Bilindiği gibi, 16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasından
iki gün sonra, onu ilk tanıyan ülkelerden biri de Sovyetler Birliği olmuştu.
Kıbrıs’ın ayrı bir devlet olarak bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün
korunması ve bu ülkenin içişlerine karışılmaması gerektiği şeklinde
özetlenebilecek olan Sovyet hükümetlerinin Kıbrıs sorununa ilişkin
politikaları, 30 yıla yakın bir süredir aynı ilkesel bakış açısını
korumaktadır.
Aralık 1963’de enososçilerle taksimcilerin yol açtığı toplumlararası
çatışmalar ve Kıbrıslı Türklerin devlet mekanizmasından kopması ardından
Sovyetler Birliği, Kıbrıs’a yabancı askerlerin gönderilmesine karşı çıkmıştı.
Kruşçev, Nisan 1964’de Makaryos’a gönderdiği özel bir mesajda ülkesinin enosis
ve taksim çözümlerine kesinlikle karşı olduğunu açıklamış ve Kıbrıs’a dışarıdan
gelecek olan bir saldırıya karşı Sovyet desteğinin sürdürülmesi için Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin tarafsızlık politikasından ayrılmaması gerektiğini
bildirmişti.
Sovyet lideri Kruşçev, Mayıs 1964’de İzvestia gazetesiyle yaptığı bir
söyleşiye şöyle diyordu:
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının düşmanları, Kıbrıs’ta iki toplum
arasına bilerek ikilik tohumları ekmektedirler. Biz daima bir ulusun diğer bir
ulusa karşı tutulmasının aleyhindeyiz. Uluslararasındaki
nazik ve girift sorunlar, silahların yardımı ile çözümlenemez. Kıbrıs’ta kan
akıtılması durdurulmalıdır. Gerek Türk ve gerekse Rumlara ortak vatanları ve
Kıbrıs’ın bağımsızlığı için çalışmalarına fırsat verilmelidir.”
8 Ağustos 1964 günü Türk uçaklarının Erenköy bölgesini bombalaması
üzerine zamanın Sovyet lideri Kruşçev, İsmet inönü’ye gönderdiği bir mesajda,
TC hükümetinin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı giriştiği askeri harekâtı durdurmaya
çağırmış ve sorunun barışçı yollardan çözümlenmesini öğütlemiştı. Bu olaylardan
sonra SSCB’nin Lefkoşa Büyükelçisi Yermoşin, ilk kez Lefkoşa’nın Türk kesimine
geçerek, Türk toplumunun lideri Dr. Küçük’ü ziyaret etmiş ve görüş
alış-verişinde bulunmuştu.
TC Dışişleri Bakanının 25 yıl sonra ilk kez Moskova’yı ziyareti sonunda
açıklanan 5 Kasım 1964 tarihli ortak bildiride, SSCB’nin enosise karşı olduğu,
sorunun çözümünde her iki ulusal toplumun varlığının tanınması gerektiği
konusunda anlaşıldığı, Rum çoğunluğunun egemenliği iddiasının hoş görülmediği
ve iki toplum arasında dengenin sağlanması amacı güdüldüğü görülmekteydi. O
yıllarda AKEL bile, Kıbrıs’ta iki toplumun varlığını kabul etmezken, Sovyetler
Birliği Kıbrıs Türklerinin adada azınlık statüsüne indirgenemeyeceğini teslim
ediyordu.
Sovyet Dışişleri Bakanı Gromiko’nun 21 Ocak 1965 tarihli Pravda’da çıkan “Federal
bir çözüm şekli de seçilebiir” şeklindeki demecine tepki gösteren Makaryos’a
karşı, Lefkoşa’daki Sovyet Masalahatgüzarı şu uyarıda bulunmuştu:
“Kıbrıs ın Yunanistan’a ilhak edilmesi, yani kuvvet yolu ile kabul ettirilmesi
halinde Türkiye müdahaleye karar verirse, Sovyetler Birliği Kıbrıs’a yardım
için savaş tehlikesine atılmayacaktır. Sovyetler, enosis bir hükümet darbesi
ile kabul ettirilecek olursa, Kıbrıs’ın bölüneceği inancındadır.”
Nitekim bu uyarının haklılığı, 1974 yazında ortaya çıkmış ve Albaylar
Cuntasının Makaryos hükümetini devirip, enosis için ileri adım atması üzerine,
Türkiye Kıbrıs’a askeri müdahalede bulunmuştur. İşte o günden beridir devam
eden sorunla ilgili Sovyet politikası, 1964’de olduğu gibi aynı ilkesel temele
dayanmaktadır. 15 Kasım 1983 ‘de KKTC’nin ilanı ardından TASS tarafından
yayımlanan bildiride şöyle deniyordu:
“Hiç kuşku yok ki, bu ayrılıkçı
eylem, sorunun hakça politik çözüm esaslarını baltalıyor. Bu çözümde, adadaki
her iki toplumun yasal çıkarları gereği kadar gözönünde bulundurulmalıdır.”
Kıbrıs Türk yönetiminin ayrı devlet ilanı kararından vazgeçmesinin
istendiği bu bildiri, şöyle sona eriyordu:
“Kıbrıslıların herhangi bir karışma veya dıştan baskı olmadan, içişlerinin
halledilmeleri için tüm koşulların sağlanması gerekir. Prensipli politikasına
bağlı kalan Sovyetler Birliği, Kıbrıs’ın her çeşit yabancı askeri varlıktan
arındırılan, bağlantısızlık politikası güden bir devlet olmasını ve bağımsızlık,
egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasını istemektedir.”
21 Ocak 1986 tarihinde TASS tarafından tüm dünyaya duyurulan “Kıbrıs’ta
çözüm ilkeleri ve çözüme varma yolları hakkında SSCB’nin önerileri” başlıklı
belgede de, Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs’a ilişkin dengeli politikası
yansıtılmıştır. Eğer günümüzde de SSCB, Kıbrıs sorununun çözümlenmesi için
bazı girişimlerde bulunuyorsa, bu, onun bölge ve dünya barışına olan katkıları
çerçevesinde düşünülmelidir.
Kıbrıs Türk toplumunun ilericileri olarak biz, daima SSCB’nin Kıbrıs’a
ilişkin ilkeli politikasını takdir etmişizdir. Ancak zaman zaman Kıbrıs Türk
toplumuna ilişkin Sovyet değerlendirmelerinin, yeterli araştırmaya dayandırılmaması
nedeniyle, hoşnutsuzluk yarattığı da bir gerçektir. Özellikle Kıbrıs üzerine
yazılmış Sovyet kitaplarında, bu adada yaşayan ikinci ana etnik-ulusal toplum
olarak Kıbrıslı Türklerin politik, ekonomik, sosyal ve kültürel etkinliklerden
ya hiç, ya da çok az söz edildiğine bir başka yerde değinmiştik. (Yeni Kıbrıs
dergisi, Ağustos-Eylül 1988)
Sovyetler Birliği’nin Lefkoşa Büyükelçisi Yuri Fokin, bir süre önce Haravgi
gazetesiyle yaptığı bir şöyleşide şöyle demişti:
“Kıbrıs Türk toplumunun partisel ve sosyal temsilcileri ile teması
gerekli ve oldukça yararlı bulduğumu gizlemiyorum... Bizim açımızdan bu
temaslar bana ve mesai arkadaşlarıma -Sovyet Büyükelçiliğinde Türkçe dilini
bilenler vardır- Kıbrıslı Türklere, ülkemiz hakkında susamış oldukları
bilgileri vermek, Sovyetler Birliği’nin dış politikasının, Kıbrıs sorununu da
dahil amaçlarını anlatmak olanağı sağlar.” (aktaran Ortam, 24,4.89)
Ne yazık ki Sovyet yetkililerinin bu temasları sadece partisel düzeyce
kalmakta ve partiler dışında kalan toplumun diğer kesimleriyle yeterince temas
gerçekleştirilmemektedir. Özellikle SSCB’deki milliyetler politikasının
başarıları ve hataları konusunda ilk elden yeterince bilgi alamama ve yayın
eksikliği, Sovyetler Birliği hakkında gerçekten bilgiye susamış olan kesimlerle
temasın, uyarılara rağmen sağlıklı bir biçimde kurulamamış olması, Lefkoşa’daki
SSCB Büyükelçiliğinin Kıbrıslı Türklere yönelik aydınlatma çalışmalarının en
büyük eksikliğini oluşturmaktadır.
Yıllardır Lefkoşa’nm Rum kesiminde kalan Evkaf’a ait bir arazi üzerindeki
binasında hizmet veren SSCB Büyükelçiliği’nin Lefkoşa’daki yeni binasının
açılışı ve Ekim Devrimi’nin 72. yıldönümü nedeniyle bu binada yapılacak resmi
törene, Kıbrıs Türk kesiminden de 50 kadar politikacı ve gazetecinin çağrıldığını
öğrenmiş bulunuyoruz. İzin makamının bu konuda nasıl bir karar verdiğini, yazı
yazıldığı anda öğrenmiş değildik. Bu arada birkaç gün önce Kıbrıs’ı ziyarete
gelen Sovyet gazeteciler heyetinin kuzeye geçerek, Kıbrıs Türk kesiminde de
incelemelerde bulunmasını sevinçle karşıladık.
Kıbrıs Rum toplumu yanında, Kıbrıs Türk toplumu ile de dengeli kültürel
ilişkilerin kurulması, bilim adamları ve araştırmacıların yayın alış-verişi,
karşılıklı bilgi değiş-tokuşu için girişimlerin gecikmeden başlatılması, halklarımız
arasındaki dostluğun pekişip ilerlemesine yardımcı olacaktır. İlk Sovyet
kozmonotu Yuri Gagarin’in Şubat 1962’de Lefkoşa’nın Türk kesimine geçerek,
halkımız arasında büyük ilgiyle karşılandığı gün, hâlâ daha anılardadır. Bu
vesile ile Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin 72. yıldönümünü coşku ile kutlar,
Sovyet halklarına perestroika yolunda engin başarılar dileriz.
(Ortam gazetesi, 6
Kasım 1989)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder