Dikkat merkezinde insanın değil de
kârın bulunduğu Batılı ülkelerde uygulanmakta olan sağlık politikaları, o
ülkelerdeki çeşitli sınıf ve sosyal grupların ekonomik, politik ve ideolojik
çıkarlarının çatışması sonucu şekillenmektedir. Bu nedenle bu ülkelerin sağlık
ve sosyal alanlardaki politikaları değerlendirilirken, o ülkelerdeki sınıf
güçleri de sınıflararası ilişkilerin durumu gözönünde bulundurulmalıdır.
Bugün İngiltere, Federal Almanya, Fransa, İsveç ve Avusturya gibi
ülkelerde, halkın ezici bir çoğunluğu hastalık sigortasının yasal hizmetlerinden
yararlanmaktadırlar. Ama bu yasaların çıkması ve geliştirilmesi, şüphesiz ki bu
ülkelerdeki işçi hareketlerinin mücadeleleri sonucu gerçekleşebilmiştir.
İLK SOSYAL GÜVENLİK YASALARI
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Almanya’da çıkarılan Sosyal
Güvenlik Yasalarında, işçi hareketinin sağlık ve sosyal alanlardaki politik
mücadelesiyle kazanılan haklar dile getirilmişti. Alman işçilerin 100 yıllık
mücadelesi sonunda, emekçilere hastalık, iş kazası, sakatlık ve yaşlılık
hallerinde maddi güvence sağlanmıştı. Sosyal sigorta masraflarının nisbeten
önemli bir bölümünü işçiler değil de, devlet ödemeye başlamıştı. İşçilerin
günlük çalışma saatlerini azaltma ve emekçilerin çalışma ve sağlık koşullarının
iyileştirilmesine yönelik mücadeleler karşısında işverenler, sömürüyü güvence
altına almak için, artı değeri yaratan işçilerin sağlığının bozulmaması için
önlemler alma gereğini kavrayarak, fabrika yasalarını da çıkarmışlardı.
SAĞLIK HİZMETLERİNİN DEVLETLEŞTİRMESİ
2. Dünya Savaşı’na
kadar birçok Batı Avrupa ülkesinde işçi hareketi ve sendikaların mücadelesi
sonucu sosyal güvenceler sağlanmıştı. Genel ekonomik bunalımın ikinci
aşmasıyla 1946’da İngiltere’de devlet sağlık hizmetine geçme zorunluluğu ortaya
çıktı. “National Health Service”in kurulması, zamanın İşçi Partisi hükümetinin
ve İngiliz işçi hareketinin ülke çapında etkili olan baskıları sonucu, sosyal
sigortalarda bir reform yapma kararı ile birlikte ve muhafazakâr partinin karşı
oyuna rağmen kabul edildi.
1950’li yılların ortasında İsveç işçi hareketinin, halkın sağlık ve sosyal
alanlardaki istemlerini yükseltmesi sonucu başlayan hareket, 1969-70’deki
büyük grev dalgası ardından İsveç’te büyük oranda sağlık hizmetlerinin devletleştirilmesiyle sonuçlandı. Genel ekonomik bunalımın üçüncü aşamasına
rastlayan bu dönemde Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde de devlet sağlık
sistemine geçiş şekilleri oluştu. Yani Batılı ülkelerde sağlık hizmetlerinin
devletleştirilmesi, tekelci sermayenin hediyesi olarak değil, işçi sınıfı ve
müttefiklerinin sosyal güvenlik ve daha iyi bir sağlık bakımı için verdikleri
mücadeleler sonucu kazanılmıştır.
HASTALIK SİGORTASI
SİSTEMİ
İngiltere ve İsveç’teki sağlık hizmetlerinin devlet karakteri, daha çok
merkezi bir devlet plânlaması ve yerel yönetimlerle merkezi yönetimin işbirliği
şeklinde kendini göstermektedir. Ana sağlık kuruluşları devlet mülkiyetindedir.
Hem bu kuruluşlar, hem de hastalık sigortasına bağlı kişilere verilen hizmetler,
devlet bütçesinden finanse edilmektedir. Bu temele dayanılarak bu ülkelerin
yurttaşlarına, az miktarda kendi mali katkıları ile ülkenin her yanında asgari
bir tıbbi bakım sağlanmaktadır. Sosyalist ülkelerden farklı olarak, özel
olarak çalışıp devlete hizmet veren hekimlerin muayenehane
ve klinikleri kendi özel mülkiyetlerindedir. Uygulamada daha başka farklılıklar
da söz konusudur.
1977 yılı verilerine göre, yeryüzündeki 23 ülkede 74 milyon insan, yani dünya nüfusunun % l8’ i hastalık
sigortası sisteminden yararlanmaktadır. (Bak. Profesör Milton Terris’in
Amerikan Halk Sağlığı Derneği’nin yıllık kongresine sunduğu bildiri, 2 Kasım 1977, New York) Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunan gelişmiş endüstrilere sahip bu
devletlere Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve İsrail de dahildir. Bu
ülkelerin sosyal sigorta sistemleri arasında büyük farklar vardır. Çoğunda
hem devlet, hem de özel sektöre ait hastalık sigortaları faaliyet
göstermektedir. ABD’de özel sigortalar ağırlıktadır. Ama Kanada, Danimarka,
Finlandiya, İzlanda, Yeni Zelanda ve Norveç gibi ülkelerde bütün yurttaşlar devlet sigorta sistemi kapsamındadır. Birçok ülkede sosyal sigorta primleri hem işçiden,
hem de işverenden kesilmekle beraber, devletin genel bütçesinden de önemli
miktarda para sağlık harcamalarına ayrılmaktadır. Hizmet şekilleri farklı
olmasına rağmen, bu sistemin uygulandığı gelişmiş kapitalist ülkelerdeki
hastalık sigortası hepsinde de özel hekimlere hizmetleri karşılığında bir
ücret ödenmektedir. Bazı ülkelerde hastalar, ek olarak hiç bir ücret
ödemezken, bazılarında düşük de olsa bir miktar katkıda bulunmak
zorundadırlar. Gittikçe artan tıbbi bakım ve tedavi ücretleri karşısında bazı
ülkelerin devlet sağlık sigortası kurumları açık vermektedirler.
Öte yandan bu ülkelerdeki sosyal sigorta kaynaklarına ait sermaye
birikiminin kötüye kullanılması, dikkati çeken bir olaydır. Örneğin 1. Dünya
Savaşı’nda Alman Sosyal Sigorta Fonları, top ve savaş gemileri alımında kullanılmıştı.
2. Dünya Savaşı’nda ise Hitlerci faşistler, 20 milyar marklık fonu kendi militarist
amaçları için kullanmışlardı. Günümüz ABD’sinde ise “sağlık endüstrisi”, silâh
endüstrisinden sonra en çok kârla çalışan ekonomi dalı haline gelmiştir. 1966
yılında getirilen Medicare
(65 yaşın üzerindekilere kendilerinin de mali katkılarıyla bazı sağlık sigortası
hizmetlerinin sağlanması) ve Medicaid (yoksullara
sınırlı tıbbi yardım) sistemleri de buna katkıda bulunarak, tıp tekniği ve ilâç
tekellerine, sigorta şirketlerine ve daha birçok işletmeye yeni kâr kaynakları
açmıştır.
KAMU HİZMETİNİN
SAĞLIK SİSTEMİ
Kapitalist ülkelerde uygulanan
ikinci sağlık bakımı sistemi olarak, kamu hizmetinin verdiği sağlık sistemini
sayabiliriz. Asya, Afrika ve Lâtin Amerika’daki 108 gelişmekte olan ülkede, 2
milyara yakın insan, yani dünya nüfusunun %49’u bu tip sağlık sistemine bağlıdır.
Ekonomileri tarıma dayanan ve yeni sömürgeciliğin etkisi altında olan bu
ülkelerde, yoksul halk için, genel vergilendirme ile finanse edilen devlet
hastaneleri ve sağlık merkezleri vardır. Bu sistemde, genellikle sağlık için
ayrılan mali kaynaklar çok az ve kısıtlıdır. Hastane ve polikliniklerde bir
yığılma vardır, doktor ve sağlık personeli sayıca yetersizdir. Hekimlerin
maaşı düşük olduğundan, hekimler ya başka iş tutarlar veya özel klinik
çalıştırırlar. Bu nedenle, devlet sağlık hizmetlerinde tam gün çalışması
gereken hekimler, gerçek uygulamada yarım gün çalışmaktadırlar. Bu ülkelerde sosyal
sigorta kurumları da bulunmakta ve çoğu kez sigortalılara, devletin kendi
hastanelerinde ve polikliniklerinde hizmet verilmektedir. Çünkü özel ve kamu
kesimindeki doktor sayısı çok yetersizdir. Kostarika, Meksika ve Türkiye örnek
olarak verilebilir. Bu gruba giren ülkelerin hepsinde de özel hekim ve özel
hastanelerden yararlanan, mali durumu iyi olan dar bir toplum kesimidir.
Toplumun küçük bir zenginler tabakası için, yüksek teknik düzeyi olan tıbbi
hizmet verilirken, nüfusun büyük çoğunluğuna devlet hastanelerinde yeterli
bakım verilmemektedir.
TEK TİP DEVLET
SAĞLIK SİSTEMİ
Üçüncü grup olarak smıflandırabileceğimiz sağlık bakımı sistemi, dünya
nüfusunun
%33’ünü oluşturan ve 1.13 milyar insanı kapsamakta olan, 9’u Avrupa’da,
4’ü Asya’da ve biri (Küba) Amerika
kıtasında bulunan 14 sosyalist ülkede uygulanmaktadır. Hepsi de ya sanayileşmiş
veya hızla sanayileşmekte olan bu ülkelerde, istisnasız bütün yurttaşlar
devletin tek tip olarak örgütlediği sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır.
Çalışanların ücret ve maaşlarından kesilen vergilerle, devlet tarafından
finanse edilmektedir. Devlet mülkiyetinde olan hastane ve sağlık merkezlerinde
kadrolanmış ve oralarda çalışan hekim ve diğer sağlık personeli, yurttaşlara
her türlü sağlık hizmetini, en gelişmiş bilimsel ve teknik bilgi ve araçlarla
parasız olarak vermektedir. Ancak ayakta tedavide gereksiz ilâç tüketimini önlemek
için bazı sosyalist ülkelerde, hasta reçetelerinden değişen miktarlarda az bir
ücret alınmaktadır.
SONUÇ
Gelişmiş kapitalist endüstri ülkelerinde, kökleşmiş hastalık sigortası
sistemlerine rağmen, devletleştirilmiş sağlık sistemine doğru bir eğilim
gittikçe daha çok taraftar bulmaktadır. Yukarıda sözü edilen ilk iki sistemin
içiçe veya geçiş şekillerinin bir arada bulunduğu ülkeler için de
devletleştirilmiş sağlık hizmeti, hem nitelik yönünden daha üstündür, hem de
daha ekonomiktir. Bu ülkelerin içinde bulundukları ekonomik bunalımın giderek
derinleştiği koşullarda, istismara açık olan sağlık pazarının başıboşluğu
yerine, rasyonel bir şekilde plânlanabilecek bu sistem, daha demokratik ve daha
insancıl olacaktır. Gittikçe daha fazla sayıda devlet, bir azınlığa değil,
bütün yurttaşlara hitap eden devletleştirilmiş sağlık hizmetinin önemini
kavramaktadır.
(Kıbrıs Postası
gazetesi, 13 Kasım 1984 ve Kıbrıs Türk Tabibleri Birliği dergisi, Sayı:19,
14 Mart 1985)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder