(Sunuş: Kıbrıslı Türkler hakkında yapılmış önemli
bilimsel çalışmalar arasında yer alan C.F.Beckingham’ın makalelerini daha önce
Türkçeye kazandırmış ve önce Yeni Kıbrıs dergisinde (1988 ve 1989) ve daha
sonra da bazılarını Halk Bilimi dergisinde (Sayı:21,22 ve 23/1991)
yayımlamıştık. Beckingham’ın da değindiği din değiştirmiş Müslüman köyleri
konusunu, şimdi bir Kıbrıslı Rum tarihçinin araştırmalarından Türkçeye
aktarıyoruz.
Cyprus Today dergisinin Temmuz-Aralık 1967 ve
Ocak-Mart 1968 sayılı nüshalarında iki bölüm halinde yayımlanmış olan bu
çalışma, o sıralarda Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin Başkanı olan Theodoros
Papadopullos’a aittir. Papadopullos’un ayrıca, 1965 yılında Lefkoşa’da
İngilizce olarak yayımladığı “Nüfus Üzerine Sosyal ve Tarihsel Veriler
(1570-1881)” adlı bir kitap çalışması daha vardır. –Ahmet An)
A.
Kıbrıs Türk toplumunun kökeni sorunu
Kıbrıs’taki
Kıbrıs Türk toplumun tarihi, şimdiye kadar yapılmış olan tarih araştırmalarında
hiç bir önemli yer tutmamıştır. Hem Kıbrıslı Rum, hem de yabancı tarihçilerin
dikkati, daha çok Kıbrıs nüfusunun ana bileşenini oluşturan Rumlar üzerinde
odaklanmış veya yabancı unsurlar söz konusu olduğu zaman, adanın tarihinde
önemli rol oynamış ve kültürlerinin izlerini hissedilebilir derecede geride
bırakmış olan toplumlara odaklanmıştır. Frenk toplumunun izleri, bu anlamda
bilinmektedir. Kıbrıs’ın tarihçileri, maddi ve entelektüel kültür eseri olarak
herhangi bir takdir edilebilir eser sunmamış olan ve Kıbrıs’ın kırsal nüfusu
ile tamamıyla iç içe geçmiş bir halde ve bunlardan sadece din olarak bir fark
göstererek, üç yüzyıldan fazla sosyal açıdan durgun bir durumda yaşamış görünen
Türk toplumuna, genel olarak ya hiç veya çok az önem vermişlerdir.
Bu önem
vermemenin gerisinde yatan nedenleri araştıracak olursak, Rumları kendileriyle
yan yana yaşamış olan ulusal unsuru araştırmaktan ve onu tanımaktan alıkoyan
şeyin, esasında psikolojik düşünceler olduğunu araştırmış olacağız. Bir halkın
tarihinin veya sosyal yapısının herhangi bir araştırması, ona belli bir sempati
duymayı, ilgili halka uygun belirli özelliklere ve becerilere karşı bir ilginin
olmasını öngörür. Ne var ki, böylesi bir sempatik davranış, Rumlar arasında var
olan ve onları Türklere karşı önyargılı davranmaya yol açan, çok iyi bilinen
tarihsel nedenler yüzünden yoktu. Öte yandan, Avrupalı bilim adamları, uygar
dünyanın ilgisini çekebilecek en başta kültürel ve tarihsel başarılarla, tabii
ki ilgilenebileceklerdi ve böylece, Osmanlı İmparatorluğu içinde Doğu Avrupa’da
yaşamakta olan halkların bütün özelliklerini göstermiş olan nüfusun bu kısmına
karşı ilgisiz kaldılar. Bu nedenle, Avrupalı seyyahlar, sadece Türk toplumunun
adından söz etmekte ve çoğu kez de onunla ilgili olumsuz bir yargıda bulunarak
geçmekte iken, çağdaş tarihçiler de sırf tarihsel ve istatistiksel bulguların
ötesine geçmemekte ve bir kural olarak bu toplumun iç tarihini ve ulusal
yapısını araştırmayı ihmal etmektedirler.
Aynı şekilde
karakteristik olan şudur ki, Türk tarihçiler bile, kendi kardeş toplumlarının
iç tarihine geçmişte çok az ilgi göstermişlerdir. Böylece, savaş öncesine ait
ve Kıbrıs Tarihi ile ilgili en önemli Türkçe ders kitabının yazarı, bir
Kıbrıslı Türk öğretmen olan Fikret Alasya, Kıbrıs tarihinin Osmanlı dönemine ve
Osmanlı yönetim sistemine ana ağırlığı vermiş olmasına karşın, Türk toplumunun
kökeni ile ilgili çok az bilgi sunmaktadır. Türk tarih araştırmacılığı, sadece
son dönemlerde bu sorunlara önem atfetmiştir, o da daha çok Kıbrıs siyasal
sorununun bir sonucu olarak. Bu nedenle, Türk Tarih Kurumu tarafından
derlenmekte olan Kıbrıs Tarihi’nin altı alt bölümünden üçü, Osmanlı dönemi
Kıbrıs’ına ve adanın Türk toplumuna değinmektedir.
Yukarıda
söylenmiş olanlara karşın, Kıbrıs Türk toplumu, önemsiz geçmişi ile, şimdiki
tarihsel gelişmeler yüzünden öne çıkmış bulunmaktadır. Sorun, varlığı ile,
adanın geleceğine yönelik olarak ortaya koyduğu tavır ile, önemli ve
karmaşıktır. Aynı sorun, aynı zamanda, bu toplumun daha derin bir şekilde
anlaşılması ihtiyacını da artırmış olmaktadır. Bununla birlikte, kural olan
şudur ki, insan toplumlarının araştırılmasında, geçmişe başvurup araştırma
yapmadan, bugünün açıklanması mümkün değildir. Herhangi bir etnolojik veya
tarihsel araştırmada, köken sorunu, birincil öneme sahiptir. Öyleyse, Kıbrıs
sorununun bugünkü karmaşık ağını anlamak istiyorsak, Kıbrıs’taki Türk
toplumunun kökeni nedir sorusunu sormalı ve bu soruyla yüzleşmeliyiz.
Türk toplumunun tarihi, genelde,
1570-1571 yıllarında adanın Osmanlılar tarafından fethi ile bağlantılıdır. Bu
toplumun yükselişi ile ilgili olan kabul edilmiş görüş, şu şekilde
özetlenebilir: Kıbrıs’ın fethinden sonra, Osmanlının savaşan yapısının büyük
bir bölümü Kıbrıs’ta kaldı ve askerler ile subaylara, gösterdikleri askeri
hizmetler için, bir ödül olarak toprak ve başka ayrıcalıklar bağışlandı.
Kıbrıs’a yerleşmiş bulunan bunlar, daha sonra, Küçük Asya’dan yeni gelişlerle
ve kısmen de Hıristiyanların İslam inancına dönmeleri ile güçlenip,
kendiliğinden bir Müslüman toplumunu oluşturdular.
Bu,
geniş olarak kabul edilmiş görüştür ve geniş anlamda da tarihsel kanıt ile
desteklendiği derhal söylenmelidir. Bununla birlikte, tarihsel araştırma,
şeyleri daha ayrıntılı ve dikkatlice araştırmaya, özellikle de toplumun ulusal
kökenini belirlemeye karar verir vermez, kanıtlar, yetersiz ve belirsiz bir
hale gelmektedir. Kabul edilen görüşe göre, Kıbrıs’taki Türk toplumunun
artışını yükselten ve buna katkıda
bulunan üç demografik kaynak söz konusu olmaktadır.
1.
Kıbrıs’a sefer düzenleyen Osmanlı
gücü
2.
Küçük Asya’dan nüfusun adaya göçü
3.
Yerli Hıristiyanların din
değiştirmesi
Bu üç kaynak,
tarihsel olarak kesin biçimde kabul edilirse, bilim adamı, Türk
toplumunun yükselişine bunlardan
hangisinin ve ne oranda katkı yapmış olduğunu belirleme sorunu ile
karşılaşmaktadır.
Bu soru
yerindedir ve aynı zamanda büyük önem kazanmaktadır. Çünkü
buna verilecek doğru yanıt, Kıbrıs Türk
toplumunun etnolojik yapısı üzerine ışık tutacaktır.
Yukarıda sözü
edilmiş olan demografik kaynaklardan her birinin görece
önemini belirlemek için, her biri ile
ilgili kanıtları incelememiz gerekmektedir. Kanıtların yapısı gibi, onların
eleştirel irdelenmesi de, sonuçlar çıkarmamızda bize yardımcı olacaktır. Bu
sonuçlar, her ne kadar matematiksel doğrular olmasa da, üç kaynağın her birinin
görece önemi ile ilgili yeterli göstergeleri bize sağlayacaktır.
(A) Birinci
demografik kaynak, yani Osmanlının istila ordusu ile ilgili
olarak, Kıbrıs’ta kalmış olan askerlerin
sayısı hakkında güvenilebilir bir kanıtın olmadığını ileri sürebiliriz. Genel
olarak kabul edilen ve Kıbrıs’ta 20.000 askerin yerleşmiş olduğuna ilişkin
görüş, herhangi bir Osmanlı belgesine dayanmamaktadır. Bu, sözlü bir söylentiye
dayanan ve denetlenmemiş bir görüş olup, gelenek tarafından günümüze aktarılmıştır.
Kural olarak kaynaklarını tam olarak araştıran (tarihçi) Hill, bu noktayı
gözden kaçırmakta ve adada kalmış olan askerlerin sayısı olarak 20.000’i
eleştirmeden doğru kabul etmektedir. Başka bir yerde, askerlerin adada
yerleşmesi ile ilgili görüşü kanıtlayamadan, 16.000 askerden söz eden Gatto’nun
sağladığı kanıta ve Hill’e göre 22.000 sayısından söz eden Calepio’ya
başvurmaktadır. Gerçek şudur ki, Calepio, adada sadece 2.000 askerin kaldığını
söylemektedir.
Bütün
bunlarla ilgili hoş olmayan şey şudur ki, Hill’in bu denetlenmemiş görüşü
eleştirmeden kabul etmesi, çağdaş bilimsel araştırmalarda olumsuz bir şekilde
tekrarlanmasıdır. Bu, günümüzde Kıbrıs’ın etnopolitik ve sosyal sorunu ile
ilgilenmiş olan ciddi bilim adamlarının bile, örneğin Amerikan Alexander
Melamid ve Fransız Etienne de Vaumas’ın, Kıbrıs sorunu hakkındaki
antropolojik-coğrafik analizlerini bu rakamlara dayandırmış olmaları gerçeğinde
ortaya çıkmaktadır.
Bu
haksız varsayımın aksine, sorunu olumlu bir şekilde açıklayan bir kanıt sağlayabiliriz.
Bu kanıt, belgesel verilerin üç ana kategorisine atıfta bulunabilir ve yapısı
da en ciddi eleştiriye karşı durabilecek durumdadır.
(i) Türk
tarihçisi Ahmet Refik tarafından Osmanlı arşivlerinden ortaya çıkarılan resmi
belgelere göre, Sultan’ın hükümeti, Kıbrıs’ın demografik yoksunluğu hakkında
endişe etmesi üzerine, adaya nüfus yerleştirme yoluyla bu boşluğu doldurmayı
çeşitli defalar denemiştir. Kıbrıs’ın sömürgeleştirilmesini sağlayan ve
Sultan’dan kaynaklanan bu emirlerin, 1577 yılına kadar yayımlandığı
bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi ve kısmen uygulanmış olan, Hicri 980
yılında (21 Eylül 1572) yayımlanmış olandır. Bu, Yahudi nüfusun Filistin’deki
Safed kasabasından ayrılmasının (ama gerçekleşmemiştir) sosyal ve ekonomik
tarihi konusunu işlemiş Türk uzman olan Ömer Lütfü Barkan tarafından
yayımlanmıştır ve 1576 ile 1577 tarihlidir ve Türk tarihi konusunda uzman olan
İngiliz Bernard Lewis tarafından İsrail Oriental Derneği yayınları dizisinde
basılmıştır. Ada üzerinde 20.000 asker yerleşmiş olsaydı, adayı
sömürgeleştirmek için bu kadar uzamış bir çabanın bir gerçek anlamı olmayacaktı
diye konuyu bağlamak kolay olacaktı.
(ii) Kıbrıs’ta
bırakılan Türk askeri birliği ile ilgili olduğu gibi, fetihten sonraki ilk
yıllara ait nüfus ile ilgili kanıtlara sahibiz. Bütün durum için çok
karakteristik olan iki tanıklıktan söz ediyorum. Biri, 1590 yılında, yani
fetihten yirmi yıl sonra , Kıbrıs’taki Türk nüfusun 4,800 olduğunu belirten
Mark Memmo tarafından verilirken, öteki de, 1572’de Mağusa sahilleri açıklarında
bazı şüpheli gemilerin görülmesinin, Türkler arasında paniğe yol açtığını,
çünkü, adayı savunmak için sadece 2,000 yeniçeri ile 800 süvarinin bulunmakta
olduğunu belirten Calepio tarafından verilmektedir. (Kiprianos’un bu bilgiyi bu
kaynaktan aldığı anlaşılmaktadır.) Bu olaydan sonra Türk makamları,
İstanbul’dan takviye talep etmişti. Bunun üzerine, 500 Yeniçeri ve 4 kadırga
(Calepio’ya göre ayrıca beş taşıma gemisi) adada bulunmaktayken, daha fazla bir askeri güç, ilk talepte
toplanabilir ve bu da, İstanbul’dan herhangi bir takviyeyi gereksiz
kılabilirdi.
(iii) Asker
kökenli Türk nüfusu ile ilgili bilginin en önemli kaynağı, 1606 ile 1611
arasında, yani Kıbrıs’ın fethinden sonraki yaklaşık otuz yılla ilgili olarak,
Sadrazam Murat Paşa’nın emri üzerine İmparatorluk Tapu Dairesi’nin Müdürü Avni
Ali tarafından, 17. Yüzyılın ilk on yılında hazırlanmış olan, feodal araziler
ve bağışlarla ilgili Osmanlı kayıtları (Ganun)’dır.
Bu kayıtların
Fransızca bir çevirisi, ilk olarak 1870 yılında, Oryantalist M. Belin
tarafından “Journal Asiatique”de yayımlanmıştır. Bu kayıtta, resmen tanınmış olan bütün tımarlar,
numaralandırılmış ve ilgili yönetim bölgelerine göre verilmiş olan özel
ayrıcalıklar ve sorumluluklar ile birlikte sınıflandırılmıştır.
Bu kayıta göre,
Kıbrıs Vilayeti, sekiz Sancaktan, yani yönetim alt biriminden oluşmaktadır.
Bunlardan dördü, adada yer alırken, geriye kalan dördü, Küçük Asya’da yer
almaktadır. Vilayetteki bütün askeri nüfus, silah taşıyan 4.500 erkek olarak
verilmiştir. Eğer, bundan hareketle, Sancaklardan sadece yarısının Kıbrıs’ta
olduğunu düşünürsek, mantıken şu sonuca varmalıyız: Ada Sancaklarının, kıtada
olanlardan daha küçük olmaları gerekir. Çünkü bunlarda, 9 Ziyamet ve 38 tımar
varken, kıtadakilerde 40 ziyamet ve 1,224 tımar bulunmakta olduğu gerçeği göz
önünde bulundurulursa, askeri gücün sadece yarısı, yani 2,250 sayısı, çok daha
az miktarda olabilir. Kıbrıs Vilayetindeki askeri feodal bağışlardan da söz
etmek gerekmektedir. 17. Yüzyılın başında, bunlara Kıbrıs’taki dört Sancak da
dahildi, yani Girne, Baf, Mağusa ve
Lefkoşa Sancakları. Sonucusuna Paşa’nın ikamet etmesi nedeniyle Paşa Sancağı
diye anılmaktaydı. Ve Küçük Asya’daki dört Sancak, yani İçel, Sis, Alanya ve
Tarsus Sancakları. Bu Sancaklarla ilgili feodal bağışlar şunlardı: 379 silahlı
adamı ile 11 tane birinci sınıf olan (cebeli), 40 tane ikinci sınıf olan ve
1627 tane üçüncü sınıf tımar. Son iki sınıf bir arada, silahlı 2,833 adamı
içermekteydi.
Eldeki
kanıtlarla birlikte yukarıda sözü edilen bütün belgeler, bir olguyu mutlak
surette açıklamaktadır, yani adada kalmış olan askerlerden oluşmuş nüfus, ihmal
edilebilir kadardır. Adada yerleşmiş olduğu söylenen 20.000 askere ilişkin
efsaneyi de, bir defada ve tamamıyla tuzla buz etmektedir. Böylece, hangi
kaynağın en çok katkıda bulunduğunu belirleme çabamızda, Kıbrıslı Türklerin
sayısının artması ve gelişmesini araştırmak için, gerçekten yukarıda sözü
edilmiş olan ikinci ve üçüncü demografik kaynaklara atıfta bulunmamız
gerekmektedir.
(B) İkinci
demografik kaynağa ilişkin kanıtı incelerken, tanıklığa
göre kısmen uygulamaya konmuş ve mevcut
bütün tanıklıkların en önemlisi olan, 21 Eylül 1572 tarihli, nüfus aktarımı ile
ilgili Sultan Fermanı ile kendimizi sınırlayacağız. Yer değiştirecek olan
adayların yerel makamlar tarafından hazırlanmış olan kayıtlarının en azından
bir kısmını denetlemiş olan Barkan’ın kendisi, Emire (Ferman’a) sınırlı bir
şekilde uyulmuş olunduğunu itiraf etmektedir. Buna karşın, diğer bakımlardan
özenle çalışan bilim adamı, sorunun en önemli yönlerinden birini gözden uzak
tutmaktadır. Yani, göç eden nüfusun etnik bileşiminin ne olduğunu sormayı ihmal
etmektedir. Bu noktayı, Osmanlı belgeleri aracılığı ile aydınlatmış
bulunmaktayız. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük mimarı olan Mimar
Sinan ile ilgili belgeler, bunu göstermiştir. Sinan, Hıristiyan kökenden
geliyordu ve Küçük Asya’daki Caesarea (Kayseri) yakınındaki Ağırnas (SS
Anargyroi) köyünde doğmuş ve çocukların zorla alınması yolu ile Müslümanlığa
geçmişti. Ailesi, Hıristiyan olarak kalmış ve Fermanın çıkarıldığı yılda
Kıbrıs’a zorla aktarılacakların listesine dahil edilmişti. Sinan, şimdi
İmparatorluğun Baş Mimarı gibi yüksek bir mevkiye sahip olduğu bir sırada,
Sultan’ın bir Ferman yayımlayarak, adları, kendi köylülerinin geriye kalanları
ile birlikte belgede kaydedilmiş olan Sinan’ın “Hıristiyan akrabaları” için,
“Bir önceki ferman ile Kayseri’nin Rum reayasının göç ettirilmesinden muaf
tutulması gerektiğini” belirten bir Fermanın çıkarılmasını başarmıştı. Fermanda
ayrıca, Sinan’ın akrabalarının, Kıbrıs’a gönderilmesi gereken kâfirler
listesine dahil edilmiş olmasına karşın, onların da bu listelerden silinmesi
gerektiği de belirtilmekteydi.
Böylece,
bir Osmanlı resmi belgesi aracılığıyla kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ki, Göç
Fermanından etkilenmiş olan nüfus, en azından bu vakada, Hıristiyandı,
özellikle Rumdu. Sinan ile ilgili Osmanlı resmi belgelerini derlemiş ve
yayımlamış olan Türk tarihçi Ahmet Refik’in, bu özel belgeyi dahil etmeyi
unutmuş olması önemlidir. Tahminimize göre bunu yapmasının nedeni, Türk
tarihçilerin genellikle çekiştikleri bir konu olan Sinan’ın Hıristiyan
kökenine kanıt oluşturmuş olacağı idi.
Bu belgenin varlığına, içeriğini 1938’de yayımlamış olan Rum Türkolog Abraham
Papazoğlu tarafından işaret edilmişti.
Yer
değiştirmiş olan nüfusun etnik bileşimi ne olursa olmuş olsun ve bu, en azından
büyük ölçüde Hıristiyan ve hatta Rum idi, Kıbrıs’ın sömürgeleştirilmesi,
Sultan’ın fermanında önerildiği ölçüde elde edilmemiştir. Fazla sayıda
ailelerin taşınması ve yeniden iskan edilmesi, basitçe kolay bir görev değildi
ve öte yandan Ferman, yerel yönetim makamları tarafından bir çok yönden yerine
getirilmemişti. Buna ek olarak, böylesi fermanların, Sultan’ın kendisi
tarafından çıkarılmış olsalar bile, uygulanmadıklarına ilişkin yeter sayıda ve
resmi kanıtlarımız vardır.
Filistin’den
Kıbrıs’a Yahudi nüfusun göçünü sağlayan Fermanlara değinmiş bulunmaktayız. Bu
göçün, asla gerçekleşmemiş olduğu ve ayrıca Sultan Fermanlarının metnini
yayımladığı zaman Bernard Lewis tarafından bilinmediği, resmi Osmanlı belgeleri
tarafından bir kez daha kanıtlanmıştır. İlk belgeleri geçersiz kılan bu
belgeler, onları, Filistin ile ilgili Osmanlı belgeleri derlemesine dahil etmiş
olan ve Türk tarihi konusundaki İsrailli uzman Uriel Heyd tarafından gün
ışığına çıkarılmıştır.
Kıbrıs
Türk toplumunun ikinci demografik kaynağı ile ilgili görüşlerimize son
verirken, şunu öne sürebiliriz ki, ne göç etmiş nüfusun etnik ve dinsel
bileşimi, ne de sayısı, 16. Yüzyılın sonunda Kıbrıs’ta bulunan Türk toplumunun
sayısını, önemli yerli bir unsur olarak onun daha sonraki gelişme ve
pekişmesini doğrulamamaktadır. Bu olgunun açıklanması için, Kıbrıs Türk
toplumunun üçüncü demografik kaynağına, yani yerli Hıristiyanların Müslümanlığa
geçişine başvurmamız gerekmektedir. Fetihten sonraki ilk onyıllar sırasında,
büyük ölçüde din değiştirmeler olmuş ve daha sonra Kıbrıs nüfusunun etnik
evriminde süregen bir olgu karakterini kazanmıştır. Yönetici unsurun inancına
geçmiş olan Hıristiyanların etnik asimilasyonu, Türk egemenliği sırasında
Kıbrıs tarihinin en önemli olgusudur ve aynı zamanda şimdiye kadar en az
araştırılmış olanıdır.
Kıbrıs Türk
ulusal unsurunun ana demografik kaynağı olarak din değiştirmelerin önemini
göstermek için, bu karanlık soruna bir anlık bir bakış bile sağlayabilecek
olan, eldeki her türlü malzemenin kullanılması ile, konunun derin bir şekilde
araştırılması gerekmektedir. Türk egemenliği sırasında Kıbrıs’ın nüfusu ile ilgili, yukarıda sözünü ettiğimiz
araştırmamızda, çağdaş Türk ulusunun etnik bileşimi üzerindeki daha geniş
tarihsel etkileri olan bu konunun önemini kısaca ortaya koymaya çalıştık. Aynı
zamanda, bu malzeme kısa bir dönemi kapsamasına karşın, kesin sonuçları desteklemek
üzere arşivlerden orijinal olan ve son zamanlara kadar bilinmeyen malzemeyi gün
ışığına çıkartmış olduk. Bununla beraber, şimdiki vakada, bu, genel sonuçlar çıkarmamızdan bizi
alıkoymamaktadır. Çünkü, Türk yönetiminin belirli bir dönemi ile ilgili
bulgularımız kanıtlanacaksa, dış kanıtlar, daha önceki bir dönemde aynı
özelliklerin varlığına işaret ettiği sürece, daha önceki bir dönem için varılan
sonuçları, benzerlik yoluyla destekleyebilir.
Şimdiki
çözümlememizde, kendimizi, Hıristiyanların din değiştirmeleri olgusu, daha özel
olarak da, Türk egemenliğinin son döneminde, özellikle 1825 ile 1832 arasında,
Kıbrıslı Rum kırsal nüfusun din değiştirmesi ile sınırlayacağız. Bunlar,
görüşlerimizi dayandıracağımız kayıtlar tarafından kapsanan iki tarihtir.
1825,
Hicri 1240 mali yılına karşılık gelmektedir ve o yılın kayıtları, Hıristiyanlar
arasında Haraç diye bilinen verginin dağılımını içermekte olup, bizim
tarafımızdan Kayıt No.VI olarak belirlenmiş olan Kıbrıs Başpiskoposluğu
arşivlerinde korunmaktadır. Bu kayıtta, vergi, yönetim bölgeleri (Kadılık)
tarafından konmuş olup, bu bölgelerin her biri, içine aldığı köylere karşılık
gelen daha küçük alt birimlere ayrılmıştır. Her köy altında, Rum vergi
ödeyenlerin adları liste halinde yer almaktadır ve her adın karşısında vermesi
gereken vergi miktarı, Osmanlı kuruşu olarak yazılmıştır. Sayfanın kenarında,
verilmesi gereken vergi miktarındaki herhangi bir değişiklik yazılmıştır.
Böylece listede yazılmış olan toplam adların sayısı, vergi verebilen erişkinlerin
toplamına karşılık gelmekteyken, kişisel katkıların toplamı da köyün vermesi
gereken toplam vergiye karşılık gelmektedir.
Kayıdın
eksiksiz (korunmuş bulunan malzeme, çok ender olarak eksiksizdir) olduğu
görüldüğüne göre, köylerin verdiği vergiler, 1825 yılı için adanın Hıristiyan
nüfusundaki erkek erişkinler hakkında net bir resim sunmaktadır. Karavas ve Lapithos köyleri, bunun tek
istisnasıdır, çünkü bu iki köy, bulamadığımız nedenler yüzünden, o yıla ait
vergi listesinden muaf tutulmuştu. Birçok Hıristiyan toplulukların, sıklıkla,
her türlü ayrıcalıkları ve vergiden muafiyetleri, sürekli veya geçici olarak
elde ettikleri olgusuna bakarak, bu iki köyün listede bulunmaması, bizi hayrete
düşürmemektedir. Büyük bir olasılıkla, Lapithos ve Karavas, böylesi bir
ayrıcalığı 1825’de veya o yıllarda yaşamaktaydı. Bununla birlikte, bu
ayrıcalığı sürekli olarak yaşamadıklarını biliyoruz, çünkü eksik olan kayıt
defterinde, VI numaralı kayıttan birkaç yıl daha uzakta olan V numaralı
kayıtta, bu köylerin adının yer aldığını gördük.
VI
numaralı kayıtın içeriğinin tam bir çözümlemesini, Kıbrıs’ın nüfusu ile ilgili
çalışmamızda vermiş bulunuyoruz. (bkz. Theodore Papadopoullos, Social and
Historical Data on Population (1570-1881), Nicosia 1965) O nedenle burada daha
fazla açıklama yapmak gereksizdir. Ne var ki, aşağıdaki olgulara dikkat
çekilmesi gerekmektedir:
1.
1825 yılında adada Hıristiyan
olup da vergi ödeyenlerin sayısı, 13,141
erişkin erkek olup, 508 mahalle ve köye
dağılmış olarak yaşamaktaydılar. Kadılık olarak bilinen on iki yönetim bölgesi
ve bir kasaba, Lefkoşa altında toplanmışlardı. 1825’de Hıristiyanların
yüklenmiş olduğu toplam vergi, 665,055.20 kuruştu ki bu, şimdiki çalışmanın
konusu ile ilgili değildir.
2.
Bu nüfusun Haraç diye bilinen bir
vergiye tabi olduğu olgusu,
kendiliğinden şu anlama gelmektedir: Bu
vergi, Hıristiyanlara veya Ada hukukundaki teknik terimlere göre İslam dininden
olmayanlara, yani “kâfir”lere uygulanmaktaydı. Nedeni basitti, çünkü adadaki yasaya göre, bu vergi fethedilmiş,
ama din değiştirmemiş olanlara konmuştu. Onlara gösterilen hoşgörü
karşılığında, hayatlarını devam ettirmeleri ve dinlerini korumaları bahşedilmiş
oluyordu. Peygamberin dininden olan ailelerde doğanlar, bu vergiye asla tabi
değilken, anne-babalarının dininden feragat edenler ve Müslümanlığa geçenler,
kendiliğinden bu vergiden muaf olurlardı. O nedenle 1825’de Haraç vergisine
tabi olan 508 topluluk, Hıristiyandı. Bu durum, listelerdeki isimlerin Rumca
olması olgusu ile de kanıtlanabilir. Bununla beraber şu da eklenmelidir ki, bu,
bu toplulukların bazılarında Müslümanların da yaşamakta olduğu olasılığını
dışlamamaktadır. Kayıtlarda Müslümanlara rastlanmamaktadır, çünkü onlar bu
vergiyi vermemekteydiler.
1825
tarihi ile öne sürdüğümüz görüşlerin ilk kısmını bitiriyoruz. İkinci kısım,
aynı kaynaktan, yani Kıbrıs Başpiskoposluğu arşivlerinden alınmış olan VII
numaralı Kayıt içinde yer alan 1832 yılı ile ilgili verilere dayanmaktadır.
Bu
kayıtta, veriler farklı, ama benzer bir yapıdadır. Vergi toplanması ile hiç bir
ilgisi yoktur, ama Lefkoşa ve Mağusa’daki merkezi depolara buğday ve arpa
tedarikine atıfta bulunmaktadır. Daha önceki bir çalışmamızda buna değinmiş ve
bu tedarikin aşar vergisine veya merkezi depoya tahıl satışına mı ilişkin
olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmış ve ikincisinin hemen hemen doğru olduğu
sonucuna varmıştık. Fakat bunun, bizim iddiamızın amacı ile ilgisi yoktur.
Burada sadece şunu söyleyebiliriz ki, adadaki tahıl üreten köyler, buğday ve
arpanın belirli oranda saptanmış olan miktarlarını, bu merkezi bölgelerin gıdası için, Lefkoşa ve Mağusa
kasabalarına satma yükümlülüğü altında idiler. Çünkü çoğu kez, üretilmiş olan
buğday ihraç edilmekte ve kasabalardaki nüfus açlık çekmekteydi. Öyle
anlaşılıyor ki, Mağusa’da depolanan miktar, İmparatorluğun çeşitli
bölgelerinden gelen gıda maddelerine bağımlı olan İstanbul’a gemilerle
gönderilmekteydi.
Burada
ilginç olan nokta, ister tamamıyla Hıristiyan, isterse tamamıyla Türk, ya da
karışık köyler olsun, bütün tahıl üreten köyler, kendi üretim kapasitelerine
göre, kasaba nüfusunun gıdası için buğday ve arpa sağlayarak katkıda bulunma
yükümlülüğü altında idi. Kayıtta, Hicri 1245-1248 (1829-1832) yılları ile
ilgili olarak, zorunlu buğday ve arpa sağlamaya ilişkin beş yıllık listeler yer
almaktadır. Üç vakada, listelerde Hıristiyan ve Müslüman tedarikçiler arasında
hiç bir ayrım yapılmamıştır. Ama liste eksiksiz değildir, çünkü kayıp sayfalar
vardır. Ama son vakada, 1832 yılı ile ilgilidir, atanmış olan memur, düzenli
yazım veya herhangi başka bir nedenle, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için ayrı
listeler çizmiştir. Şans eseri olarak bu yıla ait liste eksiksizdir. Liste,
tahıl üreticilerinin dini temelinde bize çeşitli ve değerli bilgiler
vermektedir. Aşağıdaki bilgiler, bizim için özel öneme sahiptir.
Köyler
ve yönetim bölgelerinin (bu durumda Kadılık diye değil, Kazalar diye
adlandırılmaktadır) listesi dinsel duruma göre hazırlanmış olduğundan,
1832’de, hangi köylerin saf olarak
Hıristiyan, saf olarak Müslüman veya karışık olduklarını belirlemek mümkündür.
Böylece, bir köy, Müslüman listesinde değil de, Hıristiyan listesinde yer
alıyorsa, o köyün saf Hıristiyan olduğu sonucuna varırız. Eğer bir köy,
Hıristiyan listesinde değil de, Müslüman listesinde yer alıyorsa, o köyün
Müslüman olduğu sonucuna varırız. Köy, her iki listede de yer alıyorsa,
aşikardır ki bu köy karma bir köydür. Kural için belirli istisnalar
olabileceğini derhal söylemek gerekir. Saf Hıristiyan olarak düşündüğümüz bir
köyde, sadece buğday üreten toprağa sahip olmadığı için ve köylerinin, bu nedenle
Müslüman listesinde adının yer almaması yüzünden, Müslüman listesinde yer
almayan Müslüman sakinler olabilir. Aynı şekilde, sadece Müslüman listesinde
yer alan köylere de bu uygulanabilir. Çünkü, bu köylerin Hıristiyan sakinleri,
toprak sahibi olmayabilir ve bunun sonucunda köyleri Hıristiyan listesinde yer
almayabilir. Bu itiraz, kesinlikle geçerlidir, ama bu vakaların kural için
belli istisnaları oluşturduğu konusunda hemfikir olmalıyız. Dahası, aşağıda
verdiğimiz Müslümanlığa geçmiş olan köyler listesindeki iki veya üç köy,
böylesi bir durumda olabilir. Bunların neden sadece kural için istisna
olabileceğine ilişkin iki neden vardır:
(a)
Karma bir köydeki Hıristiyanların
bütün buğday üreten topraklara sahip olurken, Müslümanların hiç toprağının
olmaması olasılığı çok düşüktür; bunun tersinin olması daha çok mümkündür.
(b)
1832’de saf Müslüman olan
köylerin etnik ve dinsel bileşimi, büyük ölçüde bugünkü etnik ve dinsel
karaktere uymaktadır.
Her
ne olursa olsun, olası istisnalar, aşağıda değineceğimiz gerekli veriler
üzerinde önemli bir etkide bulunamaz. Biz sadece, Hıristiyan, Müslüman veya
karma olarak yer alan köylerin sayısını vermiş olduğumuzdan söz etmekteyiz ve
listede tahıl üreten bu 462 köyden, 198 tanesi saf Hıristiyan, 92 tanesi
Müslüman ve 172 tanesi de karma olarak yer almıştır.
1825 yılına
ait vergi ödeyenlerin kayıtları ile 1832 yılına ait tahıl tedarik edenlerin
kayıtları arasında bir karşılaştırma yaparak sonucumuza varacağız.
Görmüş
olduğumuz gibi, 1825’de Haraca tabi olan köyler, verginin yapısına göre, ya saf
Hıristiyan veya karma idi. Yukarıda sözü edilen 1825 vergi listelerinde yer
alan köylerin çoğu, tabii ki, 1832’nin tahıl tedarikçileri listesinde yer
almaktadır. Çünkü ada köylerinin çoğu, az veya çok tahıl üretmekteydi. Aslında,
508 topluluğun (köyün) çoğu, her iki kayıtta da yer almaktadır ve 1832
kayıtlarında yer alanlar, saf Hıristiyan veya saf Müslüman diye seçilmekteyken,
karma olanlar her iki listede de yer almaktadır. Bununla birlikte, belli
vakalarda, 1825 yılında Haraca tabi olan bazı köyleri görmekteyiz ve o nedenle,
ya saf Hıristiyan, ya da karma köydürler, fakat sadece 1835 yılında tahıl
katkısında bulunan Müslüman köyleri listesinde yer almaktadırlar. 1825 ile 1832
yılları arasında Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçerek, dinsel statülerinde bir
değişiklik olduğunu belirlediğimiz köyler, VII Kayıtlarından sıraya göre
aşağıdakilerdir:
Morfu kazası : Denya
Lefke kazası : Flasu
Orini kazası : Markin
Kitrea Kazası : Palekitron
Larnaka kazası : Givisilin
Mesarya kazası : Melunda
Mesarya kazası : Kukla
Mesarya kazası : Sinda
Mesarya kazası : Singrasi
Hrisohu kazası : Skulli
Baf kazası ve
Kukla : Malunda
Baf kazası ve
Kukla : Prastiyo
Leymosun
kazası : Kantu
Kilani kazası : Monyatis
Kilani kazası : Monagrin
Karpaz kazası
ve
Mağusa : Platanissos
İddiamızı
aydınlatmak ve vardığımız sonucun olası kabulüne ek kanıt olarak aşağıdaki
notlar gereklidir:
1.
On altı köyden sekizi
Müslümanlığa geçmiştir, yani %50’si, İslam inancını korumuştur ve böylece
onları 1960 nüfus sayımında saf Türk köyleri olarak görmekteyiz. Bu köyler
şunlardır: Markin, Givisilin, Baf’tan Prastiyo, Kantu ve Platanissos.
2.
Bunlardan bir tanesi olan
Melunda’nın 1825’den önce din değiştirdiği sanılmaktadır. Çünkü o yıla ait
Haraç listesinde yer almamaktadır. Bu vakada, vardığımız sonucu şu kaynağa
dayandırmaktayız. 1825 yılı vergi listelerine ek olarak yayımlamış olduğumuz
Başpiskoposluğa bağlı piskoposlukta çalışan keşişlerin kaydında, Melunda
köyünden Mahera Manastırına gelmiş olan belli bir keşişin adına rastlamaktayız.
Bu da, bu köyde Hıristiyan sakinlerin olduğunu göstermektedir. Bu köyün
Hıristiyan olduğu, ayrıca bugün bile orada, Aziz Yorgo’ya adanmış küçük bir
Ortodoks manastırının olması olgusundan da çıkarılabilir. Bununla beraber köy
bugün saf Türktür.
3.
Beş köyün, yani %30’unun, 1960
nüfus sayımında Hıristiyan çoğunluk ile karma olduğu gösterilmiştir. Bunlar
Denya, Flasu, Palekitron, Singrasi ve Monyat köyleridir.
4.
İki köy, yani %13 kadarı, 1960
Nüfus Sayımına göre saf Rumdur. Bunlar Skulli ve Monagrin köyleridir.
Yukarıdaki
1 ve 2 numaralar ile ilgili olarak, Müslümanlığa geçiş, aşikardır ve bununla
ilgili olarak herhangi ciddi bir kuşku olamaz. Burada bir şey daha
söylenebilir: 1832 kayıtları var olmasaydı bile, biz bu köylerin yine de din
değiştirdiklerini şu olgudan ortaya çıkarabilirdik: İlk sekiz köy, 1825’te
Hıristiyandı, çünkü Haraç ödemekteydiler. Oysa bugün saf Türk köyüdürler. Şimdi
saf Türk olan Melunda köyü ile ilgili olarak, 1825’den önceki belirlenmemiş bir
zamanda, Hıristiyan veya karma olduğunu biliyoruz. Ne var ki, 1825 ve 1832
kayıtları, din değiştirmenin meydana geldiği zaman sınırlarını belirlememizde
bize yardımcı olmaktadır. İlk veri, bize olaydan önceki zaman sınırını,
ikincisi de olaydan sonraki zaman sınırını vermektedir.
Şimdi karma nüfusa sahip olan ve din
değiştirmiş olan beş köye ilişkin not ile ilgili olarak, iki neden sunulabilir.
İlki şudur: Bu köyler din değiştirmiş, ama bazı din değiştirenler
“Linobambaki”, yani gizli Hıristiyanlar olarak yaşamlarını sürdürdüler ve zaman
içinde, babalarının inancına geri döndüler. Bu süreç, Türk işgalinden sonra,
karma nüfusun olduğu birçok vakada görülebilir. İkincisi şudur: Bu köyler, 1825
ve 1832’de karma köylerdi, ama 1832’deki Hıristiyan listesinde yer almadı.
Çünkü Hıristiyan sakinleri, tahıl üreten herhangi bir toprağın sahibi
değildiler. Bu düşünce çizgisini izlersek, onların durumunda din değiştirme
meydana gelmemiştir sonucuna varabiliriz. Oldukça hassas olan bu iddianın
gücünü inkar etmeden, şunlar söylenmelidir:
(a)
Bu karma köylerde, özellikle
günümüzde bir Hıristiyan çoğunluğa
sahip
olanlarında, bir tek Hıristiyan tahıl üreticisi bile yoktu, diye hayal etmek
zordur. Bir tek Hıristiyan tahıl üreticisi bile olmuş olsaydı, bir reaya
olarak, Müslüman sakinlerin tabi olduğu buğday tedariki yükümlülüğünden muaf
tutulmuş olamayacaktı.
(b)
Şimdi ele alacağımız ve yukarıdaki dördüncü
kategori ile ilgili olarak
verilen
aşağıdaki iddia, karma köyler için de iyi tutmaktadır.
Bu, sadece 1832 yılına ait Türk
kayıtlarında görülmesine karşın, Skulli ve Monagrin köylerini
ilgilendirmektedir ve bugün bunlar saf Rum köyleridir. Bu vakada da, buradaki
kanıtımız, yukarıdakine ek olarak gelse de, onların Müslümanlığa geçişleri ile
ilgili kesin kanıta sahibiz. Öteki köylerde, din değiştirmiş olmalarını, 1825’de
Hıristiyan, ama 1832’de Müslüman olarak göründükleri olgusundan çıkarmış
olmamıza karşın, bu iki köy vakasında,
1832’de saf Müslüman olmalarına karşın, bugün saf Rum köyü olmalarına ilişkin
ek olgu yardımıyla, aynı sonuca varmaktayız. Bunun basitçe anlamı,
Hıristiyanlığa geçtikleri şeklindedir. Köy sakinleri, koşulların zoruyla
benimsemek zorunda kaldıkları bir dinsel inançtan vazgeçmeyecek ve babalarının
inancına geri dönmeyecek olsalardı, Müslüman bir köyün Hıristiyanlığa
geçmesinin ne anlamı olurdu? Aslında
Müslüman nüfusun Türk egemenliğinin bitmesinden sonra azalması veya hatta
tamamıyla yok olması, tarihsel olarak kanıtlanmış olan ve gizli olarak yaşamış
olan gizli Hıristiyanlık, yani Ortodoksluk olgusu ile açıklanabilir. Bu, zaten,
Müslüman egemenliği altına girmiş olan Hıristiyan ülkelerin çoğunda, özellikle
Küçük Asya’da gözlemlenmiş olan daha da yaygın bir olgudur.
Genelde Kıbrıs Türk toplumu ile
ilgili vakada olduğu gibi, tarihçiler ve Kıbrıs’ın siyasal ve kilise makamları
tarafından, adanın gizli Hıristiyan nüfusuna, ne yazık ki ya hiç veya isteksiz
bir biçimde dikkat edilmiştir. Bu ilgisizliğin sonuçlarının ne kadar acı
olduğu, bu topluma ciddi bir biçimde ilgi gösteren tek örgüt olan Roman
Propaganda Fide’nin, 1902’de, üyelerini Katolikliğe geçirmek için büyük
çabalarda bulunduğu olgusu ile doğrulanabilir.
G.X.
imzası altında bir Propaganda Fide muhabiri tarafından hazırlanmış olan bir
rapora göre, 1902 yılında Kıbrıs’taki gizli Hıristiyanların sayısı, 10,000 gibi
yüksek bir sayıda olup, bütün Müslümanların sayısı ise 47,926 idi. Bununla
beraber, aynı raporun çok dikkatli bir çözümlemesinden sonra, Britanya
egemenliğinin başında, adadaki gizli Hıristiyanların sayısının çok daha fazla
olduğunu söylemek isteriz. Leymosun’da otuz yıldan fazla bir süre yaşamış olan
Peder Celestino de Nunzio de Casalvuovo’nun başında bulunduğu Katolik Misyonu
tarafından, daha çok Kıbrısın güney bölgelerinde, özellikle Baf kazasında
aktifti ve burada, adları aşağıda verilen ve tamamıyla veya kısmen gizli Hıristiyan
köylerini Katolikliğe geçirme girişimi yapılmıştı: Yukarı Kivides, Aşağı Kivides, Polemidya, Amatunda, Mamonya,
Stavrokomi (=Stavrokonnu), Marona (=Maronas), Yukarı Arhimandrita ve Monagrin.
Sonuncu
köy, keşfettiğimiz gibi, 1832’den önce Skulli ile birlikte Müslümanlığa geçmişti. Propaganda Fide
muhabiri tarafından hazırlanan bilgiye göre, Monagrin, yukarıda sözü edilen ve
kilisenin yardımını isteyen on köyden biri olup, bu da din değiştirmiş olan
nüfusun, başlangıçtaki inançlarına geri dönme sürecini kanıtlamaktadır.
Şimdiye kadar sunulmuş olan veriler
göz önünde bulundurulursa, Türk egemenliği sırasında yer almış olan ve
Britanya’nın işgali süresince de yer almayı sürdürmüş olan, Kıbrıs nüfusunun
önemli bir kısmını etkilemiş, etnik ve dinsel değişiklikleri, aşağıdaki tabloda
gösterildiği gibi, üç etno-dinsel kategori ve beş tip tarihsel süreç altında
özetleyebiliriz:
1.
Orijinal etno-dinsel 2. Geçici etno-dinsel 3. Çağdaş
etno-dinsel
statü statü statü
____________________________________________________________
1.
Hıristiyan İslam dinine
toptan geçiş Müslüman-Türk
2.
Hıristiyan İslam dinine
toptan geçiş Karma Rum ve Türk
3.
Hıristiyan İslam dinine toptan geçiş Hıristiyan-Rum
4.
Hıristiyan İslam dinine
kısmi geçiş Karma Rum ve Türk
5.
Hıristiyan İslam dinine
kısmi geçiş Hıristiyan-Rum
Altıncı tip bir tarihsel süreç olarak şunu da
ekleyebiliriz:
6.
Hıristiyan İslam dinine
kısmi geçiş Müslüman-Türk
Bu
son tip, Türk egemenliğinden sonra, kısmen din değiştirmiş ve sonunda saf
Müslüman olan bir topluma değinmektedir. Bununla beraber, gerçek şudur ki, biz
böyle bir vakaya rastlamadık ve bu nedenle, bunu, karşıtı kanıtlanmadığı sürece
sadece teorik önemi bulunduğundan tablo dışında tuttuk.
Kıbrıs’taki İngiliz egemenliği
sırasında bir kural olarak yer almış olan gizli Hıristiyanların Hıristiyanlığa
tam veya kısmi geçişinin tam zamanı, İngiliz yönetiminin ilk elli yılında her
on yılda bir yapılan nüfus sayımlarının karşılaştırması ile yaklaşık olarak
belirlenebilirdi. Ama ne yazık ki, 1881’de yapılan ilk sayım, her köyün dinsel
durumuna göre bir ayrımını yapmamaktadır. Böylece, araştırmamız için en ilginç
ve değerli olan bir bilgiden mahrum olmuş bulunmaktayız.
Belirtilmiş on altı köy,
incelediğimiz dönem içinde, yani 1825-1832 arasında dinsel katılımların tek
vakaları değildir. Belgesel kanıtların varlığı yüzünden, basit bir şekilde belirli sonuçlar
çıkarabildiğimiz vakalardır. Sahip olduğumuz kanıtların doğası, din
değiştirmelerin daha fazla araştırılmasına kısıtlamalar koymaktadır. Bu özellikle karma köyler için doğrudur.
Böylece, örneğin, 1832 yılına ait kayıtlar, karma topluluklarla ilgili net bir
resim sunmasına karşın, 1825 yılı kayıtları, sadece Hıristiyan nüfusu ele
almaktadır ve Müslüman unsur ile ilgili olarak bize herhangi bir bilgi
vermemektedir. Bu bilgi bize verilmiş olsaydı, 1825’deki her toplum için,
Hıristiyanlar ile Müslümanların oranını saptayabilecek ve bunun sonucunda da,
1825’teki verilerin, 1832’deki verilerle karşılaştırılması, her toplum için yer
alan yaklaşık değişimi gösterebilecektik. Müslümanlığa geçişlerin oranı, karma
köylerde özellikle önemli olabilirdi. Çünkü tahıl tedarikçilerinin 1832’deki
kayıtlarında yer alan toplam 462 tahıl üretici köyden 172 tanesi karma köydü.
Bu %37.23’lük bir miktardır. Bunun yanında akılda tutmamız gereken, din
değiştirme, sadece kayıtlarda yer alan o tahıl üreten köyleri etkilemiş
değildir, ama ayrıca geriye kalan köyleri de etkilemiştir. Bu husus, Haraç
vergisinden muafiyetlerle ilgili incelememiz ile kuşku götürmez bir şekilde
kanıtlanmıştır. Bize verilmiş olan tablolarda, dinsel inancı reddetme yüzünden
Haraç ödemekten muaf tutulmuş olan ve Kıbrıs’ın her yanından olan Hıristiyan
taba ile ilgili, 29 vaka vardır. Böylesi vakalarda kullanılmış olan terim,
“Türkleşti”, yani “Türklerin inancına geçti”dir.
Son olarak, tartışılmakta olan dönem
içindeki din değiştirmelerin rakamsal önemini de tahmin etmek gerekmektedir.
Araştırmış olduğumuz on altı köy tablosunda bu konu ile ilgili yeterli
aydınlatma yapılmış olup, bu makaleye eklenmiştir. Bu tabloda, 1825
kayıtlarında gösterildiği şekilde, 1825 yılında vergilendirilmiş olan nüfus
listelenmiştir. Bu nüfusun, sakat, yaşlı ve din adamları dışında erkek
yetişkinlerden oluşan bir nüfus olduğu bilinmektedir. Bu kurallara her zaman
uyulmadığı doğrudur, ama aynı zamanda, rüşvet yoluyla mali muafiyetten
yararlanmış olan insanlarla ilgili vakalarla da karşılaşıyoruz. Yine de, bir
vergi ödeyenin dört veya hatta beş başka tabayı temsil ettiği düşünülürse, bu,
Orta Çağ Avrupa nüfusu için tahmin edilen orandır, şu sonuca varacağız ki,
1825’de on altı köyün toplam Hıristiyan nüfusu, yaklaşık olarak 520 ile 650
kişi arasındadır.
Bu rakamın önemi, sadece bu özel
vakanın, bütün ada ve bütün Türk egemenliği dönemi ile ilgili olarak, doğru bir
perspektifle görülürse takdir edilebilir. Bu bakış açısından, üç yüz yıldan
fazla sürmüş olan Türk egemenliği sırasındaki din değiştirmelerin yaygınlığına
ilişkin tahminlerimizi ilerletebiliriz. Bir başka deyişle, din değiştirme
yaygınlığını Türk işgalinin sadece yedi yıl içinde ve sınırlı sayıda toplum
içinde (saf Hıristiyan veya Müslüman olanlarda, ama karma olanları dışlayarak)
bu kadar fazla ise, bütün ada üzerindeki din değiştirmenin yaygınlığı ve üç yüz
yıllık bir dönem için ne kadar olur? Sorunun bu şekilde sorulması bile, din
değiştirmelerin doğru sayısını belirlemede tamamen tatmin edici bir ölçüt
sağlamamaktadır. Çünkü zamana ilişkin bakış açısından tam bir orantılı bir
durum söz konusu değildir. Doğru sonuçlara varmak için, basitçe üç yüz yıla
yedi yıl oranı, tatmin edici değildir. Çünkü yedi yıllık dönem, Türk
egemenliğinin son kısmına, hemen hemen son elli yılına aittir. Bu sırada
Avrupalı güçler, esir alınmış Hıristiyanları korumaktaydı ve sosyal
durumlarında önemli gelişmeler sağlanmıştı. Bu dönemde, Hıristiyanların
hakları, belli bir dereceye kadar güvence altına alınmıştı ve siyasal ve
ekonomik sömürüden muaf olmayı güvenceye alma aracı olarak Müslümanlığa geçme, fethi
izleyen ilk iki yüzyıllık döneme kıyasla, kendini daha az hissettirir duruma
gelmişti. Zamanla, din değiştirme süreci ile ilgili eğri, aşağıya doğru inmiş
ve böylece, fetihten sonraki ilk dönemlerde kitlesel ölçülerde yer alan din
değiştirmeler olmasına karşın, Hıristiyan nüfusun demografik ve sosyal olarak
inişe geçmesi ile yavaş yavaş sönümlenmiştir. Türk egemenliğinin son dönemi
sırasında, kitlesel olarak Müslümanlığa geçişler, nadir bir olgu idi ve
karşılaşmış olduğumuz belli vakaların kitlesel din değiştirme özelliklerine
sahip olması olgusu da, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun siyasal prestijine
ilk darbelerin vurulduğu Yunan Bağımsızlık Savaşı yıllarında, yönetici ulus arasında dinsel fanatizmin
yeniden canlanması gibi özel nedenlere atfedilmelidir. Bununla birlikte bu,
Türk işgalinin son yıllarında, ilk yıllarındakinden daha az oranda din
değiştirmelerin olduğu iddiasını çok az etkilemektedir. Genel olarak, son
dönemdeki sayısal verilerle ilgilenildiği zaman, eğer doğru sonuçlara varmak
istiyorsak, din değiştirme oranının değiştiğini her zaman akılda tutmalıyız.
Britanya’nın yönetimi devralmasından iki yıl sonra yapılmış olan ilk nüfus
sayımına göre, sadece 45,448 kişi olan Türk toplumu gibi bir toplumun
demografik kaynağı olarak din değiştirmenin önemi, soyut ve dolaylı kanıtlarla
değil, sadece böylesi tarihsel açıklama ve kanıtlar ışığında tam olarak
değerlendirilebilir. Üç tam yüz yıllık Türk egemenliğinden sonra, büyük bir
kısmı, Müslüman inancı örtüsü altında Hıristiyan olan kökenlerini saklamaya
devam eden Türk toplumunun sayısının sadece 45,458 kişi olması önemlidir.
Müslümanlığa geçmiş olan köylerin tablosu
Kaza Köy
Vergi ödeyen Yaklaşık Hıristiyan Çağdaş etnik-
Hıristiyanlar Nüfus (1825)(2) dinsel durum(3)
(1825)(1)
____________________________________________________________________
Morfu Denya 2 8-10 Karma
Lefke Flasu 29 116-145 Karma
Orini Markin 5 20-25 Türk
Kitrea Palekitron 23
92-115 Karma
Larnaka
Givisilin 3 12-15 Türk
Mesarya
Melunda -
- - Türk
Mesarya
Kukla 9 36-45 Türk
Mesarya
Sinde 7 28-35 Türk
Mesarya
Singrasi 17 68-85 Karma
Hrisohu
Skulli 3 12-15 Rum
Baf ve
Kukla Malunda 1 4-5 Türk
Baf ve
Kukla Prastyo
6 24-30 Türk
Leymosun
Kandu 6
24-30 Türk
Kilanion Monyat
5 20-25 Karma
Kilanion Monagrin 7 28-35 Rum
Karpaz-Mağusa Platanissos 7 28-35 Türk
____ _______ 130 520-650
(1) 1825 vergi
listelerine göre
(2) Katsayısı
4-5
(3) 1960 nüfus
sayımına göre
(Yayımlandığı yer: HASDER Yıllığı 2010, Sayı:57)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder