14 Nisan 2013 Pazar

KIBRIS'TAKİ KIRSAL NÜFUSUN MÜSLÜMANLIĞA EN SON GEÇİŞİ (Theodoros Papadopullos)


 
(Sunuş: Kıbrıslı Türkler hakkında yapılmış önemli bilimsel çalışmalar arasında yer alan C.F.Beckingham’ın makalelerini daha önce Türkçeye kazandırmış ve önce Yeni Kıbrıs dergisinde (1988 ve 1989) ve daha sonra da bazılarını Halk Bilimi dergisinde (Sayı:21,22 ve 23/1991) yayımlamıştık. Beckingham’ın da değindiği din değiştirmiş Müslüman köyleri konusunu, şimdi bir Kıbrıslı Rum tarihçinin araştırmalarından Türkçeye aktarıyoruz.

Cyprus Today dergisinin Temmuz-Aralık 1967 ve Ocak-Mart 1968 sayılı nüshalarında iki bölüm halinde yayımlanmış olan bu çalışma, o sıralarda Kıbrıs Araştırma Merkezi’nin Başkanı olan Theodoros Papadopullos’a aittir. Papadopullos’un ayrıca, 1965 yılında Lefkoşa’da İngilizce olarak yayımladığı “Nüfus Üzerine Sosyal ve Tarihsel Veriler (1570-1881)” adlı bir kitap çalışması daha vardır. –Ahmet An)  

A. Kıbrıs Türk toplumunun kökeni sorunu

Kıbrıs’taki Kıbrıs Türk toplumun tarihi, şimdiye kadar yapılmış olan tarih araştırmalarında hiç bir önemli yer tutmamıştır. Hem Kıbrıslı Rum, hem de yabancı tarihçilerin dikkati, daha çok Kıbrıs nüfusunun ana bileşenini oluşturan Rumlar üzerinde odaklanmış veya yabancı unsurlar söz konusu olduğu zaman, adanın tarihinde önemli rol oynamış ve kültürlerinin izlerini hissedilebilir derecede geride bırakmış olan toplumlara odaklanmıştır. Frenk toplumunun izleri, bu anlamda bilinmektedir. Kıbrıs’ın tarihçileri, maddi ve entelektüel kültür eseri olarak herhangi bir takdir edilebilir eser sunmamış olan ve Kıbrıs’ın kırsal nüfusu ile tamamıyla iç içe geçmiş bir halde ve bunlardan sadece din olarak bir fark göstererek, üç yüzyıldan fazla sosyal açıdan durgun bir durumda yaşamış görünen Türk toplumuna, genel olarak ya hiç veya çok az önem vermişlerdir.

Bu önem vermemenin gerisinde yatan nedenleri araştıracak olursak, Rumları kendileriyle yan yana yaşamış olan ulusal unsuru araştırmaktan ve onu tanımaktan alıkoyan şeyin, esasında psikolojik düşünceler olduğunu araştırmış olacağız. Bir halkın tarihinin veya sosyal yapısının herhangi bir araştırması, ona belli bir sempati duymayı, ilgili halka uygun belirli özelliklere ve becerilere karşı bir ilginin olmasını öngörür. Ne var ki, böylesi bir sempatik davranış, Rumlar arasında var olan ve onları Türklere karşı önyargılı davranmaya yol açan, çok iyi bilinen tarihsel nedenler yüzünden yoktu. Öte yandan, Avrupalı bilim adamları, uygar dünyanın ilgisini çekebilecek en başta kültürel ve tarihsel başarılarla, tabii ki ilgilenebileceklerdi ve böylece, Osmanlı İmparatorluğu içinde Doğu Avrupa’da yaşamakta olan halkların bütün özelliklerini göstermiş olan nüfusun bu kısmına karşı ilgisiz kaldılar. Bu nedenle, Avrupalı seyyahlar, sadece Türk toplumunun adından söz etmekte ve çoğu kez de onunla ilgili olumsuz bir yargıda bulunarak geçmekte iken, çağdaş tarihçiler de sırf tarihsel ve istatistiksel bulguların ötesine geçmemekte ve bir kural olarak bu toplumun iç tarihini ve ulusal yapısını araştırmayı ihmal etmektedirler.

Aynı şekilde karakteristik olan şudur ki, Türk tarihçiler bile, kendi kardeş toplumlarının iç tarihine geçmişte çok az ilgi göstermişlerdir. Böylece, savaş öncesine ait ve Kıbrıs Tarihi ile ilgili en önemli Türkçe ders kitabının yazarı, bir Kıbrıslı Türk öğretmen olan Fikret Alasya, Kıbrıs tarihinin Osmanlı dönemine ve Osmanlı yönetim sistemine ana ağırlığı vermiş olmasına karşın, Türk toplumunun kökeni ile ilgili çok az bilgi sunmaktadır. Türk tarih araştırmacılığı, sadece son dönemlerde bu sorunlara önem atfetmiştir, o da daha çok Kıbrıs siyasal sorununun bir sonucu olarak. Bu nedenle, Türk Tarih Kurumu tarafından derlenmekte olan Kıbrıs Tarihi’nin altı alt bölümünden üçü, Osmanlı dönemi Kıbrıs’ına ve adanın Türk toplumuna değinmektedir.

Yukarıda söylenmiş olanlara karşın, Kıbrıs Türk toplumu, önemsiz geçmişi ile, şimdiki tarihsel gelişmeler yüzünden öne çıkmış bulunmaktadır. Sorun, varlığı ile, adanın geleceğine yönelik olarak ortaya koyduğu tavır ile, önemli ve karmaşıktır. Aynı sorun, aynı zamanda, bu toplumun daha derin bir şekilde anlaşılması ihtiyacını da artırmış olmaktadır. Bununla birlikte, kural olan şudur ki, insan toplumlarının araştırılmasında, geçmişe başvurup araştırma yapmadan, bugünün açıklanması mümkün değildir. Herhangi bir etnolojik veya tarihsel araştırmada, köken sorunu, birincil öneme sahiptir. Öyleyse, Kıbrıs sorununun bugünkü karmaşık ağını anlamak istiyorsak, Kıbrıs’taki Türk toplumunun kökeni nedir sorusunu sormalı ve bu soruyla yüzleşmeliyiz.

            Türk toplumunun tarihi, genelde, 1570-1571 yıllarında adanın Osmanlılar tarafından fethi ile bağlantılıdır. Bu toplumun yükselişi ile ilgili olan kabul edilmiş görüş, şu şekilde özetlenebilir: Kıbrıs’ın fethinden sonra, Osmanlının savaşan yapısının büyük bir bölümü Kıbrıs’ta kaldı ve askerler ile subaylara, gösterdikleri askeri hizmetler için, bir ödül olarak toprak ve başka ayrıcalıklar bağışlandı. Kıbrıs’a yerleşmiş bulunan bunlar, daha sonra, Küçük Asya’dan yeni gelişlerle ve kısmen de Hıristiyanların İslam inancına dönmeleri ile güçlenip, kendiliğinden bir Müslüman toplumunu oluşturdular.

            Bu, geniş olarak kabul edilmiş görüştür ve geniş anlamda da tarihsel kanıt ile desteklendiği derhal söylenmelidir. Bununla birlikte, tarihsel araştırma, şeyleri daha ayrıntılı ve dikkatlice araştırmaya, özellikle de toplumun ulusal kökenini belirlemeye karar verir vermez, kanıtlar, yetersiz ve belirsiz bir hale gelmektedir. Kabul edilen görüşe göre, Kıbrıs’taki Türk toplumunun artışını yükselten ve  buna katkıda bulunan üç demografik kaynak söz konusu olmaktadır.

1.      Kıbrıs’a sefer düzenleyen Osmanlı gücü

2.      Küçük Asya’dan nüfusun adaya göçü

3.      Yerli Hıristiyanların din değiştirmesi 

Bu üç kaynak, tarihsel olarak kesin biçimde kabul edilirse, bilim adamı, Türk

toplumunun yükselişine bunlardan hangisinin ve ne oranda katkı yapmış olduğunu belirleme sorunu ile karşılaşmaktadır. 

Bu soru yerindedir ve aynı zamanda büyük önem kazanmaktadır. Çünkü

buna verilecek doğru yanıt, Kıbrıs Türk toplumunun etnolojik yapısı üzerine ışık tutacaktır.

Yukarıda sözü edilmiş olan demografik kaynaklardan her birinin görece

önemini belirlemek için, her biri ile ilgili kanıtları incelememiz gerekmektedir. Kanıtların yapısı gibi, onların eleştirel irdelenmesi de, sonuçlar çıkarmamızda bize yardımcı olacaktır. Bu sonuçlar, her ne kadar matematiksel doğrular olmasa da, üç kaynağın her birinin görece önemi ile ilgili yeterli göstergeleri bize sağlayacaktır.

(A) Birinci demografik kaynak, yani Osmanlının istila ordusu ile ilgili

olarak, Kıbrıs’ta kalmış olan askerlerin sayısı hakkında güvenilebilir bir kanıtın olmadığını ileri sürebiliriz. Genel olarak kabul edilen ve Kıbrıs’ta 20.000 askerin yerleşmiş olduğuna ilişkin görüş, herhangi bir Osmanlı belgesine dayanmamaktadır. Bu, sözlü bir söylentiye dayanan ve denetlenmemiş bir görüş olup, gelenek tarafından günümüze aktarılmıştır. Kural olarak kaynaklarını tam olarak araştıran (tarihçi) Hill, bu noktayı gözden kaçırmakta ve adada kalmış olan askerlerin sayısı olarak 20.000’i eleştirmeden doğru kabul etmektedir. Başka bir yerde, askerlerin adada yerleşmesi ile ilgili görüşü kanıtlayamadan, 16.000 askerden söz eden Gatto’nun sağladığı kanıta ve Hill’e göre 22.000 sayısından söz eden Calepio’ya başvurmaktadır. Gerçek şudur ki, Calepio, adada sadece 2.000 askerin kaldığını söylemektedir.

            Bütün bunlarla ilgili hoş olmayan şey şudur ki, Hill’in bu denetlenmemiş görüşü eleştirmeden kabul etmesi, çağdaş bilimsel araştırmalarda olumsuz bir şekilde tekrarlanmasıdır. Bu, günümüzde Kıbrıs’ın etnopolitik ve sosyal sorunu ile ilgilenmiş olan ciddi bilim adamlarının bile, örneğin Amerikan Alexander Melamid ve Fransız Etienne de Vaumas’ın, Kıbrıs sorunu hakkındaki antropolojik-coğrafik analizlerini bu rakamlara dayandırmış olmaları gerçeğinde ortaya çıkmaktadır.

            Bu haksız varsayımın aksine, sorunu olumlu bir şekilde açıklayan bir kanıt sağlayabiliriz. Bu kanıt, belgesel verilerin üç ana kategorisine atıfta bulunabilir ve yapısı da en ciddi eleştiriye karşı durabilecek durumdadır.

(i) Türk tarihçisi Ahmet Refik tarafından Osmanlı arşivlerinden ortaya çıkarılan resmi belgelere göre, Sultan’ın hükümeti, Kıbrıs’ın demografik yoksunluğu hakkında endişe etmesi üzerine, adaya nüfus yerleştirme yoluyla bu boşluğu doldurmayı çeşitli defalar denemiştir. Kıbrıs’ın sömürgeleştirilmesini sağlayan ve Sultan’dan kaynaklanan bu emirlerin, 1577 yılına kadar yayımlandığı bilinmektedir. Bunlardan en önemlisi ve kısmen uygulanmış olan, Hicri 980 yılında (21 Eylül 1572) yayımlanmış olandır. Bu, Yahudi nüfusun Filistin’deki Safed kasabasından ayrılmasının (ama gerçekleşmemiştir) sosyal ve ekonomik tarihi konusunu işlemiş Türk uzman olan Ömer Lütfü Barkan tarafından yayımlanmıştır ve 1576 ile 1577 tarihlidir ve Türk tarihi konusunda uzman olan İngiliz Bernard Lewis tarafından İsrail Oriental Derneği yayınları dizisinde basılmıştır. Ada üzerinde 20.000 asker yerleşmiş olsaydı, adayı sömürgeleştirmek için bu kadar uzamış bir çabanın bir gerçek anlamı olmayacaktı diye konuyu bağlamak kolay olacaktı.

(ii) Kıbrıs’ta bırakılan Türk askeri birliği ile ilgili olduğu gibi, fetihten sonraki ilk yıllara ait nüfus ile ilgili kanıtlara sahibiz. Bütün durum için çok karakteristik olan iki tanıklıktan söz ediyorum. Biri, 1590 yılında, yani fetihten yirmi yıl sonra , Kıbrıs’taki Türk nüfusun 4,800 olduğunu belirten Mark Memmo tarafından verilirken, öteki de, 1572’de Mağusa sahilleri açıklarında bazı şüpheli gemilerin görülmesinin, Türkler arasında paniğe yol açtığını, çünkü, adayı savunmak için sadece 2,000 yeniçeri ile 800 süvarinin bulunmakta olduğunu belirten Calepio tarafından verilmektedir. (Kiprianos’un bu bilgiyi bu kaynaktan aldığı anlaşılmaktadır.) Bu olaydan sonra Türk makamları, İstanbul’dan takviye talep etmişti. Bunun üzerine, 500 Yeniçeri ve 4 kadırga (Calepio’ya göre ayrıca beş taşıma gemisi) adada bulunmaktayken,  daha fazla bir askeri güç, ilk talepte toplanabilir ve bu da, İstanbul’dan herhangi bir takviyeyi gereksiz kılabilirdi.

(iii) Asker kökenli Türk nüfusu ile ilgili bilginin en önemli kaynağı, 1606 ile 1611 arasında, yani Kıbrıs’ın fethinden sonraki yaklaşık otuz yılla ilgili olarak, Sadrazam Murat Paşa’nın emri üzerine İmparatorluk Tapu Dairesi’nin Müdürü Avni Ali tarafından, 17. Yüzyılın ilk on yılında hazırlanmış olan, feodal araziler ve bağışlarla ilgili Osmanlı kayıtları (Ganun)’dır.

Bu kayıtların Fransızca bir çevirisi, ilk olarak 1870 yılında, Oryantalist M. Belin tarafından “Journal Asiatique”de yayımlanmıştır. Bu kayıtta,  resmen tanınmış olan bütün tımarlar, numaralandırılmış ve ilgili yönetim bölgelerine göre verilmiş olan özel ayrıcalıklar ve sorumluluklar ile birlikte sınıflandırılmıştır.

Bu kayıta göre, Kıbrıs Vilayeti, sekiz Sancaktan, yani yönetim alt biriminden oluşmaktadır. Bunlardan dördü, adada yer alırken, geriye kalan dördü, Küçük Asya’da yer almaktadır. Vilayetteki bütün askeri nüfus, silah taşıyan 4.500 erkek olarak verilmiştir. Eğer, bundan hareketle, Sancaklardan sadece yarısının Kıbrıs’ta olduğunu düşünürsek, mantıken şu sonuca varmalıyız: Ada Sancaklarının, kıtada olanlardan daha küçük olmaları gerekir. Çünkü bunlarda, 9 Ziyamet ve 38 tımar varken, kıtadakilerde 40 ziyamet ve 1,224 tımar bulunmakta olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, askeri gücün sadece yarısı, yani 2,250 sayısı, çok daha az miktarda olabilir. Kıbrıs Vilayetindeki askeri feodal bağışlardan da söz etmek gerekmektedir. 17. Yüzyılın başında, bunlara Kıbrıs’taki dört Sancak da dahildi, yani Girne, Baf,  Mağusa ve Lefkoşa Sancakları. Sonucusuna Paşa’nın ikamet etmesi nedeniyle Paşa Sancağı diye anılmaktaydı. Ve Küçük Asya’daki dört Sancak, yani İçel, Sis, Alanya ve Tarsus Sancakları. Bu Sancaklarla ilgili feodal bağışlar şunlardı: 379 silahlı adamı ile 11 tane birinci sınıf olan (cebeli), 40 tane ikinci sınıf olan ve 1627 tane üçüncü sınıf tımar. Son iki sınıf bir arada, silahlı 2,833 adamı içermekteydi.  

Eldeki kanıtlarla birlikte yukarıda sözü edilen bütün belgeler, bir olguyu mutlak surette açıklamaktadır, yani adada kalmış olan askerlerden oluşmuş nüfus, ihmal edilebilir kadardır. Adada yerleşmiş olduğu söylenen 20.000 askere ilişkin efsaneyi de, bir defada ve tamamıyla tuzla buz etmektedir. Böylece, hangi kaynağın en çok katkıda bulunduğunu belirleme çabamızda, Kıbrıslı Türklerin sayısının artması ve gelişmesini araştırmak için, gerçekten yukarıda sözü edilmiş olan ikinci ve üçüncü demografik kaynaklara atıfta bulunmamız gerekmektedir. 

(B)  İkinci demografik kaynağa ilişkin kanıtı incelerken, tanıklığa

göre kısmen uygulamaya konmuş ve mevcut bütün tanıklıkların en önemlisi olan, 21 Eylül 1572 tarihli, nüfus aktarımı ile ilgili Sultan Fermanı ile kendimizi sınırlayacağız. Yer değiştirecek olan adayların yerel makamlar tarafından hazırlanmış olan kayıtlarının en azından bir kısmını denetlemiş olan Barkan’ın kendisi, Emire (Ferman’a) sınırlı bir şekilde uyulmuş olunduğunu itiraf etmektedir. Buna karşın, diğer bakımlardan özenle çalışan bilim adamı, sorunun en önemli yönlerinden birini gözden uzak tutmaktadır. Yani, göç eden nüfusun etnik bileşiminin ne olduğunu sormayı ihmal etmektedir. Bu noktayı, Osmanlı belgeleri aracılığı ile aydınlatmış bulunmaktayız. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük mimarı olan Mimar Sinan ile ilgili belgeler, bunu göstermiştir. Sinan, Hıristiyan kökenden geliyordu ve Küçük Asya’daki Caesarea (Kayseri) yakınındaki Ağırnas (SS Anargyroi) köyünde doğmuş ve çocukların zorla alınması yolu ile Müslümanlığa geçmişti. Ailesi, Hıristiyan olarak kalmış ve Fermanın çıkarıldığı yılda Kıbrıs’a zorla aktarılacakların listesine dahil edilmişti. Sinan, şimdi İmparatorluğun Baş Mimarı gibi yüksek bir mevkiye sahip olduğu bir sırada, Sultan’ın bir Ferman yayımlayarak, adları, kendi köylülerinin geriye kalanları ile birlikte belgede kaydedilmiş olan Sinan’ın “Hıristiyan akrabaları” için, “Bir önceki ferman ile Kayseri’nin Rum reayasının göç ettirilmesinden muaf tutulması gerektiğini” belirten bir Fermanın çıkarılmasını başarmıştı. Fermanda ayrıca, Sinan’ın akrabalarının, Kıbrıs’a gönderilmesi gereken kâfirler listesine dahil edilmiş olmasına karşın, onların da bu listelerden silinmesi gerektiği de belirtilmekteydi.

            Böylece, bir Osmanlı resmi belgesi aracılığıyla kendiliğinden ortaya çıkmaktadır ki, Göç Fermanından etkilenmiş olan nüfus, en azından bu vakada, Hıristiyandı, özellikle Rumdu. Sinan ile ilgili Osmanlı resmi belgelerini derlemiş ve yayımlamış olan Türk tarihçi Ahmet Refik’in, bu özel belgeyi dahil etmeyi unutmuş olması önemlidir. Tahminimize göre bunu yapmasının nedeni, Türk tarihçilerin genellikle çekiştikleri bir konu olan Sinan’ın Hıristiyan kökenine  kanıt oluşturmuş olacağı idi. Bu belgenin varlığına, içeriğini 1938’de yayımlamış olan Rum Türkolog Abraham Papazoğlu tarafından işaret edilmişti.

            Yer değiştirmiş olan nüfusun etnik bileşimi ne olursa olmuş olsun ve bu, en azından büyük ölçüde Hıristiyan ve hatta Rum idi, Kıbrıs’ın sömürgeleştirilmesi, Sultan’ın fermanında önerildiği ölçüde elde edilmemiştir. Fazla sayıda ailelerin taşınması ve yeniden iskan edilmesi, basitçe kolay bir görev değildi ve öte yandan Ferman, yerel yönetim makamları tarafından bir çok yönden yerine getirilmemişti. Buna ek olarak, böylesi fermanların, Sultan’ın kendisi tarafından çıkarılmış olsalar bile, uygulanmadıklarına ilişkin yeter sayıda ve resmi kanıtlarımız vardır.

            Filistin’den Kıbrıs’a Yahudi nüfusun göçünü sağlayan Fermanlara değinmiş bulunmaktayız. Bu göçün, asla gerçekleşmemiş olduğu ve ayrıca Sultan Fermanlarının metnini yayımladığı zaman Bernard Lewis tarafından bilinmediği, resmi Osmanlı belgeleri tarafından bir kez daha kanıtlanmıştır. İlk belgeleri geçersiz kılan bu belgeler, onları, Filistin ile ilgili Osmanlı belgeleri derlemesine dahil etmiş olan ve Türk tarihi konusundaki İsrailli uzman Uriel Heyd tarafından gün ışığına çıkarılmıştır.

            Kıbrıs Türk toplumunun ikinci demografik kaynağı ile ilgili görüşlerimize son verirken, şunu öne sürebiliriz ki, ne göç etmiş nüfusun etnik ve dinsel bileşimi, ne de sayısı, 16. Yüzyılın sonunda Kıbrıs’ta bulunan Türk toplumunun sayısını, önemli yerli bir unsur olarak onun daha sonraki gelişme ve pekişmesini doğrulamamaktadır. Bu olgunun açıklanması için, Kıbrıs Türk toplumunun üçüncü demografik kaynağına, yani yerli Hıristiyanların Müslümanlığa geçişine başvurmamız gerekmektedir. Fetihten sonraki ilk onyıllar sırasında, büyük ölçüde din değiştirmeler olmuş ve daha sonra Kıbrıs nüfusunun etnik evriminde süregen bir olgu karakterini kazanmıştır. Yönetici unsurun inancına geçmiş olan Hıristiyanların etnik asimilasyonu, Türk egemenliği sırasında Kıbrıs tarihinin en önemli olgusudur ve aynı zamanda şimdiye kadar en az araştırılmış olanıdır.

 B. Kıbrıs Tarihinde Din Değiştirmelerle İlgili Kanıtların Belirlenmesi    

Kıbrıs Türk ulusal unsurunun ana demografik kaynağı olarak din değiştirmelerin önemini göstermek için, bu karanlık soruna bir anlık bir bakış bile sağlayabilecek olan, eldeki her türlü malzemenin kullanılması ile, konunun derin bir şekilde araştırılması gerekmektedir. Türk egemenliği sırasında Kıbrıs’ın  nüfusu ile ilgili, yukarıda sözünü ettiğimiz araştırmamızda, çağdaş Türk ulusunun etnik bileşimi üzerindeki daha geniş tarihsel etkileri olan bu konunun önemini kısaca ortaya koymaya çalıştık. Aynı zamanda, bu malzeme kısa bir dönemi kapsamasına karşın, kesin sonuçları desteklemek üzere arşivlerden orijinal olan ve son zamanlara kadar bilinmeyen malzemeyi gün ışığına çıkartmış olduk. Bununla beraber, şimdiki vakada, bu,  genel sonuçlar çıkarmamızdan bizi alıkoymamaktadır. Çünkü, Türk yönetiminin belirli bir dönemi ile ilgili bulgularımız kanıtlanacaksa, dış kanıtlar, daha önceki bir dönemde aynı özelliklerin varlığına işaret ettiği sürece, daha önceki bir dönem için varılan sonuçları, benzerlik yoluyla destekleyebilir.

            Şimdiki çözümlememizde, kendimizi, Hıristiyanların din değiştirmeleri olgusu, daha özel olarak da, Türk egemenliğinin son döneminde, özellikle 1825 ile 1832 arasında, Kıbrıslı Rum kırsal nüfusun din değiştirmesi ile sınırlayacağız. Bunlar, görüşlerimizi dayandıracağımız kayıtlar tarafından kapsanan iki tarihtir.

            1825, Hicri 1240 mali yılına karşılık gelmektedir ve o yılın kayıtları, Hıristiyanlar arasında Haraç diye bilinen verginin dağılımını içermekte olup, bizim tarafımızdan Kayıt No.VI olarak belirlenmiş olan Kıbrıs Başpiskoposluğu arşivlerinde korunmaktadır. Bu kayıtta, vergi, yönetim bölgeleri (Kadılık) tarafından konmuş olup, bu bölgelerin her biri, içine aldığı köylere karşılık gelen daha küçük alt birimlere ayrılmıştır. Her köy altında, Rum vergi ödeyenlerin adları liste halinde yer almaktadır ve her adın karşısında vermesi gereken vergi miktarı, Osmanlı kuruşu olarak yazılmıştır. Sayfanın kenarında, verilmesi gereken vergi miktarındaki herhangi bir değişiklik yazılmıştır. Böylece listede yazılmış olan toplam adların sayısı, vergi verebilen erişkinlerin toplamına karşılık gelmekteyken, kişisel katkıların toplamı da köyün vermesi gereken toplam vergiye karşılık gelmektedir.

            Kayıdın eksiksiz (korunmuş bulunan malzeme, çok ender olarak eksiksizdir) olduğu görüldüğüne göre, köylerin verdiği vergiler, 1825 yılı için adanın Hıristiyan nüfusundaki erkek erişkinler hakkında net bir resim sunmaktadır.  Karavas ve Lapithos köyleri, bunun tek istisnasıdır, çünkü bu iki köy, bulamadığımız nedenler yüzünden, o yıla ait vergi listesinden muaf tutulmuştu. Birçok Hıristiyan toplulukların, sıklıkla, her türlü ayrıcalıkları ve vergiden muafiyetleri, sürekli veya geçici olarak elde ettikleri olgusuna bakarak, bu iki köyün listede bulunmaması, bizi hayrete düşürmemektedir. Büyük bir olasılıkla, Lapithos ve Karavas, böylesi bir ayrıcalığı 1825’de veya o yıllarda yaşamaktaydı. Bununla birlikte, bu ayrıcalığı sürekli olarak yaşamadıklarını biliyoruz, çünkü eksik olan kayıt defterinde, VI numaralı kayıttan birkaç yıl daha uzakta olan V numaralı kayıtta, bu köylerin adının yer aldığını gördük.

            VI numaralı kayıtın içeriğinin tam bir çözümlemesini, Kıbrıs’ın nüfusu ile ilgili çalışmamızda vermiş bulunuyoruz. (bkz. Theodore Papadopoullos, Social and Historical Data on Population (1570-1881), Nicosia 1965) O nedenle burada daha fazla açıklama yapmak gereksizdir. Ne var ki, aşağıdaki olgulara dikkat çekilmesi gerekmektedir:

1.      1825 yılında adada Hıristiyan olup da vergi ödeyenlerin sayısı, 13,141

erişkin erkek olup, 508 mahalle ve köye dağılmış olarak yaşamaktaydılar. Kadılık olarak bilinen on iki yönetim bölgesi ve bir kasaba, Lefkoşa altında toplanmışlardı. 1825’de Hıristiyanların yüklenmiş olduğu toplam vergi, 665,055.20 kuruştu ki bu, şimdiki çalışmanın konusu ile ilgili değildir.

2.      Bu nüfusun Haraç diye bilinen bir vergiye tabi olduğu olgusu,

kendiliğinden şu anlama gelmektedir: Bu vergi, Hıristiyanlara veya Ada hukukundaki teknik terimlere göre İslam dininden olmayanlara, yani “kâfir”lere uygulanmaktaydı. Nedeni basitti, çünkü  adadaki yasaya göre, bu vergi fethedilmiş, ama din değiştirmemiş olanlara konmuştu. Onlara gösterilen hoşgörü karşılığında, hayatlarını devam ettirmeleri ve dinlerini korumaları bahşedilmiş oluyordu. Peygamberin dininden olan ailelerde doğanlar, bu vergiye asla tabi değilken, anne-babalarının dininden feragat edenler ve Müslümanlığa geçenler, kendiliğinden bu vergiden muaf olurlardı. O nedenle 1825’de Haraç vergisine tabi olan 508 topluluk, Hıristiyandı. Bu durum, listelerdeki isimlerin Rumca olması olgusu ile de kanıtlanabilir. Bununla beraber şu da eklenmelidir ki, bu, bu toplulukların bazılarında Müslümanların da yaşamakta olduğu olasılığını dışlamamaktadır. Kayıtlarda Müslümanlara rastlanmamaktadır, çünkü onlar bu vergiyi vermemekteydiler. 

            1825 tarihi ile öne sürdüğümüz görüşlerin ilk kısmını bitiriyoruz. İkinci kısım, aynı kaynaktan, yani Kıbrıs Başpiskoposluğu arşivlerinden alınmış olan VII numaralı Kayıt içinde yer alan 1832 yılı ile ilgili verilere dayanmaktadır.

            Bu kayıtta, veriler farklı, ama benzer bir yapıdadır. Vergi toplanması ile hiç bir ilgisi yoktur, ama Lefkoşa ve Mağusa’daki merkezi depolara buğday ve arpa tedarikine atıfta bulunmaktadır. Daha önceki bir çalışmamızda buna değinmiş ve bu tedarikin aşar vergisine veya merkezi depoya tahıl satışına mı ilişkin olduğunu ortaya çıkarmaya çalışmış ve ikincisinin hemen hemen doğru olduğu sonucuna varmıştık. Fakat bunun, bizim iddiamızın amacı ile ilgisi yoktur. Burada sadece şunu söyleyebiliriz ki, adadaki tahıl üreten köyler, buğday ve arpanın belirli oranda saptanmış olan miktarlarını, bu merkezi  bölgelerin gıdası için, Lefkoşa ve Mağusa kasabalarına satma yükümlülüğü altında idiler. Çünkü çoğu kez, üretilmiş olan buğday ihraç edilmekte ve kasabalardaki nüfus açlık çekmekteydi. Öyle anlaşılıyor ki, Mağusa’da depolanan miktar, İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden gelen gıda maddelerine bağımlı olan İstanbul’a gemilerle gönderilmekteydi.

            Burada ilginç olan nokta, ister tamamıyla Hıristiyan, isterse tamamıyla Türk, ya da karışık köyler olsun, bütün tahıl üreten köyler, kendi üretim kapasitelerine göre, kasaba nüfusunun gıdası için buğday ve arpa sağlayarak katkıda bulunma yükümlülüğü altında idi. Kayıtta, Hicri 1245-1248 (1829-1832) yılları ile ilgili olarak, zorunlu buğday ve arpa sağlamaya ilişkin beş yıllık listeler yer almaktadır. Üç vakada, listelerde Hıristiyan ve Müslüman tedarikçiler arasında hiç bir ayrım yapılmamıştır. Ama liste eksiksiz değildir, çünkü kayıp sayfalar vardır. Ama son vakada, 1832 yılı ile ilgilidir, atanmış olan memur, düzenli yazım veya herhangi başka bir nedenle, Hıristiyanlar ve Müslümanlar için ayrı listeler çizmiştir. Şans eseri olarak bu yıla ait liste eksiksizdir. Liste, tahıl üreticilerinin dini temelinde bize çeşitli ve değerli bilgiler vermektedir. Aşağıdaki bilgiler, bizim için özel öneme sahiptir.

            Köyler ve yönetim bölgelerinin (bu durumda Kadılık diye değil, Kazalar diye adlandırılmaktadır) listesi dinsel duruma göre hazırlanmış olduğundan, 1832’de,  hangi köylerin saf olarak Hıristiyan, saf olarak Müslüman veya karışık olduklarını belirlemek mümkündür. Böylece, bir köy, Müslüman listesinde değil de, Hıristiyan listesinde yer alıyorsa, o köyün saf Hıristiyan olduğu sonucuna varırız. Eğer bir köy, Hıristiyan listesinde değil de, Müslüman listesinde yer alıyorsa, o köyün Müslüman olduğu sonucuna varırız. Köy, her iki listede de yer alıyorsa, aşikardır ki bu köy karma bir köydür. Kural için belirli istisnalar olabileceğini derhal söylemek gerekir. Saf Hıristiyan olarak düşündüğümüz bir köyde, sadece buğday üreten toprağa sahip olmadığı için ve köylerinin, bu nedenle Müslüman listesinde adının yer almaması yüzünden, Müslüman listesinde yer almayan Müslüman sakinler olabilir. Aynı şekilde, sadece Müslüman listesinde yer alan köylere de bu uygulanabilir. Çünkü, bu köylerin Hıristiyan sakinleri, toprak sahibi olmayabilir ve bunun sonucunda köyleri Hıristiyan listesinde yer almayabilir. Bu itiraz, kesinlikle geçerlidir, ama bu vakaların kural için belli istisnaları oluşturduğu konusunda hemfikir olmalıyız. Dahası, aşağıda verdiğimiz Müslümanlığa geçmiş olan köyler listesindeki iki veya üç köy, böylesi bir durumda olabilir. Bunların neden sadece kural için istisna olabileceğine ilişkin iki neden vardır:  

(a)    Karma bir köydeki Hıristiyanların bütün buğday üreten topraklara sahip olurken, Müslümanların hiç toprağının olmaması olasılığı çok düşüktür; bunun tersinin olması daha çok mümkündür.

(b)   1832’de saf Müslüman olan köylerin etnik ve dinsel bileşimi, büyük ölçüde bugünkü etnik ve dinsel karaktere uymaktadır.

            Her ne olursa olsun, olası istisnalar, aşağıda değineceğimiz gerekli veriler üzerinde önemli bir etkide bulunamaz. Biz sadece, Hıristiyan, Müslüman veya karma olarak yer alan köylerin sayısını vermiş olduğumuzdan söz etmekteyiz ve listede tahıl üreten bu 462 köyden, 198 tanesi saf Hıristiyan, 92 tanesi Müslüman ve 172 tanesi de karma olarak yer almıştır.

1825 yılına ait vergi ödeyenlerin kayıtları ile 1832 yılına ait tahıl tedarik edenlerin kayıtları arasında bir karşılaştırma yaparak sonucumuza varacağız.

Görmüş olduğumuz gibi, 1825’de Haraca tabi olan köyler, verginin yapısına göre, ya saf Hıristiyan veya karma idi. Yukarıda sözü edilen 1825 vergi listelerinde yer alan köylerin çoğu, tabii ki, 1832’nin tahıl tedarikçileri listesinde yer almaktadır. Çünkü ada köylerinin çoğu, az veya çok tahıl üretmekteydi. Aslında, 508 topluluğun (köyün) çoğu, her iki kayıtta da yer almaktadır ve 1832 kayıtlarında yer alanlar, saf Hıristiyan veya saf Müslüman diye seçilmekteyken, karma olanlar her iki listede de yer almaktadır. Bununla birlikte, belli vakalarda, 1825 yılında Haraca tabi olan bazı köyleri görmekteyiz ve o nedenle, ya saf Hıristiyan, ya da karma köydürler, fakat sadece 1835 yılında tahıl katkısında bulunan Müslüman köyleri listesinde yer almaktadırlar. 1825 ile 1832 yılları arasında Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçerek, dinsel statülerinde bir değişiklik olduğunu belirlediğimiz köyler, VII Kayıtlarından sıraya göre aşağıdakilerdir:

Morfu kazası              : Denya

Lefke kazası               : Flasu

Orini kazası                : Markin

Kitrea Kazası             : Palekitron

Larnaka kazası           : Givisilin

Mesarya kazası           : Melunda

Mesarya kazası           : Kukla

Mesarya kazası           : Sinda

Mesarya kazası           : Singrasi

Hrisohu kazası            : Skulli

Baf kazası ve Kukla   : Malunda

Baf kazası ve Kukla   : Prastiyo

Leymosun kazası        : Kantu

Kilani kazası               : Monyatis

Kilani kazası               : Monagrin

Karpaz kazası ve

Mağusa                       : Platanissos

 
İddiamızı aydınlatmak ve vardığımız sonucun olası kabulüne ek kanıt olarak aşağıdaki notlar gereklidir:

1.      On altı köyden sekizi Müslümanlığa geçmiştir, yani %50’si, İslam inancını korumuştur ve böylece onları 1960 nüfus sayımında saf Türk köyleri olarak görmekteyiz. Bu köyler şunlardır: Markin, Givisilin, Baf’tan Prastiyo, Kantu ve Platanissos.

2.      Bunlardan bir tanesi olan Melunda’nın 1825’den önce din değiştirdiği sanılmaktadır. Çünkü o yıla ait Haraç listesinde yer almamaktadır. Bu vakada, vardığımız sonucu şu kaynağa dayandırmaktayız. 1825 yılı vergi listelerine ek olarak yayımlamış olduğumuz Başpiskoposluğa bağlı piskoposlukta çalışan keşişlerin kaydında, Melunda köyünden Mahera Manastırına gelmiş olan belli bir keşişin adına rastlamaktayız. Bu da, bu köyde Hıristiyan sakinlerin olduğunu göstermektedir. Bu köyün Hıristiyan olduğu, ayrıca bugün bile orada, Aziz Yorgo’ya adanmış küçük bir Ortodoks manastırının olması olgusundan da çıkarılabilir. Bununla beraber köy bugün saf Türktür.

3.      Beş köyün, yani %30’unun, 1960 nüfus sayımında Hıristiyan çoğunluk ile karma olduğu gösterilmiştir. Bunlar Denya, Flasu, Palekitron, Singrasi ve Monyat köyleridir.

4.      İki köy, yani %13 kadarı, 1960 Nüfus Sayımına göre saf Rumdur. Bunlar Skulli ve Monagrin köyleridir.

Yukarıdaki 1 ve 2 numaralar ile ilgili olarak, Müslümanlığa geçiş, aşikardır ve bununla ilgili olarak herhangi ciddi bir kuşku olamaz. Burada bir şey daha söylenebilir: 1832 kayıtları var olmasaydı bile, biz bu köylerin yine de din değiştirdiklerini şu olgudan ortaya çıkarabilirdik: İlk sekiz köy, 1825’te Hıristiyandı, çünkü Haraç ödemekteydiler. Oysa bugün saf Türk köyüdürler. Şimdi saf Türk olan Melunda köyü ile ilgili olarak, 1825’den önceki belirlenmemiş bir zamanda, Hıristiyan veya karma olduğunu biliyoruz. Ne var ki, 1825 ve 1832 kayıtları, din değiştirmenin meydana geldiği zaman sınırlarını belirlememizde bize yardımcı olmaktadır. İlk veri, bize olaydan önceki zaman sınırını, ikincisi de olaydan sonraki zaman sınırını vermektedir.

            Şimdi karma nüfusa sahip olan ve din değiştirmiş olan beş köye ilişkin not ile ilgili olarak, iki neden sunulabilir. İlki şudur: Bu köyler din değiştirmiş, ama bazı din değiştirenler “Linobambaki”, yani gizli Hıristiyanlar olarak yaşamlarını sürdürdüler ve zaman içinde, babalarının inancına geri döndüler. Bu süreç, Türk işgalinden sonra, karma nüfusun olduğu birçok vakada görülebilir. İkincisi şudur: Bu köyler, 1825 ve 1832’de karma köylerdi, ama 1832’deki Hıristiyan listesinde yer almadı. Çünkü Hıristiyan sakinleri, tahıl üreten herhangi bir toprağın sahibi değildiler. Bu düşünce çizgisini izlersek, onların durumunda din değiştirme meydana gelmemiştir sonucuna varabiliriz. Oldukça hassas olan bu iddianın gücünü inkar etmeden, şunlar söylenmelidir:

(a)    Bu karma köylerde, özellikle günümüzde bir Hıristiyan çoğunluğa

sahip olanlarında, bir tek Hıristiyan tahıl üreticisi bile yoktu, diye hayal etmek zordur. Bir tek Hıristiyan tahıl üreticisi bile olmuş olsaydı, bir reaya olarak, Müslüman sakinlerin tabi olduğu buğday tedariki yükümlülüğünden muaf tutulmuş olamayacaktı.

(b)    Şimdi ele alacağımız ve yukarıdaki dördüncü kategori ile ilgili olarak

verilen aşağıdaki iddia, karma köyler için de iyi tutmaktadır.

            Bu, sadece 1832 yılına ait Türk kayıtlarında görülmesine karşın, Skulli ve Monagrin köylerini ilgilendirmektedir ve bugün bunlar saf Rum köyleridir. Bu vakada da, buradaki kanıtımız, yukarıdakine ek olarak gelse de, onların Müslümanlığa geçişleri ile ilgili kesin kanıta sahibiz. Öteki köylerde, din değiştirmiş olmalarını, 1825’de Hıristiyan, ama 1832’de Müslüman olarak göründükleri olgusundan çıkarmış olmamıza karşın,  bu iki köy vakasında, 1832’de saf Müslüman olmalarına karşın, bugün saf Rum köyü olmalarına ilişkin ek olgu yardımıyla, aynı sonuca varmaktayız. Bunun basitçe anlamı, Hıristiyanlığa geçtikleri şeklindedir. Köy sakinleri, koşulların zoruyla benimsemek zorunda kaldıkları bir dinsel inançtan vazgeçmeyecek ve babalarının inancına geri dönmeyecek olsalardı, Müslüman bir köyün Hıristiyanlığa geçmesinin ne anlamı olurdu?  Aslında Müslüman nüfusun Türk egemenliğinin bitmesinden sonra azalması veya hatta tamamıyla yok olması, tarihsel olarak kanıtlanmış olan ve gizli olarak yaşamış olan gizli Hıristiyanlık, yani Ortodoksluk olgusu ile açıklanabilir. Bu, zaten, Müslüman egemenliği altına girmiş olan Hıristiyan ülkelerin çoğunda, özellikle Küçük Asya’da gözlemlenmiş olan daha da yaygın bir olgudur.

            Genelde Kıbrıs Türk toplumu ile ilgili vakada olduğu gibi, tarihçiler ve Kıbrıs’ın siyasal ve kilise makamları tarafından, adanın gizli Hıristiyan nüfusuna, ne yazık ki ya hiç veya isteksiz bir biçimde dikkat edilmiştir. Bu ilgisizliğin sonuçlarının ne kadar acı olduğu, bu topluma ciddi bir biçimde ilgi gösteren tek örgüt olan Roman Propaganda Fide’nin, 1902’de, üyelerini Katolikliğe geçirmek için büyük çabalarda bulunduğu olgusu ile doğrulanabilir.

G.X. imzası altında bir Propaganda Fide muhabiri tarafından hazırlanmış olan bir rapora göre, 1902 yılında Kıbrıs’taki gizli Hıristiyanların sayısı, 10,000 gibi yüksek bir sayıda olup, bütün Müslümanların sayısı ise 47,926 idi. Bununla beraber, aynı raporun çok dikkatli bir çözümlemesinden sonra, Britanya egemenliğinin başında, adadaki gizli Hıristiyanların sayısının çok daha fazla olduğunu söylemek isteriz. Leymosun’da otuz yıldan fazla bir süre yaşamış olan Peder Celestino de Nunzio de Casalvuovo’nun başında bulunduğu Katolik Misyonu tarafından, daha çok Kıbrısın güney bölgelerinde, özellikle Baf kazasında aktifti ve burada, adları aşağıda verilen ve tamamıyla veya kısmen gizli Hıristiyan köylerini Katolikliğe geçirme girişimi yapılmıştı: Yukarı Kivides,  Aşağı Kivides, Polemidya, Amatunda, Mamonya, Stavrokomi (=Stavrokonnu), Marona (=Maronas), Yukarı Arhimandrita ve Monagrin. 

Sonuncu köy, keşfettiğimiz gibi, 1832’den önce Skulli ile birlikte  Müslümanlığa geçmişti. Propaganda Fide muhabiri tarafından hazırlanan bilgiye göre, Monagrin, yukarıda sözü edilen ve kilisenin yardımını isteyen on köyden biri olup, bu da din değiştirmiş olan nüfusun, başlangıçtaki inançlarına geri dönme sürecini kanıtlamaktadır.

            Şimdiye kadar sunulmuş olan veriler göz önünde bulundurulursa, Türk egemenliği sırasında yer almış olan ve Britanya’nın işgali süresince de yer almayı sürdürmüş olan, Kıbrıs nüfusunun önemli bir kısmını etkilemiş, etnik ve dinsel değişiklikleri, aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi, üç etno-dinsel kategori ve beş tip tarihsel süreç altında özetleyebiliriz:

 

1.      Orijinal etno-dinsel   2. Geçici etno-dinsel                3. Çağdaş etno-dinsel

      statü                              statü                                           statü

        ____________________________________________________________

1.      Hıristiyan                  İslam dinine toptan geçiş   Müslüman-Türk

2.      Hıristiyan                  İslam dinine toptan geçiş   Karma Rum ve Türk

3.      Hıristiyan                  İslam dinine toptan geçiş    Hıristiyan-Rum

4.      Hıristiyan                  İslam dinine kısmi geçiş      Karma Rum ve Türk

5.      Hıristiyan                  İslam dinine kısmi geçiş      Hıristiyan-Rum

Altıncı tip bir tarihsel süreç olarak şunu da ekleyebiliriz:

6.      Hıristiyan                  İslam dinine kısmi geçiş       Müslüman-Türk                                             

Bu son tip, Türk egemenliğinden sonra, kısmen din değiştirmiş ve sonunda saf Müslüman olan bir topluma değinmektedir. Bununla beraber, gerçek şudur ki, biz böyle bir vakaya rastlamadık ve bu nedenle, bunu, karşıtı kanıtlanmadığı sürece sadece teorik önemi bulunduğundan tablo dışında tuttuk.    

            Kıbrıs’taki İngiliz egemenliği sırasında bir kural olarak yer almış olan gizli Hıristiyanların Hıristiyanlığa tam veya kısmi geçişinin tam zamanı, İngiliz yönetiminin ilk elli yılında her on yılda bir yapılan nüfus sayımlarının karşılaştırması ile yaklaşık olarak belirlenebilirdi. Ama ne yazık ki, 1881’de yapılan ilk sayım, her köyün dinsel durumuna göre bir ayrımını yapmamaktadır. Böylece, araştırmamız için en ilginç ve değerli olan bir bilgiden mahrum olmuş bulunmaktayız.

            Belirtilmiş on altı köy, incelediğimiz dönem içinde, yani 1825-1832 arasında dinsel katılımların tek vakaları değildir. Belgesel kanıtların varlığı yüzünden,  basit bir şekilde belirli sonuçlar çıkarabildiğimiz vakalardır. Sahip olduğumuz kanıtların doğası, din değiştirmelerin daha fazla araştırılmasına kısıtlamalar koymaktadır.  Bu özellikle karma köyler için doğrudur. Böylece, örneğin, 1832 yılına ait kayıtlar, karma topluluklarla ilgili net bir resim sunmasına karşın, 1825 yılı kayıtları, sadece Hıristiyan nüfusu ele almaktadır ve Müslüman unsur ile ilgili olarak bize herhangi bir bilgi vermemektedir. Bu bilgi bize verilmiş olsaydı, 1825’deki her toplum için, Hıristiyanlar ile Müslümanların oranını saptayabilecek ve bunun sonucunda da, 1825’teki verilerin, 1832’deki verilerle karşılaştırılması, her toplum için yer alan yaklaşık değişimi gösterebilecektik. Müslümanlığa geçişlerin oranı, karma köylerde özellikle önemli olabilirdi. Çünkü tahıl tedarikçilerinin 1832’deki kayıtlarında yer alan toplam 462 tahıl üretici köyden 172 tanesi karma köydü. Bu %37.23’lük bir miktardır. Bunun yanında akılda tutmamız gereken, din değiştirme, sadece kayıtlarda yer alan o tahıl üreten köyleri etkilemiş değildir, ama ayrıca geriye kalan köyleri de etkilemiştir. Bu husus, Haraç vergisinden muafiyetlerle ilgili incelememiz ile kuşku götürmez bir şekilde kanıtlanmıştır. Bize verilmiş olan tablolarda, dinsel inancı reddetme yüzünden Haraç ödemekten muaf tutulmuş olan ve Kıbrıs’ın her yanından olan Hıristiyan taba ile ilgili, 29 vaka vardır. Böylesi vakalarda kullanılmış olan terim, “Türkleşti”, yani “Türklerin inancına geçti”dir.

            Son olarak, tartışılmakta olan dönem içindeki din değiştirmelerin rakamsal önemini de tahmin etmek gerekmektedir. Araştırmış olduğumuz on altı köy tablosunda bu konu ile ilgili yeterli aydınlatma yapılmış olup, bu makaleye eklenmiştir. Bu tabloda, 1825 kayıtlarında gösterildiği şekilde, 1825 yılında vergilendirilmiş olan nüfus listelenmiştir. Bu nüfusun, sakat, yaşlı ve din adamları dışında erkek yetişkinlerden oluşan bir nüfus olduğu bilinmektedir. Bu kurallara her zaman uyulmadığı doğrudur, ama aynı zamanda, rüşvet yoluyla mali muafiyetten yararlanmış olan insanlarla ilgili vakalarla da karşılaşıyoruz. Yine de, bir vergi ödeyenin dört veya hatta beş başka tabayı temsil ettiği düşünülürse, bu, Orta Çağ Avrupa nüfusu için tahmin edilen orandır, şu sonuca varacağız ki, 1825’de on altı köyün toplam Hıristiyan nüfusu, yaklaşık olarak 520 ile 650 kişi arasındadır.    

            Bu rakamın önemi, sadece bu özel vakanın, bütün ada ve bütün Türk egemenliği dönemi ile ilgili olarak, doğru bir perspektifle görülürse takdir edilebilir. Bu bakış açısından, üç yüz yıldan fazla sürmüş olan Türk egemenliği sırasındaki din değiştirmelerin yaygınlığına ilişkin tahminlerimizi ilerletebiliriz. Bir başka deyişle, din değiştirme yaygınlığını Türk işgalinin sadece yedi yıl içinde ve sınırlı sayıda toplum içinde (saf Hıristiyan veya Müslüman olanlarda, ama karma olanları dışlayarak) bu kadar fazla ise, bütün ada üzerindeki din değiştirmenin yaygınlığı ve üç yüz yıllık bir dönem için ne kadar olur? Sorunun bu şekilde sorulması bile, din değiştirmelerin doğru sayısını belirlemede tamamen tatmin edici bir ölçüt sağlamamaktadır. Çünkü zamana ilişkin bakış açısından tam bir orantılı bir durum söz konusu değildir. Doğru sonuçlara varmak için, basitçe üç yüz yıla yedi yıl oranı, tatmin edici değildir. Çünkü yedi yıllık dönem, Türk egemenliğinin son kısmına, hemen hemen son elli yılına aittir. Bu sırada Avrupalı güçler, esir alınmış Hıristiyanları korumaktaydı ve sosyal durumlarında önemli gelişmeler sağlanmıştı. Bu dönemde, Hıristiyanların hakları, belli bir dereceye kadar güvence altına alınmıştı ve siyasal ve ekonomik sömürüden muaf olmayı güvenceye alma aracı olarak Müslümanlığa geçme, fethi izleyen ilk iki yüzyıllık döneme kıyasla, kendini daha az hissettirir duruma gelmişti. Zamanla, din değiştirme süreci ile ilgili eğri, aşağıya doğru inmiş ve böylece, fetihten sonraki ilk dönemlerde kitlesel ölçülerde yer alan din değiştirmeler olmasına karşın, Hıristiyan nüfusun demografik ve sosyal olarak inişe geçmesi ile yavaş yavaş sönümlenmiştir. Türk egemenliğinin son dönemi sırasında, kitlesel olarak Müslümanlığa geçişler, nadir bir olgu idi ve karşılaşmış olduğumuz belli vakaların kitlesel din değiştirme özelliklerine sahip olması olgusu da, özellikle Osmanlı İmparatorluğunun siyasal prestijine ilk darbelerin vurulduğu Yunan Bağımsızlık Savaşı yıllarında,  yönetici ulus arasında dinsel fanatizmin yeniden canlanması gibi özel nedenlere atfedilmelidir. Bununla birlikte bu, Türk işgalinin son yıllarında, ilk yıllarındakinden daha az oranda din değiştirmelerin olduğu iddiasını çok az etkilemektedir. Genel olarak, son dönemdeki sayısal verilerle ilgilenildiği zaman, eğer doğru sonuçlara varmak istiyorsak, din değiştirme oranının değiştiğini her zaman akılda tutmalıyız. Britanya’nın yönetimi devralmasından iki yıl sonra yapılmış olan ilk nüfus sayımına göre, sadece 45,448 kişi olan Türk toplumu gibi bir toplumun demografik kaynağı olarak din değiştirmenin önemi, soyut ve dolaylı kanıtlarla değil, sadece böylesi tarihsel açıklama ve kanıtlar ışığında tam olarak değerlendirilebilir. Üç tam yüz yıllık Türk egemenliğinden sonra, büyük bir kısmı, Müslüman inancı örtüsü altında Hıristiyan olan kökenlerini saklamaya devam eden Türk toplumunun sayısının sadece 45,458 kişi olması önemlidir.

 
            EK
            Müslümanlığa geçmiş olan köylerin tablosu

Kaza                      Köy      Vergi ödeyen  Yaklaşık Hıristiyan  Çağdaş etnik-

         Hıristiyanlar   Nüfus (1825)(2)      dinsel durum(3)

          (1825)(1)

____________________________________________________________________                              

Morfu                    Denya                 2                 8-10                     Karma

Lefke                     Flasu                 29             116-145                   Karma

Orini                      Markin                5               20-25                     Türk

Kitrea                    Palekitron          23               92-115                   Karma

Larnaka                 Givisilin              3                12-15                    Türk

Mesarya                 Melunda              -                 -    -                      Türk

Mesarya                 Kukla                  9               36-45                     Türk

Mesarya                 Sinde                  7               28-35                     Türk

Mesarya                 Singrasi             17               68-85                     Karma

Hrisohu                  Skulli                  3               12-15                      Rum

Baf ve Kukla         Malunda              1                 4-5                        Türk

Baf ve Kukla         Prastyo                6               24-30                      Türk

Leymosun              Kandu                 6               24-30                      Türk

Kilanion                 Monyat               5               20-25                      Karma

Kilanion                 Monagrin            7               28-35                      Rum

Karpaz-Mağusa     Platanissos          7                28-35                     Türk
                                                                   ____             _______                  

                                                                   130            520-650

(1) 1825 vergi listelerine göre

(2) Katsayısı 4-5

(3) 1960 nüfus sayımına göre
 
(Yayımlandığı yer: HASDER Yıllığı 2010, Sayı:57)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder