Geçen
yıl bize “Umut İnsanda” ile “Sen adamı
deli edersin” adlı oyunları sunan Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, bu yıl da
Aristophanes’in “Barış” adlı oyununu sahneye koymuş bulunuyor. Oyun program
broşüründe şöyle tanıtılıyor:
“1986 Barış Yılı biterken, gerçek
Barış Yıllarına kavuşacağımız inanciyle insanlığın en büyük ve en eski
özlemini; ekmek, hava, su kadar yaşamsal olan barışı Aristophanes’in 2407
yıllık “Barış” oyunuyla bir kez daha gündeme getirmeyi amaçladık.
Aristophanes M.Ö. 450-380 yılları
arasında yaşamış Antik Yunan Komedyasının en büyük Komedya yazarıdır. Onun
oyunları günümüze gelen ilk komedya örnekleridir.”
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun bu
kez antik bir komedyayı koro ve konuk sanatçılar eşliğinde sahneleneceğini
duyduğumuz zaman, gerçekten sevinmiştik. Çünkü son seyrettiğimiz “Sen adamı
deli edersin” oyunu ardından şu dilekte bulunmuştuk:
“Nerede
Özgürlüğün Bedeli” ve “Sevgili Doktor” gibi eserlerle başarılı oyunlar
sergileyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu? Yoksa deneme tiyatrosu diye diye,
seyircimiz denek taşına mı dönüştürülmek isteniyor? Eli-yüzü düzgün eserlerin
sahnelenmesi zamanı acaba ne zaman gelecek? Brecht’çilerden bir de Brecht oyunu
seyretmeyecek miyiz?” (Söz dergisi, Sayı:28, 25 Nisan 1986)
“Seyircimizin içten, yapıcı uyarısı
üzerine..., sıra bir güldürüye geldi” denip sunulan “Şahları da vururlar” ile
başlayan, yerli bir güldürü yazarımızın eserinden çalınarak oluşturulan “Doktor
Civanım” ile sürdürülen ve “Sen adamı deli edersin” ile doruk noktasına
vardırılan sulu güldürülerden artık gına gelmiştir! Erol Refikoğlu’nun güçlü
oyunculuğu da olmasa, okul müsamereleri bile daha iyi düzey tutturuyor diyeceği
geliyor insanın.
Belediye Tiyatrosu’nun “2047 Yıllık
Komedya” diye sahnelediği “Barış” oyununu gördükten sonra, orijinal eseri bulup
okumak istedik. Ne yazık ki Milli Kütüphanemizde bulamadık. Bir kere bizim
seyrettiğimiz oyun, artık Aristophanes’in olmaktan çıkmış. Eseri ilk önce,
Peter Hacks adlı bir Alman yazar günümüze uyarlamış, içine bir hayli eklemeler
katmış. (Birleşmiş Milletler, Hitler, bira, viski, havan topu, uzay mekiği vb.)
Oyunu Türkiye için ikinci kez uyarlayan Yücel Erten ise oyuna kokoreç ve daha
bol ‘boklu’ cümleler katarak, antik’likten çağdaş’lığa yükseltmiş. Lefkoşa
Belediye Tiyatrosu da üstüne üstlük kendi “özgün” metin değişiklikleriyle
Aristophanes’i kuşa çevirmiş. (Kuzey Kıbrıs’ta adanacak domuz yokmuş da,
komisyon muhasebecisi horoz için para vermiş!)
Anlaşılan program broşüründe belirtilen
harman işi, gerçek bir karman çorman olmuş. Broşürde şunlar yazılı:
“Barış
oyununu, öz olarak Evrensel Barışı hedef alırken (ki var olan tek açık mesaj,
savaşlarda gerçekte silah tüccarlarının kazandığının vurgulanmasıdır), biçim
olarak Antik Yunan Komedyası (Tanrı ve Tanrıçaların kıyafetleri dışında neresi
Antikiteyi anımsatıyordu) ile Geleneksel Türk Tiyatrosu (o da oyunu sahnelemek,
sululuk ve gayrı ciddiliği ön plana çıkarmak mıdır? Hem bu geleneksellik
saplantısı niye?) ve Kıbrıs Türk kültüründeki öğeleri (koro elemanlarına yarım
saate yakın bir süre heyamolalı ip çektirmek, ya da karşılamaların ayak
figürlerini katmakla mı yerellik kaygusu gözetilmiş?) harmanlayarak, oyunun
uyarlayıcısı Yücel Erten’in deyişi ile ortak olanı (sahi, neydi o ortak olan?)
bularak sahnelemeye çalıştık.”
“Aristophanes’in mirasına komşu ve bir
dünyalı olarak sahip çıkmak” isteyen Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, keşke hiçbir
katkıda bulunmadan orijinal antik oyunu sahneleseydi. Çok daha yararlı bir iş
görmüş olurdu.
Bir söyleşisinde “Ben, Antik Yunan’ı
da benim sayıyorum. Örneğin Sophocles artık bir dünyalıdır... Bütün dünyanın
çıraklığını yapmalıyız. Miras, bütün insanlığın mirasıdır” diyen Lefkoşa
Belediye Tiyatrosu yönetmeni Yaşar Ersoy (Cumhuriyet, 23 Eylül 1986), üçüncü
elden çıraklığa soyunmuş görünüyor. Belediye Tiyatrosunun kurulduğu günden bu yana
Kıbrıs Özgün Türk Tiyatrosu’nu yaratma yolunda çalışmalar içinde olduğunu
söyleyenler, Kıbrıs Türk seyircisini deneme tahtası olarak kullanmaktan artık
vazgeçmelidirler.
İnsana
umudu değil, umutsuzluğu aşılayan bir oyunu, Kıbrıs Türk insanının “dünyevi bir
kimlik” arayışının bir ürünü olarak takdim edenler, bize önce dünya tiyatro
klasiklerinden örnekler sunsunlar. Seyircimizi ve kendilerini bu oyunlarla
yetiştirsinler, geliştirsinler. 400 yıldan fazla bir süredir sahip olduğumuz
kimliğimizi, “arayış” adı altında taklitçilik ve orta oyunu tutkusu uğruna feda
etmesinler.
Kıbrıs Türkünün
tiyatro tarihi, Belediye Tiyatrosu ile başlamamıştır. Ne de onun gittikçe sanat
düzeyini düşüren denemeleri olmadan yaşayamaz. Operetten Vodvile, dramadan
komediye çeşitlenen tiyatro deneyim birikimimizi reddetmiyelim. Göklere
çıkartılan “Umut insanda”nın yazarı Fikret Demirağ, “Kıbrıs Türk Şairlerinin
geçmişten önemli bir kültür mirası almadığı söylenebilir” derken (agy), o da
şiiri kendisiyle başlatma gayretkeşliğinde ve bencilliğinde değil mi? Varsa,
yoksa, ben ve biz, her şey bizimle başlamış saplantısı. Oysa bok böceğinin
sırtında göklerde gezen yine aynı çevreler değil mi?
Kıbrıslı
Türkler bir kimlik arayışı içinde değildirler. Onlar, var olan kimliklerini,
bir süreden beridir Kuzey’den aktarılan yoz kültür örneklerine karşı koruma savaşımı
içindedirler. Yaşar Ersoy’un da belirttiği gibi, Kıbrıs Türklerini çevreleyen
olumsuz koşulları, özgür, demokratik kültürünü, tiyatro, şiir, müzik gibi
sanatlarla dünyaya tanıtmak gerektiğine inanmaktadırlar.
Güney’imizde, yine Aristophanes’in
“Lysistrata’sı, Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”, Lorca’nın “Kanlı Düğün”ü
(ki halen sahnelenmektedir) aylarca seyirci toplayabiliyorsa, bu oyunlar bizim
sanatçılarımız tarafından da, bizim halkımıza niçin sunulmuyor? Yoksa böylesi
eserlerin çapı, Geleneksel Türk Tiyatrosu izleyicilerine uygun düşmemekte
midir?
Şiirde
“Akdeniz, yasemin, zeytin dalı” sözcüklerini kullanmakla nasıl yerel
olunamazsa, tiyatroda da “dünyalıyız” diye ortaya çıkmakla evrensel olunamaz.
Bu yıl, bir kültür haftasını bile her şey hazırken kotaramayan ve tüm enerjisini
yerel seçim kampanyasında tüketen Belediye Kültür-Sanat Komisyonu, Lefkoşa Belediye
Tiyatrosu’nun yaşamasını istiyorsa, yapılan eleştirilere kulak vermelidir. “Ben
yaptım, oldu” demekle bu işler olmuyor. Oldurmak için de TC’li sanatçıların
veya aydınların onayını almak zorunluluğu yoktur. Yeter ki eli-yüzü düzgün
oyunlarla seyircinin önüne çıkılsın ve kendi insanımız ahmak yerine konmasın...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder