Dünya Sağlık örgütü ile B.M. Çevre Programı tarafından hazırlanan bir araştırma raporuna göre, dünyamızda kentlerde yaşayan 2 milyardan fazla insan, sağlık açısından kabul edilemez niteliğe sahip bir havayı solumak zorunda kalmaktadır. Birçok ülkede hava kirliliğini azaltma yolunda “önemli ilerlemeler” kaydedilmiş olmasına rağmen, durum özellikle Üçüncü Dünya ülkeleri açısından hâlâ daha büyük bir endişe kaynağı olmaktadır.
Yapılan bilimsel
deneylere göre, bir tek taşıt, bir insanın günlük gereksinimi olan 15 metre küp
havayı yalnızca 10 dakikada insan sağlığı için sakıncalı duruma sokabiliyor.
Motorlu taşıt kaynaklı hava kirliliğinin, toplam kirlilikteki payının yüzde 70’leri
aştığı ve sanılanın tam aksine, ısınma (soba ve kalorifer) kaynaklı hava
kirliliğinden en az iki kat daha fazla kirliliğe neden olduğu, yapılan çeşitli
ölçümlerle belirlenmiştir.
Motorlu
taşıtlarda, yakıt deposunda, karbüratörden, karterden ve eksozdan 100’ü aşkın
havayı kirletici madde çıktığı saptanmıştır. Bunlar arasında hidrokarbonlar,
karbon monoksit, azot oksitler ve kurşun bileşikleri halk sağlığı için
sakıncalıdır. Bilim adamlarının saptamalarına göre, hava kirliliği ile solunum
yolu rahatsızlıkları arasında doğrudan bir ilişki vardır. Hava kirliliği
oranının arttığı yerlerde, özellikle çocuk ve yaşlılarda hastalık belirtileri,
boğaz, adale, gözaltı ağrıları, öksürük ve ateş şikayetiyle ortaya çıkar ve
normalde 4-5 gün içinde geçmesi gereken gripal rahatsızlıklar, havanın
kirliliği nedeniyle çok ağır seyretmektedir.
Girişte sözü
edilen 100 sayfalık araştırma raporunda toplanan bilgiler, 60 ülkede 15 yıl
süreyle sürdürülmüş olan çalışmaları kapsamaktadır. BM Çevre Programı Global
İzleme Sistemi Başkanı Dr. Michael Gwynne’e göre şimdiye kadar yapılmış en
kapsamlı ve en ayrıntılı bilgi dolu bu raporda, üzerinde durulan başlıca hava
kirliliği etkeni sülfür dioksit’tir. İnsanların neden olduğu yıllık sülfür
dioksit yayılımının 180 milyon tona ulaştığı tahmin edilmektedir. Havada asılı
duran parçacıklar (SPM)’in çoğu, toz ve duman olup, bunların da her yıl 100
milyon tondan fazla miktarda insanlar tarafından üretildiği sanılmaktadır.
Dr.
Gwynne’in verdiği bilgilere göre, gelişmekte olan ülkelerde 625 milyon insan “kabul
edilemez sülfür dioksit düzeylerine”, maruz kalmakta olup, bir başka 550
milyonu DSÖ tarafından dayanılabilir kabul
edilen kirlilik düzeyine yakın yerlerde yaşamaktadır. Toz ve duman kirliliği
daha da kötü bir düzeyde olup, kentlerde yaşayan 1.25 milyar insan “kabul
edilemez kirlilik” koşullarında yaşarken, diğer 200 milyonu da “sadece marjinal”
koşullarda yaşamaktadır.
54
kentten toplanan bilgilere göre, 1980-84 yılları arasındaki ölçüm döneminde
yıllık sülfür oksit düzeyi en yüksek olan kent Milano idi. Ayrıca Seul, Rio de
Janeiro ve Paris’de DSÖ’nün öngördüğü ortalama değerlerin üzerinde olan
kentlerdi. Melburn, Tel Aviv, Toronto, Şikago ve
Münih, en düşük ortalaması olan kentler arasındaydı.
Havada
asılı duran parçacıklar açısından Batılı ülkelerde azalma olurken, Polonya’da
önemli artış saptandı. Ölçüm yapılan 41 kentin 18’inde yıllık ortalama, DSÖ
sınırının üzerindeydi. Yeni Delhi, Pekin, Cakarta ve Manila’nın da içinde
bulunduğu listenin başını Kuveyt çekmekteydi. Aşırı ortalama değeri olan tek
batılı kent Şikago idi.
Araştırmada
yer alan azot oksit düzeyi ölçümleri, aralarında Londra, Amsterdam ve Frankfurt’
un da bulunduğu büyük Avrupa kentlerinde yapıldı. Raporda belirtildiğine göre,
birçok Avrupa ülkesinde, ABD ve Japonya’da uygulanan taşıt eksoz gazları için
tehlikeli yayılım değerleri sınırlaması yoktur. Kuzey Amerika ve Avrupa’daki
kent sakinlerinin yüzde 15-20 kadarı, trafiğin en sıkışık olduğu saatlerde,
azot dioksite kısa süreli de olsa maruz kalmakta ve tehlike oranı çok
yükselmektedir. Azot oksit sorunu özel ilgi uyandırmaktadır. Çünkü ozon da
içinde diğer oksidan maddelerin oluşumunda rol oynamaktadır ve azot oksitler
birçok Avrupa ve Kuzey Amerika kentinde artan ozon gazı düzeyinin tedirgin
edici değerlere ulaştığı belirtilmektedir.
Ozon ise bitkilere verdiği zarar dışında, atmosferdeki ısı dengesini de
bozmaktadır.
Diğer bütün
kirletici gazlara oranla, onların toplamından ve kurşundan daha fazla olduğu
sanılan bir diğer madde, karbon monoksittir. Rapora göre, çoğu Batı Avrupa
ülkesinde karbon monoksit yayılımı azalırken, Polonya ve Macaristan’da
artmaktadır. Kurşunsuz petrol kullanımının giderek yaygınlaşması, bu ani
azalmada rol oynamıştır. Bir azalış, ABD’de 1973-75 arasındaki, yılda 147 bin
tondan, 10 yıl sonra yılda 21.100 tona inerek sağlanmıştır. Kandaki karbon monoksit miktarının yüzde 4 olması
halinde başağrısı, yorgunluk oluşmakta, yüzde 10-15 değerinde ise düşünebilme
gücü kaybolmaktadır.
Özellikle
gelişmekte olan ülkelerde taşıt eksozlarından yayılan karbon monoksit ve
kurşun oranı giderek artmaktadır. Endişe uyandıran sorunların başında gelen bu
durumla ilgili olarak önlem alınması gerekmektedir. Bunun maliyet artışına yol
açacağı belirtilmekle beraber kaçınılmazlığı da açıktır.
Ülkemiz
Kıbrıs’ta kamuoyunun aydınlatılması zamanı gelmiştir. Bizim tarafta taşıt
miktarı denetimsiz artarken, Rum tarafında da benzeri sorunlar yaşanmaktadır.
1985’de 124 bin ton olan petrol tüketimi, 1988’de 147 bin tona ulaşmıştır. Rum
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 1984 yılında yaptırdığı ölçümlere göre,
Lefkoşa’nın belli yerlerinde hava içerisindeki kurşun miktarı, uluslararası
kabul edilebilir düzey olan 2.00’yi geçerek, 8.31’e ulaşmıştır. Lefkoşa Rum
Belediyesi’nin geçen yıl yaptığı ölçümlerde de kent merkezindeki caddelerde
kurşun düzeyi çok yüksek bulunmuştur.
Lefkoşa
Rum Ticaret ve Sanayi Odası’nın açıkladığına göre, taşıt eksozlarından
atmosfere her yıl 88 tondan fazla eksoz gazı yayılmaktadır ve düşük kurşun
yüzdesi içeren petrolün Kıbrıs’ta da kullanılması halinde, bu miktar yarı
yarıya azaltılabilecektir. Özellikle çocukların sağlığını beş kat daha fazla
etkileyen kurşun, öğrenme yeteneğini azaltmakta ve konuşmayı geciktirmektedir.
Gelecek nesillerin sağlığını düşünüyorsak, bizim de bu konuda bir an önce önlem
almamız gerekmektedir.
(Ortam gazetesi, 9 Haziran 1989)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder