Hekimlerin ticari davranışları, son zamanlarda gerek Batılı ülkelerde,
gerekse bizde kamuoyu tarafından tartışılan konular arasında yer almaktadır.
Hastalıkla ticaret yapma, parasız hizmet vermesi gereken devlet sağlık
kuruluşlarında rüşvet karşılığı ameliyat yapma, devlet hastahanelerinden tıbbi
ve diğer malzemenin çalınması gibi skandallar, “beyaz önlüklü tanrılar”a
ilişkin saygınlığın yok olmasına yol açmaktadır.
Sermayeye dayalı toplumsal
düzenlerde hekimlik ahlâkında görülen bu hızlı çöküntü, ekonomik bunalımın
derinleştiği koşullarda daha da hızlanmıştır. Sağlık hizmeti veren gerek
devlet, gerekse büyük özel tıp işletmeleri, “serbest pazar ekonomisi” denen
sistemle giderek daha fazla bir şekilde bütünleşmekte ve “meta-para ilişkisi”
yüzünden sağlık sömürüsü daha da artmaktadır. Özellikle gelişmiş Batılı
ülkelerde artan hekim sayısı, hekim işsizliği ve “kazanç alanı”nın giderek
daralmasına ilişkin endişeler, hastaların ve toplumun yararına olmayan bir
meslek yarışını hızlandırmıştır.
BİZDEKİ
BAŞIBOZUKLUK
Ülkemizde sağlık hizmetlerine ilişkin yasaların, belli bir hekim grubunun ticari
çıkarına ters düşmesi yüzünden uygulanmaması sonucu, kamu görevlisi olup, yasa dışı
özel klinik çalıştıran hekimlerle, sayıları giderek artmakta olan serbest
çalışan hekimler arasında, eşit olmayan koşullarda bir yarışa yol açılmıştır. Sağlık
Bakanlığı yetkilileri de, kamu görevlisi hekimlere dolgun maaş vermek yerine,
yasalara aykırı olarak onların özel klinik çalıştırmalarına göz yummaktadır.
Devlet hastahanesindeki başıbozukluk ve kişisel çıkar paylaşımı ise bizzat
Sağlık Bakanı’nın bilgisi dahilinde sürdürülmektedir. Hastahane olanaklarını
kullanarak hastalık ticareti yapan “tüccar hekimler”in çeşitli davranışları, serbest
çalışan hekimlerin mesleki saygınlıklarına zarar verecek şekiller almaktadır.
Doğaldır ki, birçok hekim, kendi kişisel hekimlik ahlâkına ilişkin
inançlarını, ticari zorlamaların üzerinde tutmaya çalışmaktadır. Ama ne yazık
ki, bu tür hekimlerin sayısı giderek azalmakta ve bozuk düzenle bütünleşmiş
tutucu hekim çevrelerinde çoktan “düzendışı” kalmakla suçlanmaktadırlar. Bir
yolunu bulup kamu görevlisi olabilen idealist genç hekimler de, “yaşlı kuşak”ın
belli bir kesimini örnek olarak, kişisel çıkarlarını ön plana geçirmenin yolunu
zorlamaktadırlar. Bununla beraber bir çok hekimin, hastalıkla ticaret yapma
olanağını veren çeşitli durumlara karşı durduğu ve yasallık sınırlarında çalıştığı
gözlemlenmektedir.
GELİŞMİŞ
ÜLKELERDE DURUM
ABD Senatörü Edward Kennedy’nin “Dünyadaki en iyi sağlık hizmeti bizdedir -
ama zenginler için” deyişi, giderek artık hem Batı Avrupa, hem de ülkemizde
geçerli olmaktadır. Bilgi ve becerilerini, kişisel zenginleşme için kullanan
hekimlerin sayısındaki artış, toplum sağlığı açısından anlamlı ve acı bir
gelişmedir.
Öte yandan tıbbi olarak yapılması zorunlu olmayan ameliyatların sayısında
bir artış görülmektedir. Örneğin, ameliyat edilmesi öngörülen 12 bin hasta
üzerinde yapılan bir Amerikan araştırmasında, hastaların ameliyat sonrasında
yapılan muayeneleri sonucunda %30 ile 50’sinin ameliyat edilmesi için ortada
hiçbir neden bulunmadığı saptanmıştır. New York Times gazetesine konu ile ilgili
olarak müstehzi bir şekilde demeç veren bir kadın-doğum uzmanı, gereksiz yere
rahmin alınması ameliyatlarına ilişkin şunları söyleyebilmiştir: “Meslektaşlarımdan
bazıları, ayda 1-2 defa rahim alma ameliyatı yapmasalardı, klinik kiralarını
zor ödeyebilirlerdi!”
Bir diğer olgu da, hastaların, sağlık hizmeti veren kişilerin söz ve
eylemlerine artık gözü kapalı olarak inanmadıklarıdır. Bazı gelişmiş ülkelerde,
kötü tedavi ve dikkatsizliğin yol açtığı sonuçlar yüzünden ciddi davalar
açılmaktadır. (Bak. Kıbrıs Postası, 18 Nisan 1984, bu sütunlar) 1973 yılında
ABD’de mesleki hatalar yüzünden doktorların hasta veya ailelerine 100 milyon dolar
ceza ödediği tahmin edilmektedir. Federal Almanya’da ise, ölen hastaların kalp
pillerini çıkarıp, yeni diye tekrar satan bir doktor-hemşire-yönetici şebekesi
ve altın dişleri toplayıp diş teknisyenlerine para ile satan diş hekimleri
olayı kamuoyunu uzun süre işgal etmiştir.
NELER
YAPILABİLİR?
Her ülkede genellikle hekimlere çalışma izni veren ve sağlıkla ilgili
mesleklerin düzenlenmesinden sorumlu bir organ vardır. Örneğin hekimler için “Tabipler
Kurulu”, diş hekimleri için “Dişçiler Kurulu”, hemşireler için “Hemşireler
Kurulu” gibi. Bu kurullar, ilgili meslek dalında çalışan kişilerin kabahat,
kusur, suç veya hata işlemeleri halinde, mesleki çalışma iznini geri alma veya
bir süre meslekten alıkoyma yetkilerini kullanırlar, ya da “mesleki saygınlığı
zedeleyici kötü bir davranışta bulunması” halinde araştırma yaparak onları
yargılarlar. İngiltere’de bu son cümle, 1969 Tıp Yasasında “ciddi mesleki kötü
davranış” şeklinde değiştirilmiştir. Bizdeki Mayıs 1976 tarihli Kıbrıs Türk Tabipleri
Birliği Yasası’nın 25., 39. ve 40. Maddeleri, gerekli yasak ve müeyyideleri
belirtmektedir. Ama ne yazık ki, sözkonusu kuruluşumuz, toplumsal işlevini
yerine getirmekten çok uzaktır.
Gelişmiş ülkelerde “ciddi mesleki kötü davranış”ın kesin tanımlanması henüz
yapılmamıştır. Ama hekimlik kaydının geçici veya sürekli olarak silinmesine yol
açan bazı suçların tam tanımlaması yapılmıştır. Yasa ayrıca, disiplin kurulunun
verdiği karara karşı yüksek mahkemeye başvurma hakkını tanımaktadır.
MESLEKİ SUÇLAR
Yasa dışı kürtaj, hasta ile veya ailesinden biriyle zina, alkollü araba
kullanma, ilaç alışkanlığı, yeteneksiz yardımcı çalıştırma, mesleki ihmâl,
hastalık raporu satışı ve reklam yapma sözkonusu suçlar arasındadır.
Herhangi bir şekilde kendi mesleki uzmanlığına dikkat çekici
yayın yapmak veya yapılmasına göz yummak, bu yolla yeni hastalar cezbederek mali
kazanç sağlamak, bir hekim için ahlâk dışı bir davranış oluşturmaktadır. Birçok
ülkede, bazı mesleki yeteneklere dikkat çeken ilanlar yüzünden hekimler
disiplin kuruluna verilmektedir. Oysa bizim ülkemizde ameliyat ve özellikle
doğum sonrasında gazetelere verilen teşekkür ilanları, ilgili meslek dallarındaki
hekimler arasında bir reklam yarışı haline sokulmuştur. Halbuki Kıbrıs Türk Tabipler
Birliği Yasası’nın 39. maddesi bu tür ilanları açık bir şekilde
yasaklamaktadır. Gelişmiş ülkelerde,
sağlık mesleği çalışanlarının bu şekilde davranmaları halinde, çoğu kez kendi
meslek örgütlerince uyarılarak basınla olan ilişkilerde aşırı dikkat ve uyanıklık
gösterilmesi istenmektedir.
Öte yandan sağlık mesleğinde çalışan hekim, eczacı ve diğer yan dallar mensupları,
sağlık konularında kamuoyunun sürekli olarak bilgilendirmeyi bir görev olarak
kabul etmektedirler. Ülkenin sağlık sorunları kısır kişisel suçlamalara
girmeden, ilkeler düzeyinde bilimsel olarak basın ve diğer kitle iletişim
araçlarında tartışılmaktadır. Bizde ise ne yazık ki, bu tavır içinde olanlara
yersiz tehditler yönelmekte, ya da bilimsel temele oturtulmayan plansız-programsız
bir “Kanserle Savaşım” adını kişiler, gereksiz yere bir kanser psikozuna itilmektedir.
SONUÇ
Yukarıda değinilen veya değinilmeyen sağlık sorunlarına ilişkin tüm bilinen
gerçekler, sadece zedelenen hekimlik ahlâkını ve “hasta” olan sağlık sistemini
değil, insancıl değerleri ticaretle, insanlığı da elde edilebilen kârla ölçen
toplumsal düzenin bir yansımasıdır.
Sağlık sömürüsüne karşı çıkan ve insancıl inançlara sahip hekimlerin varlığı,
bize ümit vermektedir. Bu hekimler, kendi asli görevlerine yabancılaşmayı
getiren nedenleri, sermayeye dayalı düzenin günlük gerçekleri içinde bulmakta
ve bu durumu yenmenin yollarını aramaya çabalamaktadırlar.
Hekimlik mesleğini “pazar ekonomisi”nin zincirlerinden kurtarmak ve
insanlık dışı “meta-para ilişkilerini” insanın sağlık bakımı alanından atmak
için, sosyal ilişkilerde temelli değişiklikler gerekmektedir. Hekimlerin, geniş
halk kitleleri yanında başka bağlaşıkları da vardır. Çünkü August Babel’in de
dediği gibi, kendilerini dar burjuva bakış açısından kurtarmak isteyen ve yeni
toplumsal düzeni sevinçle onaylamaları gereken iki toplumsal gruptan biri öğretmenlerse,
diğeri de hekimlerdir.
(Kıbrıs Postası
gazetesi, 25 Haziran 1984)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder