18 Aralık 2015 Cuma

KIBRIS’TA BİRLİK YOLU, KONFEDERAL DEĞİL, FEDERAL DEVLETTEN GEÇER


Bilindiği gibi günümüzde kendi kaderini tayin hakkı, bazen yeni sömürgeci çevreler veya milliyetçi liderler tarafından ayrılıkçı eğilimleri haklı göstermek için kullanılıp yorumlanmakta ve kendi durumlarını güçlendirmeleri amacıyla ortaya atılmaktadır. (bkz. İsmagilova, R.N., Tropikal Afrika’da etnik sorunlar çözümlenebilir mi? Moskova 1978, s.194) Nitekim Kıbrıs Türk toplumu lideri Rauf Denktaş, KKTC ilanı ile bir yandan kendisinin 3. Kez Devlet Başkanı olmasını engelleyen KTFD Anayasasının yerini alacak yeni bir Anayasa yapma yolunu açarken, öte yandan da 40 kişilik meclise gönderdiği 30 kişilik atanmış üye ile güçler dengesini ayrılık yanlıları leyhine bozmuştur.

BİRLİĞE GİDEN YOL: NİJERYA ÖRNEĞİ
Bugün Kıbrıs’ta var olan milliyetler sorunu, politik, ekonomik, ideolojik, anayasal ve halkların sosyal kurtuluş mücadelesi esnasında ortaya çıkan diğer sorunlardan oluşan büyük bir bütündür. Kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin 1974 sonrası oluşan koşulların yardımıyla, etnik-ulusal temelde ve bir ayrılma şeklinde gerçekleştirilmiş olması, toplumlararası anlaşmazlığı daha da keskinleştirmiştir. Gerçi tarihsel deneyim, ayrılıkçılığa karşı mücadelede bu hakkın reddinin gerekli olmadığını, aksine bu ilkenin tutarlı bir şekilde öğretilmesini göstermektedir, ama kanımızca Kıbrıs somutunda ayrılma ve “bağımsız” ayrı bir devletin kurulması aşırı bir tedbir olmuştur. Toplumlararası görüşmelerde ortaya  çıkan güçlükler, hiç de çözümlenemez sorunlar değildir. Yeter ki karşılıklı iyi niyet ve uzlaşma isteği olsun.
Kabul etmek gerekir ki, her iki halk topluluğu arasında bir güvensizlik yaratılmıştır. Ama yeniden dostça ilişkilerin kurulması da olanaksız değildir. Böylesi durumlarda, uzun süre bir düşmanlık ve karşılıklı güvensizlik ortamında yaşamış olan halkların, eşitliklerinin formel kabulünden çok, kendi çıkarlarının daha somut garantilere bağlanmasını istemesi doğaldır. (bkz. G.B.Staruschenko, Özgürlüğüne kavuşan ülkelerde ulus ve devlet, Moskova 1967, s.260) Nitekim Afrika ülkelerindeki etnik sorunların çözümünde esas olan ilkeler, onların anayasalarına yansımıştır. Kıbrıs’ta da bunun böyle olması gerekecektir.
Örneğin Nijerya’nın ileri gelen bilim ve politika adamlarından Dr. Obafemi Awolowo, ülkesinin  geçirdiği deneyimlere ve özellikle 1966-70 yıllarının olaylarına dayanarak ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere diğer ülkelerin milliyetler sorununun çözümüne ilişkin deneyimlerinden yararlanarak Nijerya için mutlaka federal bir anayasa gerektiğine ve ancak böyle bir anayasanın ülkede var olan çeşitli etnik-ulusal grupları bir arada tutabileceğine ve etkin bir yönetim altında kalkınmayı da teşvik edeceğine parmak basmıştı.
Dr.Awolowo’ya göre, artık Nijerya’nın önünde duran ikilem, daha önce olduğu gibi, ünitarizm ile federalizm arasındaki seçme değil, ama konfederalizm ile federalizm arasındaki seçme idi. Aynı seçme, bugün Kıbrıs için de geçerli ve günceldir. Ünitarizm gibi konfederasyon da, Nijerya’daki günün koşullarına uymamaktaydı. Çünkü konfederasyonda merkezi hükümet, tamamıyle devlet hükümetlerinin iradesine bağımlı olur.

ACİL HEDEF OLARAK FEDERALİZM
Nijeryalı bilim adamı “Nijerya Anayasası Üzerine Düşünceler” adlı kitabında (İbadan, 1966), Sovyetler Birliği de dahil olmak üzere bazı ülkelerdeki devlet oluşumu deneyimlerini inceleyerek, şu sonuçlara varmıştır: “Bir ülkede tek, iki veya çok dil konuşuluyorsa ve uzun bir zaman dilimi içerisinde farklı milliyetlerin oluşmasına yol açan toplumlardan meydana gelmişse, o ülkenin anayasası federal olmalı ve federasyonu oluşturan birimler, dil ve milliyet eşitliği temelinde örgütlenmelidir.”
Dr.Awolowo, 1975 Ağustos’unda ülkesindeki askeri rejime sunduğu planda şöyle diyordu: “Bizim  dört hedefimiz, şimdi şaşmaz bir biçimde ve açıklıkla ortaya çıkmıştır. Federalizm, demokrasi, iyi liderlik ve sosyalizm. Bu dört hedeften en acil olanı federalizm’dir.” (Aktaran İsmailova, R.N., Tropikal Afrika’da etnik sorunlar çözümlenebilir mi?, Moskova 1978, s.128-129)
Görüldüğü gibi Afrika’daki ilerici politikacılar, etnik sorunların, var olan devlet sınırları içinde çözümlenmesini ve bütün halkların eşitliği ilkesini savunarak, gerçek ulusal (ülkesel anlamda) birliğin yaratılmasını ana istem olarak yükseltirken, tutucu güçler de sınırların yeniden çizilmesinde ve etnik temele dayalı yeni devletlerin oluşmasında  ısrar etmektedirler.

KIBRIS’TA DA BİRLİK YOLU FEDERALİZM’DEN GEÇER
Bazı çevreler, Kıbrıs’ta 1974 sonrasında de facto oluşan iki ayrı bölgenin yeniden birleştirilmesinden söz ederken, iki ayrı devletten hareketle, merkezi otoritesi zayıf olan federal bir Kıbrıs devletini benimser görünmektedirler. Oysa İsmet İnönü’nün 8 Eylül 1964 günü TBMM’de belirttiği gibi “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık” diyen resmi federasyon anlayışı, adanın taksimini öngören bir konfederasyonla eşanlamlıdır.
Bilindiği üzere konfederasyonda, biraraya gelen birimlerin halkları arasında ne doğrudan doğruya bir temas vardır, ne de merkezi bir otorite söz konusudur. Konfederasyonda merkezi otorite, sadece bu temasa izin veren veya vermeyen bölge hükümetleri aracılığı ile halka ulaşmak durumundadır. Oysa bunun aksine federasyonda, merkezi  hükümet ile halk arasında dolaysız bir temas vardır. Halk, bölge hükümetlerinin aracılığı olmadan, hem merkezi hükümetin oluşumuna katılmakta, hem de (merkezi hükümetin yetki alanları içinde) o yönetime bağlı olmaktadır. (bkz. Dikshitt, Ramesh Dutta, The political geography of federalism-An inquiry into its origins and stability, New York 1975, s.3)
Konfederasyonun aksine federasyonda egemenlik bölünmez, federasyonu oluşturan birimler sadece belli bazı alanlarda özerktirler. Federasyon oluşturulduğu zaman, eyalet devletleri, anayasal sözleşmenin kendini yetkili kıldığı konularda kesin söz sahibi olan merkezi hükümetin kararlarına uymak zorundadırlar (agy, s.3) Federasyonda merkezi ve bölgesel hükümetler arasında sadece eşgüdüm değil, ayrıca işbirliği yapılması da zorunludur. (agy, s.8) Her iki tarafın muhalif duyguları arasında bir denge oluşturmak gereklidir. Ama bu denge öyle oluşturulmalıdır ki birlikten yana olan güçler, ayrılıktan yana olan güçlere üstün gelmelidir. Wheare’ın dediği gibi (bkz. Federal Government, London 1963) eğer söz konusu toplumlar kendilerini bağımsız bir hükümete ayak uydurmaya hazırlamamışlarsa, federal hükümetin ilk ön koşulu sağlanmamış demektir. Bu çok önemli bir noktadır. Çünkü Riker’in belirttiği gibi (bkz. Federalism: Origin, Operation, Significance, Boston, 1964, s.11) federalizm, birlik isteyen ve ondan umutlu olan ulusal liderler ile daha geniş yerel denetim isteyen bölgesel hükümet yetkilileri arasında olan bir pazarlıktır. Aslında “gerçek bir federal hükümet, federasyona katılan her devletin ulusal bağımsızlığının inkârı demektir.” (Bkz. Dicey, A.V., Introduction to the Study of the Law of Constitution, London, 1889)

FEDERAL HÜKÜMET İÇİN BAZI ÖNKOŞULLAR
Ramesh Dutta Dikshitt, yukarıda alıntıları ile birlikte aktardığımız kitabında yine Wheare’a atıfta bulunarak, onun “Federal hükümet için bazı önkoşullar” adlı bölümde (agy) federalizmin kökenlerine ilişkin olarak gerekli gördüğü ve birlik-ayrılığa ilişkin bazı faktörleri belirginleştirmeye çalıştığını yazar. Hepsi de ABD, İsviçre, Kanada ve Avustralya’da, ilgili toplumlar arasında birlik isteğini oluşturmak için uygulanan aşağıdaki faktörleri Wheare şöyle sıralamaktadır:
1. Ortak savunma ihtiyacı,
2. Bazı dış güçlerden bağımsız olma isteği ve sadece birlik yoluyla bağımsızlığın kazanılabileceğinin anlaşılmış olması,
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri,
4. Federal birlikten önce, sözkonusu birimlerin belli siyasi hedef birliği,
5. Coğrafi komşuluk ve
6. Siyasal kurumların benzerliği.
Burada vurgulanması gereken nokta, Wheare’ın birlik için gerekli olan önkoşullar listesine dil, “ırk”, din veya milliyet gibi faktörleri almamış olmasıdır. Wheare, yukarıdaki 6 önkoşula bir tane daha eklemektedir: “Gerekli olduğu anlarda liderlik veya devlet adamlığı niteliğini gösterebilme.” (Aktaran Dikshitt, agy, s.220-221)

BİZDE DURUM
Kıbrıs somutunda söz konusu önkoşulları gözden geçirmekte yarar vardır:
1. Kıbrıs adası üzerinde 400 yıl birarada yaşamış olan Türk ve Rum toplumlarının ortak savunma ihtiyacı var mıdır? Evet, hem de ülkeyi bölüp, ada halkının sosyal kurtuluş mücadelesini engellemek isteyen emperyalizme karşı, Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanı içinden çıkması için özellikle Kıbrıs Türk liderliğinin tutarlı bir bağlantısızlık politikasını benimsemesi ve uygulaması kaçınılmazdır.
2. Kıbrıs’ın tam bağımsızlığının birlik yoluyla kazanılacağını kavramış olan ilerici ve demokrat güçler açısından, emperyalizm ve onun askeri üslerinden olduğu kadar, “anavatan”lardan da bağımsız olma istemi geçerlidir.
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri, özellikle Kıbrıs Türk toplumunun emekçi kesimlerinde yaygındır.
4. Federal birlikten önce Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belli siyasi hedef birliği, belli siyasi partilerin sınıfsal bakış açıları doğrultusunda halen sözkonusudur. Bu siyasi hedef birliği, demokratik bir ortamda daha da kristalleşecektir.
5. Coğrafi komşuluk, ikiye bölünmüş küçük bir ada olan Kıbrıs’ta, başka yerlerdekinden daha uygundur.
6. Siyasi kurumlar açısından benzerlik olmasına karşın, her iki taraftaki demokratik hayatın olgunluğu açısından farklar vardır. Ancak bu da, herhangi bir dış karışma olmadan, karşılıklı dayanışma ve özellikle anti-demokratik unsurların etkisizleştirilmesiyle geliştirilebilir ve hatta etnik-ulusal esasa göre değil, sınıf temeline dayalı ortak politik örgütlenmelere gidilebilir.
Yedinci önkoşul olarak eklenen “gerekli olduğu anlarda liderlik veya devlet adamlığı niteliğini gösterebilme”, acil olarak şu günlerde her iki toplumun lideri olarak Kiprianu ve Denktaş’tan beklenen bir yurtseverlik görevi olmalıdır.

(Ortam, 20 ve 21 Aralık 1984, İlke dergisi, Şubat 1985, Sayı:82, s.41-44 ve daha sonra kitap içinde, Ahmet An, Küçük Adada Büyük Oyunlar: Kıbrıs’ta ayrılıkçılık, federal çözüm ve AB üyeliği, NK Yayınları, İstanbul 2004, s.54-58)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder