18 Aralık 2015 Cuma

SAĞLIK VE SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMLERİNE BİR BAKIŞ


        Dikkat merkezinde insanın değil de kâr­ın bulunduğu Batılı ülkelerde uygulanmakta olan sağlık politikaları, o ülkelerdeki çeşit­li sınıf ve sosyal grupların ekonomik, politik ve ideolojik çıkarlarının çatışması sonucu şekillenmektedir. Bu nedenle bu ülkelerin sağlık ve sosyal alanlardaki politikaları değerlen­dirilirken, o ülkelerdeki sınıf güçleri de sınıflararası ilişkilerin durumu gözönünde bu­lundurulmalıdır.
Bugün İngiltere, Federal Almanya, Fransa, İsveç ve Avusturya gibi ülkelerde, halkın ezici bir çoğunluğu hastalık sigortasının yasal hizmetlerinden yararlanmaktadırlar. Ama bu yasaların çıkması ve geliştirilmesi, şüphesiz ki bu ülkelerdeki işçi hareketlerinin mücade­leleri sonucu gerçekleşebilmiştir.

İLK SOSYAL GÜVENLİK YASALARI
19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında Almanya’da çıkarılan Sosyal Güvenlik Yasalarında, işçi hareketinin sağlık ve sosyal alanlardaki politik mücadelesiyle kazanılan haklar dile getirilmişti. Alman işçilerin 100 yıllık mücadelesi sonunda, emekçilere hastalık, iş kazası, sakatlık ve yaşlılık hallerinde maddi güvence sağlanmıştı. Sosyal sigorta masraflarının nisbeten önemli bir bölümünü işçiler değil de, devlet ödemeye başlamıştı. İşçilerin günlük çalışma saatlerini azaltma ve emekçilerin çalışma ve sağlık koşullarının iyileştirilmesine yönelik mücadeleler karşısında işverenler, sömürüyü güvence altına almak için, artı değeri yaratan işçilerin sağlığının bozulmaması için önlemler alma gereğini kavrayarak, fabrika yasalarını da çıkarmışlardı.

SAĞLIK HİZMETLERİNİN DEVLETLEŞTİRMESİ
2. Dünya Savaşı’na kadar birçok Batı Avrupa ülkesinde işçi hareketi ve sendikaların mücadelesi sonucu sosyal güvenceler sağlanmış­tı. Genel ekonomik bunalımın ikinci aşmasıyla 1946’da İngiltere’de devlet sağlık hizmetine geçme zorunluluğu ortaya çıktı. “National Health Service”in kurulması, zamanın İşçi Par­tisi hükümetinin ve İngiliz işçi hareketinin ülke çapında etkili olan baskıları sonucu, sosyal sigortalarda bir reform yapma kararı ile birlikte ve muhafazakâr partinin karşı oyuna rağmen kabul edildi.
1950’li yılların ortasında İsveç işçi hareketinin, halkın sağlık ve sosyal alanlardaki istemlerini yükseltmesi sonucu başlayan hare­ket, 1969-70’deki büyük grev dalgası ardından İsveç’te büyük oranda sağlık hizmetlerinin devletleştirilmesiyle sonuçlandı. Genel ekonomik bunalımın üçüncü aşamasına rastlayan bu dönemde Finlandiya, Hollanda gibi ülkelerde de devlet sağlık sistemine geçiş şekilleri oluştu. Yani Batılı ülkelerde sağlık hizmetlerinin devletleştirilmesi, tekelci sermayenin hediyesi olarak değil, işçi sınıfı ve müttefiklerinin sosyal güvenlik ve daha iyi bir sağlık bakımı için verdikleri mücadeleler sonucu kazanılmıştır.

HASTALIK SİGORTASI SİSTEMİ
İngiltere ve İsveç’teki sağlık hizmetle­rinin devlet karakteri, daha çok merkezi bir devlet plânlaması ve yerel yönetimlerle merkezi yönetimin işbirliği şeklinde kendini göstermektedir. Ana sağlık kuruluşları devlet mülkiyetindedir. Hem bu kuruluşlar, hem de hastalık sigortasına bağlı kişilere verilen hizmetler, devlet bütçesinden finanse edilmektedir. Bu temele dayanılarak bu ülkelerin yurttaşla­rına, az miktarda kendi mali katkıları ile ülkenin her yanında asgari bir tıbbi bakım sağlanmaktadır. Sosyalist ülkelerden farklı olarak, özel olarak çalışıp devlete hizmet veren hekimlerin muayenehane ve klinikleri kendi özel mülkiyetlerindedir. Uygulamada daha başka farklılıklar da söz konusudur.
1977 yılı verilerine göre, yeryüzündeki 23 ülkede 74 milyon insan, yani dünya nüfusu­nun % l8’ i hastalık sigortası sisteminden ya­rarlanmaktadır. (Bak. Profesör Milton Terris’in Amerikan Halk Sağlığı Derneği’nin yıllık kongresine sunduğu bildiri, 2 Kasım 1977, New York) Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunan gelişmiş endüstrilere sahip bu devletle­re Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya ve İsrail de dahildir. Bu ülkelerin sosyal sigorta sis­temleri arasında büyük farklar vardır. Çoğun­da hem devlet, hem de özel sektöre ait hastalık sigortaları faaliyet göstermektedir. ABD’de özel sigortalar ağırlıktadır. Ama Kanada, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, Yeni Zelanda ve Norveç gibi ülkelerde bütün yurttaşlar devlet sigorta sistemi kapsamındadır. Birçok ül­kede sosyal sigorta primleri hem işçiden, hem de işverenden kesilmekle beraber, devletin ge­nel bütçesinden de önemli miktarda para sağlık harcamalarına ayrılmaktadır. Hizmet şekilleri farklı olmasına rağmen, bu sistemin uygulandığı gelişmiş kapitalist ülkelerdeki hastalık sigortası hepsinde de özel hekimle­re hizmetleri karşılığında bir ücret ödenmek­tedir. Bazı ülkelerde hastalar, ek olarak hiç bir ücret ödemezken, bazılarında düşük de ol­sa bir miktar katkıda bulunmak zorundadırlar. Gittikçe artan tıbbi bakım ve tedavi ücretle­ri karşısında bazı ülkelerin devlet sağlık sigortası kurumları açık vermektedirler.
Öte yandan bu ülkelerdeki sosyal sigorta kaynaklarına ait sermaye birikiminin kötüye kullanılması, dikkati çeken bir olaydır. Örneğin 1. Dünya Savaşı’nda Alman Sosyal Sigorta Fonları, top ve savaş gemileri alımında kullanılmıştı. 2. Dünya Savaşı’nda ise Hitlerci faşistler, 20 milyar marklık fonu kendi milita­rist amaçları için kullanmışlardı. Günümüz ABD’sinde ise “sağlık endüstrisi”, silâh en­düstrisinden sonra en çok kârla çalışan ekonomi dalı haline gelmiştir. 1966 yılında getirilen Medicare (65 yaşın üzerindekilere kendilerinin de mali katkılarıyla bazı sağlık sigor­tası hizmetlerinin sağlanması) ve Medicaid (yoksullara sınırlı tıbbi yardım) sistemleri de buna katkıda bulunarak, tıp tekniği ve ilâç tekellerine, sigorta şirketlerine ve daha birçok işletmeye yeni kâr kaynakları açmıştır.

KAMU HİZMETİNİN SAĞLIK SİSTEMİ
 Kapitalist ülkelerde uygulanan ikinci sağlık bakımı sistemi olarak, kamu hizmetinin verdiği sağlık sistemini sayabiliriz. Asya, Afrika ve Lâtin Amerika’daki 108 gelişmekte olan ülkede, 2 milyara yakın insan, yani dünya nü­fusunun %49’u bu tip sağlık sistemine bağlı­dır. Ekonomileri tarıma dayanan ve yeni sömürgeciliğin etkisi altında olan bu ülkelerde, yoksul halk için, genel vergilendirme ile finan­se edilen devlet hastaneleri ve sağlık merkezleri vardır. Bu sistemde, genellikle sağlık için ayrılan mali kaynaklar çok az ve kısıtlıdır. Hastane ve polikliniklerde bir yığılma vardır, doktor ve sağlık personeli sayıca ye­tersizdir. Hekimlerin maaşı düşük olduğundan, hekimler ya başka iş tutarlar veya özel klinik çalıştırırlar. Bu nedenle, devlet sağlık hiz­metlerinde tam gün çalışması gereken hekimler, gerçek uygulamada yarım gün çalışmaktadırlar. Bu ülkelerde sosyal sigorta kurumları da bu­lunmakta ve çoğu kez sigortalılara, devletin kendi hastanelerinde ve polikliniklerinde hizmet verilmektedir. Çünkü özel ve kamu kesimindeki doktor sayısı çok yetersizdir. Kostarika, Meksika ve Türkiye örnek olarak verilebilir. Bu gruba giren ülkelerin hepsinde de özel hekim ve özel hastanelerden yararlanan, mali durumu iyi olan dar bir toplum kesimidir. Toplumun küçük bir zenginler tabakası için, yüksek teknik düzeyi olan tıbbi hizmet verilirken, nüfusun büyük çoğunluğuna devlet hastanelerinde yeterli bakım verilmemektedir.

TEK TİP DEVLET SAĞLIK SİSTEMİ
Üçüncü grup olarak smıflandırabileceğimiz sağlık bakımı sistemi, dünya nüfusunun %33’ünü oluşturan ve 1.13 milyar insanı kapsamak­ta olan, 9’u Avrupa’da, 4’ü Asya’da ve biri  (Küba) Amerika kıtasında bulunan 14 sosyalist ülkede uygulanmaktadır. Hepsi de ya sanayileşmiş veya hızla sanayileşmekte olan bu ülkelerde, istisnasız bütün yurttaşlar devletin tek tip olarak örgütlediği sağlık hizmetlerinden yararlanmaktadır. Çalışanların ücret ve maaşlarından kesilen vergilerle, devlet tarafın­dan finanse edilmektedir. Devlet mülkiyetinde olan hastane ve sağlık merkezlerinde kadrolanmış ve oralarda çalışan hekim ve diğer sağlık personeli, yurttaşlara her türlü sağlık hizmetini, en gelişmiş bilimsel ve teknik bilgi ve araçlarla parasız olarak vermektedir. Ancak ayakta tedavide gereksiz ilâç tüketimini önlemek için bazı sosyalist ülkelerde, hasta reçe­telerinden değişen miktarlarda az bir ücret alınmaktadır.

SONUÇ
Gelişmiş kapitalist endüstri ülkelerinde, kökleşmiş hastalık sigortası sistemlerine rağmen, devletleştirilmiş sağlık sistemine doğru bir eğilim gittikçe daha çok taraftar bulmaktadır. Yukarıda sözü edilen ilk iki sistemin içiçe veya geçiş şekillerinin bir arada bulunduğu ülkeler için de devletleştirilmiş sağlık hizmeti, hem nitelik yönünden daha üstündür, hem de daha ekonomiktir. Bu ülkelerin içinde bulundukları ekonomik bunalımın giderek de­rinleştiği koşullarda, istismara açık olan sağlık pazarının başıboşluğu yerine, rasyonel bir şekilde plânlanabilecek bu sistem, daha demokratik ve daha insancıl olacaktır. Gittikçe daha fazla sayıda devlet, bir azınlığa de­ğil, bütün yurttaşlara hitap eden devletleştirilmiş sağlık hizmetinin önemini kavramaktadır.

(Kıbrıs Postası gazetesi, 13 Kasım 1984 ve Kıbrıs Türk Tabibleri Birliği dergisi, Sayı:19,
14 Mart 1985)  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder