14 Nisan 2013 Pazar

KIBRIS'TAKİ MÜSLÜMAN-HIRİSTİYAN MEZHEBİ (Roland L.N. Michell)


(Sunuş: Geçen yılki HAS-DER Yıllığında Theodoros Papadopullos’un  ‘Kıbrıs’taki Kırsal Nüfusun Müslümanlığa En Son Geçişi’ adlı makalesinin Türkçe çevirisini sizlere aktarmıştık. Bu yıl da, 104 yıl önce yayımlanmış olan  ‘The Nineteenth Century Journal’ adlı derginin, Mayıs 1908 tarihli 63. sayısında, 751-762. sayfalar arasında yer alan, Roland L.N. Michell tarafından yazılmış ‘Kıbrıs’taki Müslüman-Hıristiyan Mezhebi’ başlıklı makalenin Türkçe çevirisi veriyoruz. Toplumumuzun kökenleri konusunda araştırma yapanların yararlanacağı önemli diğer kaynaklar arasında yer alan C.F.Beckingham’ın makalelerini, önce Yeni Kıbrıs dergisinde (1988 ve 1989) ve daha sonra da bazılarını Halk Bilimi dergisinde (Sayı:21,22 ve 23/1991) yayımlamıştık. –Ahmet An)  

Lady Mary Wortley Montagu, en ilginç mektuplarından biri olan ve 1 Nisan 1717 tarihinde, Edirne (Adrianople)’den, bir Keşiş’e gönderilmiş olan mektubunda, Belgrad’da üç hafta süreyle evinde kalmış olduğu Ahmet Bey ile yapmış olduğu bir tartışmadan söz etmektedir. Hıristiyanlık gibi İslam’ın da bölünmüş olduğu çok sayıdaki mezheplere atıfta bulunduktan sonra, şöyle demektedir:
‘Fakat, görmüş olduğum bütün dinlerden, Arnavutlarınki, bana en fazla özelliği olan olarak görünmüştür... Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında yaşamakta olan bu insanlar, tartışmalarda becerikli olmadıklarından, en iyi dinin hangisi olduğuna karar vermede tamamen yetersiz olduklarını söylemektedirler. Doğruyu hepten reddetmediklerinden emin olmak için, her ikisini de ihtiyatlı bir şekilde izlerler. Cuma günü camiye giderler, Pazar günü de kiliseye. Bunun mazereti olarak da, Kıyamet Günü’nde, bu dünyada hangisinin olduğuna karar veremedikleri, gerçek peygamberin korumasından emin olmaları için olduğunu söylerler. Bunlar gibi, kendi yetenekleri hakkında çok alçak gönüllü bir fikre sahip olan başka bir insanlık ırkının olmadığına inanıyorum.’

Kıbrıs’ta seyahat etmiş veya bu ada ile ilgili kitapları incelemiş olanlar, bu özellikteki bir mezhebin orada da var olduğunu öğrenmiş olacaklardır. Dışa karşı İslam gibi davranırken, gizlice Ortodoks Rum Kilisesi’ne ait olan ve her iki dinin de kurallarına uyan kişilerden oluşan bir toplum, burada dağınık olarak yaşamaktadır.
Bu insanlara Kıbrıs’ta ‘Lino-bambaki’, yani keten-pamuk denmektedir. Kıbrıs hakkında yazan yazarların çoğu, bunlardan kısaca söz etmesine karşın, onlarla ilgili ayrıntılar çok sınırlıdır. Nüfus sayımı sonuçlarında Müslüman olarak  yer alırlar. O nedenle Osmanlı yönetimi altında askeri hizmet yapmakla yükümlüdürler. Hem erkekler, hem de kadınlar, Müslüman  tarzında elbise giyerler ve Müslüman adları (gizli olarak Hıristiyan adları da) taşırlar.

İslamın yetki alanı içerisinde çok sayıda mezhebin gelişmesi ile ilgili olarak Peygamber tarafından öne sürülen tahmin, aşağı yukarı gerçekleşmiş bulunmaktadır. Hayret edilmemelidir ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda ırk ve dil çeşitliliği, fetih ve işgal dalgaları, din alanlarında da çeşitli tuhaf olguları ortaya çıkarmıştır.
Dil konusunda, birçok Müslümanın, sadece Hıristiyan yurttaşlarının dilini konuşan veya bunun tersi olan eyaletler görmekteyiz. Örneğin Girit’te sadece Rumca konuşabilen birçok inançlı kişi vardır ve camideki hocanın kendisi de o dilde konuşmaktadır. Küçük Asya’da ve başka yerlerde, sadece Türkçenin konuşulduğu yerler vardır ve Ortodoks Rum Kilisesi’nin ayinleri, bu dilde okunmakta olup, İnciller Türkçe harflere çevrilerek yazılmıştır.

Dinlerin sınırdaş olduğu yerlerde, çeşitli uzlaşmalar ve geçici çözümler olmuştur. Bu, değişik zamanlarda ve Ay ile Haç arasındaki temas noktalarında meydana gelen bir durumdur. Böylece, İslam’ın doğmakta olduğu sırada ve Müslümanlığın ilk zamanlarında, Arabistan’da, Müslümanlıktan zor ayırdedilen  Yahudi-Hıristiyanlar vardı. Bazen, Müslümanların putperestlikten nefret etmesi veya buna karşı olan herhangi bir eğilim, Hıristiyanların aksine, Türkler adına Protestanlara karşı bir hoşgörüye yol açıyordu. (Kraliçe Elizabeth’imizin zamanında sık sık yapılan atıftaki gibi) Sinan Paşa’nın dediği gibi, İngiliz bir kimsenin iyi Müslüman olması için gereken tek şey, eşhedü’yü söylemesi veya inancını kısaca açıklaması gerektiği idi. Ya da Bab-ı Ali’nin Elçisi Ahmet Resmi Efendi’nin Büyük Frederik’e, Türklerin, Protestanları gizli Müslümanlar olarak gördüklerini söylemesi gibi. Katolikler, daha yakın geçmişte, Osmanlı İmparatorluğu’ndan  bazen yaka paça kovulmuşlarken, Protestan misyonerlere hoşgörü gösterilmiştir. Bazen de Müslümanların Hıristiyan hanımları ile karma evlilikler yapmış olmalarına bağlı olarak, batıl inançlar acayip bir şekilde benimsenmiştir. Örneğin, Küçük Asya’daki Müslüman Emirlerin veya prenslerin yaptığı gibi, Hıristiyan cemaat dışında olanların bir özelliği olduğuna inanılan, kötü kokunun yıkanıp giderilmesi için, Rumların yaptığı suya batırma  törenine göre vaftiz etmek.
Ve daha sonra, çoğu kez, inançların çatışmasında, inancın saklanıp saklanamayacağı ve bunun nereye kadar yapılabileceği, hatta yalandan o dindenmiş gibi davranılmışsa, kovuşturmayı önlemek için, bir kişi eğer gerçek inancını yüreğinde koruyup da, dudaklarıyla  reddediyorsa, bunun af edilip edilemiyeceğine ilişkin sorular ortaya çıkmıştır. Bu sorular, zor zamanlarda çeşitli şekillerde yanıtlanmış olup, Kıbrıs’ın Lino-bambakileri de, denenmiş çözümlerden birinin temsilcileri olarak yaşamaktadırlar.

İki çatışan inancın erdemleri üzerinde karar verme durumunda olamayan Arnavut mezhebinin alçakgönüllülüğüne belki de bir karşı görüş, (‘Üç İmparatorluğun Buluştuğu Yer’ adlı eserinde Bay E.F.Knight tarafından tanımlanan) Hancis’te veya Kaşmir’in kayıkçıları’nda bulunabilir. Onlar da aynı zorluğu yaşamış, ama hiçbirini de benimsemeyi uygun görmemişlerdi.
Bu özel mezhebin kökeninin, 1570’de Kıbrıs’ın Türkler tarafından fethini izleyen günlerde aranması gerektiğinde, çok az kuşku olabilir. Ölümcül bir tedhiş, bazı yurttaşlarının başına gelen korkunç kader nedeniyle, birçok Kıbrıslının aklına ilham vermiş olmalıdır. M. de Casnola’nın, birçok Lino-bambaki’nin Latin Kilisesi taraftarı olduğunu söylemesine karşın, bu, hâlâ daha, Rum piskoposlar ile Latin papazları arasında bir tartışma konusudur. Her toplum, onları taraftar olarak iddia etmeyi arzularken, acaba onlar, kesin olarak hangi Kilisenin taraftarıdırlar?

Belki de bu böyle idi. Osmanlının istilası sırasında, Venedik yönetimine olan nefret, Kıbrıslıların birçoğunun istilacılara sempati duymasına ve hatta tedarikçiler olarak yardım etmesine yol açtı. Türk yönetimi olasılığı, hasım Hıristiyan yönetimine tercih edilirmiş gibi göründü. Venedikliler, kendilerini, kendilerinden önceki Lüzinyanlardan daha fazla nefret edilir hale getirdiler. Her ikisi de, ‘bölücüler’i Roma Kilisesine teslim olma durumuna getirmek için, dinsel olduğu gibi, geçici üstünlüklerini de zorla kabul ettirmeye çalıştılar. Venedikliler bütün Rum okullarını kapattılar. ‘Ortodoks’ olana bütün Latin din adamları tarafından yapılan muamele, ‘Müslümanlar’ın kâfir olana yaptıklarından daha acımasız idi: O kadar fazla ki, çok sayıda Kıbrıslı, Küçük Asya’ya göç etmiş,  Bay Duckworth’ün dediği gibi, ‘Müslüman Türklerin kırbaçlarını, Hıristiyanların akrebine tercih etmişlerdi.’ (Kıbrıs Kilisesi, s.33).  Osmanlı fatihi, Ortodoks Kıbrıslı Rumların nispeten lehine olmak üzere hazırlıklı gelmişti. Sadece onların kiliseleri tanındı. Latinlerin büyük bir kısmı aslında ortadan temizlendi. Az sayıdaki kalıntılar da İslam, ölüm veya esareti tercih etmek durumundaydı. O nedenle, nispeten büyük sayılarda İslamiyeti benimseyerek, kovuşturmadan kurtuldular.
Öte yandan, Lefkoşa ve Mağusa’nın kuşatılmasından sonra istilacılar tarafından Rumların ve Latinlerin gelişigüzel katliamı yer almış ve Lino-bambaki mezhebi büyüyerek, en ikna edici gerekçe olan korku yüzünden, her iki unsur tarafından da sağlamlaştırılmıştır. M. de Cesnola’nın değindiği gibi bir tartışma, kuşkusuz arada sırada ortaya çıkacaktı. Britanya’nın işgalinden beridir, her iki Kilisenin de bir ölünün gömülerek ortadan kaldırılması konusunda çekiştikleri vakalar olmuştur. Latin Kilisesi, ara sıra, okulların kurulması ve diğer yollar ile mezhep üyelerine sahip çıkmaya çalışarak, kendisini göstermiş bulunmaktadır. Fakat bu, her zaman Rum Kilisesi’nin karşı eylemi ile yenilgiye uğratılmıştır.

Baskı ve yağmalamaya dönük ilk hareketleri, kuşkusuz, zaman zaman işgali yapanların fanatik olayları izlemiştir. Daha son zamanlarda (1821’deki Yunan ayaklanması ile ilgili olanlar dışında), bu, belki de seyrekti. Fakat şimdi yaşamakta olanların bile hatırladıklarına göre, Türk hükümetinin emri ile bastırılmış olmalarına karşın ,ayrılmalara karşı durmada baskı uygulama girişimleri yapılmıştır.      
Türk yerleşimciler, olayların normal akışı içinde, daha fazla tercih edilen ve sulanan arazileri işgal etmek üzere geldiler. Bu kişilerin etkisi, çeşitli şekillerde kendini gösterecekti. Az sayıda olmayan yerli halk, İslam’ı canını ve mülkünü güvence altına almak veya maddi avantajlar sağlamak için ihtiyatla karşıladığını duyuracaktı. Ayrıca, mümkün olanın da ötesinde, Türkler, seyrek olmayan bir şekilde, yerli Hıristiyan kadınları kendilerine sahiplendiler. Bu kadınlar, kural olarak Müslüman olacaklardı. Fakat birçok vakada, iradeleri dışında feragat ettikleri inancı, gizli olarak korumak, kendi eşlerinin dinini baltalamak veya çocuklarını kendi halklarının yolundan giderek yetiştirmek için ellerinden geleni yapacaklardı.

Bu mezhep, adanın her tarafından bulunmaktadır. Britanya’nın işgali sırasında (1878), Lino-bambakilerin sayısının 1200’den fazla olmadığı söylenmiştir: Bu, belki de bir önemsememedir. O tarihten bu yana, mezhep, daha önce olduğundan daha hızlı bir şekilde küçülmüştür. Daha önceleri, çeşitli nedenler ve özellikle Rum unsurun sayıca ve refah açısından artan üstünlüğü yüzünden, yıldan yıla aşamalı ve düzensiz bir azalma olmuştu. Bizim yönetimimizin kurulması, doğaldır ki, bocalamakta olanların, daha cesur bir şekilde Kiliseden yana olmalarını teşvik etmeye yöneltmiştir.
Şimdiki durumda, bütün insanların da Lino-bambaki olduğu hiçbir köy bulunmamaktadır ve son kuşağın tamamen bu inanışta olduğu nüfusa sahip yerler vardır, ama şimdi tek bir Lino-bambaki bile bulunamamaktadır. Sadece, bu mezhebin uzandığına veya var olduğuna dair bir sonuç çıkarılabilen ve yok olmaya yüz tutmuş Müslüman mezarlıklarının bulunduğu köyler vardır. Yine, içinde Türkler (Lino-bambakiler dahil) ile Hıristiyanların her nasılsa eşit olarak bölündüğü karma köyler de vardır. Tipik Lino-bambakilerin en iyi olarak araştırılabileceği yerler buralarıdır. Bir hocası ile bir cami vardır ve İslam’ın ruhunu devam ettirmek için gereken her şey de budur ve bir de kilise vardır. Her iki inanışın da okulları vardır. Bu tür bir köyde,  mezhebin bu tür canlılığı bazen kısmen, adadaki Britanya’nın kiralama süresinin anomalisi yüzünden tehlikeye atılmış duygular nedeniyledir. En sonunda, Kıbrıs’ın bu günlerden birinde, Bab-ı Ali’ye geri verileceğine ilişkin uzun süredir kaybolmayan bir fikir vardır ve belki de bu duygu, bazı durumlarda her iki inançta da kurtarıcı erdemler bulunabilir diye bir önsezi ile denk gelmektedir.

Daha önceleri, Lino-bambaki köylerinde, özellikle omurganın dik tutulması gerektiği görülen yerlerde, bir inanç sağlamlığı  ruhunun devamına Türkler tarafından önemli bir özen gösterilmekteydi. Bu, kaza merkezinden veya kişilerin dindarlığı yoluyla etkilenmekteydi. Belli zamanlarda, özellikle Ramazan ayı süresince, hemen hemen bütün böylesi köylere bir hoca gönderilmesi olağandı. Bu, görüntüyü korumuş ve geriye kaymayı vazgeçirmişti. Ayrıca, komşu kazalarda bulunan ve bazılarının her yıl Kıbrıs’ı ziyaret ettiği, gezici hocalara da iş sağlamıştı. Onlar, böylesi bir görevi almaktan mutluydular ve herhangi bir yerdeki geçici görevlerinin sonunda, toplumdan bir para toplamaktaydılar. Geçmişe doğru ne kadar bir hayal kurarsak, Müslümanlığın dışa yönelik uygulanmasını o kadar fazla bir şekilde telaffuz ederek düşünmeliyiz. Mısır, Girit ve başka yerlerde görüldüğü gibi son zamanlardaki Türk gücünün azalması, Kıbrıslı toplumlarda da tartışılmadan olamaz ve Hıristiyanlığa doğru olan eğilimleri güçlendirirken, yabancı konsolosların etki ve uyanıklığı, bazı kıta eyaletlerine kıyasla, bu küçük ada eyaletindeki gizli fanatiklik üzerinde daha güçlü bir denetim kurmuştu.
İslamın uygulamasının ılımlı ve zamana hizmet eder şekilde olduğu köylerle ilgili olarak birçok eğlendirici hikayeler anlatılmaktadır. Bunlar, daha çok Kıbrıs’taki Osmanlı yönetiminin son günleri ile ilgilidir. Böylesi yerlerde, gerçek bir ‘Türk’, özellikle polis dahil, herhangi bir üst düzey yetkili aniden ortaya çıkarsa, Müslüman inancının sağlamlığı hakkındaki herhangi bir kuşkuyu dağıtmak için hemen bir telaş ve bir gösteri yapılmaktaydı. Uzak bir köyde olduğu gibi, bir sabah bir Rum piskopos gelmiş ve bütün cemaat saygılarını dile getirmek üzere yanına gitmişler. Akşama doğru, bir Türk yetkili köye gelmiş ve köylüler, ona karşı inançlı Müslümanlar gibi konukseverlik göstererek, onu ağırlamaya koşmuşlar!

Böylesi durumlarda domuz sahibi olma, çeşitli alaycı anektodların artmasına neden olmaktadır. Kıbrıslı, İrlandalı gibi, domuzuna değer verip onu sevmektedir ve onu besleyebilen her aile, en az bir tane bulundurmaktan geri durmamaktadır. Bir Lino-bambakosun evinde kirli bir domuz görülmüşse, doğaldır ki Hıristiyan bir komşuya ait olmalıdır ve oradaki yerinden kaçmıştır. Yazarın bir arkadaşı, bir zamanlar Hasan diye anılan (öteki adı Nikolas) birinin duvarın üzerinden bir arkadaşına ve din kardeşine Cuma günü şöyle çağırdığını duymuştu: ‘Ben camiye gidiyorum. Sen de geliyor musun?’ Nikolas yanıt vermiş: ‘.....’ya git! Ben domuzumu temizliyorum.’ Bu arada söyliyelim, domuz, bazen ‘enmpentheros’ (kaynata) adı ile anılır ve Türklerin olduğu yerde kaynata adı, bu adla, tanınmayacak şekilde, uygun olarak söylenebilir.
Şimdi de toplumun sıradan üyelerinin yaşamlarına bir bakalım.

Daha önce söylendiği gibi, bütün dıştan görünüşte, Lino-bambakiler, Müslümandırlar, ama aile içinde birbirlerine Hıristiyan adlarıyla hitap ederler.
Bazı yerlerde, iki dinde de sık kullanılan adların verilmesi tercih edildiği söylenmektedir: Örneğin Süleyman (Solomu), Yusuf (Yosif) vs. Fakat bu kesinlikle bir kural olma durumu değildir. Müslüman adı açıktan verilmektedir. Bununla eşzamanlı olarak Hıristiyan vaftizliği konusu gelmektedir. Vaftiz işlemi, bu amaçla çağrılan bir papaz tarafından gizlice yapılmaktadır: Bir vaftiz babası (nonos veya anadohos) atanır. Çocuğun yetiştirildiği ortam bu şekildedir: İki adla çağrıldığında da karşılık vermek; iki dine de ait olduğunu zaman içinde öğrenmek ve ilk yaşlarından başlayarak, gereken din gizlemesini uygulamalıdır.  Eğer bu çocuğun ileride mesleğindeki karakter gelişmesinde, neden olan şey bir etki yaratırsa, biri, bunun küçük bir suçlama olduğunu öne sürebilir.

Birkaç yıl geçer ve sünnet (peritumi) sorunu kendini ortaya koyar. Bu dinsel tören, şimdi uygulanmaktadır veya ileride değinilecek başka düşünceler yüzünden olduğu gibi, köydeki itibar veya Müslüman etkisi nedeniyle bir başka biçimde bundan kaytarılmaktadır. Son zamanlarda, erkek Lino-bambakilerin  belki  de yüzde beş veya altısından fazla olmayan bir kısmı, bu töreni yaşamışlardır.
Sırada şimdi de okul ve eğitim sorunları var. Britanya işgalinden önce, köy okulları sayıca azdı. Bu tarihten beridir, sayıları ve öğretim kalitesi büyük ölçüde arttı ve eğitim sorunları, yeni zorluklar çıkardı ve birçok vakada maskeyi çıkarıp atmak için bir neden sundu. Bir Müslüman okulunun bulunduğu karma köylerdeki birçok Lino-bambaki, din konularının tamamıyla savuşturulacağına dair, bazen hoca ile yapılan bir taahhüt üzerine, çocuklarını buraya göndermektedirler. Hoca, yazar tarafından bilinen bir vakada, kendini çok da kolay olmayan bir durumda buldu. Bu dinsel konuların hepsini ima etmekten kesinlikle sakınmak mümkün değildi ve anne babası, onun, şu veya bu dini mutlaka benimsemeleri gerektiği doğrultusunda zaman zaman bir dokundurma yapmasından  çok gücenmişlerdi. Bir defasında, Müslümanlığa belirgin eğilimi olduğu görülen bir öğrenciyi camiye götürmüştü. Oğlan çocuğunun babası, oradan geçmekteydi ve caminin içine baktı. Oğlunun içeride dua etmekte olduğunu gördü. Baba, oğlunu derhal okuldan aldı ve eve götürürken şöyle dedi: ‘Seni okula bunun için göndermedim!’ Hem bu hoca, hem de ondan önceki hoca, Lino-bambaki unsurun neden olduğu zorluklar yüzünden bu yeri savunulamaz bulmuştu.          

Askerlik hizmeti de, son zamanlara kadar yüzleşilmesi gereken bir sorundu. Yükümlülük onsekiz yaşında başlıyordu ve Lino-bambakiler de dahil, belli sayıdaki Türk, her yıl askerliğe gitmek zorundaydı. Muafiyet 50 (Türk) lirası karşılığı satın alınabilirdi ve yargıya rüşvet vermek için fırsat, kuşkusuz tanınmaktaydı. Bununla beraber, hiç kuşku yok ki, asker yazan yetkili, imansızlık şüphesi duyulan köylerdeki insanlar için, farklı ve daha sert önlemler uygulama doğrultusunda talimat almaktaydı.  Örneğin eğer köy, normal koşullarda on tane genç çıkarması gereken bir köy ise, bunun iki katı sayıda genç askere çağrılmaktaydı ve tek olan oğlan çocuklarının askerlik yapmaması kuralına uyulmamaktaydı. Lino-bambakilerin askere alınması, Rodos, Küçük Asya veya başka bir yerde, beş yıllık kapalı hizmet için hazırlanmıştı. Orada Cuma günleri, belki de hayatında ilk defa, camiye gitmek zorundaydı ve secde üzerinde kendini kaybolmuş halde buluyor ve yakınındakilerin yaptıklarını seyretmek zorunda kalıyordu. Böylece, kendinin sözde ait olduğu dine, belki de evde kalmış olsaydı, ondan daha fazla bir şekilde, saygı göstermesini öğrenmiş oluyordu. Fakat onun kuşkulanılan inanç sağlamlığı olgusu, onu kamp veya kışlaya kadar izlemekteydi. Askerlik hizmetini Rodos’ta yapmış olan bir Kıbrıslı, bir defasında bununla ilgili olarak, bir suç ile itham edildiği zaman, Allah ve Peygamber adına yemin etmiş ve Kıbrıs ile tanışmış olduğunu ona bildiren ve subay olan komutanı tarafından gözaltına alınmıştı. Komutan daha sonra ona, köyü ve köy kilisesinin koruyucu azizi ile ilgili olarak sorular sormuş ve ayrıca onun, Aziz Yorgos adına yemin etmesi gerektiği talimatını vermişti.         
Daha sonra daha romantik olan kur yapma ve evlilik mevsimi konusu gelir. Lino-bambakiler, bir kural olarak sadece kendi aralarından biri ile evlenirler. Bir köyden olanlar, çoğu kez öteki köyden kız bakarlar. Yaşamın ikili yönü tabii ki devam ettirilir. Nişanlanma,-ki Doğu’da, Batı’da olandan çok daha fazla resmi bir durumdur- Müslüman usulüne göre, açıkça kutlanmaktadır ve uygun izin, gereken şekilde dinsel yetkiliden alınmış olur. Müslüman evlilik törenleri, zamanı gelince bunu izler. Mutlu güveyi, kendi sağdıç (Lino-bambaki veya Müslüman toplumdan gelen evlenme töreninin ustası)’ını seçer. Öte yandan da, ileride yapılacak olan gizli Hıristiyan birleşmesi için, kendi yoldaşları arasından bir kumbaros (en iyi adam) sağlar. Hem Türk, hem de Hıristiyan toplumlardan  dostlar, Perşembe akşamı (yani Türkiye usulü Cuma akşamı) yer alan Müslüman evlenme şenliklerine davet edilirler. Hıristiyan usulü evlilik, gizlice ve genellikle bir Pazar gecesi, ya derhal müteakiben, ya da Müslüman töreninden önce yapılır. Sadece akrabalar ve yakın dostlar davet edilir.

Şimdi anlatılacak olan olay, M---- köyündeki insanların hafızalarında kalan bir düğünde meydana gelmiştir. Düğün töreni, şenliğe ilişkin bir ortam içinde bir papaz tarafından yürütülmektedir ve bir hoca, beklenen Müslüman töreni açısından, gerekeni yapmak üzere, bir başka köyden oraya gönderilmiştir.  Değerli hoca, zamanından çok saat önce gelmemiş olsaydı, her şey çok iyi gidecekti. Bu yüzden bir karışıklık sahnesi ortaya çıktı. Kapı, acele ile kapandı ve hoca, ‘harem’in, gelini tören için hazırlamakta olduğunu haber verdi. Zamanı gelince de, vefalı Müslümanlar, bir Müslüman düğünü için bütün onur nişanlarını taktılar.
Lino-bambakos, bir kural olarak, kızını, evlenmesi için, gerçek bir Türke vermez, ancak Türk güveyi, topluma katılmaya rıza gösterirse, bu olur. Bu durumda, onun, gecikme olmaksızın, vaftiz edilerek, Hıristiyan topluma katılacağına dair gizli bir karar vermiş olması gerekir.

Bu çok karışık durum yüzünden, çeşitli türde zorlukların ortaya çıkabileceği  kolayca tahmin edilebilir. Eğlendirici aşk, kaçırma ve entrika olayları çoktur. Birçok delikanlı ve genç kız, dinsel çekinceler konusunda, hassas tutkunun kaçınılmaz  zorlamasının getirdiği sınır çizgisini aşıp, ayartıldılar.
Hıristiyan ve Müslüman takvimleri, onların oruçlarını ve şenliklerini getirdi ve  Lino-bambakos, bunların hepsinde de, kendi kararsız gidişatı ile yolunu buldu. Onun, dünyanın iyi şeylerini iki toplum ile paylaşması, tabii ki, sık sık bir şaka konusu oldu. Aslında onun genelde yaptığı, Türklerin Bayram şenliklerini ve Ortodoks Kilisesi’nin Paskalya ve diğer eğlencelerini neşe ile kutlamaktır. 

Lino-bambakinin aklını en fazla çalıştırdığı zaman, belki de ölümün yaklaştığı zamandır. Lady Mary Montagu’nun Arnavutlarının boşverir bir şekilde bir yana süpürdüğü ve çözüm için daha iyi bir dünyaya bıraktığı kafa karışıklıkları, bir çok değerli köylünün ölüm yatağını rahatsız etmiş olmalıdır.  Defin işlemi, Türk mezarlığında yer alır ve Hıristiyan ayini veya tesellileri, ölüm saatinden önce gizlice yapılmalı ve bundan sonra her şey, Müslüman usullerine göre olmalıdır. Fakat burada, başka konularda olduğu gibi, son yıllarda daha çok gevşeklik ve ilgisizlik hüküm sürmektedir, özellikle bukalemun benzeri bu mezhepten kişilerin çok az sayıda kaldığı köylerde ve belki de, asla bir camiye girmemiş veya bir papaz veya hoca ile konuşmamış olan, az sayıdaki üyelerin olduğu yerlerde.  Ölümde, sadece şu sorun ortaya çıkar: Son dinsel usulü uygulamak için hangi dinin adamı çağrılmalıdır? Bunun sonucu olarak da, zorluğun çözümlenmesi, her zaman kolay olmamıştır. Örneğin bir vakada, uzun süre adadan uzakta kalmış olan bir Kıbrıslı adam, geri dönmüş ve bundan kısa bir süre sonra da kasabaların birinde ölmüş. İnancının ne olduğuna ilişkin olarak kuşkular varmış. Hem kiliseye, hem de camiye gittiğine dair kanıtlar ortaya konmuş. Sonunda Lino-bambaki cemaatini asla resmi olarak terk etmemiş olduğuna karar verilmiş ve bir Müslüman olarak gömülmüş.      

Bir başka vakada, bir kazanın en büyük kasabasının Kadısı, yerel yetkiliye şikayet ederek, Müslüman bir kızın bir Hıristiyan mezarlığına gömülmüş olduğunu söylemiş. Bir Müdir (ilçe yöneticisi), araştırıp, durumu rapor etmesi için oraya gönderilmiş. Araştırması şunu göstermiş ki, kızın babası olan Ömer (öteki adı Konstantinos), kendisinin Hıristiyan olduğunu beyan etmiş. Öte yandan karısı da, kendisinin bir Müslüman olduğunu söylemiş ve devam etmiş: ‘Ama bir Müslüman olan kızım, Hıristiyan olup, Pelagiya adını alarak, ölümünden birkaç gün önce vaftiz olmuştu.’ Bu, sorunu çözümlemiş ve Kadı bu şekilde resmen bilgilendirilmiş. Bu arada baba, sadece kuşkucu biri değil, siyaseti iyi beceren biri imiş, bir oraya, bir buraya sürükleniyormuş. Hâlâ daha kararlı bir Müslüman olan karısı, çeşitli tartışmalardan sonra, belli şartlar altında eşi ile birlikte kalma rızası göstermiş. Örneğin, kendi inancı açısından rahat bırakılacak ve Ömer evde domuz eti yemeyecekmiş. Adamın, başka yerlerde bu lüks ile kendini şımartmakta olduğu bilinmekteymiş, fakat eve dönmezden önce, dikkatlice ve alışılmadık bir boy abdesti almaktaymış.  Karısı, sık sık başka köydeki kendi din kardeşlerinin yanına dönme tehditinde bulunmaktaymış ve Ömer de bu durumlarda, enerjik bir şekilde, İslam dinine bağlılığını protesto etmekteymiş. Son zamanlarda çıkan bir yasaya göre Müslüman köy kuruluşu olarak okul ücretini ödemek üzere davet edildiği zaman, onun gerçekçi olmadığının bir örneği ortaya çıkmış ve kendisinin Hıristiyan olduğunu kesinlikle vurgulayarak ifade etmiş. Bunu takiben Ortodoks Rum toplumunun bir üyesi olarak vergilendirilince de, Peygamberin sadık bir izleyicisi olduğu gerekçesi ile vergiden muaf tutulmasını istemiş.
Bu çifte yaşamın ortaya çıkarabileceği zorlukların bazılarını gösterebilmesi için birçok vakadan bir tanesi de şudur: Bir Lino-bambaki olan Bayram, Ayşe (sonradan Marangu) ile evlenmiş. İki erkek ve bir kız çocukları olmuş. Emete adlı kız, bir Lino-bambaki ile evlenmiş ve kısa süre sonra her ikisi de ‘aydınlanmış hale gelmiş’ ve açıkça Hristofi ve Maria adlarını almışlar. Bir erkek çocuklarının adı Abdullah (sonradan Minas) olup, Hıristiyanlığı benimsemiş. Öteki, Lino-bambaki olarak kalmış ve aslında başka bir köyden tam bir Türk ile evlenmiş. Bütün çocukları henüz Lino-bambaki iken, babaları olan Bayram ölmüş ve geriye kalan malları, Osmanlı (Müslüman) yasalarına göre paylaşılmış. Annenin, daha önce evlenmiş olduğu kocasından kendisine geçen kendi malları varmış. Anne, bir Hıristiyan olarak ölünce, annenin (ve Bayram’ın) bütün çocukları da Kilise’ye alınmış, zira annenin malları, Osmanlı yasasına göre paylaşılacak ve Hıristiyan olan çocuklar etkilenecekti. Fakat karışıklık şimdi başlamış. İki erkek evlat kavga etmiş. Minas, kardeşi Yusuf’un, hâlâ daha Müslüman olması nedeniyle, Hıristiyan olan annesinden miras almaması gerektiği konusunda itiraz etmiş. Bununla beraber Yusuf, bunu reddetmeyi uygun bulmuş. Sonuçta, konu mahkeme önüne getirildi. Mahkeme, Yusuf’un bir Müslüman mı, yoksa bir Hıristiyan mı olduğuna karar vermek zorundaydı. Oturum sırasında sünnet konusu ortaya çıktı. Yusuf, bu töreni yapmadığını kanıtladı. Kadı bu hususu göz önüne aldı ve ileri sürülmüş olan diğer inandırıcı kanıtlar karşısında, bunun davayı etkilemeyen bir husus olduğuna karar verdi. Tanıklar tarafından kefil olunan adı, elbisesi ve hayatından daha birçok inandırıcı olgular, onun asla Hıristiyanlığı kabul etmediğinin yeterli kanıtı olarak varsayıldı. Bunun sonucu olarak da kadı, onun, bir Müslüman olarak, açıkça Müslümanlığı reddetmiş olan annesinden miras alamayacağına karar verdi. Bu vaka, o zamanlar, Lino-bambaki toplumu üzerinde ve hiç olmazsa o mahallede önemli bir baskı yarattı. Mahkemeye intikal etmiş olan bazı başka vakalarda da, Kadı’nın kararı, sünnet sorunu ile ilgili olarak verildi, dendi. Bunun sonucunda, birçok Lino-bambaki, miras konularında herhangi bir kuşkuyu önlemek için, sünnetli olmuş olmaya çok dikkat ettiler.

Mülkiyet ve mirasla ilgili olarak ortaya çıkan çeşitli karışıklıkların bazılarını izlemek için, sadece Osmanlı hukuku ile değil, ayrıca Britanya’nın işgalinden bu yana kabul edilmiş olan yasaları ve yönetmelikleri de bilmiş olmak gerekecektir.
Aynı aile içindeki bölünmeler, çoğu kez, genellikle mallarla ilgili olarak yer almaktadır. Bazen nezaket duyguları yürürlükte olur. Bir vakada, köyünün Muhtarı (lideri) olan genç bir Lino-bambaki, açıkça Hıristiyanlığı kucaklamıştı. Türk Hükümeti altında çeşitli küçük atamalarda görev almış olan babası da, aynısını yapmaya eğilimli idi, ama ‘böyle davranmaktan utanıyordu’. Bir ‘Türk’ olarak öldü ve iki görüş arasında durmuş olan karısı, kocasının ölümünden sonra, sadece oğlunun yapmış olduğunu yaptı.

Eğlendirici olaylar, unutkanlık anları yüzünden olmaktadır. Çok doğru bir şekilde Türk stilinde giyinmiş ve peçe takmış olan bir hanım, bir satıcıdan portakalın fiyatını sormuş ve aldığı yanıttan  hayrete düşerek, ‘Panayia mu!’ (Oo, Kutsal Meryem Anam!) diye çok sık kullanılan bir Rumca hayret ifadesinde bulunduğunda, dinleyenlerin çok neşelenmesine neden olmuştu.
Lino-bambaki köylerine gönderilen hocaların ziyaretleri de, birçok öykünün ortaya çıkmasına fırsat vermiştir. Küçük bir kilisesi olan P---- köyüne Ramazan ayında gönderilmiş olan bir hoca, beklenilmeyen bir zamanda köye varmış. Hiçbir köylüye rastlamayınca, o sırada ayinin hemen bittiği kiliseye doğru yönelmiş. Cemaatten bazıları Lino-bambaki imiş ve hocayı görünce acele ile dışarıya çıkmışlar. Genç bir Lino-bambaki yakalanmış ve hoca ‘Nedir bu?’ diye sormuş. Hoca, daha sonra kilisenin içinde dolaşmış ve ikonaların önünde yanmakta olan ince mumları söndürmüş. Hoca, çekilmiş kılıcı ile tasvir edilmiş olan Aziz Mikail’in ikonasına yaklaşınca, genç adam şöyle demiş: ‘Bunu söndürmezsen daha iyi edersin. Aziz Mikail öne atılıp, seni kılıcı ile cezalandırabilir. Böyle şeyler olmuştur.’ Hoca diğer bütün mumları söndürürken, onun tavsiyesine uyarak, o mumu söndürmemiş. Köylüler, ziyaretçilerinin ayrılmasını hızlandırmak için, birçok başka vakada olduğu gibi, bu vakada da, hocaya verilecek parayı hevesle toplamışlar.

Bunlar, Türklerin politikası ve bu mezhebe karşı İslam’ın tavrı ile ilgili olarak, tabii ki zamanla değişmiştir. Lino-bambakiler, Müslümanlığı açık bir samimiyetle icra ettikleri sürece, yetkililer tarafından ona göre işleme tabi tutulmuşlar ve gerçek inananların bütün ayrıcalıklarına sahip olmuşlar. Herhangi açık bir ihanet, tehlikeli idi ve dininden dönen kimse, cezaya maruz kalıyordu. Bir köy, dengeleme yaptığı şüphesi altına girerse, örneğin bir hoca veya başka bir özel görevli, bir toplumun kalben gâvur olduğunu rapor ederse, o yer, memnuniyetsizlik ile karşılanırdı. Böylesi döneklik şüphelerine bağlı olarak, öteki komşu köylerdeki insanların mallarına verdiklerinden daha yüksek miktarda vergi vermesi için değerlendirilen yerler, şüphesiz vardır ve askere alma yöntemleri, daha önce de belirtildiği gibi, çok daha ciddi olarak uygulanmaktaydı. Tabii ki, son zamanlarda, Hıristiyanlığa eğilimleri olanlar, giderek daha az korkmaya başladılar. Dinsel gözetim gevşetildi ve sonunda, bu özgürlük çağına kadar, ciddi şekilde yalnız bırakıldılar ve dindar Müslümanların ağır aşağılamasına layık olan ‘murtad’ (dönek) olarak kabul edildiler.
Rum Kilisesinin tavrı, en doğru olarak görünmektedir ve akıllıca mesafe koyma ve incelik olarak işaretlenmiştir. Tahmin edilebileceği gibi, köylüler arasında mezhebe nasıl davranılacağı konusunda, fikir açısından yerel farklılıklar, zaman zaman ortaya çıkmıştır. O nedenle, küçük bir toplum içindeki belirli köylüler tarafından, mezhebin üyelerinin kiliseye kabul edilmemesi gerektiği önerilmiştir. Ötekiler de şöyle demişlerdir: ‘Niçin onları dışlamalıyız? Onlar, sakin insanlardır ve hiçbir zarar vermiyorlar. Bir uçurumun kenarındaki insanlar gibidirler. Belki kendi kendilerini hâlâ daha kurtarabilirler. Şüphesiz ölmeleri gerekir diye onları bu uçtan itmek bizim işimiz değildir.’ Ve bu fikir etkili oldu.

Ancak Lino-bambaki inancının hem Hıristiyanlar, hem de Müslümanlar tarafından, hiç bir küçük horlama ve güvensizlik olmadan, bir ikiyüzlülük dini olarak kabul görmesi gerektiği, doğaldır. Ortalama bir Kıbrıslıya, bu mezhep hakkında ne düşündüğünü sorarsanız, etkin olarak şöyle diyecektir: ‘Bir anda Türk olduğunu ifade eden, başka bir anda da Hıristiyan olduğunu söyleyen bir adam hakkında ne düşünebilirsiniz? Böylesi bir adama güvenebilir misiniz?’ Aslında toplum çoğu kez, bütün en kötü başarısızlıklar ile anıldı: Lino-bambakilerin, kötü tipli, hırsızlar, yalancılar vb gibi insanlar olmaları gerektiği şeklinde imalar yapılmaktadır.  ‘Ona Hıristiyan olup olmadığını sorduğunuz zaman, ‘Hayır’ diyen ve bir başka zaman da, eğer işine gelirse, ‘Evet’ diyen bir adama nasıl inanabilirsiniz?’ Bu ‘yarım-yarım’lardan birini, bir zamanlar tanıyordum ve mahkemeye tanık olarak çağrılmıştı. Eğer ben yargıç olsaydım, böylesi bir ikiyüzlünün eline hem bir Kuran, hem de bir İncil verir ve ikisinin üzerine de yemin etmesini isterdim.’ Bunlar, mezheple ilgili olarak yapılan alışılmış yorumlardır.                           
Fakat genel olarak Rumlar, konunun mizahi yönünden, herhangi başka birinin etkilendiğinden daha fazla etkilenmişlerdir. Lino-bambaki (keten-pamuk) konusuna dokundurmalar, her zaman bir gülümsemeye yol açar ilk olarak. Daha sonra devam edilirse, her zaman mizahi yapılı anektodlara yol açmaktadır ve bunlar, genelde mezhebin aleyhine olup, başlıkları da tabii ki gülünç olan bir şeyi düşündürmektedir.

‘Lino-bambakos’ terimi, genellikle bu uyuşmacıların anıldığı terim iken, bazı başka sıfatlar da onlar için kullanılmaktadır. Bir sonraki en çok kullanılan ad, oldukça ilginç bir kökene sahip olan ‘Apostolik’ (havarilerle ilgili)’tir. ‘Apostolikos’ terimi, harubun bir çeşidine veya keçiboynuzu ağacına verilmiştir ki sığır gıdalarında çok kullanılan, tohum kabuğunu taşımaktadır ve bu ağaç, bazen Aziz Yahya’nın yediği keçiboynuzu ağacı olarak düşünülmektedir. Harup ağaçları, genellikle, iyi tohum kabuğu oluşturması için aşılanmış olmalıdır. Yabani ağacın meyvesi, domuzlara yem olma dışında, hiçbir değere sahip değildir. Ama orada burada, doğal durumlarında meyve taşıyan, ama aşılanmış ağaçların meyvelerinin kalitesi ile eşit olmayan ağaçlar vardır ve aşılanmış ağaç meyvesi ile karıştırıldıkları zaman, pazarlanabilmektedirler. Bu ağaçlar için apostolik terimi kullanılmaktadır ve Kıbrıs’taki Tarım Dairesi’nin eski Müdürü olan Bay Gennadius, bu türe, ‘Allah tarafından gönderildi’ diyerek, üstünlüğünün herhangi bir insan eylemine bağlı olmadığını tahmin etmekte belki de haklıdır. Hem yabani, hem de geliştirilmiş nitelikleri paylaşmış görünen bir ağaca verilen isim, bu iki taraflı din için kendisini uygun olarak önermektedir. Lino-bambakos, ayrıca ‘mezos’ (mezzo) olarak da anılmaktadır ve ‘patsalos’ (alacalı) (Vot. LXIII-No.375, 3E) gibi terimler de kullanılmaktadır. Ayrıca, bazen, bir köy, mezhebin özelliklerini taşıyan bir yer olagelmişse, bir lâkap olarak  anılmaktadır. Böylece bu kategoriden bir köy olan Monagri köyünden bir adama Monagriti demekle, onun bu topluma ait olduğu ima edilmektedir. Türkler, bazen ‘mezzokerto’ terimini kullanmaktadır.  
Çok yıl geçmeden bu mezhebin varlığının ortadan kalkacağı ihtimali vardır. Rum unsurun sayısal olarak üstünlüğü, okullardaki büyük artış ve  tam bir hoşgörünün kurulmuş olması, olası nedenlerdir ve bu çözücülere ek olarak, toplumun aşağılama ve alay ile karşılandığı söylenmeden, gözden düşme eklenmelidir. Çoğunluğu Hıristiyan olacaktır; ama hemen hepsi de değil. Çünkü, son zamanlarda konuya ilgi duymuş bazı Türk yerleşimciler tarafından atılmış olan enerjik bazı adımlar yüzünden, bazı yerlerdeki Lino-bambakiler, kesin olarak Müslümanlık için fikir belirttiler. Bu arada, kendi yolunu seçmek için mutlak özgürlüğün olduğu bugünkü durumda mezhebin araştırılması, tamamen ilgiden yoksun değildir.     

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder