İlk
kez, BM Barış Gücü’nün 1988 yılı Nobel Barış Ödülü’nü kazanması nedeniyle, 24
Ekim 1988 günü Lefkoşa’daki ara bölgede bulunan Ledra Palace’ta düzenlediği
halka açık toplantıya katıldıktan sonra, Rumlarla temas konusunu daha yoğun bir
biçimde yaşamak ve düşünmek olanağını elde etmiştim. Orada konuştuğum Kıbrıslı
Rum gazeteciler, yazarlar, aydınlar ve politikacıların, Kıbrıs Türk toplumunun
bireylerini yeterince tanımadıklarını ve tanıdıkları kadarıyla bile, yanlış
bilgilere sahip olduklarını gözlemlemiştim.
Aradan
geçen 15 yıla yakın süreli bu toplumlararası temassızlık durumunun, Kıbrıs
sorununun çözümlenmesinde ne gibi olumsuz etkiler yaptığını o gün bir kez daha
anlamıştım. Çünkü 15 yıl boyunca zaman zaman, gerek Kıbrıs’ta, gerekse ada
dışında düzenlenen Kıbrıslılar arası buluşmalar, birer göstermelik dostluk
toplantısı olmaktan öteye geçememiş ve ancak gazete sayfaları arasında yitip
giden, birkaç ortak bildirinin ne tüter, ne kokar havası ile sınırlı kalmıştı.
Oysa ki, özellikle Kıbrıs sorununun barışçı ve demokratik bir şekilde, her iki
halkın yararına çözümlenmesini isteyenlere bu temaslarda büyük görev ve
sorunluluklar düşmektedir.
Toplumlararası
barış ve teması sadece kendilerinin gerçekleştirebileceklerini sanan bazı
siyasal partiler, bu tür toplantılarda sorunun özünü oluşturan konuları
tartışmamakta ve bu konuda, birbirlerini ikna edici ortak düşüncelere
varamamaktadırlar. Kapalı kapılar ardında teslimiyetçi bir politika güden CTP’nin,
Kıbrıs Türk halkının kişiliğine karşı saygı uyandıracak bir ciddi politikayı 15
yıldan fazla bir süredir benimseyememiş ve uygulayamamış olması, temaslarda dar
grupçu tavırlarıyla sadece kendi partisine yakın kişilere olanak tanıması,
buradaki en büyük olumsuzluğu oluşturmaktadır. İlerici Kıbrıslı Rumlarla temas
olanaklarını, Kıbrıs Türk solunun kişilikli bir şekilde temsiliyeti yolunda
kullanmayarak harcayan CYP, “ben yaptım, oldu” zihniyetiyle hareket edip,
yarardan çok zarara yol açmaktadır. Bu tür toplantılara katılanların çoğunun
Kıbrıs sorununun inceliklerini ve herhangi bir yabancı dili yeterince bilmemeleri
işin bir başka yanıdır.
Dünya
Barış Konseyi toplantısına katılmak için 3-5 CTP’liye Barış Komitesi kurdurtup,
dış ülkelere salan, Dünya Demokratik Kadınlar Federasyonu’nun uluslararası
toplantısına katılmak için sadece CTP’li milletvekillerinin kadınlarından
oluşan Yurtsever Kadınlar Birliği (YKB)'ni ortaya sürüp, Moskova’da rezil olan,
Uluslararası Öğrenci Birliği’nin kurultayına Kıbrıs Türk gençlik hareketini ne
derecede temsil ettiği şüpheli olan bir tabela örgütü şeklindeki Devrimci
Gençlik Derneği (DGD)’nden 3-5 CTP militanını gönderen, Dev-İş’in olmayan
Sendikal Gençlik Örgütü adına temsilcilikler oluşturan, “Friends of Cyprus”un
temas toplantılarına yabancı dil bilmeyen ve Londra’dan takviye alan
milletvekillerini davet ettiren, sırf çevre konulu toplantıya katılmak için
“Yeşil Barış” diye uluslararası bir kuruluşun adını taklit ederek, 500 liraya 4
sayfalık bülten çıkaranlar, yine hep aynı grupçu çevreler değil midir?
Kabul
ediyoruz. Bu gibi uluslararası toplantılara katılma tekeli haklı veya haksız
olarak sizlere verilmiş olabilir. Ama Kıbrıs Türk toplumunun ilericileri adına
bu tür grupçu ve partizan tavırlara bir an önce son vermelisiniz. “Birlik,
mücadele, dayanışma” sloganını ağızlarından düşürmeyenlere bunlar hiç de
yakışmamaktadır.
Unutulmamalıdır
ki, eğer Kıbrıslı Rum ilericiler, Kıbrıslı Türklerin de bu adada insan gibi
yaşamaya hakları olduğunu ve en az Rumlar kadar değerli toplum ve düşünce
adamlarına sahip olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklarsa, bu pısırık ve
teslimiyetçi politika güdenler sayesinde değil, onurlu Kıbrıs Türk kişiliğini
onlara kabul ettirecek ilerici Kıbrıslı Türklerin çetin ve zorlu çabalarıyla
sağlanacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder