumlararası çatışmaya dönüştürülmüş ve adanın Yunanistan'a bağlanması yerine, Türkiye ile Yunanistan arasında taksim edilmesi gündeme getirilmişti.

1960'da adaya sınırlı da olsa bağımsızlık veren Zürih ve Londra Andlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinde iktidar, %70 Rum, %30 da Türk elinde olmak üzere ikiye bölüştürülmüştü.

Ne yazık ki, enosisçilerle taksimcilerin gerek Rum, gerekse Türk tarafında yönetimi ellerinde bulundurmaları sonucu, toplumların işbirliğini önleyen bu ayrılıkçı ideolojiler, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin barış içinde gelişmesine engel oldular.

Kıbrıs Rum kesimindeki enosisçilerin faaliyetleri hakkında Kıbrıs Türk liderliğince bolca bilgi yayımlanıp, yeterince deşifre edilmiş olmalarına karşın, Kıbrıs Türk kesimindeki taksimciler hakkında genç nesillere hiçbir bilgi aktarılmamış olması düşündürücüdür.

Suçu hep karşı tarafa atarak, kendilerini zemzem suyunda yıkanmış olarak göstermek isteyenlerle ilgili işte bir gazete haberi. Kıbrıs Türk liderliğinin yayın organı olan Halkın Sesi gazetesinden aktarıyoruz:

"Rumlar istese de, istemese de, Kıbrıs bir gün taksim edilecektir...İşte o zaman kimin gerçekten rüya gördüğünü anlayacaklardır." (11 Ekim 1963)

Rauf Denktaş'ın 19 Mart 1960 günkü konuşması da şöyleydi:

            "Bu devlet nasıl olsa yürümeyecek, buna göre davranalım." (Nihat Erim, Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, İstanbul 1975, s.140)

Kurulan yeni devletin bağımsızlığına sahip çıkmak yerine, onu basamak olarak kullanmak isteyen enosisçilerle taksimciler, 21 Aralık 1963'deki olayı bahane göstererek, toplumlararası çatışmayı başlattılar. Bunun üzerine Kıbrıs Türk liderliğinin merkezi hükümetten ayrılma kararı alması ve ayrı bir Kıbrıs Türk devleti kurmak üzere hazırlamış olduğu kendi planını uygulamaya koyması sonucu, Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, enosisçi Kıbrıslı Rumların eline terkedilmiş oldu.

            Zamanın Kıbrıs Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş, 28 Aralık 1963 günü verdiği bir demeçte, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin öldüğünü ilan ederken, Cumhuriyetin Türk Başkan Yardımcısı Dr.Fazıl Küçük de, her iki toplumun artık bir arada yaşayamayacağını duyuruyordu.

Dr.Küçük 5 Ocak 1964'de ise anayasada yasaklanmış bulunan, adanın taksim edilmesi fikrinden yana olduğunu ve Kıbrıslı Türk bakanlarla hükümet memurlarının işlerine dönmeyeceklerini ve Makarios yönetimi için artık çalışmayacaklarını açıklıyordu. (Ayrıca Bak. Rauf R.Denktaş, Arşiv Belgeleri ve Notlarla İlk Altı Ay (1963-1964), Lefkoşa 1992, s.42-45)

10 Ocak 1964 tarihli Fransız "Le Monde" gazetesine bir demeç veren Dr.Küçük, Kıbrıs'ın taksim edilmesi için 35. enlemin "ideal bir çizgi" olarak alınabileceğini söyleyerek, Kıbrıslı Türklerin ayrı bir devlet kurmak istediklerini dünyaya duyurmuştu. Nitekim kendisi de makam arabasından Cumhurbaşkanı Yardımcısı forsunu söktü, Türk polisleri, apoletlerinden Kıbrıs Cumhuriyeti amblemini çıkardı, ayrı posta idaresi kurulduğu açıklandı.

Dr.Küçük "Le Monde" gazetesine, kurulacak yeni Kıbrıs Türk devletinin bağımsız mı kalacağı, yoksa Türkiye'ye mi bağlanacağı konusunda karar alınacağını belirterek, Londra Konferansı'ndan sonra "özerklik bölgemizi genişleteceğiz" şeklinde konuşmuştu.

2 Ocak 1964 tarihli Bozkurt gazetesi ise şöyle yazıyordu:

"En iyi çözüm şekli, taksimdir. Alınacak önlemlerden biri, Kıbrıs'taki Türk ordusunun güçlendirilmesi olmalıdır." (Bu konudaki Türk görüşleriyle ilgili olarak ayrıca BM'nin Plaza Raporu'na bakılabilir.)

Kıbrıs Rum liderliğinin, enosis hedefinin gerçekleştirilmesinin olası olmadığını anlayarak, Kıbrıs'ın bağımsızlığını sürdürme politikasını benimsemesi ardından başlatılan, barikatların kaldırılması ve Kıbrıslı Türklere ada çapında serbestçe dolaşım hakkının sağlanmasından sonra, toplumlararası ilişkilerde bir yumuşama olmuş ve 1968'de başlatılan anayasa görüşmeleri üniter devlet temelinde yürütülerek, Haziran 1974'de son anlaşma aşamasına ulaşmıştı.

Atina'daki faşist Yunan Cuntası'nın Kıbrıs'taki askerlerini ve yerli faşistleri kullanarak, 15 Temmuz 1974'de Makarios'a karşı bir darbe düzenlemesi üzerine, 20 Temmuz günü adaya askeri müdahalede bulunan Türkiye, yaptığı ikinci harekatla, Kıbrıslı Türklerin adanın %36'lık kuzey kısmında toplanmalarını sağlamıştı. O zamandan günümüze, bu kez federal bir yapı temelinde sürdürülmekte olan toplumlararası görüşmeler, yine belli bir aşamaya kadar getirilmiş bulunmaktadır.

Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı bir politika gütmeyip, yapıcı davranması ve Kıbrıs Rum liderliğinin de benzer bir tavırla güven duygusunu yaratması halinde, ada üzerinde barış ve işbirliği ortamı yeniden yaratılabilecektir.

Oyun bozanlık yapanları, ciddi devlet adamlığı yapmaya çağırmak gerekmektedir. Her iki halkın bunca yıldır güvensizlik içinde yaşamasına artık bir son vermelidir.

Enosisçilik terkedildiğine göre, taksimcilik de bir an önce terkedilmeli, bağımsız ve federal bir Kıbrıs için işbirliği ortamı yaratılmalıdır.

 
(İlk defa “Ertan Yüksel” imzasıyla ve yukarıdaki başlık altında “Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek” dergisinin Ocak 1999 tarihli (Sayı:36) nüshasında yayımlanan bu yazı, daha sonra “Küçük Adada Büyük Oyunlar” kitabımda (İstanbul 2004) “Kıbrıs’ta Ayrılıkçı Politikanın 35. Yılı” başlığıyla yer almıştır. (s.11-13)

23 Aralık 2014 Salı

İNGİLİZ SÖMÜRGE DÖNEMİNDE KIBRIS TÜRK BASININDA DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ (1878-1960)


 
              Her ne kadar günümüze kadar ulaşmış bir kopyası henüz elimizde yoksa da, yazılı kayıtlara göre, Kıbrıslı bir Türk tarafından adamızda yayımlanan ilk Türkçe gazete, ilk sayısı bundan 125 yıl önce, 11 Temmuz 1889’da çıkan Saded gazetesidir. Kasabalı Mehmet Emin Efendi adında ve mal müdürlüğünden emekli bir kişi tarafından çıkarılan bu haftalık gazete, ancak 16 sayı yayımlanabilmişti. İki yıl sonra, 25 Aralık 1891’de ilk sayısı çıkan Zaman gazetesi ise, 2 Eylül 1900 tarihine kadar yayımlandığı ve elimizde koleksiyonu bulunduğuna göre, bazıları da basın tarihimizin bu gazete ile başlatılmasından yanadırlar.  
            Her ne kadar Kıbrıs’ın yönetimi, 1878’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan Britanya İmparatorluğu’na devredilmişse de, 1914’de adanın Britanya tarafından ilhak edilmesine kadar Kıbrıs, bir Osmanlı toprağı olarak kalmış ve adanın kadim halkı olan Hristiyan-Rum halk ile birlikte yaşamakta olan Müslüman-Türk halk da, Osmanlı uyrukluğunu 1923’e kadar sürdürmüştü. Kıbrıs’ta yayımlanan ilk Türkçe gazetelerden olan Zaman gazetesini, adanın geleceği hakkında endişelenen bir grup Kıbrıslı Türk ileri gelenin oluşturduğu Osmanlı Kıraathanesi adlı oluşum yayımlamıştı. Gazetenin imtiyaz sahipliğini Tüccarbaşı Hacı Derviş Efendi, başyazarlığını da, İstanbul’dan getirtilen Muzafferrüddin Galip adlı bir kişi üstlenmişti. Zaman’ın yayınlarıyla ilgili olarak gazeteci Mehmet Remzi (Okan), şu değerlendirmede bulunmaktaydı:

            “Zaman gazetesinin neşriyatına bakarak, diyebiliriz ki bunun başlıca gayesi, Sultan Hamid’e kulluk etmek ve o tarihte meşrutiyet ve hürriyet lehinde uyanan genç fikirleri boğmaktı!”  (Söz, 10 Ağustos 1933)

 
PADİŞAH’I ÖVÜNCE “RÜTBE” VERİLİR, YERİNCE ALINIR

Zaman gazetesi bir yıl kadar devam ettikten sonra, Osmanlı Kıraathanesi’nin idare heyeti üyeleri ile Derviş Efendi arasında anlaşmazlık çıkması üzerine, ikinci yılda gazeteyi doğrudan doğruya Hacı Derviş Efendi çıkarır. Zaman gazetesinin yayımcısı olan Tüccarbaşı Derviş Efendi, padişah yanlısı yayın yaptığı için, 10 Şubat 1895 tarihinde “mir-i miran”lık rütbesiyle ödüllendirilir ve Derviş Paşa diye anılmaya başlar.

Gazetenin yazarları birkaç yıl sonra, İstanbul hükümetini eleştirip, Jön Türk yanlısı bir yayın yapmaya başlayınca, Derviş Paşa’nın rütbe ve nişanları geri alınır. Bunun üzerine, Hacı Derviş Efendi, gazetede çıkan yazılara müdahale etmeye başlar. Ne var ki, bundan hoşlanmayan yazarların bir kısmı gazeteden ayrılır. Zaman gazetesinin yayını bir süre daha devam eder. 423. sayının çıktığı 2 Eylül 1900’de yayın yaşamından çekilir.

 
YENİ ZAMAN GAZETESİ

Osmanlı Kıraathanesi’nin Zaman gazetesi ile yollarını ayırmasından sonra, 22 Ağustos 1892’de ilk sayısı yayımlanan Yeni Zaman gazetesi de, “Millet-i İslâmiyenin maarifine ve ahlâkına hizmet etmek ve zamanın padişahına sadakat göstermek” ilkesi ile hareket eder.  

Yeni Zaman gazetesinin yazarları da,  Zaman’da olduğu gibi, yine Muzafferüddin Galib ve Mehmed Faik Bey’lerdi. Faik Bey, bir aralık yine Memduh Paşa’yı eleştirmiş ve günün birinde Kıbrıs’tan ayrılarak İstanbul’a gitmiş ve bir daha geri dönmemişti. Bir yıl dolmadan her iki yazarın da Kıbrıs’tan ayrılıp İstanbul’a yerleşmeleri yüzünden, Yeni Zaman gazetesi, çıkışından 6 ay sonra, 27 Şubat 1893 tarihli (Sayı:28) son nüshası ardından yayınını durdurmak zorunda kalır.

 
KIBRIS GAZETESİ

Kûfizade Mustafa Asaf Bey, Yeni Zaman’ın kapanması üzerine, kendi adına yeni bir gazete çıkarmak için sömürge hükümetinden izin alır ve 6 Mart 1893’de “Kıbrıs” adlı haftalık bir gazete yayımlamaya başlar. Kıbrıs gazetesi, her bakımdan Yeni Zaman’ın devamı sayılır ve ilk nüshası Sayı:29 diye numaralandırılır.

Kıbrıs gazetesi, önceleri Zaman gazetesi gibi zamanın padişahına sadakat gösteren bir yayın yapar, ama sonradan Jön Türk akımından etkilenerek, yazılarıyla halk üzerinde etkili olmaya başlar. Gazeteci Mehmet Remzi (Okan)’nin aşağıda belirttiği gibi, 1898 tarihine kadar bu yayınlar devam etmiş ve günün birinde ansızın gazete kapanmıştır:

“Kıbrıs gazetesinin kapanmasının hakiki sebeplerini, bütün araştırmalarımıza rağmen öğrenmek mümkün olamamıştır. Yalnız o vakitlerde bu cereyanlara karışmış olan bir zatın bize verdiği malûmata göre Kıbrıs gazetesi sahibi, Dahiliye nazırı Memduh Paşa ile muhabere ederek anlaşmış ve ondan aldığı emir ve işaret üzerine gazeteyi kapamıştır. Aynı zatın iddiasına inanmak lâzım gelirse, Asaf Bey ayda 500 kuruş tahsisat almak şartı ile Kıbrıs’ı kapatmağa muvafakat etmiş ve bu parayı meşrutiyetin ilanı (1908) tarihine kadar muntazaman almıştır.” (Söz, 10 Ağustos 1933)

 
KOKONOZ

Derviş Paşa’nın rütbesi alındıktan sonra, gazetenin yazarlarına müdahale etmesi üzerine gazeteden ayrılan yazarlardan olan Ahmet Tevfik Efendi,  27 Kasım 1896 tarihinde Kokonoz (=Yaşlı Adam) adındaki ilk Kıbrıs Türk mizah gazetesini yayımlamaya başlar.

Ama Kokonoz, 17 Eylül 1897 tarihli 22. sayı ile yayımına son verir. Çünkü Yıldız Saray-ı Hümayunu Baş Kitabet Dairesinden yazılan 10 Ağustos 1897 tarihli bir emir ve İçişleri, Gümrük, Zaptiye ile Posta ve Telgraf Bakanlıklarına iletilmiş olan bir ek yazıya göre, Kokonoz’un Osmanlı topraklarına girişi engellenmişti. (Yrd.DoçDr.Mehmet Demiryürek, Kıbrıs Türk Basını ve Türkiye Hükümetleri (Osmanlı Dönemi) (1878-1910), A.Ü.Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Dergisi, Mayıs-Kasım 2000, Sayı:25-26, s.128-129) 

 
AKBABA

            Kokonoz’un yayımını durdurmasından hemen sonra, yine Ahmet Tevfik Efendi tarafından, Kokonoz’un devamı olarak kabul edilen ve 1 Ekim 1897’de ilk sayısı çıkan Akbaba adında bir mizah gazetesi yayımlanır. Akbaba da bir süre sonra, Jön Türk akımına kapılır ve Tevfik Efendi bu gazetede Padişah’a karşı açık ve çok keskin hicviyelerle hücuma başlar.

Gazetenin 27 Mayıs 1898 tarihli (Sayı:17) nüshasında yer alan “Haksızlığın Neticesi” başlıklı bir yazıdan öğrendiğimize göre, “Tesalya’nın geri verilmemesini savunduğu için”, Akbaba’nın Osmanlı topraklarına girmesi Padişah tarafından ikinci kez yasaklanmıştı. Belki de Kokonoz’dan Akbaba’ya geçiş bu yasağı atlatmak içindi.

M.Remzi Bey’e göre, “Bunun içindir ki Akbaba’yı okuyanların adedi azalmış ve zavallı Tevfik Efendi çok müşkil bir vaziyete düşmüştü. Bu müzakaya kâfi değilmiş gibi Sultan Hamit, bunu idama mahkûm ettirmiş ve Türkiye’ye gitmesini bu kararla yasak etmiştir.” (Söz, 17 Ağustos 1933)

Akbaba, üç ay geçmeden, 19 Ağustos 1898 tarihli 23. sayısı ile yayın yaşamından çekilir.

 
FERYAD

            İmtiyaz sahibi Jön Türk yanlısı Hocazade Osman Enveri idi. Feryad gazetesi, 11 Aralık 1899 ile 31 Ocak 1900 tarihleri arasında, on beş günde bir ve sadece 4 sayı yayımlanabildi. M.Remzi, Ferhad gazetesi ile ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapar:

            “Feryad hakiki bir Jön Türk gazetesi olarak çıkmış ise de, 4 nüsha çıktıktan sonra durmuş ve bir daha çıkmamıştır. Hususî olarak aldığımız malûmata göre “Feryad” gazetesi yine Osmanlı Hükûmeti’nin işareti üzerine tatil edilmiş ve sahibi ayda üç yüz kuruş bir tahsisata bağlanmıştı! İşte o tarihlerde Rumlar üst üste gazeteler tesis ederken, biz de bir kaç kuruş kapmak için matbaa kuruyor ve ilk fırsatta kapatıveriyorduk. İnsan bu hadiseleri tetkik ederken, o zamanın padişahına da, vezirine de lânet edeceği geliyor!” (Söz, 17 Ağustos 1933)

 
MİRAT-I ZAMAN

M.Remzi’nin verdiği bilgiye göre, ilk sayısı 3 Mart 1900 tarihlidir ve ilk dört sayı, gazetenin imtiyaz sahibi ve müdürü olan Ahmet Tevfik Efendi’nin kendisi tarafından taş baskı olarak basılmıştır. Sonra yayımına ara vermiş ve 27 Nisan 1901’den sonra her hafta düzenli olarak yayımlanmıştır. Mir’at-ı Zaman gazetesi, 25 Kasım 1901 ile 16 Haziran 1902 arasında yayımını yine durdurdu. Daha sonra yayımı aralıklarla devam etti.   

            Mirat-ı Zaman’ın yazarları Ahmet Tevfik Efendi ile Vizeli Rıza Bey idi. 19 Haziran 1901 tarihli bir belgeye göre, bu gazetede “bir takım neşriyat-ı muzirra ve hainhaneye cür’et eyledikleri” iddiasıyla, 14 Temmuz 1901 tarihinde, Osmanlı Ceza Kanunu’na göre gıyaplarında yargılanmışlar ve  “müebbeden kal’abend edilmelerine” ve “hukuk-ı medeniyyeden ıskat kılınmalarına ve zaten haczine karar verilmiş olan mallarının idare edilmesine” karar verilmişti. (M.Demiryürek, agy, s.130) Ama Mirat-ı Zaman bu karara rağmen, yayımını aralıklarla sürdü ve sonunda 18 Nisan 1910 tarihli 368. sayısı ile yayımını durdurdu. 

1906’da yayımlanan Sünuhat gazetesi ile karşılıklı tartışmalar yapan Jön Türk yanlısı Mirat-ı Zaman gazetesi, 1911’de çıkan, Kavanin Meclisi üyesi Bodamyalızade Mehmet Şevket Bey’in Vatan gazetesi ile yandaş, 1912’de çıkan, Evkaf yanlısı Seyf gazetesi ile de karşıt görüşlere sahipti.

Harid Fedai’ye göre, “II. Meşrutiyet’in ardından Ada’ya dolan Türkiye gazeteleri sebebiyle Mir’ât-ı Zamân’ın sürümü düşecek, Ahmed Tevfik Efendi de onu kapatarak şansını yeniden mizah gazetesi Kokonoz’da deneyecekti.” (H.Fedai-A.An, Örnekleriyle Kıbrıs Türk Basın Tarihi-1, Lefkoşa 2012, s.26)

Ahmet Tevfik Efendi,  2 Mayıs 1910 ile 28 Haziran 1910 tarihleri arasında Kokonoz adlı haftalık mizah gazetesini yeniden çıkarır, ama 9 sayıdan sonra yayımına son verir.

             M. Remzi, onun için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

            “Meslek uğruna katlandığı müşkilat ve fikir mücadelesinde gösterdiği sebat ve mukavemet itibarile Ahmet Tevfik Ef. merhum Kıbrıs gazetecilerinin en değerlisi sayılabilir kanatindeyiz.” (agy)

 
SÜNUHAT

            1 Ekim 1906 ile 3 Kasım 1912 arasında 246 sayı yayımlanmıştır. Sünuhat (=Arapça: akla gelen konular)’ın imtiyaz sahibi Hacı Mehmet Arif Efendi’dir. Onun oğlu olan Prof. Ahmet Şükrü Esmer, “Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981)” adlı kitabı hazırlayan Cemalettin Ünlü ile yaptığı bir söyleşide, Sünuhat’ın siyasal tutumunu şöyle anlatır:

            “Gazetemizin Padişahçı olmasına gelince, o zamanlar Padişahçı olmak, İstanbullu olmak demekti. Padişaha bağlılık ise, Türkiye’ye bağlılık demekti. Nitekim gazetemizin politikası 1908 Meşrutiyetinden sonra değişmiş, İttihat ve Terakki’den yana yazılar yayınlamaya başlamıştır. Gazetemizin, İngilizlerin Evkaf politikasına karşı çıkması, Evkaf’ın başındaki Musa İrfan Bey’i karşısına alması ve bunları tutan Mir’at-ı Zaman gazetesi ile kavgaya girişmesi bundandır. (...) Kıbrıs basınında özgürlük vardı, diyebilirim. İngilizler basına hoşgörülü davranıyorlardı. Zaten, bu, onların basına karşı gösterdikleri geleneksel tutumlarıydı. Hiç karışmazlardı diyebilirim.” (Ankara 1981, s.39-40)

Matbaacı M. Akif’in anlatımından devam edersek:

(21 Aralık 1914’de Kıbrıs gazetesinin 1. Dünya Savaşı yüzünden kapanmasından sonra) “1919 senesine kadar Kıbrıs’ta Türk gazetesi intişar etmemişti. Çünkü Türkiye ile İngiltere harp halinde idi. Zaten Türk cemaatı gazeteye para vermeğe alışmış değillerdi. Çıkan gazeteler ise görünüşte cemaatın yararına, fakat hakikatta bir külah kapma veya bir şahsi garaza mebni veya başkasının hesabına cemaatı avlamaktan ibaretti. (Kıbrıs, 18 Nisan 1949)

 
1920’DE DOĞRU YOL’A KONAN SANSÜR

            Doğru Yol gazetesinin 14 Nisan 1920 tarihli (Sayı:29) nüshasında yer alan “Okurlarımızdan özür dileme” başlıklı bir yazıdan anlaşıldığına göre, o sıralarda çıkan gazetenin yazıları, İngiliz Sömürge Yönetimi tarafından sansür edildiğinden, sansürlü yerler beyaz olarak çıkmaktaydı. Sözü edilen yazıda şöyle denmekteydi:

            “Doğru Yol’un ilk yayımlanmasından bugüne kadar izlediği meslek, okurlarımızca bilinmektedir. Bunun için bu konuda fazla bir şey söylemekten sakınarak, takdirini yorumculara bırakırız. Bundan sonra büyük bir mecburiyet altında olarak gazetemiz, okuyucularının belki eskisi kadar hoşnutlu bakışını celp edemeyecektir. Bundan dolayı hakkımızda kötü görüşleri olmamasını rica ederiz.

            Zira gazetemiz bu haftadan itibaren Divan-ı Harp Başkanlığı’nca sansüre tabi tutulduğundan, zorunlu olarak önceki nüshalarımızda görülen serbest yazıların yerleri beyaz olarak görülecektir. Ümit ederiz ki okuyucularımız bu mecburiyet altındaki vaziyetimizi takdir ederek, şimdiye kadar hakkımızda bol bol bağışladıkları teveccüh ve muhabbetlerini esirgemezler.”

 
DÖVÜLEN İLK GAZETECİMİZ

1925 yılında, Doğru Yol gazetesinin başyazarı Avukat Ahmet Raşit Bey, Evkaf Dairesi Müdürü İrfan Bey’e muhalif bir kişi olup, gazetesinde ayrıca Dr.Eyyub Necmeddin’in muhalif yazılarını da yayımlamaktaydı.

Doğru Yol’da bir gün önce İrfan Bey hakkında çıkan bir yazıdan ötürü, İrfan Bey’in şoförü olan ve 17 Ahmet Barutcu diye anılan bir kişi,  Bay Kambilli’nin yazıhanesi önünden geçerken Ahmet Raşid’e hücum ederek, onu tokatlar ve yumruklayarak pantolonunun yırtılmasına sebep olur.

            Olayı 21 Nisan 1925 tarihli nüshasında aktaran Vatan gazetesi, Ahmet Efendi’nin elindeki kalın bir değnekle Raşit Efendi’ye birkaç darbe indirdiğini yazmakta ve İrfan Bey’i ilgilendiren bir konuda şoförünün araya girmesinin hiç de doğru olmadığını belirterek, İrfan Bey’in böyle davranışlara meydan verilmemesini rica etmekteydi.

            Matbaacı M.Akif’in verdiği bilgiye göre, İrfan Bey olayı öğrenince, 17 Ahmed’i çağırtarak onu iyice azarlar. 17 Ahmet bu olay yüzünden, Kaza Mahkemesi Başkanı Mr. Thomas’ın huzuruna çıkarılır ve 2 lira ceza ile pantolonun değerini ödemeğe mahkum edilir. Akif şöyle yazmaktadır:

“Şayanı hayret değil midir ki en kalabalıklı bir mahalde olan bu vak’ada hiç bir Türk eri şahit olmak istememiş ve iki aşüfte şahit olmuştu.” (Kıbrıs, 31 Ekim 1949)

 
SAİT MOLLA-SÖZ GAZETESİ DAVASI

            Söz gazetesi ile 150’liklerden Sait Molla arasındaki suçlama ve davayı, matbaacı M.Akif’in anlatımından özetleyeceğiz. M.Akif’in anlattığına göre, Müftü Ziyai Efendi bir tartışmadan sonra,  şapkanın bir küfür işareti olmadığına dair Bay Fehmi ve Bay A.Raşid’e teminat vermişti. Bu olaydan sonra ilk çıkan Söz ve Doğru Yol gazetelerinde, Müftü Efendi’nin beyanatı büyük takdirle karşılanmıştı. Bu teminat üzerine bunu fırsat bilen Bay Remzi Okan, o sırada Kıbrıs’ta bulunan 150’liklerden Sait Mulla’ya çok ağır sözlerle sövüp saymağa başlamıştı.

Mulla, haksız yere üzerine çullanan Söz sahibine karşı cevap vermek istemiş ise de efkâr-ı umumiyenin 150’liklere karşı olan fena nazarlarını göz önüne alan Birlik gazetesi, Mulla’nın yazısını neşirden çekinmişti. Mulla, bu maruz kaldığı itham karşısında ne yapacağını şaşırmış ve dostlarından rahmetli vilayet tercümanı Mr. Kaselyan tarafından Foni (dis Kipros) matbaasında eski Türkçe hurufat bulunduğu hatırlatılmıştı.

Mulla’nın Foni matbaasına baş vurduğu Söz sahibi tarafından haber alınınca, ilk çıkan Söz’de Mulla’nın kudurarak Foni matbaasına baş vurduğu en ağır bir tarzda ve en aşağı bir tipte olan bir kimseye bile yazılamıyacak şekilde açıklanıyordu. Mulla bu ikinci yazıyı da okuyunca büsbütün çileden çıkarak, Söz gazetesinin yazılarına bir cevap vermek için karar vermişti.

            Mulla, Foni matbaası sahibi Mr. Pavlidis’ten izin aldığı gibi cevabın basımı için Matbaacı Akif’e ricada bulunur. Bu ricaya, Akif’in bazı efendi tanıdıkları da karışınca cevabı dizip basmayı kabul eder. Ama Mulla’nın cevabı çok ağır bir şekilde idi. 

Cevabın dağıtıldığı bir ikindi günü Cengiz Matbaası mürettibi bulunan merhum Hasan Tahsin ufak bir yazı yazarak, Söz Matbaası mürettibi Mehmet Sait, Birlik Matbaası mürettibi Derviş Hilmi’ye imza ettirerek gece halka dağıttırırlar. Beyannamede şu kelimeler yazılı idi:

 “Memleketine dönmesine müsaade edilmeyen 150’liklerden Sait Mulla, değil bir gazeteciye hatta memleketimizin bir ferdine bile, aleyhine söylenmesine müsaade edemeyiz ve mürettip Akif’e hiç bir matbaada iş verilmesine da razı değiliz.”

            Sait Mulla’nın “Muhtasar Cevaplarım” başlıklı beyanatı, Matbaacı Akif tarafından basılıp dağıttırıldıktan sonra Söz gazetesi, Sait Mulla’ya bir çok ağır kelimeler kullandığı gibi “İstanbul’da yetim paralarını alarak Avrupada sefihane yedin” dedikten maada, “seni bu memlekette vatandaşlığa ve millettaşlığa (alacak) senin mürettibin Akif’ten başka birisi yoktur” demişti. 

            Akif şöyle yazıyor: “Bir buçuk sütun yer tutan bu yazıyı da okuyan ırkdaşlarım beni Hazreti İsa’yı haber veren Juda’dan daha aşağı görmekte ve beni her gördükleri yerlerde fena nazarla bakarlar ve hiç şüphe etmem ki lânet bile ederlerdi.”

            Sait Mulla, bu yazıya ikinci bir cevab vermemiş ve soranlara karşı “Allaha havale ettim” demekle iktifa eyliyordu. Meğer Sait Mulla kendisinin yayınladığı yazıya karşı Söz gazetesinin cevabını cevapsız bırakmasında gizli maksadı varmış.

            Altı ay geçmeden bir gün evvel Sait Mulla, mahkemeye vermişti. Söz gazetesi sahibi ise 6 ayı geçirmiş bulunduğundan mukabil dava getirmek hakkını elden kaçırmıştı. Bu davada Sait Mulla’nın vekili sabık Başsavcı Yardımcısı Mr. Kasbar Amrayan ve Remzi Okan’ın da Bay M. Fehmi ile Mr. Stavrinakis idi. Aleyhe getirilen dava da ceza davası idi.”  (Bkz. M.Akif, Kıbrıs, 19 Aralık 1949)

            “Söz gazetesi maddi sorunlar içinde kıvranırken Sait Mulla tarafından getirilen davadan dolayı mahkum olduğu 22 buçuk lira masraf için de, iddia sahibinin Avukatı Kasbar Amrayan tarafından Söz matbaası üzerine Rid konmuştu.

            Söz gazetesi 1925 yılında, Kilikya’dan gelen Ermeni muhacirlerine ve Adadaki Ermeni cemaatini rencide eden yazılar yayınlamıştı. Avukat Amrayan, bu yazılara bir cevap yazarak, nazının geçtiği Ziraat Müfettişi Bay Osman Nuri aracılığıyla, Birlik gazetesinde yayımlatmıştı. Akif’e göre yazıda, Söz’e cevaptan başka şu cümleler de bulunuyordu: “Doğru değil midir ki Kilitya’dan gelen Ermeniler, Türklerin harap evlerini çok fahiş fiatlarla kiralamakta ve Türkler, bunların yüzünden istifade de etmektedirler.”

Mr.Kasbar Amrayan’ın yazısının Birlik gazetesinde cevap olarak yayınlandığını gören Söz sahibi, tekrar cevap vermiş ve cevabının bir kaç yerinde Baron Kasbar Amrayan sözünü kullanmıştı. Baron, Ermenicede Efendi anlamına gelmekteyse de, Söz sahibi kendi aklınca alay yapmış oluyordu. Mr. Amrayan da, bu baron sözünden dolayı öfkelenmiş ve Mahkemenin kestiği 22 buçuk lirayı tamamen Söz sahibine ödettirmişti.” (Bkz. M.Akif, Kıbrıs, 23 Ocak 1950)

 
REMZİ BEY’E İKİ AY HAPİS CEZASI

Oktay Öksüzoğlu’nun, Vedia Okan’dan aktardığı bilgiye göre, Mehmet Remzi Okan’ın iki ay hapse atılmasına neden olan “İçimizde hain müfsitler var dikkat” başlıklı yazısı 3 Nisan 1926 tarihli Söz gazetesinde yayımlanmıştı. (Kıbrıs Türk Basınından Portreler:1, Mehmet Remzi Okan, Lefkoşa 1990, s.9)

            Söz gazetesi, 15 Haziran 1926 tarihli nüshasında, Mehmet Remzi Okan’ın iki ay hapse mahkum edilişini okurlarına “Davamız” başlığı altında şu şekilde duyurmuştu:

            “Sait Molla’nın gazetemiz sahibi aleyhine getirdiği dava, geçen Çarşamba günü intaç edilmiştir. Remzi Efendi iki ay hapis olacaktır. Dava istinaf edilmiştir.”

            Bu istinafın tek yararı, iki gün sonra yaşanmaya başlanan Kurban Bayramı’nı M.Remzi Okan’ın ailesinin yanında geçirmesiydi. Bayram sonrasında istinaf gerçekleşmiş, ama beklenen sonuç değişmemiş ve M. Remzi Okan hapse atılmıştı.

             3 Temmuz 1926 tarihli Söz gazetesinde, M. Remzi Okan’ın hapisliğinden duyulan üzüntüyü paylaşanlara hitaben “Aleni Teşekkür” başlığı altında bir yazı yer almıştı.  (agy, s.14) Gerisini yine M.Akif’ten dinleyelim:

“Bay Remzi Okan, 2 ay mahkumiyeti esnasında Söz gazetesinin mesuliyetini ve devam ettirilmesi hususunda (Avukat) Mehmet Fehmi Bey’i vekil etmişti. Fehmi Bey, mahkumiyetin son erdiği 4 Eylül’e kadar gazeteyi devam ettirmiş ve almamak üzere gazetenin masraflarını ödemişti. Mezkur müddet zarfında baş makalesini de yazmış ve gazetenin prensibi hilafına Adadan muhaceretin da aleyhine kalem yürütmüştü.”

             
AVUKAT FEHMİ BEY, SÖZ’DE GÖÇ KARŞITI YAYIN YAPIYOR

Bilindiği gibi, o günlerde yayımlanmakta olan Söz ve Doğru Yol gazeteleri, Kıbrıslı Türklerin Lozan Andlaşmasına göre Türkiye’ye göç etme hakkını kullanmalarından yana yayın yaparken, Hacıbulgurzade Ahmet Hulusi’nin Birlik gazetesi de göçün aleyhinde idi.

Şimdi Akif’in anlatımından devam edelim:

“4 Eylül günü Bay M. Fehmi ve kardeşi A. Retmi daha bazı arkadaşları ile hapishane önüne giderek, Remzi Okan’ı almışlardı. Yolda gelirken faytonda eline verdikleri Söz gazetesinde muhaceret aleyhinde yazıyı görünce Remzi Okan, Fehmi Bey’e karşı köpürmüş ve matbaaya gelinceye kadar hiddetini teskin edememişti. Remzi Okan tarafından Fehmi Bey’e karşı yapılan hiddete Fehmi Bey yalnız şu kısa cümleler ile cevap vermişti:

            “Remzi Efendi, vicdanım bana böyle körü körüne muhaceretin aleyhine yazı yazarak Ada Türklerini ikaz etmemi emreder. Memnunsan ne alâ. Değilsen onu da sen bilirsin.”

4 Eylül’den sonra çıkan gazetede Remzi Okan şöyle bir makale yazmıştı: “4 Eylül’de hürriyetime kavuştum ve saire...”

Doğru Yol gazetesi de meslektaşını ayuka çıkarıyordu. Her iki gazetede eski minval üzerine muhacereti mütemadiyen körükliyorlardı.”

            (A.An: Burada bir parantez açarak bir bilgiyi ekleyelim. Bedia Okan, gazetelerde çıkmış olan Remzi Okan’ı eşi Ziynet ve kızları Beria, Bedia ve Vedia ile gösteren fotoğrafın, babası hapisten çıktıktan sonra çekildiğini ve annesinin elinde bir çiçek olduğunu belirtmiştir. (Havadis gazetesi ile yapılan söyleşi, 5 Mart 2012)       

 
SÖZ VE DOĞRU YOL, ECZACI MÜNİR BEY’İN YAZISINI BASMIYOR

Akif devam ediyor: “Diğer taraftan Birlik gazetesi ağır başlılıkla devam ediyordu. O sıralar Eczacı M. Münir tarafından muhaceret aleyhine Söz ve Doğru Yol gazetesine bir yazı gönderilmiş ise de her iki gazete de mezkur yazıyı koymamışlardı. Gönderilen yazının kopyası yazarında olduğu için aynı yazı Birlik gazetesine gönderilmiş ve o gazetede yayınlanmıştı.

            Yazının Birlik gazetesinde yayınlandığını gören muhalif yazarlar, ertesi haftaki gazetelerinde feveran etmiş bir volkan gibi hücuma başlamışlar ve yazarına da gazeteciye de dillerine geleni söylemişlerdi. Hatta Doğru Yol sahibi Ahmet Raşit gazeteciliğin vekaleti devriye forması doldurmağa benzemediğini güya Ahmet Hulusi efendiye hatırlatmak istemişti. Maksadı da kendi aklınca Ahmed Hulusi Efendinin bilgisiz olduğunu göstermekti. Ahmet Hulusi Efendi gazeteci olduğu gibi Avukat Mehmed Behaüttin’in da yazıhanesinin katibi idi. Ahmet Hulusi Efendi bu müşterek yazıya şu cevabı vermişti:

            “Ahmet Raşit Efendi. Ben o dediğin vekaleti devriye forması doldurmakla büyük bir aileyi namusumuzla idare ediyoruz. Halbuki maalesef senden o hak da refedilmiştir. Çünkü Avukatlıktan tart edilmiş olduğundan tabiatı ile üzerinden medeni haklar kaldırılmıştır.”

            Ertesi hafta Söz sahibi da Ahmet Hulusi Efendi için şu başlığı koymuştu: Hamiyetlu Ahmet Ağa. “Hamiyetlu ünvanı okuyup yazma bilmeyenlere verilen ünvandır.”   

 
TÜRKİYE’YE GÖÇ EDENLER GERİ DÖNÜYOR

            Ahmet Hulusi Efendi’nin Doğru Yol sahibine verdiği kısa cevap onu birkaç hafta sersemlenmişti. Takriben iki ay sonra bir açık mauna ile 35 kişi kadar bir muhacir kafilesinin Larnaka’ya uğradığını yazan Birlik gazetesine içlenen Söz sahibi, yine bir yazısında şöyle diyordu: “Hacı Bulgurzade ensesine uçuşan Pirelerle Kenelerden bizar olmuştur. Pire ve Kene demekten maksadı, Ahmet Hulusi Efendi’nin en samimi dostları olan iki şahsa tarizdi. Zaten evvelce dediğimiz gibi bu gazetelerin öteye beriye tarizleri kendileri için bir sermaye idi.

            Hatırımda kaldığına göre 1924 senesinde merhum Musa İrfan Efendi bir gün Cengiz Matbaası önüne gelerek bana şu sözleri söylemişti: “Be Akif; Dua ediniz bu ölmesin. Yoksa gazeteleriniz sermaye bulamıyacaktır.” Hakikaten çok doğru bir söz söylemişti.” (Kıbrıs, 9 Ocak 1950)

 
MASUM MİLLET GAZETESİNE UYGULANAN SANSÜR

İlk sayısı 11 Nisan 1931’de yayımlanan Masum Millet gazetesi, 14 Mart 1932 tarihinde yayımlanan (Sayı: 43) nüshası ardından, 5 ayı aşkın bir süre sansür nedeniyle çıkmaz. 18 Ağustos 1932 (Sayı:44) sadece Masum Milletin İlâvesi yayımlanır. Esas gazete, üç buçuk ay süreyle yine yayımlanmaz.

 Con Rifat bu kesintiyi bir münasebetle şöyle açıklayacaktır:

‘İdâre-yi Hükûmetle alâkası olmayan mesâil-i milliyemize âid yazılarımıza sansür müdâhale ettiğinden protesto mâhiyyetinde neşri Nisânın ilk haftasında ta’tîl ettik ve 3 Kânûn-ı Evvel (Aralık) 1932 târîhine kadar yeni Vâlî’nin gelmesine intizâr eyledik.’ (Hırsız Feneri Misâl Söz’cünün Terbiyesiz ve Muzır Yazılarından, Masûm Millet, 25 Teşrin-i Evvel (Ekim) 1933, Sayı:120)

3 Aralık 1932’de Masum Millet İlavesi olarak (Sayı:45) yeniden yayımlanır. (Gazetenin başlığı bu defa Arap harfleri ile değil, Latin harfleriyle dizilmiştir.) Kıbrıs’a yeni vali olarak Sir Reginald Edward Stubbs’un geleceğini İngiliz basınından öğrenen Con Rifat,  bu sayıyla ona “Hoşgeldiniz” diyerek, toplumun sorunlarını 11 madde olarak ona sunar.

            10 Aralık 1932 (Sayı:46) ile 11 Mart 1933 (Sayı:59) arasında çıkan nüshalarında “Kıbrıs Müstemlekesi Müsteşarlığı”na hitaben 13 tane açık mektup yayımlar.

            8 Nisan 1933 (Sayı:63) tarihli nüshadan başlayarak haftada iki gün çıkmaya başlayan

Masum Millet gazetesi, 23 Ağustos 1933 tarihi nüshasında /Sayı: 102) Söz gazetesinden şikayet etmekte ve “SÖZ’ün türedi sansür saltanatı” başlığı altında şunları yazmaktadır:

“Söz’cü Bey iyi bilmelidir ki Hükümet’in süngülü sansür idaresini kaldırmaya muvaffak olan Masum Millet Sahibi, bundan sonra öyle türedi sansür saltanatlarına maalesef boyun eğmeyecektir.”

Masum Millet’in son sayısı 29 Ağustos 1933 (Sayı:203) tarihlidir.

 
ADADA TEK SANSÜR EDİLEN GAZETE MİLLİYETÇİ SÖZ GAZETESİ

Söz gazetesi, 2. Dünya Savaşı başladığı zaman, İngiliz gizli raporlarında belirtildiğine göre, Türk milliyetçisi ve İngiliz Sömürge hükümeti karşıtı olarak tanımlanmaktadır. Vali Palmer’den Britanya Devlet Bakanı’na gönderilen 29 Ekim 1937 tarihli bir bilgiye göre, Söz’ün yayımlanması, 1937 yılı içinde bir ay süreyle (17 Ağustos 1937 ile 17 Eylül 1937 arasında) durdurulmuştu. Çünkü Söz’de çıkan bir makalede, adada bir hapis yaşamı sürdürüldüğü ve bu hapisten tek kaçış yolunun Türkiye olduğunu belirtilmekteydi ve 1938 Haziran’ından beri gazete sürekli sansür altına konmuştu. İngiliz yetkililer, adada, Söz dışında başka hiçbir gazetenin sürekli sansüre tabi olmadığını belirtmekteydiler. Remzi Bey, bu sansürün kaldırılması için yetkililere dilekçe vermişti.

 
HAMİDİYE GEMİSİNİN GELİŞİ NEDENİYLE UYGULANAN SANSÜR

7 Haziran 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan “Kıbrıslı Türkler Zelzele Yardımı Yapıyor” başlıklı yazı, 14 Haziran tarihli Ses’te yayınlanmak istendiyse de, sansür edildi. Söz konusu yazıda “Kıbrıs Türkleriyle anavatan Türkleri arasındaki kardeşlik duygularının yüceliğinden” söz edilerek, Evkaf yönetiminin tutumu yerilmekteydi.” (aktaran Şükrü S. Gürel, Kıbrıs Tarihi (1878-1960) Kolonyalizm, Ulusçuluk ve Uluslararası Politika,  Cilt:1, Ankara 1984,s.189)

Hamidiye Okul Gemisinin Kıbrıs’a gelişi (20 Haziran 1938) münasebetiyle hem Söz, hem de aynı çizgide yayınlar yapan Ses gazetelerine sansür konulduğu resmi kayıtlardan bilinmektedir. Sansür, geminin Kıbrıs’a gelmesinden önce başlamıştı.

            Söz gazetesi bunu şöyle duyurur:

“SANSÖR- Muhterem Müstemleke Müsteşarının emri ile dünden itibaren son verilecek emre kadar gazetemiz sansör edilecek.” (4 Haziran 1938)

Ses gazetesinin 14 Haziran 1938 tarihli nüshasına da sansür uygulanmıştır. Fakat Ses gazetesinin sahip ve müdürü olan Hasan İzzet Asım Bey, 23 Haziran 1938’de ölür ve gazete yayımına son verir. Girne’deki Milli Arşiv’de bulunan koleksiyonda yer alan en son nüsha, 21 Ocak 1938 tarihli olduğuna göre,  Ses gazetesinin son sayısının tarihi 14 Haziran veya 21 Haziran 1938 olmalıdır.

21 Haziran 1938 tarihli Söz’ün manşeti “Hamidiye Adamızda” şeklindedir ve haber sansür edildiğinden, haberin altı boştur. İngiliz Sömürge Valisi Palmer’den MacDonald’a gönderilen 24 Haziran 1938 tarihli gizli bir raporda şöyle denmekteydi:

“Söz ve Ses adlı gazeteler öteden beri Türk ulusçuluğu propagandası yaparak, bir yandan Evkaf yönetimine saldırırken, bir yandan da “Anavatan” ve “Atatürk’ümüz” gibi kavramlara sıklıkla yer veriyorlar. Bu yüzden Hamidiye gemisi gelmeden bu gazeteler sansür edildi.

            Zamanın İngiliz Sömürge Valisi Palmer’den Türkiye’deki İngiliz Büyükelçisi Percy Loraine’e Lefkoşa’dan gönderilen 30 Haziran 1938 tarihli “gizli ve kişisel” mektupta şu bilgiler yer almaktaydı:

            “Hamidiye’nin gelişi (buradaki Türkler arasında) ulusçuluk duygularını kamçıladı. Üstelik (Türkiye’de yayınlanan) Cumhuriyet gazetesinin 24 Mayıs ve 7 Haziran sayılarında yer alan yazılar da endişe vericidir. Cumhuriyet, Kıbrıs’ta hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi bulabilen bir yayın organıdır. Sonunda, Kıbrıs Yönetim Konseyi, bu gazetenin adaya girişini yasaklamamı salık veren bir karar almak zorunda kalmıştır. Bu yasaklama kararını alıp, Kıbrıs’a girişini engellemeye başlamadan önce, bu konuda sizin fikrinizi almak istedi. Herhalde TC, Kıbrıs ile ilişkilerinin bozulmasını istemez.” (Aktaran Şükrü S. Gürel, agy, s.190)

27 Ağustos 1938 tarihli Söz’de de şu haber var: “Söz’ün jubilesi yapılmayacaktır.”  Gazete, ayrıca “Acting Colonial Secretary Stanley” imzalı bir mektubu yayımlamaktadır. Sansür sürmektedir.

18 Ekim 1938 tarihli Söz gazetesinde şu haber yer alır:

“Cuma günü neşredilen resmi gazetede ilan edildiğine göre, Türkiye’de basılıp neşredilen “Kıbrıs Türkleri” adındaki kitabın adamıza ithali kati surette yasak edilmiştir. Polis idaresi bazı ticarethane ve müesseselerde araştırmalar yapmış, fakat kitabı bulamamıştır. Kitabın müellifi Denizli Tarih Öğretmeni İsmet Konur’dur.”

            Söz gazetesi sahibi ve başyazarı Mehmet Remzi Okan’dan Koloniler Bakanı’na gönderilen 12 Ocak 1939 tarihli mektupta şu şikayet yer almaktadır:

“Hiçbir gerekçe gösterilmeksizin Kıbrıs yönetimi gazetemi sansür etmekte ve Manchester Guardian, Daily Telegraph, Morning Post gazetelerinde Kıbrıs ile ilgili olarak çıkan yazıları bile gazetemde yayınlamama izin verilmemektedir. Umarım, İngiliz Uluslar Topluluğu içinde basın ve düşünce özgürlüğünün boş bir kavram olmadığına ilişkin inancımı haklı çıkartırsınız.” (CO 67/300/4, Governor’s Dispatch, 3 Feb 1939 (secret) Enclosure No.1) aktaran Ş.S.Gürel, agy, s.182)

            Battershill’den Acheson’a verilen şu bilgi de Lefkoşa’dan gönderilmiş olup, üzerinde 15 Eylül 1939 (Gizli) kaydı vardır:

“Söz, bugün Kıbrıs’ta sansür altında tutulan tek gazetedir. Remzi’ye iki ay daha yanıt vermemeniz yerinde olacaktır. Şimdilik sansürü kaldırmamız uygun olmaz. Üstelik yeni Türk konsolosunun baldızının da bu Söz baş ağrısının arkasında yer aldığını sanıyoruz. Bu konuda “bekle ve gör” politikasını uygulayalım.”

 
SANSÜR EDİLEN SES GAZETESİ, SAHİBİ ÖLÜNCE KENDİLİĞİNDEN KAPANIR

Lefkoşa’dan 20 Mart 1940 tarihinde Battershill’den Acheson’a verilen bilgi de şöyledir:

“Remzi Türkiye’ye gitti. Gazete kapandı. Dönerse (ki dönmesine izin vermeyi düşüneceğiz) sansürü kaldırabiliriz.”

 Vali, Britanya Sömürgeler Bakanlığı’ndaki Acheson’a gönderdiği bir mektupta şöyle demekteydi:

“Remzi Efendi, ayrılmadan önce, Kıbrıs’a geri dönmesi için Türkiye pasaportuna vize verilmesi amacıyla bir başvuruda bulunmamıştır ve bu Hükümete önceden bilgi vermeksizin adaya geri dönmemesi için gerekli adımlar atılmaktadır.” (Battershill to Acheson, 20th March 1940. CO 67/300/4,10) (Ş.S.Gürel, agy, s.182)

Endişelenmeye gerek kalmayacaktı. Çünkü Remzi Bey, 1941’de Türkiye’ye gitmesinden kısa süre sonra orada ölür.

 
ATATÜRK’ÜN CENAZESİ İLE İLGİLİ FİLME YASAK KONDU

            Kıbrıs Türk basını, Aralık 1938’de Atatürk’ün cenaze töreni ve yaşamından sahneler içeren filmin, Kıbrıs’a getirilerek, Lefkoşa’da Papadopulos sinemasında gösterileceğini duyurdu. Ama Vali Palmer, filmin gösterilmesini yasakladı. Cenaze ile ilgili bu film, ancak 1940’lı yılların ortasında gösterilebilecekti.

            3 Mayıs 1939’da Mr. Foot, İngiliz Parlamentosunda konuşurken, Sömürgeler Bakanı’nı şöyle eleştirir: “Adada faşist hareketler ve olayları gösteren filmlere izin verilirken, Atatürk filmi ve Yunan Kraliyet ailesinin düğün filmlerinin gösterilmesinin yasaklanması doğru değil.”

Sömürgeler Bakanı MacDonald ise verdiği yanıtta “Kıbrıs’ta sivil ve resmi makamlardan oluşan bir sansür komitesi” bulunduğunu ve kendisinin kontrolü olmadığını söyleyerek, filmin neden yasaklandığını bilmediğini belirtir. (A.C.Gazioğlu, Enosis Çemberinde Türkler, Lefkoşa 1996, s.312-313)

 
SÖZ GAZETESİ, NECATİ BEY’İN MUHTARİYET KONULU YAZILARINI YAYIMLAMIYOR

M.Necati Özkan, 5 Haziran 1937 tarihli Söz gazetesinde “Muhtar idareye meylimizin hakiki sebepleri nelerdir?” başlıklı bir yazı dizisi başlatır. İkinci yazının sonunda “arkası var” denilmiş olmasına karşın, Söz gazetesi 12 Haziran 1937 tarihli nüshasında şu açıklamayı yapar:

“Açık Muhavere Bay M.Necati Özkan’a: Sözde silsile halinde neşredilmek üzere gönderdiğiniz değerli betkelerin alt kısımlarını şimdiki halde neşredemiyeceğimizi beyan eder ve bu hususta bizi mazur görmenizi rica ederiz. Söz direktörü: M.R.Okan”

22 Temmuz 1937 tarihli Cumhuriyet gazetesinde de, Kıbrıs’tan yazılmış ve “Kıbrıs Türklerini heyecana düşüren bir hadise” başlıklı bir haberde, olay Türkiye kamuoyuna da duyurulur ve şöyle denir:

“Taarruza geçen ve muhtariyet-i idareye taraftar görünenleri adeta hiyaneti vataniye ile itham edenlerin naşiri efkârı Ses’tir. (...) Aksülâmellerin ikinci ve daha kuvvetli cephesi Türkiye’de hukuk tahsil etmiş (!), Rumca ve İngilizceye bihakkın vakıf, Avukat Cengizzade M.Rifat adında bir zatın neşrettiği manifestolarla tezahür etmiştir.”

Söz gazetesi, 4 Ağustos 1937 tarihli nüshasında yer alan “Cumhuriyet gazetesinin Kıbrıs aytarı okurlarını yanıltan haberler veriyor” başlıklı manşetinde bu haberlere değindikten sonra şunları yazmaktaydı:

“Biz Necati Özkan’ın yazılarını durdurttuk, çünkü kanaatimizce yazılan şeyler şimdilik kâfidir. Sırası ve günü geldiği zaman o yazının alt kısımlarını da neşretmekte, asla tereddüt göstermeyeceğiz. Şunu da ekleyelim ki, Necati Özkan’ın yazılarını neşrettiğimiz için hiçbir okurumuz tarafından şikâyet vuku bulmamış, aksine olarak o yazıları neşretmekte devam etmemizi isteyenler çok olmuştur.” (aktaran A.An, Kıbrıslı Türklerin Siyasal Tarihi (1930-1960), Lefkoşa 2006, s.91-95)

M.Necati Özkan, 19 Şubat 1939 tarihinde, Türkiye’deki Cumhuriyet Halk Partisi Genel Sekreteri’ne bir mektup yazarak, Remzi Bey’in ailesinin İngilizlerin etkisi altına girdiğini ve bu nedenle artık yazdığı makalelerin yayımlanmadığından şikayet etmekte ve kendisinin bir gazete kurması için yardım isteyecekti.

Kıbrıs Türk basınının ileri gelenlerinden Avukat C.M.Rifat da, 1937 yılı içinde çıkardığı bir dizi “manifesto” (Bildiri) ile adaya idari muhtariyet verilmesine neden karşı olduğunu açıklar. Rifat Bey, o günlerde yayımlanmakta olan Kıbrıs Türk gazeteleri Söz ve Ses’in yayın politikalarını beğenmediğinden, el ilanı şeklinde bastırdığı bu bildirilerle ilgili olarak, 21 Kasım 1949 tarihli Kıbrıs gazetesinde şöyle yazar: “Türkçe’de başka naşir vasıtası olmadığından dört Manifesto çıkarmağa mecbur olmuştuk.” (A.An, agy, s.90)

           
HALKIN SESİ

Söz gazetesinin imtiyaz sahibi olan Mehmet Remzi Bey, 16 Kasım 1941’de rahatsızlığı için İstanbul’a gidip 22 Ocak 1942’de orada ölünce, Mehmet Remzi Bey’in kızlarından Vedia ile Bedia, yaşları tutmadığından Söz’ün yayınını 10 Şubat 1942 tarihli nüsha ile durdurmak zorunda kalırlar. Ama bir ay sonra, bu defa Sorumlu Müdür olarak Dr. Fazıl Küçük’ü koyup, 14 Mart 1942’de “Halkın Sesi” adında yeni bir gazete çıkarmaya başlarlar.

Vedia Okan’a göre, 9 ay sonra, Yavuz’un, okulların Lapta’ya taşınması kararını eleştiren bir makalesi yüzünden, Halkın Sesi 3 ay kapatma cezası alır ve 21 Ocak 1943’den başlayarak 21 Nisan 1943 tarihli nüshaya kadar yayımına ara vermek zorunda kalır.

Halkın Sesi, bu tarihte çıkan “Tekrar Başlarken” başlıklı ve Dr.M.Fadıl Küçük imzalı bir makalede, “Gazete Müsteşar Hz.nin emriyle 3 ay müddetle kapatılmış bulunuyordu” açıklamasını yapar. Gazete bundan sonra artık Pazar-Çarşamba-Cuma günleri çıkmaya başlar. Dr.Küçük, bu cezanın Söz’ün yeniden çıkmasına izin verecek olan İngilizler tarafından konduğunu öne sürmektedir.

Dr.Küçük ile görüş ayrılığına düşen Remzi Bey’in kızlarından Vedia Okan, 25 yaşını doldurduktan sonra, Söz gazetesinin imtiyazını yeniden alır ve kızkardeşi Bedia ile birlikte Söz’ü 5 Mart 1943 tarihinden başlayarak, ama bu defa günlük olarak çıkarmaya başlar.

 
İSTİKLÂL GAZETESİ’NİN SAHİP VE BAŞYAZARINA DAYAK

            1931 yılında kapatılan Kavanin Meclisi’nin Kıbrıslı Türk üyelerinden M.Necati Özkan, 28 Ekim 1949 tarihinde İstiklâl adlı günlük bir gazete çıkarmaya başlar. Gazete, 5 Şubat 1950 tarihli nüshasında yer alan “Başyazarımıza yapılan çirkin taarruz: Hadise halkımız arasında teessür ve nefret uyandırdı” başlıklı haberde şöyle demekteydi:

            “Başyazarımız Necati Özkana dün öğleden sonra İstiklâl idarehanesinden evine gitmek maksadiyle Mecidiye sokağında bulunan A.Mithat Akpınar’ın pastahanesi önünden geçerken, Ankara’daki Kültür Derneği Asbaşkanı Mehmet Ali Pamir’in kardeşi Enver Mustafa’nın çirkin bir tecavüz ve taarruzuna uğramıştır.

            Mütecavizin ani olarak büyük bir haşmile başyazarımıza indirdiği darbeler neticesi başyazarımız yere düşmüş ve mütearrız yerde de Necati Özkanı darbelemiye devam etmiştir. Darbeler o kadar şiddetli idi ki, Necati Özkan’ın gözlüğü ilk hamlede kırılmış ve bilhassa sağ gözü ciddi ve tehlikeli bir şekilde yaralanmıştır. Hadiseyi işiten ve o civarda bulunan polis detektiflerinden biri ile bisikletle gelmekte olan vatandaşımız demirci Abdurrahman ve diğer vatandaşlar hadise mahalline yetişmişler ve muhakkak bir facianın önüne geçmişlerdir.”

            Necati Bey, 4 Haziran 1950’de de “Kıbrıs Türk Birliği İstiklâl Partisi”ni kurar. Dr.Küçük’ün gazetesi Halkın Sesi ve onun siyasi görüşleriyle mücadelesini, kapandığı 1954 yılı başına kadar sürdürür. Ne var ki Necati Özkan, evi ile bir süre önce kapatmak zorunda kaldığı sigara fabrikasının 6 Aralık 1953 gecesi “meçhul kişilerce” yakılması ardından, gazetesini 13 Ocak 1954 tarihli son nüsha ile kapatır ve siyasetten geri çekilmek zorunda kalır.

 
İNKILÂPÇI’NIN KAPATILMASI

            İlk sayısı 13 Eylül 1955, Salı günü yayımlanan gazetenin sahibi, İnkılâpçı Basın Şirketi Ltd, Müdürü de Fazıl Önder idi. Basıldığı yer: İnkılâpçı Basımevi, Skufarides Sokağı No.10 olarak belirtilmekte ve ‘İnkılâpçı Yazı Kurulu tarafından çıkarılmaktadır’ ibaresine yer verilmekteydi.

Haftalık olarak çıkan İnkılâpçı gazetesinin ilk sayısında yer alan ve gazetenin çıkış amacını anlatan makalede şöyle denilmekteydi:

“Gazetemizin adı İnkılâpçı’dır. Biz de inkılâpçıyız, ilhamımızı 1918-1922’de içten zararlı kuvvetlere, dıştan saldırganlara, sömürgecilere karşı şahlanan Türkiye halkından ve bu harekete kılavuzluk ve öncülük eden ‘Atatürk’lerden almaktayız...

Sayın okuyucu. Elinde tuttuğun ‘İnkılâpçı’ gazetesi, bir buçuk yıl uğraşıldıktan sonra, büyük emek neticesi ve senin paranla; halkın parasıyla yayın alanına atılmıştır.”

Gazete, 21 Kasım 1955 tarihli 11. sayısından itibaren Pazartesi günleri çıkmaya başlar ve ‘Şimdi hedefimiz pek yakında haftada iki defa çıkmaktır. Halkımıza güveniyoruz’ duyurusunda bulunur. Ancak İnkılâpçı, 14. sayısından sonra yayımını durdurmak zorunda kalır.  

İnkılapçı 5 Aralık 1955 tarihli nüshasında (Sayı:13) yer alan “Bu ne iştir?” başlıklı ve  “İnkılâpçı” imzalı makalesinde şu soruları sormaktaydı: “Fevkalâde ahval niçin ilân ediliyor? Gizli görüşmelerin muvaffakiyetli olması için mi?”

12 Aralık 1955 tarihli son nüshasında da (Sayı:14) şu haber var: “İnsan Hakları Beyannamesinin 7. Yıldönümü münasebetiyle müstemleke idarecilerini, insan haklarına hürmet etmeye davet ederiz (İnkılâpçı). Bir de şu makale: Mr. Cox’un adamızı ziyareti münasebetiyle (Fazıl Önder).

Gazetenin bu son sayısında yer alan ‘Tehdit’ başlıklı yazıda ise şöyle denmekteydi:

            “Son günlerde oraya, buraya gelişigüzel tehdit mektupları gönderildiğini müşahade etmekteyiz. İki hafta evvel, tanınmış sporculardan Leymosunlu Bay Sevim’e böyle bir mektup gittiğini haber alarak yayınlamıştık.

            Aynı ayarda bir mektup, geçen gün yazıhanemize de gelmiştir. Muhtevası: ‘İnkılâpçı gazetesini durdurunuz’, ‘öldürüleceksiniz’, ‘kafanız ezilecektir’ vs.

            Maşallah! Tavuk kafası mı ezeceksiniz be birader. Bu hareketi yapanların saf ve masum olduklarını biliriz. Fakat yaptıranlar ve idare edenlerin nedir maksatları? Kime ve hangi emellere hizmet ediyorlar? Medeni ve akıllı adam işi mi bu? Bizim bildiğimiz gangster vari tedhiş ve tehditler, siyaset vasıtası olamaz; ölüm tehditleriyle fikirler susturulamaz. Bu gibi hareketler halkın nefretini kazanacak ve failleri er geç meydana çıkarak halkın gazabına oğrayacaktır. Tehdit mektupları! Gangster vari hareketler!.. Bu mu idi eksiğimiz.”

İnkılâpçı gazetesi, İngiliz sömürge yönetimi tarafından adada olağanüstü durum ilân edilmesi ile yayınına son vermek zorunda bırakılan gazeteler arasındaydı. Hürsöz gazetesi, 16 Aralık 1955 tarihli nüshasında şu bilgileri vermektedir:

“Haftalık Türkçe ‘İnkılâpçı’ gazetesi resmen kanun dışı ilan edilmiştir.” Bir yıl süreyle yayımı yasaklanan diğer gazeteler Rumca Neos Demokratis ve Aneksartitos idi. Hürsöz, 8 Ocak 1956 tarihinde de şu haberi verecektir: “Rumca komünist gazetesi Embros dün kapatıldı. Zavalli Matbaasındaki odaları mühürlendi.”

 
İÇE KAPANIK, BASKICI DÖNEM BAŞLIYOR

İnkılâpçı gazetenin sahip ve başyazarı olan 32 yaşındaki Fazıl Önder, 24 Mayıs 1958 tarihinde vahşi bir cinayete kurban gidecektir. Kıbrıs Türk liderliğine bağlı yeraltı örgütü Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nın başlattığı bu ilk tedhiş dalgasında, sol eğilimli olarak bilinen başka Kıbrıslı Türkler de ya öldürülür veya yaralanır. TMT, bundan sonra, gerek Kıbrıs Türk basınını, gerekse liderlikten farklı düşünen demokrat kişileri tehditleri ile sindirecektir. Kıbrıs Türk toplumunda düşünce özgürlüğü, 1960 yılında İngiliz sömürge yönetiminin sona ermesinden sonra da, uzunca bir süre baskı altında tutulacaktır.

 

(Kıbrıs Türk Gazeteciler Birliği’nin yayın organı “Medya” dergisinin Temmuz 2014 tarihli   “11 Temmuz Basın Günü Özel Sayısı”nda yayımlanmıştır. Sayı:9, s.14-23)