(Sunuş: Geçen
yılki HAS-DER Yıllığında Theodoros Papadopullos’un ‘Kıbrıs’taki Kırsal Nüfusun Müslümanlığa En
Son Geçişi’ adlı makalesinin Türkçe çevirisini sizlere aktarmıştık. Bu yıl da,
104 yıl önce yayımlanmış olan ‘The Nineteenth Century Journal’ adlı
derginin, Mayıs 1908 tarihli 63. sayısında, 751-762. sayfalar arasında yer
alan, Roland L.N. Michell tarafından yazılmış ‘Kıbrıs’taki Müslüman-Hıristiyan
Mezhebi’ başlıklı makalenin Türkçe çevirisi veriyoruz. Toplumumuzun kökenleri
konusunda araştırma yapanların yararlanacağı önemli diğer kaynaklar arasında
yer alan C.F.Beckingham’ın makalelerini, önce Yeni Kıbrıs dergisinde (1988 ve
1989) ve daha sonra da bazılarını Halk Bilimi dergisinde (Sayı:21,22 ve
23/1991) yayımlamıştık. –Ahmet An)
Lady Mary Wortley Montagu, en ilginç mektuplarından
biri olan ve 1 Nisan 1717 tarihinde, Edirne (Adrianople)’den, bir Keşiş’e
gönderilmiş olan mektubunda, Belgrad’da üç hafta süreyle evinde kalmış olduğu
Ahmet Bey ile yapmış olduğu bir tartışmadan söz etmektedir. Hıristiyanlık gibi
İslam’ın da bölünmüş olduğu çok sayıdaki mezheplere atıfta bulunduktan sonra,
şöyle demektedir:
‘Fakat, görmüş olduğum bütün dinlerden,
Arnavutlarınki, bana en fazla özelliği olan olarak görünmüştür... Hıristiyanlar
ile Müslümanlar arasında yaşamakta olan bu insanlar, tartışmalarda becerikli
olmadıklarından, en iyi dinin hangisi olduğuna karar vermede tamamen yetersiz
olduklarını söylemektedirler. Doğruyu hepten reddetmediklerinden emin olmak
için, her ikisini de ihtiyatlı bir şekilde izlerler. Cuma günü camiye giderler,
Pazar günü de kiliseye. Bunun mazereti olarak da, Kıyamet Günü’nde, bu dünyada
hangisinin olduğuna karar veremedikleri, gerçek peygamberin korumasından emin
olmaları için olduğunu söylerler. Bunlar gibi, kendi yetenekleri hakkında çok
alçak gönüllü bir fikre sahip olan başka bir insanlık ırkının olmadığına
inanıyorum.’
Kıbrıs’ta seyahat etmiş veya bu ada ile ilgili
kitapları incelemiş olanlar, bu özellikteki bir mezhebin orada da var olduğunu
öğrenmiş olacaklardır. Dışa karşı İslam gibi davranırken, gizlice Ortodoks Rum
Kilisesi’ne ait olan ve her iki dinin de kurallarına uyan kişilerden oluşan bir
toplum, burada dağınık olarak yaşamaktadır.
Bu insanlara Kıbrıs’ta ‘Lino-bambaki’, yani
keten-pamuk denmektedir. Kıbrıs hakkında yazan yazarların çoğu, bunlardan
kısaca söz etmesine karşın, onlarla ilgili ayrıntılar çok sınırlıdır. Nüfus
sayımı sonuçlarında Müslüman olarak yer
alırlar. O nedenle Osmanlı yönetimi altında askeri hizmet yapmakla
yükümlüdürler. Hem erkekler, hem de kadınlar, Müslüman tarzında elbise giyerler ve Müslüman adları
(gizli olarak Hıristiyan adları da) taşırlar.
İslamın yetki alanı içerisinde çok sayıda mezhebin
gelişmesi ile ilgili olarak Peygamber tarafından öne sürülen tahmin, aşağı
yukarı gerçekleşmiş bulunmaktadır. Hayret edilmemelidir ki, Osmanlı
İmparatorluğu’nda ırk ve dil çeşitliliği, fetih ve işgal dalgaları, din
alanlarında da çeşitli tuhaf olguları ortaya çıkarmıştır.
Dil konusunda, birçok Müslümanın, sadece Hıristiyan
yurttaşlarının dilini konuşan veya bunun tersi olan eyaletler görmekteyiz.
Örneğin Girit’te sadece Rumca konuşabilen birçok inançlı kişi vardır ve
camideki hocanın kendisi de o dilde konuşmaktadır. Küçük Asya’da ve başka yerlerde,
sadece Türkçenin konuşulduğu yerler vardır ve Ortodoks Rum Kilisesi’nin
ayinleri, bu dilde okunmakta olup, İnciller Türkçe harflere çevrilerek
yazılmıştır.
Dinlerin sınırdaş olduğu yerlerde, çeşitli
uzlaşmalar ve geçici çözümler olmuştur. Bu, değişik zamanlarda ve Ay ile Haç
arasındaki temas noktalarında meydana gelen bir durumdur. Böylece, İslam’ın
doğmakta olduğu sırada ve Müslümanlığın ilk zamanlarında, Arabistan’da,
Müslümanlıktan zor ayırdedilen Yahudi-Hıristiyanlar
vardı. Bazen, Müslümanların putperestlikten nefret etmesi veya buna karşı olan
herhangi bir eğilim, Hıristiyanların aksine, Türkler adına Protestanlara karşı
bir hoşgörüye yol açıyordu. (Kraliçe Elizabeth’imizin zamanında sık sık yapılan
atıftaki gibi) Sinan Paşa’nın dediği gibi, İngiliz bir kimsenin iyi Müslüman
olması için gereken tek şey, eşhedü’yü söylemesi veya inancını kısaca
açıklaması gerektiği idi. Ya da Bab-ı Ali’nin Elçisi Ahmet Resmi Efendi’nin
Büyük Frederik’e, Türklerin, Protestanları gizli Müslümanlar olarak gördüklerini
söylemesi gibi. Katolikler, daha yakın geçmişte, Osmanlı
İmparatorluğu’ndan bazen yaka paça
kovulmuşlarken, Protestan misyonerlere hoşgörü gösterilmiştir. Bazen de
Müslümanların Hıristiyan hanımları ile karma evlilikler yapmış olmalarına bağlı
olarak, batıl inançlar acayip bir şekilde benimsenmiştir. Örneğin, Küçük
Asya’daki Müslüman Emirlerin veya prenslerin yaptığı gibi, Hıristiyan cemaat
dışında olanların bir özelliği olduğuna inanılan, kötü kokunun yıkanıp
giderilmesi için, Rumların yaptığı suya batırma
törenine göre vaftiz etmek.
Ve daha sonra, çoğu kez, inançların çatışmasında,
inancın saklanıp saklanamayacağı ve bunun nereye kadar yapılabileceği, hatta
yalandan o dindenmiş gibi davranılmışsa, kovuşturmayı önlemek için, bir kişi
eğer gerçek inancını yüreğinde koruyup da, dudaklarıyla reddediyorsa, bunun af edilip edilemiyeceğine
ilişkin sorular ortaya çıkmıştır. Bu sorular, zor zamanlarda çeşitli şekillerde
yanıtlanmış olup, Kıbrıs’ın Lino-bambakileri de, denenmiş çözümlerden birinin
temsilcileri olarak yaşamaktadırlar.
İki çatışan inancın erdemleri üzerinde karar verme
durumunda olamayan Arnavut mezhebinin alçakgönüllülüğüne belki de bir karşı
görüş, (‘Üç İmparatorluğun Buluştuğu Yer’ adlı eserinde Bay E.F.Knight
tarafından tanımlanan) Hancis’te veya Kaşmir’in kayıkçıları’nda bulunabilir.
Onlar da aynı zorluğu yaşamış, ama hiçbirini de benimsemeyi uygun
görmemişlerdi.
Bu özel mezhebin kökeninin, 1570’de Kıbrıs’ın
Türkler tarafından fethini izleyen günlerde aranması gerektiğinde, çok az kuşku
olabilir. Ölümcül bir tedhiş, bazı yurttaşlarının başına gelen korkunç kader
nedeniyle, birçok Kıbrıslının aklına ilham vermiş olmalıdır. M. de Casnola’nın,
birçok Lino-bambaki’nin Latin Kilisesi taraftarı olduğunu söylemesine karşın,
bu, hâlâ daha, Rum piskoposlar ile Latin papazları arasında bir tartışma
konusudur. Her toplum, onları taraftar olarak iddia etmeyi arzularken, acaba
onlar, kesin olarak hangi Kilisenin taraftarıdırlar?
Belki de bu böyle idi. Osmanlının istilası
sırasında, Venedik yönetimine olan nefret, Kıbrıslıların birçoğunun
istilacılara sempati duymasına ve hatta tedarikçiler olarak yardım etmesine yol
açtı. Türk yönetimi olasılığı, hasım Hıristiyan yönetimine tercih edilirmiş
gibi göründü. Venedikliler, kendilerini, kendilerinden önceki Lüzinyanlardan
daha fazla nefret edilir hale getirdiler. Her ikisi de, ‘bölücüler’i Roma
Kilisesine teslim olma durumuna getirmek için, dinsel olduğu gibi, geçici
üstünlüklerini de zorla kabul ettirmeye çalıştılar. Venedikliler bütün Rum
okullarını kapattılar. ‘Ortodoks’ olana bütün Latin din adamları tarafından
yapılan muamele, ‘Müslümanlar’ın kâfir olana yaptıklarından daha acımasız idi:
O kadar fazla ki, çok sayıda Kıbrıslı, Küçük Asya’ya göç etmiş, Bay Duckworth’ün dediği gibi, ‘Müslüman
Türklerin kırbaçlarını, Hıristiyanların akrebine tercih etmişlerdi.’ (Kıbrıs
Kilisesi, s.33). Osmanlı fatihi,
Ortodoks Kıbrıslı Rumların nispeten lehine olmak üzere hazırlıklı gelmişti.
Sadece onların kiliseleri tanındı. Latinlerin büyük bir kısmı aslında ortadan
temizlendi. Az sayıdaki kalıntılar da İslam, ölüm veya esareti tercih etmek
durumundaydı. O nedenle, nispeten büyük sayılarda İslamiyeti benimseyerek,
kovuşturmadan kurtuldular.
Öte yandan, Lefkoşa ve Mağusa’nın kuşatılmasından
sonra istilacılar tarafından Rumların ve Latinlerin gelişigüzel katliamı yer
almış ve Lino-bambaki mezhebi büyüyerek, en ikna edici gerekçe olan korku
yüzünden, her iki unsur tarafından da sağlamlaştırılmıştır. M. de Cesnola’nın
değindiği gibi bir tartışma, kuşkusuz arada sırada ortaya çıkacaktı.
Britanya’nın işgalinden beridir, her iki Kilisenin de bir ölünün gömülerek
ortadan kaldırılması konusunda çekiştikleri vakalar olmuştur. Latin Kilisesi,
ara sıra, okulların kurulması ve diğer yollar ile mezhep üyelerine sahip
çıkmaya çalışarak, kendisini göstermiş bulunmaktadır. Fakat bu, her zaman Rum
Kilisesi’nin karşı eylemi ile yenilgiye uğratılmıştır.
Baskı ve yağmalamaya dönük ilk hareketleri,
kuşkusuz, zaman zaman işgali yapanların fanatik olayları izlemiştir. Daha son
zamanlarda (1821’deki Yunan ayaklanması ile ilgili olanlar dışında), bu, belki
de seyrekti. Fakat şimdi yaşamakta olanların bile hatırladıklarına göre, Türk
hükümetinin emri ile bastırılmış olmalarına karşın ,ayrılmalara karşı durmada
baskı uygulama girişimleri yapılmıştır.
Türk yerleşimciler, olayların normal akışı içinde,
daha fazla tercih edilen ve sulanan arazileri işgal etmek üzere geldiler. Bu
kişilerin etkisi, çeşitli şekillerde kendini gösterecekti. Az sayıda olmayan
yerli halk, İslam’ı canını ve mülkünü güvence altına almak veya maddi
avantajlar sağlamak için ihtiyatla karşıladığını duyuracaktı. Ayrıca, mümkün
olanın da ötesinde, Türkler, seyrek olmayan bir şekilde, yerli Hıristiyan
kadınları kendilerine sahiplendiler. Bu kadınlar, kural olarak Müslüman
olacaklardı. Fakat birçok vakada, iradeleri dışında feragat ettikleri inancı,
gizli olarak korumak, kendi eşlerinin dinini baltalamak veya çocuklarını kendi
halklarının yolundan giderek yetiştirmek için ellerinden geleni yapacaklardı.
Bu mezhep, adanın her tarafından bulunmaktadır.
Britanya’nın işgali sırasında (1878), Lino-bambakilerin sayısının 1200’den
fazla olmadığı söylenmiştir: Bu, belki de bir önemsememedir. O tarihten bu
yana, mezhep, daha önce olduğundan daha hızlı bir şekilde küçülmüştür. Daha
önceleri, çeşitli nedenler ve özellikle Rum unsurun sayıca ve refah açısından
artan üstünlüğü yüzünden, yıldan yıla aşamalı ve düzensiz bir azalma olmuştu.
Bizim yönetimimizin kurulması, doğaldır ki, bocalamakta olanların, daha cesur
bir şekilde Kiliseden yana olmalarını teşvik etmeye yöneltmiştir.
Şimdiki durumda, bütün insanların da Lino-bambaki
olduğu hiçbir köy bulunmamaktadır ve son kuşağın tamamen bu inanışta olduğu
nüfusa sahip yerler vardır, ama şimdi tek bir Lino-bambaki bile
bulunamamaktadır. Sadece, bu mezhebin uzandığına veya var olduğuna dair bir
sonuç çıkarılabilen ve yok olmaya yüz tutmuş Müslüman mezarlıklarının bulunduğu
köyler vardır. Yine, içinde Türkler (Lino-bambakiler dahil) ile Hıristiyanların
her nasılsa eşit olarak bölündüğü karma köyler de vardır. Tipik
Lino-bambakilerin en iyi olarak araştırılabileceği yerler buralarıdır. Bir
hocası ile bir cami vardır ve İslam’ın ruhunu devam ettirmek için gereken her
şey de budur ve bir de kilise vardır. Her iki inanışın da okulları vardır. Bu
tür bir köyde, mezhebin bu tür canlılığı
bazen kısmen, adadaki Britanya’nın kiralama süresinin anomalisi yüzünden
tehlikeye atılmış duygular nedeniyledir. En sonunda, Kıbrıs’ın bu günlerden
birinde, Bab-ı Ali’ye geri verileceğine ilişkin uzun süredir kaybolmayan bir
fikir vardır ve belki de bu duygu, bazı durumlarda her iki inançta da kurtarıcı
erdemler bulunabilir diye bir önsezi ile denk gelmektedir.
Daha önceleri, Lino-bambaki köylerinde, özellikle
omurganın dik tutulması gerektiği görülen yerlerde, bir inanç sağlamlığı ruhunun devamına Türkler tarafından önemli
bir özen gösterilmekteydi. Bu, kaza merkezinden veya kişilerin dindarlığı
yoluyla etkilenmekteydi. Belli zamanlarda, özellikle Ramazan ayı süresince,
hemen hemen bütün böylesi köylere bir hoca gönderilmesi olağandı. Bu, görüntüyü
korumuş ve geriye kaymayı vazgeçirmişti. Ayrıca, komşu kazalarda bulunan ve
bazılarının her yıl Kıbrıs’ı ziyaret ettiği, gezici hocalara da iş sağlamıştı.
Onlar, böylesi bir görevi almaktan mutluydular ve herhangi bir yerdeki geçici
görevlerinin sonunda, toplumdan bir para toplamaktaydılar. Geçmişe doğru ne
kadar bir hayal kurarsak, Müslümanlığın dışa yönelik uygulanmasını o kadar
fazla bir şekilde telaffuz ederek düşünmeliyiz. Mısır, Girit ve başka yerlerde
görüldüğü gibi son zamanlardaki Türk gücünün azalması, Kıbrıslı toplumlarda da
tartışılmadan olamaz ve Hıristiyanlığa doğru olan eğilimleri güçlendirirken,
yabancı konsolosların etki ve uyanıklığı, bazı kıta eyaletlerine kıyasla, bu
küçük ada eyaletindeki gizli fanatiklik üzerinde daha güçlü bir denetim
kurmuştu.
İslamın uygulamasının ılımlı ve zamana hizmet eder
şekilde olduğu köylerle ilgili olarak birçok eğlendirici hikayeler
anlatılmaktadır. Bunlar, daha çok Kıbrıs’taki Osmanlı yönetiminin son günleri
ile ilgilidir. Böylesi yerlerde, gerçek bir ‘Türk’, özellikle polis dahil,
herhangi bir üst düzey yetkili aniden ortaya çıkarsa, Müslüman inancının
sağlamlığı hakkındaki herhangi bir kuşkuyu dağıtmak için hemen bir telaş ve bir
gösteri yapılmaktaydı. Uzak bir köyde olduğu gibi, bir sabah bir Rum piskopos
gelmiş ve bütün cemaat saygılarını dile getirmek üzere yanına gitmişler. Akşama
doğru, bir Türk yetkili köye gelmiş ve köylüler, ona karşı inançlı Müslümanlar
gibi konukseverlik göstererek, onu ağırlamaya koşmuşlar!
Böylesi durumlarda domuz sahibi olma, çeşitli alaycı
anektodların artmasına neden olmaktadır. Kıbrıslı, İrlandalı gibi, domuzuna
değer verip onu sevmektedir ve onu besleyebilen her aile, en az bir tane
bulundurmaktan geri durmamaktadır. Bir Lino-bambakosun evinde kirli bir domuz görülmüşse,
doğaldır ki Hıristiyan bir komşuya ait olmalıdır ve oradaki yerinden kaçmıştır.
Yazarın bir arkadaşı, bir zamanlar Hasan diye anılan (öteki adı Nikolas)
birinin duvarın üzerinden bir arkadaşına ve din kardeşine Cuma günü şöyle
çağırdığını duymuştu: ‘Ben camiye gidiyorum. Sen de geliyor musun?’ Nikolas
yanıt vermiş: ‘.....’ya git! Ben domuzumu temizliyorum.’ Bu arada söyliyelim,
domuz, bazen ‘enmpentheros’ (kaynata) adı ile anılır ve Türklerin olduğu yerde
kaynata adı, bu adla, tanınmayacak şekilde, uygun olarak söylenebilir.
Şimdi de toplumun sıradan üyelerinin yaşamlarına bir
bakalım.
Daha önce söylendiği gibi, bütün dıştan görünüşte,
Lino-bambakiler, Müslümandırlar, ama aile içinde birbirlerine Hıristiyan
adlarıyla hitap ederler.
Bazı yerlerde, iki dinde de sık kullanılan adların
verilmesi tercih edildiği söylenmektedir: Örneğin Süleyman (Solomu), Yusuf
(Yosif) vs. Fakat bu kesinlikle bir kural olma durumu değildir. Müslüman adı
açıktan verilmektedir. Bununla eşzamanlı olarak Hıristiyan vaftizliği konusu
gelmektedir. Vaftiz işlemi, bu amaçla çağrılan bir papaz tarafından gizlice
yapılmaktadır: Bir vaftiz babası (nonos veya anadohos) atanır. Çocuğun
yetiştirildiği ortam bu şekildedir: İki adla çağrıldığında da karşılık vermek;
iki dine de ait olduğunu zaman içinde öğrenmek ve ilk yaşlarından başlayarak,
gereken din gizlemesini uygulamalıdır.
Eğer bu çocuğun ileride mesleğindeki karakter gelişmesinde, neden olan
şey bir etki yaratırsa, biri, bunun küçük bir suçlama olduğunu öne sürebilir.
Birkaç yıl geçer ve sünnet (peritumi) sorunu kendini
ortaya koyar. Bu dinsel tören, şimdi uygulanmaktadır veya ileride değinilecek
başka düşünceler yüzünden olduğu gibi, köydeki itibar veya Müslüman etkisi
nedeniyle bir başka biçimde bundan kaytarılmaktadır. Son zamanlarda, erkek
Lino-bambakilerin belki de yüzde beş veya altısından fazla olmayan
bir kısmı, bu töreni yaşamışlardır.
Sırada şimdi de okul ve eğitim sorunları var.
Britanya işgalinden önce, köy okulları sayıca azdı. Bu tarihten beridir,
sayıları ve öğretim kalitesi büyük ölçüde arttı ve eğitim sorunları, yeni
zorluklar çıkardı ve birçok vakada maskeyi çıkarıp atmak için bir neden sundu.
Bir Müslüman okulunun bulunduğu karma köylerdeki birçok Lino-bambaki, din
konularının tamamıyla savuşturulacağına dair, bazen hoca ile yapılan bir
taahhüt üzerine, çocuklarını buraya göndermektedirler. Hoca, yazar tarafından
bilinen bir vakada, kendini çok da kolay olmayan bir durumda buldu. Bu dinsel
konuların hepsini ima etmekten kesinlikle sakınmak mümkün değildi ve anne
babası, onun, şu veya bu dini mutlaka benimsemeleri gerektiği doğrultusunda
zaman zaman bir dokundurma yapmasından
çok gücenmişlerdi. Bir defasında, Müslümanlığa belirgin eğilimi olduğu
görülen bir öğrenciyi camiye götürmüştü. Oğlan çocuğunun babası, oradan
geçmekteydi ve caminin içine baktı. Oğlunun içeride dua etmekte olduğunu gördü.
Baba, oğlunu derhal okuldan aldı ve eve götürürken şöyle dedi: ‘Seni okula
bunun için göndermedim!’ Hem bu hoca, hem de ondan önceki hoca, Lino-bambaki
unsurun neden olduğu zorluklar yüzünden bu yeri savunulamaz bulmuştu.
Askerlik hizmeti de, son zamanlara kadar
yüzleşilmesi gereken bir sorundu. Yükümlülük onsekiz yaşında başlıyordu ve
Lino-bambakiler de dahil, belli sayıdaki Türk, her yıl askerliğe gitmek zorundaydı.
Muafiyet 50 (Türk) lirası karşılığı satın alınabilirdi ve yargıya rüşvet vermek
için fırsat, kuşkusuz tanınmaktaydı. Bununla beraber, hiç kuşku yok ki, asker
yazan yetkili, imansızlık şüphesi duyulan köylerdeki insanlar için, farklı ve
daha sert önlemler uygulama doğrultusunda talimat almaktaydı. Örneğin eğer köy, normal koşullarda on tane
genç çıkarması gereken bir köy ise, bunun iki katı sayıda genç askere
çağrılmaktaydı ve tek olan oğlan çocuklarının askerlik yapmaması kuralına
uyulmamaktaydı. Lino-bambakilerin askere alınması, Rodos, Küçük Asya veya başka
bir yerde, beş yıllık kapalı hizmet için hazırlanmıştı. Orada Cuma günleri,
belki de hayatında ilk defa, camiye gitmek zorundaydı ve secde üzerinde kendini
kaybolmuş halde buluyor ve yakınındakilerin yaptıklarını seyretmek zorunda
kalıyordu. Böylece, kendinin sözde ait olduğu dine, belki de evde kalmış
olsaydı, ondan daha fazla bir şekilde, saygı göstermesini öğrenmiş oluyordu.
Fakat onun kuşkulanılan inanç sağlamlığı olgusu, onu kamp veya kışlaya kadar
izlemekteydi. Askerlik hizmetini Rodos’ta yapmış olan bir Kıbrıslı, bir
defasında bununla ilgili olarak, bir suç ile itham edildiği zaman, Allah ve
Peygamber adına yemin etmiş ve Kıbrıs ile tanışmış olduğunu ona bildiren ve
subay olan komutanı tarafından gözaltına alınmıştı. Komutan daha sonra ona,
köyü ve köy kilisesinin koruyucu azizi ile ilgili olarak sorular sormuş ve
ayrıca onun, Aziz Yorgos adına yemin etmesi gerektiği talimatını vermişti.
Daha sonra daha romantik olan kur yapma ve evlilik
mevsimi konusu gelir. Lino-bambakiler, bir kural olarak sadece kendi
aralarından biri ile evlenirler. Bir köyden olanlar, çoğu kez öteki köyden kız
bakarlar. Yaşamın ikili yönü tabii ki devam ettirilir. Nişanlanma,-ki Doğu’da,
Batı’da olandan çok daha fazla resmi bir durumdur- Müslüman usulüne göre,
açıkça kutlanmaktadır ve uygun izin, gereken şekilde dinsel yetkiliden alınmış
olur. Müslüman evlilik törenleri, zamanı gelince bunu izler. Mutlu güveyi,
kendi sağdıç (Lino-bambaki veya Müslüman toplumdan gelen evlenme töreninin
ustası)’ını seçer. Öte yandan da, ileride yapılacak olan gizli Hıristiyan
birleşmesi için, kendi yoldaşları arasından bir kumbaros (en iyi adam) sağlar.
Hem Türk, hem de Hıristiyan toplumlardan
dostlar, Perşembe akşamı (yani Türkiye usulü Cuma akşamı) yer alan
Müslüman evlenme şenliklerine davet edilirler. Hıristiyan usulü evlilik,
gizlice ve genellikle bir Pazar gecesi, ya derhal müteakiben, ya da Müslüman
töreninden önce yapılır. Sadece akrabalar ve yakın dostlar davet edilir.
Şimdi anlatılacak olan olay, M---- köyündeki
insanların hafızalarında kalan bir düğünde meydana gelmiştir. Düğün töreni,
şenliğe ilişkin bir ortam içinde bir papaz tarafından yürütülmektedir ve bir
hoca, beklenen Müslüman töreni açısından, gerekeni yapmak üzere, bir başka
köyden oraya gönderilmiştir. Değerli
hoca, zamanından çok saat önce gelmemiş olsaydı, her şey çok iyi gidecekti. Bu
yüzden bir karışıklık sahnesi ortaya çıktı. Kapı, acele ile kapandı ve hoca,
‘harem’in, gelini tören için hazırlamakta olduğunu haber verdi. Zamanı gelince
de, vefalı Müslümanlar, bir Müslüman düğünü için bütün onur nişanlarını
taktılar.
Lino-bambakos, bir kural olarak, kızını, evlenmesi
için, gerçek bir Türke vermez, ancak Türk güveyi, topluma katılmaya rıza
gösterirse, bu olur. Bu durumda, onun, gecikme olmaksızın, vaftiz edilerek,
Hıristiyan topluma katılacağına dair gizli bir karar vermiş olması gerekir.
Bu çok karışık durum yüzünden, çeşitli türde
zorlukların ortaya çıkabileceği kolayca
tahmin edilebilir. Eğlendirici aşk, kaçırma ve entrika olayları çoktur. Birçok
delikanlı ve genç kız, dinsel çekinceler konusunda, hassas tutkunun
kaçınılmaz zorlamasının getirdiği sınır
çizgisini aşıp, ayartıldılar.
Hıristiyan ve Müslüman takvimleri, onların
oruçlarını ve şenliklerini getirdi ve
Lino-bambakos, bunların hepsinde de, kendi kararsız gidişatı ile yolunu
buldu. Onun, dünyanın iyi şeylerini iki toplum ile paylaşması, tabii ki, sık
sık bir şaka konusu oldu. Aslında onun genelde yaptığı, Türklerin Bayram
şenliklerini ve Ortodoks Kilisesi’nin Paskalya ve diğer eğlencelerini neşe ile
kutlamaktır. Lino-bambakinin aklını en fazla çalıştırdığı zaman, belki de ölümün yaklaştığı zamandır. Lady Mary Montagu’nun Arnavutlarının boşverir bir şekilde bir yana süpürdüğü ve çözüm için daha iyi bir dünyaya bıraktığı kafa karışıklıkları, bir çok değerli köylünün ölüm yatağını rahatsız etmiş olmalıdır. Defin işlemi, Türk mezarlığında yer alır ve Hıristiyan ayini veya tesellileri, ölüm saatinden önce gizlice yapılmalı ve bundan sonra her şey, Müslüman usullerine göre olmalıdır. Fakat burada, başka konularda olduğu gibi, son yıllarda daha çok gevşeklik ve ilgisizlik hüküm sürmektedir, özellikle bukalemun benzeri bu mezhepten kişilerin çok az sayıda kaldığı köylerde ve belki de, asla bir camiye girmemiş veya bir papaz veya hoca ile konuşmamış olan, az sayıdaki üyelerin olduğu yerlerde. Ölümde, sadece şu sorun ortaya çıkar: Son dinsel usulü uygulamak için hangi dinin adamı çağrılmalıdır? Bunun sonucu olarak da, zorluğun çözümlenmesi, her zaman kolay olmamıştır. Örneğin bir vakada, uzun süre adadan uzakta kalmış olan bir Kıbrıslı adam, geri dönmüş ve bundan kısa bir süre sonra da kasabaların birinde ölmüş. İnancının ne olduğuna ilişkin olarak kuşkular varmış. Hem kiliseye, hem de camiye gittiğine dair kanıtlar ortaya konmuş. Sonunda Lino-bambaki cemaatini asla resmi olarak terk etmemiş olduğuna karar verilmiş ve bir Müslüman olarak gömülmüş.
Bir başka vakada, bir kazanın en büyük kasabasının
Kadısı, yerel yetkiliye şikayet ederek, Müslüman bir kızın bir Hıristiyan
mezarlığına gömülmüş olduğunu söylemiş. Bir Müdir (ilçe yöneticisi), araştırıp,
durumu rapor etmesi için oraya gönderilmiş. Araştırması şunu göstermiş ki,
kızın babası olan Ömer (öteki adı Konstantinos), kendisinin Hıristiyan olduğunu
beyan etmiş. Öte yandan karısı da, kendisinin bir Müslüman olduğunu söylemiş ve
devam etmiş: ‘Ama bir Müslüman olan kızım, Hıristiyan olup, Pelagiya adını
alarak, ölümünden birkaç gün önce vaftiz olmuştu.’ Bu, sorunu çözümlemiş ve
Kadı bu şekilde resmen bilgilendirilmiş. Bu arada baba, sadece kuşkucu biri
değil, siyaseti iyi beceren biri imiş, bir oraya, bir buraya sürükleniyormuş.
Hâlâ daha kararlı bir Müslüman olan karısı, çeşitli tartışmalardan sonra, belli
şartlar altında eşi ile birlikte kalma rızası göstermiş. Örneğin, kendi inancı
açısından rahat bırakılacak ve Ömer evde domuz eti yemeyecekmiş. Adamın, başka
yerlerde bu lüks ile kendini şımartmakta olduğu bilinmekteymiş, fakat eve
dönmezden önce, dikkatlice ve alışılmadık bir boy abdesti almaktaymış. Karısı, sık sık başka köydeki kendi din
kardeşlerinin yanına dönme tehditinde bulunmaktaymış ve Ömer de bu durumlarda,
enerjik bir şekilde, İslam dinine bağlılığını protesto etmekteymiş. Son
zamanlarda çıkan bir yasaya göre Müslüman köy kuruluşu olarak okul ücretini
ödemek üzere davet edildiği zaman, onun gerçekçi olmadığının bir örneği ortaya
çıkmış ve kendisinin Hıristiyan olduğunu kesinlikle vurgulayarak ifade etmiş.
Bunu takiben Ortodoks Rum toplumunun bir üyesi olarak vergilendirilince de,
Peygamberin sadık bir izleyicisi olduğu gerekçesi ile vergiden muaf tutulmasını
istemiş.
Bu çifte yaşamın ortaya çıkarabileceği zorlukların
bazılarını gösterebilmesi için birçok vakadan bir tanesi de şudur: Bir
Lino-bambaki olan Bayram, Ayşe (sonradan Marangu) ile evlenmiş. İki erkek ve
bir kız çocukları olmuş. Emete adlı kız, bir Lino-bambaki ile evlenmiş ve kısa
süre sonra her ikisi de ‘aydınlanmış hale gelmiş’ ve açıkça Hristofi ve Maria
adlarını almışlar. Bir erkek çocuklarının adı Abdullah (sonradan Minas) olup, Hıristiyanlığı
benimsemiş. Öteki, Lino-bambaki olarak kalmış ve aslında başka bir köyden tam
bir Türk ile evlenmiş. Bütün çocukları henüz Lino-bambaki iken, babaları olan
Bayram ölmüş ve geriye kalan malları, Osmanlı (Müslüman) yasalarına göre
paylaşılmış. Annenin, daha önce evlenmiş olduğu kocasından kendisine geçen
kendi malları varmış. Anne, bir Hıristiyan olarak ölünce, annenin (ve
Bayram’ın) bütün çocukları da Kilise’ye alınmış, zira annenin malları, Osmanlı
yasasına göre paylaşılacak ve Hıristiyan olan çocuklar etkilenecekti. Fakat
karışıklık şimdi başlamış. İki erkek evlat kavga etmiş. Minas, kardeşi
Yusuf’un, hâlâ daha Müslüman olması nedeniyle, Hıristiyan olan annesinden miras
almaması gerektiği konusunda itiraz etmiş. Bununla beraber Yusuf, bunu reddetmeyi
uygun bulmuş. Sonuçta, konu mahkeme önüne getirildi. Mahkeme, Yusuf’un bir
Müslüman mı, yoksa bir Hıristiyan mı olduğuna karar vermek zorundaydı. Oturum
sırasında sünnet konusu ortaya çıktı. Yusuf, bu töreni yapmadığını kanıtladı.
Kadı bu hususu göz önüne aldı ve ileri sürülmüş olan diğer inandırıcı kanıtlar
karşısında, bunun davayı etkilemeyen bir husus olduğuna karar verdi. Tanıklar
tarafından kefil olunan adı, elbisesi ve hayatından daha birçok inandırıcı
olgular, onun asla Hıristiyanlığı kabul etmediğinin yeterli kanıtı olarak
varsayıldı. Bunun sonucu olarak da kadı, onun, bir Müslüman olarak, açıkça
Müslümanlığı reddetmiş olan annesinden miras alamayacağına karar verdi. Bu
vaka, o zamanlar, Lino-bambaki toplumu üzerinde ve hiç olmazsa o mahallede
önemli bir baskı yarattı. Mahkemeye intikal
etmiş olan bazı başka vakalarda da, Kadı’nın kararı, sünnet sorunu ile ilgili
olarak verildi, dendi. Bunun sonucunda, birçok Lino-bambaki, miras konularında
herhangi bir kuşkuyu önlemek için, sünnetli olmuş olmaya çok dikkat ettiler.
Mülkiyet ve mirasla ilgili olarak ortaya çıkan
çeşitli karışıklıkların bazılarını izlemek için, sadece Osmanlı hukuku ile
değil, ayrıca Britanya’nın işgalinden bu yana kabul edilmiş olan yasaları ve
yönetmelikleri de bilmiş olmak gerekecektir.
Aynı aile içindeki bölünmeler, çoğu kez, genellikle
mallarla ilgili olarak yer almaktadır. Bazen nezaket duyguları yürürlükte olur.
Bir vakada, köyünün Muhtarı (lideri) olan genç bir Lino-bambaki, açıkça
Hıristiyanlığı kucaklamıştı. Türk Hükümeti altında çeşitli küçük atamalarda
görev almış olan babası da, aynısını yapmaya eğilimli idi, ama ‘böyle
davranmaktan utanıyordu’. Bir ‘Türk’ olarak öldü ve iki görüş arasında durmuş
olan karısı, kocasının ölümünden sonra, sadece oğlunun yapmış olduğunu yaptı.
Eğlendirici olaylar, unutkanlık anları yüzünden
olmaktadır. Çok doğru bir şekilde Türk stilinde giyinmiş ve peçe takmış olan
bir hanım, bir satıcıdan portakalın fiyatını sormuş ve aldığı yanıttan hayrete düşerek, ‘Panayia mu!’ (Oo, Kutsal
Meryem Anam!) diye çok sık kullanılan bir Rumca hayret ifadesinde bulunduğunda,
dinleyenlerin çok neşelenmesine neden olmuştu.
Lino-bambaki köylerine gönderilen hocaların
ziyaretleri de, birçok öykünün ortaya çıkmasına fırsat vermiştir. Küçük bir
kilisesi olan P---- köyüne Ramazan ayında gönderilmiş olan bir hoca,
beklenilmeyen bir zamanda köye varmış. Hiçbir köylüye rastlamayınca, o sırada
ayinin hemen bittiği kiliseye doğru yönelmiş. Cemaatten bazıları Lino-bambaki
imiş ve hocayı görünce acele ile dışarıya çıkmışlar. Genç bir Lino-bambaki
yakalanmış ve hoca ‘Nedir bu?’ diye sormuş. Hoca, daha sonra kilisenin içinde
dolaşmış ve ikonaların önünde yanmakta olan ince mumları söndürmüş. Hoca,
çekilmiş kılıcı ile tasvir edilmiş olan Aziz Mikail’in ikonasına yaklaşınca, genç
adam şöyle demiş: ‘Bunu söndürmezsen daha iyi edersin. Aziz Mikail öne atılıp,
seni kılıcı ile cezalandırabilir. Böyle şeyler olmuştur.’ Hoca diğer bütün
mumları söndürürken, onun tavsiyesine uyarak, o mumu söndürmemiş. Köylüler,
ziyaretçilerinin ayrılmasını hızlandırmak için, birçok başka vakada olduğu
gibi, bu vakada da, hocaya verilecek parayı hevesle toplamışlar.
Bunlar, Türklerin politikası ve bu mezhebe karşı
İslam’ın tavrı ile ilgili olarak, tabii ki zamanla değişmiştir.
Lino-bambakiler, Müslümanlığı açık bir samimiyetle icra ettikleri sürece,
yetkililer tarafından ona göre işleme tabi tutulmuşlar ve gerçek inananların
bütün ayrıcalıklarına sahip olmuşlar. Herhangi açık bir ihanet, tehlikeli idi
ve dininden dönen kimse, cezaya maruz kalıyordu. Bir köy, dengeleme yaptığı
şüphesi altına girerse, örneğin bir hoca veya başka bir özel görevli, bir
toplumun kalben gâvur olduğunu rapor
ederse, o yer, memnuniyetsizlik ile karşılanırdı. Böylesi döneklik şüphelerine
bağlı olarak, öteki komşu köylerdeki insanların mallarına verdiklerinden daha
yüksek miktarda vergi vermesi için değerlendirilen yerler, şüphesiz vardır ve
askere alma yöntemleri, daha önce de belirtildiği gibi, çok daha ciddi olarak
uygulanmaktaydı. Tabii ki, son zamanlarda, Hıristiyanlığa eğilimleri olanlar,
giderek daha az korkmaya başladılar. Dinsel gözetim gevşetildi ve sonunda, bu
özgürlük çağına kadar, ciddi şekilde yalnız bırakıldılar ve dindar
Müslümanların ağır aşağılamasına layık olan ‘murtad’ (dönek) olarak kabul
edildiler.
Rum Kilisesinin tavrı, en doğru olarak görünmektedir
ve akıllıca mesafe koyma ve incelik olarak işaretlenmiştir. Tahmin
edilebileceği gibi, köylüler arasında mezhebe nasıl davranılacağı konusunda,
fikir açısından yerel farklılıklar, zaman zaman ortaya çıkmıştır. O nedenle,
küçük bir toplum içindeki belirli köylüler tarafından, mezhebin üyelerinin
kiliseye kabul edilmemesi gerektiği önerilmiştir. Ötekiler de şöyle
demişlerdir: ‘Niçin onları dışlamalıyız? Onlar, sakin insanlardır ve hiçbir
zarar vermiyorlar. Bir uçurumun kenarındaki insanlar gibidirler. Belki kendi
kendilerini hâlâ daha kurtarabilirler. Şüphesiz ölmeleri gerekir diye onları bu
uçtan itmek bizim işimiz değildir.’ Ve bu fikir etkili oldu.
Ancak Lino-bambaki inancının hem Hıristiyanlar, hem
de Müslümanlar tarafından, hiç bir küçük horlama ve güvensizlik olmadan, bir
ikiyüzlülük dini olarak kabul görmesi gerektiği, doğaldır. Ortalama bir
Kıbrıslıya, bu mezhep hakkında ne düşündüğünü sorarsanız, etkin olarak şöyle
diyecektir: ‘Bir anda Türk olduğunu ifade eden, başka bir anda da Hıristiyan
olduğunu söyleyen bir adam hakkında ne düşünebilirsiniz? Böylesi bir adama
güvenebilir misiniz?’ Aslında toplum çoğu kez, bütün en kötü başarısızlıklar
ile anıldı: Lino-bambakilerin, kötü tipli, hırsızlar, yalancılar vb gibi
insanlar olmaları gerektiği şeklinde imalar yapılmaktadır. ‘Ona Hıristiyan olup olmadığını sorduğunuz
zaman, ‘Hayır’ diyen ve bir başka zaman da, eğer işine gelirse, ‘Evet’ diyen
bir adama nasıl inanabilirsiniz?’ Bu ‘yarım-yarım’lardan birini, bir zamanlar
tanıyordum ve mahkemeye tanık olarak çağrılmıştı. Eğer ben yargıç olsaydım,
böylesi bir ikiyüzlünün eline hem bir Kuran, hem de bir İncil verir ve ikisinin
üzerine de yemin etmesini isterdim.’ Bunlar, mezheple ilgili olarak yapılan
alışılmış yorumlardır.
Fakat genel olarak Rumlar, konunun mizahi yönünden,
herhangi başka birinin etkilendiğinden daha fazla etkilenmişlerdir.
Lino-bambaki (keten-pamuk) konusuna dokundurmalar, her zaman bir gülümsemeye
yol açar ilk olarak. Daha sonra devam edilirse, her zaman mizahi yapılı
anektodlara yol açmaktadır ve bunlar, genelde mezhebin aleyhine olup,
başlıkları da tabii ki gülünç olan bir şeyi düşündürmektedir.
‘Lino-bambakos’ terimi, genellikle bu uyuşmacıların
anıldığı terim iken, bazı başka sıfatlar da onlar için kullanılmaktadır. Bir
sonraki en çok kullanılan ad, oldukça ilginç bir kökene sahip olan ‘Apostolik’
(havarilerle ilgili)’tir. ‘Apostolikos’
terimi, harubun bir çeşidine veya keçiboynuzu ağacına verilmiştir ki sığır
gıdalarında çok kullanılan, tohum kabuğunu taşımaktadır ve bu ağaç, bazen Aziz
Yahya’nın yediği keçiboynuzu ağacı olarak düşünülmektedir. Harup ağaçları,
genellikle, iyi tohum kabuğu oluşturması için aşılanmış olmalıdır. Yabani
ağacın meyvesi, domuzlara yem olma dışında, hiçbir değere sahip değildir. Ama
orada burada, doğal durumlarında meyve taşıyan, ama aşılanmış ağaçların
meyvelerinin kalitesi ile eşit olmayan ağaçlar vardır ve aşılanmış ağaç meyvesi
ile karıştırıldıkları zaman, pazarlanabilmektedirler. Bu ağaçlar için apostolik
terimi kullanılmaktadır ve Kıbrıs’taki Tarım Dairesi’nin eski Müdürü olan Bay
Gennadius, bu türe, ‘Allah tarafından gönderildi’ diyerek, üstünlüğünün
herhangi bir insan eylemine bağlı olmadığını tahmin etmekte belki de haklıdır.
Hem yabani, hem de geliştirilmiş nitelikleri paylaşmış görünen bir ağaca
verilen isim, bu iki taraflı din için kendisini uygun olarak önermektedir.
Lino-bambakos, ayrıca ‘mezos’ (mezzo) olarak da anılmaktadır ve ‘patsalos’
(alacalı) (Vot. LXIII-No.375, 3E) gibi terimler de kullanılmaktadır. Ayrıca,
bazen, bir köy, mezhebin özelliklerini taşıyan bir yer olagelmişse, bir lâkap
olarak anılmaktadır. Böylece bu
kategoriden bir köy olan Monagri köyünden bir adama Monagriti demekle, onun bu
topluma ait olduğu ima edilmektedir. Türkler, bazen ‘mezzokerto’ terimini
kullanmaktadır.
Çok yıl geçmeden bu mezhebin varlığının ortadan
kalkacağı ihtimali vardır. Rum unsurun sayısal olarak üstünlüğü, okullardaki
büyük artış ve tam bir hoşgörünün
kurulmuş olması, olası nedenlerdir ve bu çözücülere ek olarak, toplumun
aşağılama ve alay ile karşılandığı söylenmeden, gözden düşme eklenmelidir.
Çoğunluğu Hıristiyan olacaktır; ama hemen hepsi de değil. Çünkü, son zamanlarda
konuya ilgi duymuş bazı Türk yerleşimciler tarafından atılmış olan enerjik bazı
adımlar yüzünden, bazı yerlerdeki Lino-bambakiler, kesin olarak Müslümanlık
için fikir belirttiler. Bu arada, kendi yolunu seçmek için mutlak özgürlüğün
olduğu bugünkü durumda mezhebin araştırılması, tamamen ilgiden yoksun değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder