Sovyetler Birliği’nin 1957 ile 1985
yılları arasında Dışişleri Bakanlığını yapmış olan Andrey Gromiko’nun 2 Temmuz
1988 günü öldüğünü öğrenmiş bulunuyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 yılında
kurulmasından iki gün sonra onun tanıyan ilk ülkeler arasında yer alan
Sovyetler Birliği’nin bu değerli temsilcisi, Kıbrıs sorununun 1963 yılı sonunda
enosisçi ve taksimcilerin kışkırtmaları sonucu yeniden alevlendiği bir dönemde,
ülkesinin Kıbrıs’la ilgili ilkeli politikasının takipçisi olmuştu.
ENOSİS VE
TAKSİME KARŞI
BM üyesi genç Kıbrıs devletinin
bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasını savunan Sovyetler
Birliği, Kıbrıs’taki iç sorunların herhangi bir dış karışma olmaksızın
Kıbrıslılarca çözümlenmesininden yana olmuştu. Zamanın Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Makarios’a özel bir mesaj ileten Sovyet yetkilileri, SSCB’nin enosis ve taksim
çözümlerine karşı olduğunu, adada kan dökülmesine derhal son verilmesini
istediklerini ve dışarıdan gelecek bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin
garantisinin sürdürülmesi için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tarafsızlık
politikasından ayrılmaması gerektiğini duyurmuşlardı. (Cumhuriyet, 13 Nisan
1964)
İKİ ULUSAL
TOPLUMUN VARLIĞI
Kasım 1964’de TC Dışişleri Bakanı F.
C. Erkin’in, meslektaşı A. Gromiko ile görüşmek üzere Moskova’ya yaptığı
ziyaret, Türk-Sovyet ilişkilerini 25 yıl sonra yeniden canlandırması yanında,
Kıbrıs Türkleri açısından da çok önemliydi. Çünkü görüşmelerden sonra
yayımlanan ortak bildirinin Kıbrıs’la ilgili bölümünde, Kıbrıs sorununun çözümlenmesinde,
Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne uyma esasının kabul edilerek,
Sovyetler Birliği’nin enosisi kabul etmediği ve buna karşı olduğu açıklanmıştı.
Diğer önemli husus, sorunun çözümünde Kıbrıs’ta yaşamakta olan her iki ulusal
toplumun varlığının tanınması gerektiği konusunda anlaşmaya varılmasıydı.
Bildiride, varılacak çözüm yolu için iki ulusal toplumun ayrı ayrı varlıklarını
tanımak esasına dayanan görüş ise, Rum çoğunluğunun egemenliği iddiasının hoş
görülmediğini ve iki toplum arasında dengenin sağlanması amacı güdüldüğünü
göstermekteydi.
GROMİKO “İKİ
TOPLUM” DEYİMİNDE ISRARLI
Rum Dışişleri Bakanı Kiprianu, 7
Aralık 1964’de New York’tan Makarios’a gönderdiği bir telgrafta, Sovyet
Dışişleri Bakanı Gromiko ile BM Genel Kurul Toplantısı öncesinde görüştüğünü ve
Kıbrıs’ta “iki toplum” deyiminin kabul edilemez olduğunu açıklamış olmasına
rağmen, Gromiko’nun bu deyimi tekrar tekrar kullandığını bildirmekteydi.
(Kritik Belgeler 1964-1967, TAK, s.73)
Öte yandan Ocak 1965’te bir Sovyet
Parlamento Heyeti’nin Türkiye’ye yaptığı ziyarette de, Heyet Başkanı Podgorny, “Adada
iki toplumun bulunması bir gerçektir. Sovyetler Birliği her iki topluluğun
haklarını güven altında görmeyi arzulamaktadır” şeklinde konuşmuştu. Podgorni’nin
bu ziyareti sırasında Türkiye’de yapmış olduğu konuşmalarda Sovyetler Birliği’nin
Türk tezini savunduğu suçlamasında bulunan Yunanistan Dışişleri Bakanı Çirimokos
ile Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko arasında Aralık 1965’de BM’de geçen şu
konuşma çok ilginçtir. Gromiko, eleştirileri şöyle yanıtlamıştı:
“Biz, sizi başlangıçta desteklerken, amacınızın enosis olduğunu ve NATO’yu
Doğu Akdeniz’e kadar uzatmak istediğinizi bilmiyorduk! Davanızın bir
self-determinasyon davası olduğunu zannediyorduk!” (aktaran Söz dergisi, 14
Şubat 1986, Sayı:18)
FEDERAL BİR ŞEKİL DE SEÇİLEBİLİR, AMA...
SSCB Dışişleri Bakanı Andrey Gromiko’nun
21 Ocak 1965 günü Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili olarak İzvestia
gazetesinin bir sorusuna verdiği yanıt da tarihsel öneme sahiptir:
“Kıbrıs devletinin iç örgütüne
gelince, bu Kıbrıslıların kendilerini, Kıbrıs halkını ilgilendiren bir
durumdur. Kıbrıs halkı, Rum ve Türk ulusal toplumlarının özel durumlarının tek, egemen ve birleşik bir Kıbrıs devleti
çerçevesinde dikkate alınması ve bunların yararlarının
gerçekleştirilmesini mümkün kılacak herhangi bir devlet şeklini bağımsız ve
egemen olarak seçebilecektir. Federal
bir şekil de seçilebilir. Bu şekil dahi, elbette tek, merkezi bir hükümetin, tek
bir savunma örgütünün ve keza merkezileştirilmiş bir yönetim ve yargı
örgütlerinin varlığını öngörmektedir. Kıbrıslılar kendi tarihi
geleneklerini ve memleketlerinin hususiyetlerini de gözönünde tutarak, diğer
milletler tarafından bugüne kadar elde edilmiş tecrübelerden yararlanabilirler”
(Tam metin için Bak: Söz dergisi, No:17, 7 Şubat 1986)
Görüldüğü gibi SSCB’nin Kıbrıs’ta
iki toplumun varlığına ilişkin doğru saptaması ve çözüm şekli olarak federal
bir yapının seçilebileceği görüşünü dile getirmesi çok yerindeydi. Ancak
federal yapıdan kastedilenin, Türk tarafınca öne sürülen taksim çözümüyle,
coğrafi federasyon adı altında kastedilenle aynı olmadığı burada
vurgulanmalıdır. Bugün de aynı oyunun oynandığını gördüğümüzden, Gromiko’nun
altı çizilmiş sözlerinin bir daha okunmasında yarar vardır diyoruz.
MAKARİOS VE AKEL’DEN RED
Gerek iki ulusal toplum
tanımlamasının, gerekse federal yapı önerisinin hem Makarios hükümeti, hem de
AKEL tarafından bağnazca reddedildiği hatırlanmalıdır. Kıbrıs’ta iki toplum
yerine tek bir Kıbrıs halkını ve tek bir self-determinasyon hakkını (tabii ki bu
da enosis için kullanılacaktı) savunan AKEL’in, SBKP ile ilk kez ters düşmesi
ardından AKEL Genel Sekreteri E. Papayuannu, “Bu durumu kabulden başka çare yok”
demiş ve ilişkiler 1965 yılı içinde bozuk kalmıştı. Nihayet Ocak 1966’da iki
parti arasında yapılan görüşme sonunda “Kıbrıs halkının -hem Rumların, hem
Türklerin- yararı” deyimi üzerinde anlaşılarak, işler tatlıya bağlanır gibi olmuştu.
29 Aralık 1966 tarihli AKEL
açıklamasında ise aynı bağnaz tutum yeniden ortaya çıkmıştı:
“Ne yazık ki hem Türk-Sovyet Ortak
Bildirisinde, hem de Sovyet Başbakanı’nın konuşmasında, Sovyet politikasının
Kıbrıs için federal bir devleti desteklermiş izlenimini yaratacak şekilde yine
iki ulusal toplumdan söz edilmektedir. AKEL, bölgesel veya yönetimsel karşılıklı
değişim olmadan, Yunanistan ile birleşme konusunda kesin ısrarlıdır.” (AKEL Newsletter, 3/1966)
İşçi sınıfı bilimine ters olan bu
milliyetçi görüşün Kıbrıs’ı 1974’de nerelere getirdiğini hep birlikte yaşadık.
Bugünkü AKEL yöneticilerinin hâlâ daha net bir milliyetler politikasının
oluşması doğrultusunda çekimser davranması, Kıbrıs işçi sınıfının birliği
önünde duran en önemli engellerden biridir.
ORTAK BİR DİL NE ZAMAN BULUNACAK?
Yazımızı Andrey Gromiko’nun “Anılar”ından
yapacağımız bölümlerle bitirmek istiyoruz:
“Suriye ya da Mısır’a giderken
Kıbrıs üzerinden birçok kez uçakla geçtim. Aşağıya baktığımda, hava da güzelse,
adayı avucumun içi kadar net görürdüm. Aklıma şu gelirdi: Aşağıda İngiliz
üsleri var, yani bu NATO üsleri demektir. Sonra da şunu düşünürdüm: Bu küçük,
bütün yıl boyunca yeşil kalan, bir zamanlar modern bir medeniyete beşiklik
yapmış zarif adada, NATO’nun önde gelen ülkeleri Kıbrıs’ın
bağımsızlığına saygı gösterselerdi, herhalde Rumlar ve Türkler çoktan ortak
bir dil bulmuşlardı.”
Gromiko, Kıbrıs’ın bölünmesinin
özellikle Amerika’nın tutumundan kaynaklandığını savunarak, Kissinger ile yaptığı
bir görüşmeyi şöyle aktarıyor:
“Amerikan yönetimi Kıbrıs’ın toprak
bütünlüğünü ve egemenliğini destekliyor mu? diye soruverdim. Kissinger kaçamaktı.
Ancak cevabından anladığım şuydu: Washington, adanın Rum ve Türk kesimi olmak
üzere ikiye bölünmesinden memnun olacaktı.” (Cumhuriyet, 18 Mayıs 1989)
Evet, sonunda adamızı ‘ikiye
böldüler, şimdi de güya birleştirmeye çalışıyorlar.
Acaba Gromiko’nun “Rumlar ve Türkler arasında ortak bir dil bulması” görüşünün
hayata geçirilmesi için en başta AKEL yöneticileri neler düşünüyorlar? Yoksa
yine bazı yanlış değerlendirmelerinde kesin ısrarlarını sürdürüyorlar mı?
Göreceğiz...
GROMİKO’NUN KİTABINDAN:
“KREMLİN’İN KIBRIS POLİTİKASINI BAŞTAN SONA BEN ÇİZDİM”
Sovyetler Birliği eski
Dışişleri Bakanı ve Devlet Bakanı Andrei Gromiko, ülkesinin “Kıbrıs politikasının
temel hatlarını” kendisinin çizdiğini ve bu arada dönemin Rum lideri
Başpiskopos Makarios’u, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı desteklediğini
ölümünden önce yazdığı “Hatıralarım” kitabında kabul ediyor.
Gromiko’nun kitabında Kıbrıs’a
ayırdığı bölümünde şöyle denildi:
TÜRKLERİN BAM TELİ
“Türklerle ne zaman uluslararası
bir sorun ele alınsa, Kıbrıs konusu ‘kaçınılmaz’ bir şekilde gündeme gelir. Biz
Türklere gayet açık bir şekilde, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs Türk ve Rum
toplumlarının temel hakları korunurken, bütün Kıbrıs halkının kendi kaderini
tayin hakkını desteklediğini söyledik.
Savaştan bu yana Kıbrıs’ın
sorunu son derece kızışmıştır ve Kıbrıs’ın kendi içinde, bu ülkenin
komşularıyla ilişkilerinde önemli krizler doğmuştur. Her şart altında Sovyet
görüşü, kendi geçerliliğini korumuştur.
Suriye ve Mısır’a resmi ziyaretlere
giderken Kıbrıs’ın üzerinden pek çok kez geçmişimdir. Açık havada -ki bu tür
havalarda adayı kendi eliniz kadar net görebilirsiniz- her zaman aynı şeyi
düşünmüşümdür: Aşağıda İngiliz üsleri, yani NATO üsleri vardır. İşin obür yönü,
bu dünyanın güzel, yılın önemli bölümünde yeşil adası uygarlığın doğduğu en
önemli topraklardan biridir. Bu adadaki Türk ve Rum toplumları, eğer NATO’nun
büyük devletleri, onların bağımsızlığına izin verselerdi, yıllar önce ortak bir
dili bulmuş olabilirlerdi.
MAKARİOS’A ÖVGÜ
Sovyetler Birliği, Kıbrıs
liderliğinin karşılaştığı sorunları her zaman anlamıştır. 1959 ve 1977
arasında İngiliz sömürgeciliğine karşı savaşan ve halkına en iyi şekilde hizmet
etmeye çalışan Başpiskopos Makarios’un liderliği vardı. Makarios’un bir
konudaki düşüncelerini söylemesi halinde, insan, bir binadan asla koparılamayacak
bir taşm konduğunu hissederdi. Ne Washington,
Londra ve de
diğer NATO başkentleri, ne Birleşmiş Milletler sözleşmeleri onun fikirlerini
etkileyemezdi.
Bunu, 1974 Mayıs ayında
yaşanılan bir olayla daha açıkça ifade edebilirim. ABD ile Sovyetler Birliği,
o zamanlar Nixon yönetiminin Dışişleri Bakanı olan Henry Kissinger ile benim, aynı zamanlarda Ortadoğu’yu ziyaret etmemizi ikili bir
anlaşmayla kararlaştırmıştı. Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’da buluştuk ve Kıbrıs
dahil, tüm bölgesel sorunları ele aldık.
Kissinger’in Kıbrıs konusundaki görüşlerini
dinledikten sonra ona, “Amerika Birleşik Devletleri hükümeti, Kıbrıs’ın tam
bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü destekliyor mu?” diye sordum.
Bana kaçamak cevaplar verdi.
Fakat tüm söylediklerinden anladığımız Washington’un temelde, Kıbrıs’ın
bölünmesinden memnun olacağı yolundaydı. Bu, adada biri Rum, biri Türk, iki
devletin doğuşu demekti. Aynı zamanda Kissinger, Makarios hakkında ağzına
geleni söyledi. Belki doğrudan suçlayıcı kelimeler kullanmadı, ama Kissinger’in
“Şekere batırılmış ifadeleri” kendisinin şahsen ve ABD yönetiminin Makarios’u
bölgede bir “Anormallik” olarak değerlendirdiğini ve devlet işlerinden çok
kilise ilişkileriyle ilgilenmesine inandıklarını ortaya koydu.
Henry Kissinger ile Kıbrıs
konusundaki konuşmamı dinleyen bir kişi, çok şaşırdı. Orada, ana ideolojisi “Tanrı
tanımazlığa” dayanan bir sosyalist devletin dışişleri bakanı olarak Kıbrıs
hükümetinin de başı olan bir başpiskoposu destekliyordum. Kissinger ise
Hıristiyan nitelikleri çok iyi bilinen bir kapitalist devletin dışişleri bakanı
olarak başpiskoposu “Çözümsüzlüğün adamı” olarak niteliyordu.
Washington ve ben, Makarios ile ayrı ayrı görüştük. Benimki çok samimi ve dostçaydı.
Bu görüşmelerin üzerinden
uzun yıllar geçtiği halde sorun hâlâ çözülemedi. Atina tarafından desteklenen
hükümet karşıtı darbe ve bunun sonrasında yaşanılan 1974 yaz savaşı, sorunu
daha da içinden çıkılmaz hale getirdi. Türkiye adaya buradaki Türk azınlığı
korumak amacıyla asker çıkarttı ve Kıbrıs, Kissinger’in de istediği gibi ikiye
bölündü.
Bütün bunlar, Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu’nun ve Güvenlik Konseyi’nin kabul ettiği kararlara rağmen
gerçekleşti. Buna rağmen, Sovyetler Birliği, adada NATO çözümlerinin Kıbrıs
halkına kabul ettirilmesine her zaman karşı çıktı. Bizim görüşümüz, adanın tüm
yabancı askerlerden arındırılmasıdır. Kıbrıs’ta sorunun çözümü için
uluslararası bir konferans toplanması ve BM düzeyinde bir garantörlük kurulma
yolundaki Sovyet görüşü hâlâ geçerliliğini sürdürmektedir.”
(Ortam gazetesi, 10 ve 11 Temmuz 1989)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder