Lefkoşa Belediye
Tiyatrosu’nda sahnelenen yeni oyunun adı, “Merdiven”. Asıl mesleği inşaat
mühendisliği olup da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda çalışmış olan Nazım
Kurşunlu’nun 1964 yılında kaleme aldığı ve ilk defa Ankara Devlet Tiyatrosu
tarafından oynanan bu oyunun konusu şöyle:
Hamdi Bey (Yaşar
Ersoy), uzun süre bir devlet dairesinde kayıt memurluğu yaptıktan sonra,
Muamelât Müdürlüğü’ne yükselmiş, çalışkan ve dürüst bir memurdur. Emekliye
ayrıldıktan sonra eline geçen emeklilik parasıyla, 30 yıldır düşlediği bahçeli
bir eve sonunda sahip olur. Ama bahçesinin bir kısmının evin önünden geçen yol
yapımı için kullanılacağını öğrenen Hamdi Bey ile karısı Şefika Hanım (Işın
Refikoğlu), buna çok üzülürler. Yol yapımını gerçekleştirecek olan Vecihi Bey
(Osman Alkaş), Hamdi Bey’in eski çalışma arkadaşlarındandır ve Hamdi Bey’e
destek olmak için söz konusu evin bodrumunu şirket için kiralar. Vecihi Bey’in
iş ortağı olan İsmail (Erol Refikoğlu), tipik bir “üç kağıtçı müteahhit”dir. Çeşitli
dolaplar çevirerek, Hamdi Beyleri kendisine borçlandırır. Önce kendi evlerinin
bodrum katına sığınmak zorunda bırakılan karı-koca, daha sonra da kovularak,
şehir dışında küçük bir gecekonduda yaşamak zorunda bırakılacaktır.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu,
1987 Çevre ve Konut Yılı nedeniyle, Nazım Kurşunlu’nun bu oyununu seçerek,
çevre ve konut sorunlarını ele almak istemiştir. Ama ne yazık ki, oyunlarında
toplumsal sorunları ve orta sınıf insanlarını konu alan yazarın bu eseri, çevre
ve konut sorunlarını belirgin bir biçimde (yönetmenin belli bölümleri eserden
çıkarıp, bazı bölümler veya diyaloglar eklemesine rağmen) seyircilerin
bilincine çıkarmakta yetersiz kalıyor. Özellikle birinci perde, kurşun gibi
ağır ve sıkıcı bir tempoda seyrederken, ancak ikinci perdede biraz hareketlenme
gözleniyor.
Program broşüründe
“çağdaş bir yorumla” yeniden ele alındığı belirtilen oyun, “yaşadığımız düzenin
sonucu yalnız bırakılan, çaresizliğe itilen insanların sırtlarına basarak
yükselen İsmail’lerin zaferi, insanımızın dramıdır” şeklinde tanıtılarak,
yazarın umutsuz ve çaresizliğini onaylıyor. Kendi halinde yaşayan orta tabaka
insanının hiç bir zaman özlediği yaşam biçimine erişemeyeceğini göstermek
isteyen ve bu durumu seyircisine benimseten yazar, çıkış yolları üzerinde bize
bir tek ışık bile gösterememektedir. Öte yandan “çağdaş bir yorum”la neyin kastedildiği
belli olamıyor. Oyunun sahneleniş şekliyle, adının niçin “Merdiven” olduğu da
pek anlaşılamamaktadır. Sahne ortasında yer alan, ev ile bahçe arasındaki
merdiven midir sözü edilen? Yoksa bununla ilgili bölüm de, yönetmenin 1964
tarihli oyunu “çağdaşlaştırması” sonucu kırpılarak atılmış mıdır? Bizim
öğrendiğimiz kadarıyla oyunun sonunda Şefika Hanım şöyle demektedir: “Bu dünya
bir merdiven, Hamdi Bey! Kimi iner, kimi çıkar.” Bu sözler oyundan atılmamış
olsa bile, emekli Muamelât Müdürü Hamdi Bey ile karısı Şefika Hanım’ın
aldatılmışlıklarına veya acizliklerine bir açıklama getirmekten uzaktır.
Belediye Tiyatrosu’nun oyunu bitiriş şeklinde olduğu gibi, Hamdi Bey’in “Heyyt”
diyerek, üç kağıtçı müteahhit İsmail’in üzerine yürümesi ile sorun çözümlenecek
midir?
Çevre sorunu, emekli
kişilerin küçük ev bahçeleri ile uğraşmaları veya yol yapımının getirdiği
sorunların işlenmesi (ki burada yasadışı bir tapu oyunuyla yolu bahçeden
geçirten Süreyya Bey denen ve sahnede hiç görünmeyen bir kişinin düşünceleri,
görüşleri aktarılmıyor) ile ne derecede aydınlatılabilir? Konut sorunu ise,
eski evin yıkılması ve yerine bir apartman dikilmesi bölümünün eklenmesiyle mi
işlenmiştir? Her iki sorunun da özünü oluşturan “daha çok kâr”a dayalı sermaye
düzenine yönelik hiç bir “çağdaş yorum” seyirciye aktarılamamaktadır.
“Merdiven” , draturji
yanında, oyunculuk açısından da pek başarılı olamıyor. Yerli yerine oturmuş tek
başarılı karakteri Işın Refikoğlu çiziyor. Yaşar Ersoy, ikinci perdenin başında
felçlenerek, daha da yıkılmış ihtiyar rolünü oynarken, aniden birinci perdedeki
canlılığına kavuşuyor. Neden? Osman Alkaş, belli bir düzeyi tutturmaya gayret
ederken, Gülsüm’ü oynayan Gülgün Sakallı, her zamanki çığlık çığlığa hali ve
abartılı oyunuyla, ikinci perdedeki Erol Refikoğlu’nu da etkilemişe benziyor.
Mahmut ve diğer üç işçi, müsamere kadrosunu tamamlıyor.
Başarısızlık oyunculuk
ve yanlış eser seçimi yanında değineceğimiz bir diğer nokta, tiyatro salonunun
havalandırılmamış ve kötü kokulu (perde açılınca sahne arkasından gelen lağım
kokusu muydu?) olması ve konuşan, alkış tutan küçük çocukların durumudur. Çevre
ve konut sorunlarına ilgi gösteren Lefkoşa Türk Belediyesi’nin bu konularda da
titiz olmasını ve önlem almasını diliyoruz.
(Kıbrıs Postası
gazetesi, 27 Mayıs 1987)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder