31 Mayıs 1976 tarihli Kıbrıs Türk Sosyal
Sigortalar Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, “bu yasa dolayısı ile halkın
ve serbest çalışan hekimlerin haklarının korunması için çalışmak” amacıyla
Kıbrıs Türk Serbest Çalışan Hekimler Birliği 9 Ocak 1978 tarihinde
oluşturulmuştu. 24 Mart 1984’de yeniden canlandırılan Birliğin Başkanlığına seçilen Dr. Altan Yavuz, yeni
Yönetim Kurulu adına hazırlayıp, zamanın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Hasan Özbaflı’ya gönderdiği 17 Mayıs 1984 tarihli mektupta, sosyal sigortalı
hastaların sağlık sorunlarının çözümü için şu önerilerde bulunmuştu:
“1.
Sosyal Sigortalar Kurumu, Serbest Çalışan Hekimler Birliği ile yapacakları,
görüşmeler sonunda tesbit edilecek koşullarda, sigortalı hastaların özel
hekimler ve özel kliniklerde de muayene ve tedavilerinin yapılmasına olanak
verecek yasal düzenlemelerin yapılması,
2.
Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Sağlık Kurulunu kendi bünyesinde oluşturması ve bu
sağlık kurulunda serbest çalışan hekimlerin de görev yapması,
3.
Serbest Çalışan Hekimlerin verdikleri reçete, tıbbi rapor ve izinlerin Sosyal
Sigortalar Kurumu tarafından kabul edilmesi.”
Aynı öneriler, 11 Kasım 1985 tarihinde, yeni
Birlik Başkanımız Dr. Mustafa Hami tarafından, zamanın Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Mehmet Altınay’a da iletilmiş, ama hiçbir yanıt alınamamıştı.
22 Mart 1986 günü toplanan Serbest Çalışan
Hekimler Birliği’nin Genel Kurulu, UBP-TKP koalisyon hükümetinin programında da
belirtilmiş olan, sosyal sigortaların özel kesime de açılacağı hususunda,
aradan 8 ay geçmesine rağmen hiçbir şey yapılmadığından şikayetle, Sağlık ve
Sosyal Yardım Bakanı Dr. Mustafa Erbilen’e ilettiği yazıh çağrıda su soruna da
parmak basmıştı:
“Kamu
görevlisi olup da dışarıda özel klinik çalıştıran hekimlerle ilgili olarak
alınan ve bu kliniklerin 30 Kasım 1985’den itibaren kapatılacağına ilişkin
hükümet kararı, henüz yerine getirilmemiştir. Bu konuda gerek hükümeti, gerekse
Sağlık Bakanlığını daha ciddi ve kararlı olmaya, koalisyon protokolunda yazılı
olan tam-gün ilkesini uygalamaya çağırırız.”
“Tam-gün” çalışma
ilkesini benimseyecek bir “Tabiblik Hizmetleri Yasası”nın hazırlanmasına karşı
çıkan kamu görevlisi hekimlerin kuruluşu olan Tıp-İş’in 7 Ekim 1985’de başlattığı
grev eylemi, 16 Ekim 1985’de “tam-gün konusu ertelenecek, hükümet yeni yasa
yapacak” vaadiyle sona erdirilmişti! Böylece, bakanlık tarafından yayımlanan “30
Eylül 1985’e kadar muayenehane ve klinikler kapatılsın, tam-gün uygulanacak”
genelgesi geri alınıyor ve sürenin 30 Kasım’a kadar uzatılmış olmasına rağmen,
serbest çalışan hekimlerin zararına ve yasalara aykırı olarak sürdürülen çarpık
yapı korunuyordu.
Kamu görevlisi olup da dışarıda özel klinik
çalıştıran hekimlerle ilgili olarak alınan ve bu kliniklerin 30 Kasım 1985’den itibaren kapatılacağına ilişkin hükümet kararı henüz yerine getirilmemiştir.
Devlet Başkanı Rauf Denktaş, bu tartışmada Sağlık
Bakanlığına karşı ve Tıp-İş’in yanında yer almış, 20 Şubat 1986’da Tıp-İş’le
görüştükten sonra verdiği bir demeçte, tarafların iyi niyetle davranarak
ihtilafın kökünden çözümlenmesi ümidini dile getirmişti.
Aradan geçen süre içinde, Tıp-İş’in “Tabiblik
Hizmetleri, Kamu Görevlileri Yasası içinde yürütülemez, ayrı yasa yapılmalıdır”
şeklindeki talepleri hayata geçirilememiş ve sağlık hizmetlerindeki
sistemsizlik nedeniyle, sadece özel kesimde çalışan hekimlerin uğradıkları
haksızlık ve ayrımcılık, hem kamuda, hem özelde çalışan hekimler lehine
sürdürülmüştür.
Sosyal Sigortalıların, devlet sağlık hizmetleri
yanında özel kesimden de sağlık hizmeti almalarına ilişkin talepler ise, 1990
Genel Seçimlerinden sonra, zamanın Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Ertuğrul
Hasipoğlu tarafından verilen bir sözle yeniden güncelleştirildi:
“1
Ocak 1991’den itibaren sosyal sigortalı olan hastalar, dilediği doktora
giderek, muayene olabilecek ve ilaçlarını piyasadaki eczanelerden alabilecek.”
(Kıbrıs, 20 Ağustos 1990)
“Tabiblik Hizmetleri Yasasını da çıkarmaya soyunan
yeni Bakan, gerçekleştirmezsem
istifa ederim” diyecek kadar, büyük konuşacaktı. Ama görevinin bittiği 1993
yılı sonuna kadar ne yasayı çıkarabilecek, ne de sosyal sigortalılara verdiği
sözü yerine getirebilecekti.
12 Temmuz 1990 günü Serbest Çalışan Hekimler
Birliği ile ilk toplantısını yapan Dr. Hasipoğlu, “Yasa, Ekim 1990’a kadar
çıkacaktır” demesine rağmen, 1 Ocak 1991’de hiçbir uygulama emaresi yoktu.
Ağustos 1992’de bazı ilerlemeler oldu. Sosyal
sigortalı hastaların özel hekimler tarafmdan yazılan röntgen ve laboratuvar tetkikleri,
2 Ağustos’tan itibaren devlet hastanelerinde ücretsiz olarak
yaptırılabilecekti. Ama bu uygulamanın nasıl bir sonuç verdiğine ilişkin
herhangi bir döküm yayımlanmamıştır. Sosyal Sigortalar Yönetim Kurulu, aynı ay
içinde aldığı bir kararla, “serbest hekimlik ve serbest eczacılık sistemine
geçişe katkı sağlamak” amacıyla, 1 Temmuz 1992 tarihinden itibaren sosyal
sigorta primlerine %3’lük bir artış getirdi. (Kıbrıs, 10 Ağustos 1992)
“Gerekli hazırlıklar yapıldıktan sonra, 1993’ün
ilk üç ayı içinde sosyal sigortalar özele açılacak” (Halkın Sesi, 27 Aralık
1992) sözü ardından, 1993’ün Ocak ve Şubat ayları içinde Serbest Çalışan
Hekimler Birliği’nin Sosyal Sigorta Müdürlüğü ve Bakanlıkla yaptığı görüşmeler,
Tıp-İş’i tekrar harekete geçirdi ve her zaman olduğu gibi, “Tabiblik Hizmetleri
Yasası’nın çılarılması konusu ardına saklanılarak, 24 Şubat 1993 günü grev başlattı.
Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Hasipoğlu’nun grevin
ilk günü “Sigorta işini rafa kaldıralım, grev yapmayın” demiş olmasına rağmen,
greve devam edildi. Kamu görevlisi hekimler dışında kalan sağlık çalışanlarının
verilmemiş haklarını ön plana çıkaran sendika yetkilileri, aslında “devlet
hekimlerine de kendi özel kliniklerinde sosyal sigortalı hastalara bakma
hakkının kendilerine verilmesini” talep ediyorlardı. (Kıbrıs, 9 Mart 1993)
18 Mart 1993’de Tıp-İş ile bakanlık arasında bit
protokol imzalanarak, greve son verilmiş, ama daha sonra sağlık çalışanlarına
bazı haklar verilmiş olmasına rağmen, hekimlerin çalışma koşullarını
düzenleyecek olan “Tabiblik Hizmetleri Yasası” bir başka bahara kalmıştı.
Sağlık ve Çalışma Bakanı Dr. Hasipoğlu, yaklaşık üç buçuk yıllık
görevinden ayrılırken varılan aşamayı şöyle özetlemişti:
“Sosyal
sigortaların özel hekim ve eczanelere de açılması Sosyal Sigortalar Dairesi
İdare Medisi’nce uygun görülmüş ve bu yönde gerekli işlemler başlatılmıştır...
Sağlık Hizmetleri Yasası ile küçük bir gruba çıkar sağlanması hiçbir zaman
düşünülmemiş, Tıp-İş’in yapmış olduğu ve Kuzey Kıbrıs’taki tüm barem ve ücret
sistemini tamamen alt-üst edecek öneriler yüzünden tasarıya son şekli
verilememiş ve haliyle Cumhuriyet Meclisi’ne sunulamamıştır. Ne yazık ki
Bakanlığımızın bu yöndeki iyi niyetli girişimleri de istenilen sonucu
verememiştir. 1980 yılından beri bu ülkede “Sağlık Yasası” tartışılır ve çıkmaz.
Neden? Çünkü sizler gibi, kuruluşları eline geçirmiş ve siyasi kanaatlerinizle,
şahsi çıkarlarınızı öne çıkaran 5-10 kişi hep bunu engellemiştir. Benim hatam,
sizlere güvenmek ve niyetlerinizi geç farketmektir... Sağlık personelinin büyük
bölümüne iaşe ve ibate, kirlilik tahsisatı verilmesini öngören yasal
düzenlemeler, Tıp-İş’in muhalefetine rağmen hazırlanmış ve 3.9.93 tarihinde
uygulanmaya konmuştur. On-call (icapçı) ödeneği verilmesi amacıyla hazırlanan
Tüzük ise, Bakanlar Kurulunun gündemindedir. Onu da engelleyen yeni Yönetim
Kurulunuzdur.” (Kıbrıs, 1 Ocak 1994, Tıp-İş’e Açık Mektup)
Dr. Hasipoğlu ile Serbest Çalışan Hekimler Birliği
olarak yaptığımız bir görüşmede, sosyal sigortaların özele açılması konusunda
greve kadar varan bir direniş gösteren Tıp-İş’in tavrı karşısında bakanlığın
taktik olarak sorunları parça parça çözümleme yöntemini benimsediği bize söylenmişti.
O nedenle, kamu görevlisi olarak kendilerinin dışarıda özel hasta bakmalarına
yasaların uygun olmamasından hareketle, karmu hekimlerinin kesinlikle dışarıda
sigortalı hasta göremiyecekieri, bizzat Dr. Hasipoğlu tarafından dile
getirilmiş ve sırf sosyal sigortaların özele açılması işlemi yürürlüğe girsin
diye, bu işe doktorlardan değil de eczanelerden başlanmasının uygun görüldüğü
söylenmişti.
1994 yılı başında göreve başlayan DP-CTP
Koalisyon Hükümeti’nin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Özkan Murat, 21 Mart
1993 günü yaptığı bir açıklamada, Sigortalar’ın Mayıs ayı sonuna kadar özele açılacağını
ve ilk etapta özel eczanelerden başlanacağını ve bunu daha sonra özel
hekimlerin izleyeceğini duyurdu. Haberi veren Kıbrıs gazetesi “Sigortalar 1
yıllık rötarla özele açılıyor” manşetini kullanmıştı. (22 Mart 1994)
Yeni bakan da Tıp-İş’in serbest çalışan hekimler
aleyhine yürütmekte olduğu. çalışmalardan haberdardı. Nitekim Kıbrıs gazetesine
yaptığı bir açıklamada şöyle konuştu:
“Sistemde
bir tıkanma yok... Ancak kamu kesiminde çalışan hekimlerden itirazlar var.
Sisteme karşıdırlar. Sağlık Bakanlığı’na bazı talepleri oldu. Kamu hekimleri,
Sağlık Yasası’nın bir an önce çıkarılarak sistemde yer almak istiyor. Ancak bu
şu anda mümkün değil. Biz özele açılırken, kamu
hekimleri dışındaki hekimlerle sisteme başlamak zorundayız. Sağlık Yasası
çıktıktan sonra, kamu kesimi hekimlerinin de sistemden yararlanması söz konusu
olabilir. Sistemden öncelikle eczacılar, 3 ay sonra özel hekimler ve daha sonra
da diş hekimleri yararlanacaktır.” (20 Şubat 1994)
Bilindiği gibi Sosyal Sigortalılar Yasası’nın
çıktığı 1976 yılından beri, sigortalı hastalar sadece
devlet sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir. Ve kamu görevlisi hekimler,
bu hastalara verdikleri hizmetin karşılığını, halen tam-gün çalışırmış gibi %40
ek tahsisat ve aylık maaş olarak almaktadırlar. Her türlü sosyal hak, hayat
pahalılığı, yıllık izin, devlet güvencesi gibi haklara sahip olan kamu
hekimleri, dışarıda da yasadışı olarak özel klinik ve muayenehane
çalıştırabilmekte ve ilgili Bakanlıklar buna göz yummaktadırlar. Yani devletin
mali gücünün, kamu hekimlerinin istediği maaşı veremeyecek durumda olduğu
gerekçesiyle, onların “dışarıdan ek kazanç” sağlamalarına göz yumulmaktadır. Bu
durum öğretmen, mühendis ve benzeri meslekler için de söz konusu olmakla
beraber, giderek artan ekonomik sorunlar ve geçim sıkıntısı, serbest çalışan
hekimlerin işyerlerinden asgari geçimlerini yürütecek kadar gelir sağlamalarına
engel olmaktadır.
Kamu çalışanlarına kıyasla, sosyal hakları çok kısıtlı ve devlet
güvencesinden mahrum olan serbest çalışan hekimlerin adil olmayan yürürlükteki
sağlık hizmetlerinden şikayetçi olmaları doğal karşılanmalıdır. İşte bu
nedenledir ki, yıllardır sürdürülen mücadele sonucu, sosyal sigortalı hastalara
özel kesimden de hizmet verme ve özel hekimlik kesimini çökmekten kurtarma
gündemdeki önemini korumaktadır.
Ama ne yazık ki, kamu kesiminde çalışan hekimleri temsil eden Tıp-İş
Sendikası, Dr. Hasipoğlu’nun dediği gibi, “Nalıncı
keseri gibi hep kendinize yontmayın, mevcudiyetinizin nedeninin hastalar
olduğunu unutmayın” uyarısına hiç aldırış etmemekte ve bir taraftan kamu
görevlisi hekimlerin görev ve sorumluluklarını düzenleyecek olan “Tabiblik
Hizmetleri Yasası”nın çıkmasına engel olup, konuyu maaş baremi bazına
indirgerken,öte yanda da serbest çalışan hekimlerin aleyhine olan bugünkü “Hem
içerde, hem dışarıda hasta bakma” uygulamasının devamı için elinden geleni
ardına koymamaktadır.
Son olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar
Dairesi yetkilileri tarafından yapılan bir açıklamada, 7 Haziran 1994’den itibaren,
primlerini yatıran sosyal sigortalıların, reçetelerini özel eczanelerde
yaptırabilecekleri duyuruldu. Uygulamanın bu ilk adımı ardından sigortalıların,
serbest çalışan doktorlar ile laboratuvar hizmetlerinden yararlanması
uygulamasının başlayacağı açıklandı. Bakanlık müsteşarı H. Sarıca iki konuda da
çalışmaların devam ettiğini ve çok kısa bir süre sonra sonuç alacaklarına inandığını
söyledi. (Kıbrıs, 4 Haziran 1994)
Bu haberin hemen ardından Tıp-İş’in yine grev dahil bir dizi eyleme
hazırlandığı basına manşet oldu:
“Sağlık servislerinde greve
doğru. Sağlık Yasası’nın bir türlü çıkarılamaması ve hastanelerdeki acil servis
sorunları nedeniyle, doktorlar eyleme hazırlanıyor.”(Kıbns, 9 Haziran 1994)
Sağlık Bakanlığı’nın da tutarlı ve kararlı davranmadığı yine basına
yansıyan haberlerden anlaşılmaktadır:
“13 Mayıs 1994 tarihli ve
Sağlık Bakanı Ergin Abdullah İlktaç’ın imzasını taşıyan bir genelgeden huzursuz
olan sağlık merkezi hekimleri, “Bu genelge hastanelerdeki hekimlerin hafta
sonları kendi kliniklerinde çalışmasına imkan yaratırken, bizim yollarda
bellerde perişan olmamıza yol açıyor” dediler... Hastane hekimleri yerine,
hafta sonları hastanelerin acil servislerinde nöbet tutmaları istenen sağlık merkezi
hekimleri, bu genelgeyi “sürgün” genelgesi olarak nitelendiriyor.” (Kıbrıs, 8
Haziran 1994)
DP- CTP Koalisyon Hükümeti’nin CTP’li olan iki bakanının birbirleriyle
çelişen görüşleri ise dikkat çekiyor. Sağlık Bakanı İlktaç, ülkede çok büyük miktarlarda
ilaç israfı ve savurganlığı bulunduğunu belirterek, ilaç kullanımının daha
bilinçli hale getirilmesi gerektiğini söylerken (Kıbrıs, 31 Mart 1994), Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı Murat ise, sosyal sigortaların özele açılması
işleminin eczanelerden başlatılmasını kararlaştırıyor. Kaldı ki gerek
K.T.Tabibler Birliği, gerekse Serbest Çalışan Hekimler Birliği yıllardır
reçetesiz ilaç satılmasının durdurulması için mücadele etmekte, ama Bakanlık
yetkilileri konuya gereken önemi vermemektedir.
Öte yandan K.T.Eczacılar Birliği, konuyla ilgili olarak görüş belirten İşadamları
Derneği’nin “reçete ile satılıp satılmayacak olan ilaçlar sınıflandırılsın”
şeklindeki açıklamasına şu cevabı verebilmiştir:
“Sosyal Sigortalar Dairesi’nin
özel hekimlere ve eczanelere açılmadan “ilaca reçete” getirilmesine karşı
olduğumuzu yineleriz.” (Kıbrıs, 13 Ekim 1993)
Ülkemizdeki ilaç israfı ve özellikle devlet sağlık hizmetlerindeki durum
üzerinde ayrıca durmak gerekmektedir. Yataklı Tedavi Kurumları Dairesi’nin 1992
yılına ait faaliyet raporunda belirtildiğine göre, 1992 yılı içinde devlete ait
5 hastaneye 189,320 poliklinik hastası, 13,874 yatılı hasta, 92,942 ilkyardım
hastası ve 28,443 diş hastası başvurarak tedavi görmüştür. Bu hastalar için
toplam 152,083 adet reçete yazılmış ve 346,447 adet ilaç verilmiştir. (s.4)
Demek ki hastaların yarısı sosyal sigortalıdır. Parasız sağlık hizmeti alan
diğer kişilerin dökümü ise şöyle verilmektedir: Memur 19,423 kişi (%35), asker
7,381 kişi (%13), sivil 1,181 kişi (%2) ve personel 684 kişi (%1). Ne yazık ki
bütün devlet hastaneleri ve sağlık ocaklarını kapsayan ve güvenilir istatistiki
bilgiler elde bulunmamaktadır.
Sosyal sigortalı kişilerle ilgili sınıflandırılmış bilgiler, ilginçtir,
Sosyal Sigortalar Dairesi’nin elinde bile bulunmamaktadır. Bize söylenen, Daire’nin
kurulduğu 1977’den beri 104 bin sigortalının bulunduğu ve prim ödeyenlerin
sayısının 32 ile 22 bin arasında değiştiğidir! (24.3.1994 tarihli görüşme)
1994 yılı için aktif (prim ödeyen) sigortalı sayısı 32 bin olarak tahmin
edilirken, bunların sağlık yardımı alan yakınlarının sayısı 44,500 olarak
verilmektedir. 1994 yılı içinde 61 milyar 28 milyon TL sigorta primi
toplanacağı ve bunun 30 milyar 882 milyonunun harcanacağı öngörülmüştur. Bu
harcamanın 9 milyar 238 milyonu daire çalışanlarının maaşı olarak ayrılmıştır.
Yani sosyal sigortalılar ve yakınları için 1994 yılı içinde hastalık sigortası
gideri olarak yaklaşık22 milyar TL harcanacaktır. Geriye kalan 30 milyar 146 milyon’luk
para, fazlalık, yani kâr olarak gösterilmektedir!
Bu durumda, sosyal sigortalı hastaların varlık içinde yokluk çekmekte olduğu
ortaya çıkmaktadır. Plansız, programsız, herhangi bir bilimsel projelendirmeden
yoksun ve gelişigüzel çalışmakta olan Sosyal Sigortalar Dairesi’nin içler acısı
bu durumuna bir an önce bir çare bulunması kaçınılmazdır.
Öte yandan devletin, Sosyal Sigortalar Dairesi’ne 1977 yılından bu yana
olan birikmiş prim borcu miktarı 151 milyar TL’yi aşmış durumdadır. Bugünkü
değerler üzerinden bunun 800 milyar TL’yi bulan bir meblağa ulaştığı
hesaplanmıştır. (Birlik, 23 Mart 1994) Daire özel kesimden ise 23 milyar TL
alacaklıdır.
Özerk bir kuruluş olması gereken Sosyal Sigortalar Dairesi’ni denetimi
altında tutan bakanlık ve hükümetler, Daire’ye
olan prim borçlarını zamanında yatırıp, kayıpları önlemezken, daire de sadece
Devlet Sağlık Kurumlarından sağlık hizmeti alarak, sigortalı çalışanların
zararına ve tatmin edici olmayan bir hizmet sunmaktadır.
1990 yılı içerisinde Sağhk Bakanlığı’nın Daire’den talep ettiği sağlık
hizmetleri karşılığı olan meblağ, sadece 1 milyar 513 milyon TL idi. (Sağlık
Bakanlığı’nın 1990 yılı Faaliyet Raporu, s.5) 1992 yılına ait raporda bu
konuyla ilgili herhangi bir bilgi verilmemektedir. Ama 19 Ocak 1993 tarihinde
Sosyal Sigorta Dairesi yetkilileriyle yaptığımız görüşmede bize söylenen, 1993
yılı içinde devlete ilaç ve tedavi gideri olarak yaklaşık 8 milyar 400 milyon
TL’nin ödeneceğiydi.
Bu rakamın sağlıklı olup olmadığı hakkında kuşkularımız vardır. Çünkü Daire’nin “1993 yılı tahmini masraf listesi”nde şu kalemler
yer almaktadır: 31.400 aktif sigortalı için 1.3 milyar hastalık sigortası gideri, 1.1
milyar ilaç gideri, toplam 2.5 milyar TL. sigortalıların eş ve çocukları
kaleminde 2.4 milyar TL hastalık için, 386 milyon TL ilaç için, toplam 2.8
milyar TL de 44 bin sigortalı yakınları için harcanması öngörülmüştür. Özetle 75.400
kişi için 1.5 milyarı ilaç
olmak üzere toplam 5.3 milyar TL harcanacaktır. Masrafı 8.8 milyara çıkaran, bu
rakama eklenmiş olan ve Malüllük, yaşlılık ve ölüm aylığı almakta olan 43 bin
kişi için ödenen 2.7 milyarlık hastalık ve 717 milyonluk ilaç harcaması olmak
üzere 3.4 milyar tutan meblağdır.
Bu harcamalara ek olarak 2 milyar TL yurtdışı tedavi, 3.5 milyar geçici iş
görememe ödeneği ve 1 milyar da diğer giderler (protez, araç gereç vb)
konduğunda, 30.8 milyarlık 1994 yılı tahmini giderlerin toplamına ulaşır.
Sosyal sigortalı hastaya ve yakınlarına, devlet yanında özel kesimden de
sağlık hizmeti sunulacağı gerekçesiyle, 1 Temmuz 1992’den beri %3 yerine %6 olarak
toplanan hastalık sigortası prim oranlarının iki yıla yakın süre içinde ne
kadar tuttuğu ise açıklanmamıştır. Kaldı ki 1994 yılı için öngörülen 30 milyar
TL’lik prim fazlasının, sosyal sigortalı çalışanlara vergi iadesi gibi geri
ödenmesi, ne düşünülmekte, ne de talep edilmektedir.
Vatandaş yasal zorunluluk olarak sigorta primini Daire’ye yatırıyor, ama
bunun karşılığında alması gereken hizmetleri gerektiği şekilde alamıyor.
Nitekim bü konudaki çarpıklığa dikkati çeken Türk-Sen’e bağlı 450 üyeli Turizm
Emekçileri Sendikası (TES) Başkanı Bayram Karaman şöyle konuşmuştur:
“Çalışanın birikimlerinin
toplandığı Sosyal Sigortalar’da büviik bir sömürü yaşanmaktadır. Devlet,
Sigortalara yıllardır yüzde 4’lük katkısını yerine getirmiyor ve borcu 167
milyara ulaştı. Ancak bu gerçek rakam değildir. Devlet borcuna sadık kalmış
olsaydı bu rakam bugünkü koşullarda 500 milyara ulaşacaktı. Dolayısıyla
Sigortalar Fonu’nun faizleriyle birlikte 500 milyar TL parası olacaktı. Bu bir
sömürü ve soygundur. Bu fonun hiçbir devlet garantisi de yoktur. Aynı sorun İhtiyat Sandığı’nda da yaşanmaktadır.” (Kıbrıs, 10 Şubat 1994)
Kıbrıs gazetesi muhabiri “Sigortalı üvey evlat mıdır?” başlıklı haberinde
bize şu bilgileri vermektedir:
“Ülkemizde 32 bini Sosyal
Sigortalar Dairesi’ne prirn yatıran yaklaşık 60 bin özel sektör çalışanı,
devlet güvencesi altında bulunan 12 bin 500 civanndaki kamu görevlisinin hak ve
menfaatlerinden yararlanamıyoı.” (agy)
Görüldüğü gibi, kamu görevlisi hekimler de dahil olmak üzere, devlet
çalışanları her türlü sosyal güvence, maaş ve ücretler açısından ayrıcalıklı
bir konumda iken, özel kesim çalışanları, serbest çalışan hekimler de içinde
üvey evlat muamelesi görmekte ve kendi yağıyla kendi ciğerini kavurma durumuyla
başbaşa kalmaktadır. Özel kesimde büyük sağlık kuruluşlarının kurulamamış
olmasının en büyük nedeni de, devletin böylesi yatırımları rasyonel kılabilecek
hiçbir kolaylığı sağlamamış olmasıdır.
Gizli işsizlik içinde olan bir çok serbest çalışan hekimin muayenehanelerinin
kapanmasını engelleyecek ve onların adadan
göçüne çare olabilecek olan, sosyal sigortalı hastaların, özel hekimlerden de
hizmet alabilmesi uygulaması, devlet sağlık hizmetlerinin yeniden örgütlenmesi
çerçevesinde birlikte ele alınırsa, yararlı sonuçlar getirebilecektir. Fakat bu
amaca ulaşma doğrultusunda, ne Sağlık Bakanlıği’nın, ne de Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nın herhangi bir bilimsel araştırma veya proje çalışması
bulunmamaktadır. Başka ülkelerdeki uygulamalardan örnekler vererek, yıllardır
yaptığımız uyarılara kulak tıkanmakta ve “Ben yaparım, olur” düz mantığıyla
hareket edilmektedir.
Sosyal sigortalılar özel kesimden de
sağlık hizmeti almaya başlıyor, ama ortaya çıkacak olan sorunlara nasıl çözüm
bulunacağını kimse bilmemektedir. Uzman insana ve bilgiye yatırım yapmadan,
siyasal kazanç sağlamaya dönük kararlarla nereye kadar gidilebileceğini
birlikte yaşayıp, göreceğiz.
6 Haziran 1994 günü Sosyal Sigortalar Dairesi’ne giderek, sigortalılar için
kullanılacak reçeteleri alırken, dikkatimi çeken ilk aksaklıklar şöyleydi:
Reçete yazılırken doktorların nelere dikkat etmesi gerektiğine ilişkin herhangi
bir bilgi broşürü hazırlanmamıştı. Reçeteyi yazacak hekimle ilgili bilgiler
verecek kaşeler hazırlanmamıştı. Reçeteyi alan hekime imza attırılmıyordu. En
önemli husus da milletvekili, yani kamu görevlisi olan hekimlere üstten gelen
emirle reçete blokları verilmişti!.. Hele uygulama daha da ilerlesin, o zaman
tekrar kaleme sarılacağız. Şimdilik bu kadar. (10 Haziran 1994)
(Hekimce dergisi, Sayı:4,
Temmuz-Ağustos-Eylül 1994)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder