17 Kasım 2015 Salı

BELEDİYE TİYATROSU NE YAPMAK İSTİYOR?



Geçen yıl bize “Umut İnsanda”  ile “Sen adamı deli edersin” adlı oyunları sunan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, bu yıl da Aristophanes’in “Barış” adlı oyununu sahneye koymuş bulunuyor. Oyun program broşüründe şöyle tanıtılıyor:
            “1986 Barış Yılı biterken, gerçek Barış Yıllarına kavuşacağımız inanciyle insanlığın en büyük ve en eski özlemini; ekmek, hava, su kadar yaşamsal olan barışı Aristophanes’in 2407 yıllık “Barış” oyunuyla bir kez daha gündeme getirmeyi amaçladık.
           Aristophanes M.Ö. 450-380 yılları arasında yaşamış Antik Yunan Komedyasının en büyük Komedya yazarıdır. Onun oyunları günümüze gelen ilk komedya örnekleridir.”
          Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun bu kez antik bir komedyayı koro ve konuk sanatçılar eşliğinde sahneleneceğini duyduğumuz zaman, gerçekten sevinmiştik. Çünkü son seyrettiğimiz “Sen adamı deli edersin” oyunu ardından şu dilekte bulunmuştuk:
“Nerede Özgürlüğün Bedeli” ve “Sevgili Doktor” gibi eserlerle başarılı oyunlar sergileyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu? Yoksa deneme tiyatrosu diye diye, seyircimiz denek taşına mı dönüştürülmek isteniyor? Eli-yüzü düzgün eserlerin sahnelenmesi zamanı acaba ne zaman gelecek? Brecht’çilerden bir de Brecht oyunu seyretmeyecek miyiz?” (Söz dergisi, Sayı:28, 25 Nisan 1986)
          “Seyircimizin içten, yapıcı uyarısı üzerine..., sıra bir güldürüye geldi” denip sunulan “Şahları da vururlar” ile başlayan, yerli bir güldürü yazarımızın eserinden çalınarak oluşturulan “Doktor Civanım” ile sürdürülen ve “Sen adamı deli edersin” ile doruk noktasına vardırılan sulu güldürülerden artık gına gelmiştir! Erol Refikoğlu’nun güçlü oyunculuğu da olmasa, okul müsamereleri bile daha iyi düzey tutturuyor diyeceği geliyor insanın.
       Belediye Tiyatrosu’nun “2047 Yıllık Komedya” diye sahnelediği “Barış” oyununu gördükten sonra, orijinal eseri bulup okumak istedik. Ne yazık ki Milli Kütüphanemizde bulamadık. Bir kere bizim seyrettiğimiz oyun, artık Aristophanes’in olmaktan çıkmış. Eseri ilk önce, Peter Hacks adlı bir Alman yazar günümüze uyarlamış, içine bir hayli eklemeler katmış. (Birleşmiş Milletler, Hitler, bira, viski, havan topu, uzay mekiği vb.) Oyunu Türkiye için ikinci kez uyarlayan Yücel Erten ise oyuna kokoreç ve daha bol ‘boklu’ cümleler katarak, antik’likten çağdaş’lığa yükseltmiş. Lefkoşa Belediye Tiyatrosu da üstüne üstlük kendi “özgün” metin değişiklikleriyle Aristophanes’i kuşa çevirmiş. (Kuzey Kıbrıs’ta adanacak domuz yokmuş da, komisyon muhasebecisi horoz için para vermiş!)
        Anlaşılan program broşüründe belirtilen harman işi, gerçek bir karman çorman olmuş. Broşürde şunlar yazılı:
        “Barış oyununu, öz olarak Evrensel Barışı hedef alırken (ki var olan tek açık mesaj, savaşlarda gerçekte silah tüccarlarının kazandığının vurgulanmasıdır), biçim olarak Antik Yunan Komedyası (Tanrı ve Tanrıçaların kıyafetleri dışında neresi Antikiteyi anımsatıyordu) ile Geleneksel Türk Tiyatrosu (o da oyunu sahnelemek, sululuk ve gayrı ciddiliği ön plana çıkarmak mıdır? Hem bu geleneksellik saplantısı niye?) ve Kıbrıs Türk kültüründeki öğeleri (koro elemanlarına yarım saate yakın bir süre heyamolalı ip çektirmek, ya da karşılamaların ayak figürlerini katmakla mı yerellik kaygusu gözetilmiş?) harmanlayarak, oyunun uyarlayıcısı Yücel Erten’in deyişi ile ortak olanı (sahi, neydi o ortak olan?) bularak sahnelemeye çalıştık.”
      “Aristophanes’in mirasına komşu ve bir dünyalı olarak sahip çıkmak” isteyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, keşke hiçbir katkıda bulunmadan orijinal antik oyunu sahneleseydi. Çok daha yararlı bir iş görmüş olurdu.
          Bir söyleşisinde “Ben, Antik Yunan’ı da benim sayıyorum. Örneğin Sophocles artık bir dünyalıdır... Bütün dünyanın çıraklığını yapmalıyız. Miras, bütün insanlığın mirasıdır” diyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu yönetmeni Yaşar Ersoy (Cumhuriyet, 23 Eylül 1986), üçüncü elden çıraklığa soyunmuş görünüyor. Belediye Tiyatrosunun kurulduğu günden bu yana Kıbrıs Özgün Türk Tiyatrosu’nu yaratma yolunda çalışmalar içinde olduğunu söyleyenler, Kıbrıs Türk seyircisini deneme tahtası olarak kullanmaktan artık vazgeçmelidirler.
İnsana umudu değil, umutsuzluğu aşılayan bir oyunu, Kıbrıs Türk insanının “dünyevi bir kimlik” arayışının bir ürünü olarak takdim edenler, bize önce dünya tiyatro klasiklerinden örnekler sunsunlar. Seyircimizi ve kendilerini bu oyunlarla yetiştirsinler, geliştirsinler. 400 yıldan fazla bir süredir sahip olduğumuz kimliğimizi, “arayış” adı altında taklitçilik ve orta oyunu tutkusu uğruna feda etmesinler.
Kıbrıs Türkünün tiyatro tarihi, Belediye Tiyatrosu ile başlamamıştır. Ne de onun gittikçe sanat düzeyini düşüren denemeleri olmadan yaşayamaz. Operetten Vodvile, dramadan komediye çeşitlenen tiyatro deneyim birikimimizi reddetmiyelim. Göklere çıkartılan “Umut insanda”nın yazarı Fikret Demirağ, “Kıbrıs Türk Şairlerinin geçmişten önemli bir kültür mirası almadığı söylenebilir” derken (agy), o da şiiri kendisiyle başlatma gayretkeşliğinde ve bencilliğinde değil mi? Varsa, yoksa, ben ve biz, her şey bizimle başlamış saplantısı. Oysa bok böceğinin sırtında göklerde gezen yine aynı çevreler değil mi?
          Kıbrıslı Türkler bir kimlik arayışı içinde değildirler. Onlar, var olan kimliklerini, bir süreden beridir Kuzey’den aktarılan yoz kültür örneklerine karşı koruma savaşımı içindedirler. Yaşar Ersoy’un da belirttiği gibi, Kıbrıs Türklerini çevreleyen olumsuz koşulları, özgür, demokratik kültürünü, tiyatro, şiir, müzik gibi sanatlarla dünyaya tanıtmak gerektiğine inanmaktadırlar.
          Güney’imizde, yine Aristophanes’in “Lysistrata’sı, Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”, Lorca’nın “Kanlı Düğün”ü (ki halen sahnelenmektedir) aylarca seyirci toplayabiliyorsa, bu oyunlar bizim sanatçılarımız tarafından da, bizim halkımıza niçin sunulmuyor? Yoksa böylesi eserlerin çapı, Geleneksel Türk Tiyatrosu izleyicilerine uygun düşmemekte midir?
            Şiirde “Akdeniz, yasemin, zeytin dalı” sözcüklerini kullanmakla nasıl yerel olunamazsa, tiyatroda da “dünyalıyız” diye ortaya çıkmakla evrensel olunamaz. Bu yıl, bir kültür haftasını bile her şey hazırken kotaramayan ve tüm enerjisini yerel seçim kampanyasında tüketen Belediye Kültür-Sanat Komisyonu, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun yaşamasını istiyorsa, yapılan eleştirilere kulak vermelidir. “Ben yaptım, oldu” demekle bu işler olmuyor. Oldurmak için de TC’li sanatçıların veya aydınların onayını almak zorunluluğu yoktur. Yeter ki eli-yüzü düzgün oyunlarla seyircinin önüne çıkılsın ve kendi insanımız ahmak yerine konmasın...

(Kıbrıs Postası gazetesi, 1 Şubat 1987)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder