4 Aralık 2015 Cuma

“MERDİVEN”LE SINIF DEĞİŞTİRMEK

      Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nda sahnelenen yeni oyunun adı, “Merdiven”. Asıl mesleği inşaat mühendisliği olup da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmış olan Nazım Kurşunlu’nun 1964 yılında kaleme aldığı ve ilk defa Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından oynanan bu oyunun konusu şöyle:
          Hamdi Bey (Yaşar Ersoy), uzun süre bir devlet dairesinde kayıt memurluğu yaptıktan sonra, Muamelât Müdürlüğü’ne yükselmiş, çalışkan ve dürüst bir memurdur. Emekliye ayrıldıktan sonra eline geçen emeklilik parasıyla, 30 yıldır düşlediği bahçeli bir eve sonunda sahip olur. Ama bahçesinin bir kısmının evin önünden geçen yol yapımı için kullanılacağını öğrenen Hamdi Bey ile karısı Şefika Hanım (Işın Refikoğlu), buna çok üzülürler. Yol yapımını gerçekleştirecek olan Vecihi Bey (Osman Alkaş), Hamdi Bey’in eski çalışma arkadaşlarındandır ve Hamdi Bey’e destek olmak için söz konusu evin bodrumunu şirket için kiralar. Vecihi Bey’in iş ortağı olan İsmail (Erol Refikoğlu), tipik bir “üç kağıtçı müteahhit”dir. Çeşitli dolaplar çevirerek, Hamdi Beyleri kendisine borçlandırır. Önce kendi evlerinin bodrum katına sığınmak zorunda bırakılan karı-koca, daha sonra da kovularak, şehir dışında küçük bir gecekonduda yaşamak zorunda bırakılacaktır.
       Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, 1987 Çevre ve Konut Yılı nedeniyle, Nazım Kurşunlu’nun bu oyununu seçerek, çevre ve konut sorunlarını ele almak istemiştir. Ama ne yazık ki, oyunlarında toplumsal sorunları ve orta sınıf insanlarını konu alan yazarın bu eseri, çevre ve konut sorunlarını belirgin bir biçimde (yönetmenin belli bölümleri eserden çıkarıp, bazı bölümler veya diyaloglar eklemesine rağmen) seyircilerin bilincine çıkarmakta yetersiz kalıyor. Özellikle birinci perde, kurşun gibi ağır ve sıkıcı bir tempoda seyrederken, ancak ikinci perdede biraz hareketlenme gözleniyor.
       Program broşüründe “çağdaş bir yorumla” yeniden ele alındığı belirtilen oyun, “yaşadığımız düzenin sonucu yalnız bırakılan, çaresizliğe itilen insanların sırtlarına basarak yükselen İsmail’lerin zaferi, insanımızın dramıdır” şeklinde tanıtılarak, yazarın umutsuz ve çaresizliğini onaylıyor. Kendi halinde yaşayan orta tabaka insanının hiç bir zaman özlediği yaşam biçimine erişemeyeceğini göstermek isteyen ve bu durumu seyircisine benimseten yazar, çıkış yolları üzerinde bize bir tek ışık bile gösterememektedir. Öte yandan “çağdaş bir yorum”la neyin kastedildiği belli olamıyor. Oyunun sahneleniş şekliyle, adının niçin “Merdiven” olduğu da pek anlaşılamamaktadır. Sahne ortasında yer alan, ev ile bahçe arasındaki merdiven midir sözü edilen? Yoksa bununla ilgili bölüm de, yönetmenin 1964 tarihli oyunu “çağdaşlaştırması” sonucu kırpılarak atılmış mıdır? Bizim öğrendiğimiz kadarıyla oyunun sonunda Şefika Hanım şöyle demektedir: “Bu dünya bir merdiven, Hamdi Bey! Kimi iner, kimi çıkar.” Bu sözler oyundan atılmamış olsa bile, emekli Muamelât Müdürü Hamdi Bey ile karısı Şefika Hanım’ın aldatılmışlıklarına veya acizliklerine bir açıklama getirmekten uzaktır. Belediye Tiyatrosu’nun oyunu bitiriş şeklinde olduğu gibi, Hamdi Bey’in “Heyyt” diyerek, üç kağıtçı müteahhit İsmail’in üzerine yürümesi ile sorun çözümlenecek midir?
          Çevre sorunu, emekli kişilerin küçük ev bahçeleri ile uğraşmaları veya yol yapımının getirdiği sorunların işlenmesi (ki burada yasadışı bir tapu oyunuyla yolu bahçeden geçirten Süreyya Bey denen ve sahnede hiç görünmeyen bir kişinin düşünceleri, görüşleri aktarılmıyor) ile ne derecede aydınlatılabilir? Konut sorunu ise, eski evin yıkılması ve yerine bir apartman dikilmesi bölümünün eklenmesiyle mi işlenmiştir? Her iki sorunun da özünü oluşturan “daha çok kâr”a dayalı sermaye düzenine yönelik hiç bir “çağdaş yorum” seyirciye aktarılamamaktadır.
        “Merdiven” , draturji yanında, oyunculuk açısından da pek başarılı olamıyor. Yerli yerine oturmuş tek başarılı karakteri Işın Refikoğlu çiziyor. Yaşar Ersoy, ikinci perdenin başında felçlenerek, daha da yıkılmış ihtiyar rolünü oynarken, aniden birinci perdedeki canlılığına kavuşuyor. Neden? Osman Alkaş, belli bir düzeyi tutturmaya gayret ederken, Gülsüm’ü oynayan Gülgün Sakallı, her zamanki çığlık çığlığa hali ve abartılı oyunuyla, ikinci perdedeki Erol Refikoğlu’nu da etkilemişe benziyor. Mahmut ve diğer üç işçi, müsamere kadrosunu tamamlıyor.
        Başarısızlık oyunculuk ve yanlış eser seçimi yanında değineceğimiz bir diğer nokta, tiyatro salonunun havalandırılmamış ve kötü kokulu (perde açılınca sahne arkasından gelen lağım kokusu muydu?) olması ve konuşan, alkış tutan küçük çocukların durumudur. Çevre ve konut sorunlarına ilgi gösteren Lefkoşa Türk Belediyesi’nin bu konularda da titiz olmasını ve önlem almasını diliyoruz.


(Kıbrıs Postası gazetesi, 27 Mayıs 1987)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder