Saptayabildiğimiz
kadarıyla Kıbrıs Türk basınında insan hakları ile Kıbrıs sorunu arasında ilişki
kurulması, ilk kez “Söz” adlı haftalık
dergide gündeme getirilmiş ve BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak
üzere (Söz, 20 Aralık 1985), konuyla ilgili belgeler sırasıyla kamuoyumuza
sunulmuştu.
Son haftalar
içinde 60’dan fazla Kıbrıslı Rum gazetecinin kısıtlı da olsa 1963’den bu yana
ilk kez Türk bölgelerine geçmelerine izin verilmesi, adamız çağında tüm
Kıbrıslıların kısıtlamasız olarak serbest dolaşma özgürlüğüne kavuşmasında bir
basamak oluşturmuş ve sevinçle karşılanmıştır. Bu doğrultudaki ilk önerinin
yine Söz dergisinde çıkmış “Serbest dolaşım” başlıklı makalede Şener Levent
tarafından yapıldığını (10 Ocak 1986) hatırlatmak isteriz.
Bu yayımlardan 4
yıl geçtikten sonra bile olsa, 10 Aralık Uluslararası İnsan hakları Günü
nedeniyle, ya da Güney Kıbrıs’ta yapılan bir basın şenliği ve katıldıkları için
iki siyasetçimizin bomba patlatılarak tehdit edilmelerini protesto etmek
amacıyla 18 kuruluşun bir araya gelerek, geçen Pazar günü “Barış, demokrasi ve
insan hakları” konulu bir panel düzenlemeleri, insan hakları konusunun gündeme
getirilmesi açısından atılmış ileri bir adım olarak değerlendirilmelidir.
Siyasal görüş olarak sol sosyal demeokrat CTP ile onun tan kuruluşlarının,
radikal sol çizgideki Yeni Kıbrıs Partisi ve ona yakın örgütlerin ve bazı
meslek kuruluşlarının temsil edildiği panelde toplam 14 konuşma yapıldı. Fakat
her nedense dinleyicilerin görüş belirtmesi 5 gün sonraya alınan bir başka
toplantıya ertelendi. Oysa aynı gün öğleden sonra buna olanak sağlanabilirdi.
Konuşmacıların
çoğunluğu kamuoyunda bilinen eski görüşlerini tekrarlamalarına rağmen, bazıları
yer yer ileri taleplerde bulunmuşlar, ya da eleştirilerinin dozunu
artırabilmişlerdir. Oysa ki hep bilinir, ünlü işçi sınıfı öğretmeninin de
dediği gibi “filozoflar sadece dünyayı çeşitli şekillerde yorumlamışlardır, ama
esas sorun onu değiştirmektir.” Acaba eleştirilen kuzey Kıbrıs’taki insan
hakları uygulamasını değiştirmek için başta ana muhalefet partisi olmak üzere
bu kuruluşlarımız neler yapmaktadırlar?
BM İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesi’nin 13/2. Maddesi şöyle diyor: “Herkes kendi memleketi de
dahil olduğu halde, herhangi bir memleketi terk etmek ve memleketine tekrar
dönme hakkına haizdir.” Buna atıfta bulunan CTP Genel Başkanı Ö.Özgür’ün panele
çağrılı olan 21 Kıbrıslı Rum örgütüne kuzeye geçme izninin verilmemesini haklı
olarak kınarken, aynı hakkın güneye geçmek isteyen diğer Kıbrıslı Türklere
verilmemesini gündeme getirmemesi dikkati çekmiştir. İyi ki bu konuya değinen
başka konuşmacılar çıkmış ve talep yükseltilebilmiştir.
Aynı bildirgenin
17/2. Maddesi ise şöyle demektedir: “Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden
mahrum edilemez.” Bu maddenin ülkemizde son 15 yıldır ayaklar altına alınmış
olmasına ise sunulan hiçbir bildiride değinilmemiş olması düşündürücüdür. Kaldı
ki Kıbrıs sorununun bugün vardığı tıkanma aşamasında Kıbrıs Türk liderliği
tarafından konan engellerden biri, bu madde ile özetlenebilmektedir. Kendi
kaderini tayin hakkı diyerek, dış askeri bir gücün yardımızyla ve desteğiyle
1974’den sonra oluşturulan ve ayakta tutulmaya çalışılan düzen, hem BM’in adı
geçen bildirgesine, hem de son zamanlarda atıfta bulunulan 1970 tarihli “BM
Şartı uyarınca Devletler arasında Dostane İlişkiler ve İşbirliği ile ilgili
Uluslararası Hukuk İlkelerine dair Bildiri”ye ters düşmektedir. Kuzey’de kalan
Kıbrıs Rum malları ve mülkü üzerine oturmak bir yana, güneyde bırakılan Kıbrıs
Türklerine ait mal ve mülkün sahipleri adına “mülkiyeti sıfırlama” önerisini
öne sürmek için liderliğe kim yetki vermiştir?
1974’den sonra
yaşanan fiili durumun, bu müdahaleyi gerçekleştiren garantör ülke olan
Türkiye’te, tek taraflı olarak Kıbrıs’ın hukuki statükosunun değiştirilmesi
hakkını sağlamadığı açıktır. Kaldı ki adı geçen son bildirinin 8. Paragrafında
yer alan “devletlerin ulusal bütünlüğü ve ülke bütünlüğüne saygı gösterilmesi”
sorumluluğuna da aykırı düşmekte, kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili
esasların dışına taştığından haklı gösterilememektedir. Nitekim, geçmişte
yaşanmış kanlı olaylar bahane edilerek, ki bunlar da enosisçiler ve
taksimcilerce yapılmış örgütlü eylemlerin sonucu meydana gelmişlerdir, İnsan
hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan temel hak ve özgürlüklere 15-20 yıllık
sınırlamalar getirilmek istenmesi, uluslararası topluluk tarafından da kabul
görmemiştir.
BM İnsan Hakları
Evrensel Bildirgesinin kabulünün 41. Yıldönümünde kimin dünyayı veya kendi
kendini kandırmaya çalıştığı ve bunda da ne kadar başarılı olunduğunu düşünmek
için bir kez daha olanak doğmuştur. Federal devlet tezinden uzaklaşan
taksimcilerin ipliği pazara çıkmış politikalarını yeniden gözden geçirmeleri
kaçınılmaz halegelmiştir. Başkalarının size uygulamasını istediğiniz insan
haklarını, siz onlara tanıyor musunuz? İşte asıl sorun buradadır. Çifte
standard bir an önce terkedilmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder