18 Şubat 2014 Salı

İNSAN HAKLARINDA ÇİFTE STANDARD


       Saptayabildiğimiz kadarıyla Kıbrıs Türk basınında insan hakları ile Kıbrıs sorunu arasında ilişki kurulması, ilk kez  “Söz” adlı haftalık dergide gündeme getirilmiş ve BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere (Söz, 20 Aralık 1985), konuyla ilgili belgeler sırasıyla kamuoyumuza sunulmuştu.
Son haftalar içinde 60’dan fazla Kıbrıslı Rum gazetecinin kısıtlı da olsa 1963’den bu yana ilk kez Türk bölgelerine geçmelerine izin verilmesi, adamız çağında tüm Kıbrıslıların kısıtlamasız olarak serbest dolaşma özgürlüğüne kavuşmasında bir basamak oluşturmuş ve sevinçle karşılanmıştır. Bu doğrultudaki ilk önerinin yine Söz dergisinde çıkmış “Serbest dolaşım” başlıklı makalede Şener Levent tarafından yapıldığını (10 Ocak 1986) hatırlatmak isteriz.
Bu yayımlardan 4 yıl geçtikten sonra bile olsa, 10 Aralık Uluslararası İnsan hakları Günü nedeniyle, ya da Güney Kıbrıs’ta yapılan bir basın şenliği ve katıldıkları için iki siyasetçimizin bomba patlatılarak tehdit edilmelerini protesto etmek amacıyla 18 kuruluşun bir araya gelerek, geçen Pazar günü “Barış, demokrasi ve insan hakları” konulu bir panel düzenlemeleri, insan hakları konusunun gündeme getirilmesi açısından atılmış ileri bir adım olarak değerlendirilmelidir. Siyasal görüş olarak sol sosyal demeokrat CTP ile onun tan kuruluşlarının, radikal sol çizgideki Yeni Kıbrıs Partisi ve ona yakın örgütlerin ve bazı meslek kuruluşlarının temsil edildiği panelde toplam 14 konuşma yapıldı. Fakat her nedense dinleyicilerin görüş belirtmesi 5 gün sonraya alınan bir başka toplantıya ertelendi. Oysa aynı gün öğleden sonra buna olanak sağlanabilirdi.
Konuşmacıların çoğunluğu kamuoyunda bilinen eski görüşlerini tekrarlamalarına rağmen, bazıları yer yer ileri taleplerde bulunmuşlar, ya da eleştirilerinin dozunu artırabilmişlerdir. Oysa ki hep bilinir, ünlü işçi sınıfı öğretmeninin de dediği gibi “filozoflar sadece dünyayı çeşitli şekillerde yorumlamışlardır, ama esas sorun onu değiştirmektir.” Acaba eleştirilen kuzey Kıbrıs’taki insan hakları uygulamasını değiştirmek için başta ana muhalefet partisi olmak üzere bu kuruluşlarımız neler yapmaktadırlar?
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 13/2. Maddesi şöyle diyor: “Herkes kendi memleketi de dahil olduğu halde, herhangi bir memleketi terk etmek ve memleketine tekrar dönme hakkına haizdir.” Buna atıfta bulunan CTP Genel Başkanı Ö.Özgür’ün panele çağrılı olan 21 Kıbrıslı Rum örgütüne kuzeye geçme izninin verilmemesini haklı olarak kınarken, aynı hakkın güneye geçmek isteyen diğer Kıbrıslı Türklere verilmemesini gündeme getirmemesi dikkati çekmiştir. İyi ki bu konuya değinen başka konuşmacılar çıkmış ve talep yükseltilebilmiştir.
Aynı bildirgenin 17/2. Maddesi ise şöyle demektedir: “Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden mahrum edilemez.” Bu maddenin ülkemizde son 15 yıldır ayaklar altına alınmış olmasına ise sunulan hiçbir bildiride değinilmemiş olması düşündürücüdür. Kaldı ki Kıbrıs sorununun bugün vardığı tıkanma aşamasında Kıbrıs Türk liderliği tarafından konan engellerden biri, bu madde ile özetlenebilmektedir. Kendi kaderini tayin hakkı diyerek, dış askeri bir gücün yardımızyla ve desteğiyle 1974’den sonra oluşturulan ve ayakta tutulmaya çalışılan düzen, hem BM’in adı geçen bildirgesine, hem de son zamanlarda atıfta bulunulan 1970 tarihli “BM Şartı uyarınca Devletler arasında Dostane İlişkiler ve İşbirliği ile ilgili Uluslararası Hukuk İlkelerine dair Bildiri”ye ters düşmektedir. Kuzey’de kalan Kıbrıs Rum malları ve mülkü üzerine oturmak bir yana, güneyde bırakılan Kıbrıs Türklerine ait mal ve mülkün sahipleri adına “mülkiyeti sıfırlama” önerisini öne sürmek için liderliğe kim yetki vermiştir?
1974’den sonra yaşanan fiili durumun, bu müdahaleyi gerçekleştiren garantör ülke olan Türkiye’te, tek taraflı olarak Kıbrıs’ın hukuki statükosunun değiştirilmesi hakkını sağlamadığı açıktır. Kaldı ki adı geçen son bildirinin 8. Paragrafında yer alan “devletlerin ulusal bütünlüğü ve ülke bütünlüğüne saygı gösterilmesi” sorumluluğuna da aykırı düşmekte, kendi kaderini tayin hakkı ile ilgili esasların dışına taştığından haklı gösterilememektedir. Nitekim, geçmişte yaşanmış kanlı olaylar bahane edilerek, ki bunlar da enosisçiler ve taksimcilerce yapılmış örgütlü eylemlerin sonucu meydana gelmişlerdir, İnsan hakları Evrensel Bildirgesinde yer alan temel hak ve özgürlüklere 15-20 yıllık sınırlamalar getirilmek istenmesi, uluslararası topluluk tarafından da kabul görmemiştir.
BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin kabulünün 41. Yıldönümünde kimin dünyayı veya kendi kendini kandırmaya çalıştığı ve bunda da ne kadar başarılı olunduğunu düşünmek için bir kez daha olanak doğmuştur. Federal devlet tezinden uzaklaşan taksimcilerin ipliği pazara çıkmış politikalarını yeniden gözden geçirmeleri kaçınılmaz halegelmiştir. Başkalarının size uygulamasını istediğiniz insan haklarını, siz onlara tanıyor musunuz? İşte asıl sorun buradadır. Çifte standard bir an önce terkedilmelidir.

(Ortam gazetesi, 11 Aralık 1989)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder