Bilindiği gibi günümüzde kendi kaderini tayin hakkı, bazen yeni sömürgeci
çevreler veya milliyetçi liderler tarafından ayrılıkçı eğilimleri haklı
göstermek için kullanılıp yorumlanmakta ve kendi durumlarını güçlendirmeleri
amacıyla ortaya atılmaktadır. (bkz. İsmagilova, R.N., Tropikal Afrika’da etnik
sorunlar çözümlenebilir mi? Moskova 1978, s.194) Nitekim Kıbrıs Türk toplumu
lideri Rauf Denktaş, KKTC ilanı ile bir yandan kendisinin 3. Kez Devlet Başkanı
olmasını engelleyen KTFD Anayasasının yerini alacak yeni bir Anayasa yapma
yolunu açarken, öte yandan da 40 kişilik meclise gönderdiği 30 kişilik atanmış
üye ile güçler dengesini ayrılık yanlıları leyhine bozmuştur.
BİRLİĞE GİDEN YOL: NİJERYA ÖRNEĞİ
Bugün Kıbrıs’ta var olan milliyetler sorunu, politik, ekonomik, ideolojik,
anayasal ve halkların sosyal kurtuluş mücadelesi esnasında ortaya çıkan diğer
sorunlardan oluşan büyük bir bütündür. Kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin
1974 sonrası oluşan koşulların yardımıyla, etnik-ulusal temelde ve bir ayrılma
şeklinde gerçekleştirilmiş olması, toplumlararası anlaşmazlığı daha da
keskinleştirmiştir. Gerçi tarihsel deneyim, ayrılıkçılığa karşı mücadelede bu
hakkın reddinin gerekli olmadığını, aksine bu ilkenin tutarlı bir şekilde
öğretilmesini göstermektedir, ama kanımızca Kıbrıs somutunda ayrılma ve
“bağımsız” ayrı bir devletin kurulması aşırı bir tedbir olmuştur.
Toplumlararası görüşmelerde ortaya çıkan
güçlükler, hiç de çözümlenemez sorunlar değildir. Yeter ki karşılıklı iyi niyet
ve uzlaşma isteği olsun.
Kabul etmek gerekir ki, her iki halk topluluğu arasında bir güvensizlik
yaratılmıştır. Ama yeniden dostça ilişkilerin kurulması da olanaksız değildir.
Böylesi durumlarda, uzun süre bir düşmanlık ve karşılıklı güvensizlik ortamında
yaşamış olan halkların, eşitliklerinin formel kabulünden çok, kendi
çıkarlarının daha somut garantilere bağlanmasını istemesi doğaldır. (bkz.
G.B.Staruschenko, Özgürlüğüne kavuşan ülkelerde ulus ve devlet, Moskova 1967,
s.260) Nitekim Afrika ülkelerindeki etnik sorunların çözümünde esas olan
ilkeler, onların anayasalarına yansımıştır. Kıbrıs’ta da bunun böyle olması
gerekecektir.
Örneğin Nijerya’nın ileri gelen bilim ve politika adamlarından Dr. Obafemi
Awolowo, ülkesinin geçirdiği deneyimlere
ve özellikle 1966-70 yıllarının olaylarına dayanarak ve başta Sovyetler Birliği
olmak üzere diğer ülkelerin milliyetler sorununun çözümüne ilişkin
deneyimlerinden yararlanarak Nijerya için mutlaka federal bir anayasa
gerektiğine ve ancak böyle bir anayasanın ülkede var olan çeşitli etnik-ulusal
grupları bir arada tutabileceğine ve etkin bir yönetim altında kalkınmayı da
teşvik edeceğine parmak basmıştı.
Dr.Awolowo’ya göre, artık Nijerya’nın önünde duran ikilem, daha önce olduğu
gibi, ünitarizm ile federalizm arasındaki seçme değil, ama konfederalizm ile
federalizm arasındaki seçme idi. Aynı seçme, bugün Kıbrıs için de geçerli ve
günceldir. Ünitarizm gibi konfederasyon da, Nijerya’daki günün koşullarına
uymamaktaydı. Çünkü konfederasyonda merkezi hükümet, tamamıyle devlet
hükümetlerinin iradesine bağımlı olur.
ACİL HEDEF OLARAK FEDERALİZM
Nijeryalı bilim adamı “Nijerya Anayasası Üzerine Düşünceler” adlı kitabında
(İbadan, 1966), Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere bazı ülkelerdeki devlet
oluşumu deneyimlerini inceleyerek, şu sonuçlara varmıştır: “Bir ülkede tek, iki
veya çok dil konuşuluyorsa ve uzun bir zaman dilimi içerisinde farklı
milliyetlerin oluşmasına yol açan toplumlardan meydana gelmişse, o ülkenin
anayasası federal olmalı ve federasyonu oluşturan birimler, dil ve milliyet
eşitliği temelinde örgütlenmelidir.”
Dr.Awolowo, 1975 Ağustos’unda ülkesindeki askeri rejime sunduğu planda
şöyle diyordu: “Bizim dört hedefimiz,
şimdi şaşmaz bir biçimde ve açıklıkla ortaya çıkmıştır. Federalizm, demokrasi,
iyi liderlik ve sosyalizm. Bu dört hedeften en acil olanı federalizm’dir.”
(Aktaran İsmailova, R.N., Tropikal Afrika’da etnik sorunlar çözümlenebilir mi?,
Moskova 1978, s.128-129)
Görüldüğü gibi Afrika’daki ilerici politikacılar, etnik sorunların, var
olan devlet sınırları içinde çözümlenmesini ve bütün halkların eşitliği
ilkesini savunarak, gerçek ulusal (ülkesel anlamda) birliğin yaratılmasını ana
istem olarak yükseltirken, tutucu güçler de sınırların yeniden çizilmesinde ve
etnik temele dayalı yeni devletlerin oluşmasında ısrar etmektedirler.
KIBRIS’TA DA BİRLİK YOLU FEDERALİZM’DEN GEÇER
Bazı çevreler, Kıbrıs’ta 1974 sonrasında de facto oluşan iki ayrı bölgenin
yeniden birleştirilmesinden söz ederken, iki ayrı devletten hareketle, merkezi
otoritesi zayıf olan federal bir Kıbrıs devletini benimser görünmektedirler.
Oysa İsmet İnönü’nün 8 Eylül 1964 günü TBMM’de belirttiği gibi “Muahede hükmü
dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli
ile münakaşaya başladık” diyen resmi federasyon anlayışı, adanın taksimini
öngören bir konfederasyonla eşanlamlıdır.
Bilindiği üzere konfederasyonda, biraraya gelen birimlerin halkları
arasında ne doğrudan doğruya bir temas vardır, ne de merkezi bir otorite söz
konusudur. Konfederasyonda merkezi otorite, sadece bu temasa izin veren veya
vermeyen bölge hükümetleri aracılığı ile halka ulaşmak durumundadır. Oysa bunun
aksine federasyonda, merkezi hükümet ile
halk arasında dolaysız bir temas vardır. Halk, bölge hükümetlerinin aracılığı
olmadan, hem merkezi hükümetin oluşumuna katılmakta, hem de (merkezi hükümetin
yetki alanları içinde) o yönetime bağlı olmaktadır. (bkz. Dikshitt, Ramesh
Dutta, The political geography of federalism-An inquiry into its origins and
stability, New York 1975, s.3)
Konfederasyonun aksine federasyonda egemenlik bölünmez, federasyonu
oluşturan birimler sadece belli bazı alanlarda özerktirler. Federasyon
oluşturulduğu zaman, eyalet devletleri, anayasal sözleşmenin kendini yetkili
kıldığı konularda kesin söz sahibi olan merkezi hükümetin kararlarına uymak
zorundadırlar (agy, s.3) Federasyonda merkezi ve bölgesel hükümetler arasında
sadece eşgüdüm değil, ayrıca işbirliği yapılması da zorunludur. (agy, s.8) Her
iki tarafın muhalif duyguları arasında bir denge oluşturmak gereklidir. Ama bu
denge öyle oluşturulmalıdır ki birlikten yana olan güçler, ayrılıktan yana olan
güçlere üstün gelmelidir. Wheare’ın dediği gibi (bkz. Federal Government,
London 1963) eğer söz konusu toplumlar kendilerini bağımsız bir hükümete ayak
uydurmaya hazırlamamışlarsa, federal hükümetin ilk ön koşulu sağlanmamış
demektir. Bu çok önemli bir noktadır. Çünkü Riker’in belirttiği gibi (bkz.
Federalism: Origin, Operation, Significance, Boston, 1964, s.11) federalizm,
birlik isteyen ve ondan umutlu olan ulusal liderler ile daha geniş yerel
denetim isteyen bölgesel hükümet yetkilileri arasında olan bir pazarlıktır.
Aslında “gerçek bir federal hükümet, federasyona katılan her devletin ulusal
bağımsızlığının inkârı demektir.” (Bkz. Dicey, A.V., Introduction to the Study
of the Law of Constitution, London, 1889)
FEDERAL HÜKÜMET İÇİN BAZI ÖNKOŞULLAR
Ramesh Dutta Dikshitt, yukarıda alıntıları ile birlikte aktardığımız
kitabında yine Wheare’a atıfta bulunarak, onun “Federal hükümet için bazı
önkoşullar” adlı bölümde (agy) federalizmin kökenlerine ilişkin olarak gerekli
gördüğü ve birlik-ayrılığa ilişkin bazı faktörleri belirginleştirmeye
çalıştığını yazar. Hepsi de ABD, İsviçre, Kanada ve Avustralya’da, ilgili
toplumlar arasında birlik isteğini oluşturmak için uygulanan aşağıdaki
faktörleri Wheare şöyle sıralamaktadır:
1. Ortak savunma ihtiyacı,
2. Bazı dış güçlerden bağımsız olma isteği ve sadece birlik yoluyla
bağımsızlığın kazanılabileceğinin anlaşılmış olması,
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri,
4. Federal birlikten önce, sözkonusu birimlerin belli siyasi hedef birliği,
5. Coğrafi komşuluk ve
6. Siyasal kurumların benzerliği.
Burada vurgulanması gereken nokta, Wheare’ın birlik için gerekli olan
önkoşullar listesine dil, “ırk”, din veya milliyet gibi faktörleri almamış
olmasıdır. Wheare, yukarıdaki 6 önkoşula bir tane daha eklemektedir: “Gerekli
olduğu anlarda liderlik veya devlet adamlığı niteliğini gösterebilme.” (Aktaran
Dikshitt, agy, s.220-221)
BİZDE DURUM
Kıbrıs somutunda söz konusu önkoşulları gözden geçirmekte yarar vardır:
1. Kıbrıs adası üzerinde 400 yıl birarada yaşamış olan Türk ve Rum
toplumlarının ortak savunma ihtiyacı var mıdır? Evet, hem de ülkeyi bölüp, ada
halkının sosyal kurtuluş mücadelesini engellemek isteyen emperyalizme karşı,
Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanı içinden çıkması için özellikle Kıbrıs Türk
liderliğinin tutarlı bir bağlantısızlık politikasını benimsemesi ve uygulaması
kaçınılmazdır.
2. Kıbrıs’ın tam bağımsızlığının birlik yoluyla kazanılacağını kavramış
olan ilerici ve demokrat güçler açısından, emperyalizm ve onun askeri
üslerinden olduğu kadar, “anavatan”lardan da bağımsız olma istemi geçerlidir.
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri, özellikle Kıbrıs Türk
toplumunun emekçi kesimlerinde yaygındır.
4. Federal birlikten önce Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belli siyasi
hedef birliği, belli siyasi partilerin sınıfsal bakış açıları doğrultusunda
halen sözkonusudur. Bu siyasi hedef birliği, demokratik bir ortamda daha da
kristalleşecektir.
5. Coğrafi komşuluk, ikiye bölünmüş küçük bir ada olan Kıbrıs’ta, başka
yerlerdekinden daha uygundur.
6. Siyasi kurumlar açısından benzerlik olmasına karşın, her iki taraftaki
demokratik hayatın olgunluğu açısından farklar vardır. Ancak bu da, herhangi
bir dış karışma olmadan, karşılıklı dayanışma ve özellikle anti-demokratik
unsurların etkisizleştirilmesiyle geliştirilebilir ve hatta etnik-ulusal esasa
göre değil, sınıf temeline dayalı ortak politik örgütlenmelere gidilebilir.
Yedinci önkoşul olarak eklenen “gerekli olduğu anlarda liderlik veya devlet
adamlığı niteliğini gösterebilme”, acil olarak şu günlerde her iki toplumun
lideri olarak Kiprianu ve Denktaş’tan beklenen bir yurtseverlik görevi
olmalıdır.
(Ortam, 20 ve 21 Aralık 1984, İlke dergisi, Şubat 1985, Sayı:82, s.41-44 ve
daha sonra kitap içinde, Ahmet An, Küçük Adada Büyük Oyunlar: Kıbrıs’ta
ayrılıkçılık, federal çözüm ve AB üyeliği, NK Yayınları, İstanbul 2004, s.54-58)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder