SOZ
HAKKI SİZİN
4 yıl önce kurulan Kıbrıs Türk İktisatçılar Derneği’nin yayın organı olan
“Ekonomik Forum-Araştırma, Yorum ve Haberler” dergisinin Temmuz 1989 tarihli
ilk sayısı yayınlanmış bulunuyor. Yazı Kurulu tarafından kaleme alman “Yayın
Hayatına Başlarken” başlıklı yazıda şöyle denmektedir.
“Artan çalışmaların kalıcı ve toplu halde üye, vatandaş ve öteki
ilgililere sunulması ve kaynak olarak kullanılabilmesi için Derneğin yayına
başlaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ayrıca üye ve vatandaşların bu konuda
artan istekleri de bu yöndeki çalışmaları hızlandırmıştır.”
Dergi üzerinde yayın süresinin aylık mı, 3-4 aylık mı olduğu
belirtilmemekle beraber içerik yönünden geliştirilmeye muhtaç olduğu açık. Bize
göre, derginin en başarılı makalesi, Dernek Başkanı Erdoğan Erdem tarafından
kaleme alman “Gelişmesiz büyüme” başlıklı olanıdır. Dergide yer alan diğer
makalelerin çoğu, resmi devlet politikasını desteklemek, ya da onun sağlıksız
ekonomik verilerini yorumsuz olarak aktarmayı amaçladığından, bu yazılara
burada pek değinilmeyecektir.
Bu konuda Kıbrıs Türk İktisatçılar Derneği Başkanı şu yakınmada
bulunmaktadır: “Politikacılara karışmayız, ama rakamları veya göstergeleri ters
yüz etmeyi beceri sayan bazı kimseler, ekonomi ilminin “itibar kaybına” yol
açıyorlar.”
İşbu nedenle, Erdoğan Erdem, “KKTC’nin ekonomik durumunu” oturduğumuz
sandalyeye göre değil, daha objektif olarak tartışabilir ve değerlendirebiliriz.
Gerçekten KKTC’de olan nedir? Büyüme mi? Gelişmesiz büyüme mi? Ve niçin?
Bunları tartışmak için inziva’dan çıkıverelim” diye yazmaktadır.
Anladığımız kadarıyla, inzivadan çıkabilme cesaretini Kıbrıs Türk burjuvazisinin
devletine bağımlı olan “kamu görevlisi” iktisatçılarımız henüz
gösterememişlerdir. Çünkü çıkmaz yolda seyreden bir ekonominin verileri, ne
kadar süslenirse süslensin uygulamadaki gerçekler gizlenememektedir. Kaldı ki, “KKTC’de
gelir dağılımı ile ilgili bilimsel bir çalışmanın varlığından haberdar değiliz.”
(s.6) Sözkonusu olan öyle bir ekonomik yapıdır ki, Özalp Sarıca’nın deyimiyle “Tasarruf
hesapları gelirlerinin vergilendirilmemeleri ve para transferlerinin serbestçe
yapılabilmesi, ekonomide devamlı kanayan, kan kaybına sebep olan büyük bir
yara halini almıştır. KKTC’nin sosyal ve ekonomik kalkınmasında kullanılması
gereken parasal fonlar, tümüyle yabancı ülkelerin emrine verilmektedir. Keza,
paranın makro ekonominin yönetilmesi, yönlendirilmesi ve kontrol edilmemesi
yılda gsmh’nın %40-60’ı arasında gelir sağlayan “yeraltı ekonomisinin” (Shadow economy)
oluşmasına sebep olmuştur. Yeraltı ekonomisinin
ekonomik faaliyetleri denetimsizdir ve sağlanan kazançlar beyan
edilmemektedir. Bu nedenle, yıllık bütçe devamlı ve her yıl artan oranda açık
vermektedir. Enflasyon ise adaletli gelir dağılımını alt-üst ederek, ekonomide
büyük sosyal ve ekonomik dengesizliklere sebep olmuştur. KKTC ekonomisinin
dalgalanmaya ve sahipsizliğe terkedilerek denetlenemesi, ekonomide
dengesizliklere yol açmış ve neticede yatırımcı müteşebbisler uzun vadeli
yatırım kredilerinden, ekonomi ise kısa vadeli kredilerden mahrum edilmiştir.
Halbuki, oluşan uzun vadeli fonlar, üretim kapasitesi yaratacak yatırımlara,
kısa vadeli fonlar ise, ekonominin kısa vadeli kredi ihtiyaçlarının
finansmanında kullanılabilirdi.” (s.14)
Ne var ki Özalp Sarıca’nın doğru çözümlemelerden sonra önerdiği “Kuzey
Kıbrıs Türk Lirası’nın şimdi tedavüle çıkarılması” görüşüne katılmak olası
değildir. Çünkü bu ayrılıkçı temel üzerinde ekonomik politikalar üretmek, Kıbrıs
Türk toplumunun ekonomik hayatını daha da çıkmaza sürükler. Toplumumuzun
ekonomik varlığını federal ve birleşik Kıbrıs ekonomisinin dışında düşünmek,
onu yeraltı ekonomisine mahkum etmek demektir. Ayrı bir ekonomik yapının sürdürülmesinde
yarar gören ticaret burjuvazisinin belirli çevreleri, adanın politik ve
ekonomik yönden bütünleştirilmesine karşı çıkarken, hem kendi sınıfsal
çıkarlarını, hem de emperyalizmin bölgemizdeki stratejik çıkarlarını
savunmaktadırlar. Oysa ki geniş emekçi kesimlerin sınıfsal çıkarı, birleşik bir
ekonomik yapı içinde Kıbrıs Türklerinin yerini almasındadır. Bu, bölge
barışının da yararına olacaktır.
“Ekonomik
ve siyasal nedenlerle KKTC’nin 1988 yılında 167.256 olan nüfusu daha da
artmalıdır” diye öneri getiren Cemal Varoğlu (s.17), önce bir iktisatçı olarak
kalifiye eleman sıkıntısınıın nereden kaynaklandığını araştırmalıdır. Şakir
Alemdar ile görüşen Konfeksiyoncular Derneği Başkanı Aytekin Alpal, bakın
tecrübesini nasıl dile getirilmektedir:
“Eğitim
sistemimizde teknik eğitim ağırlığının artmasını, ekonominin artan bir ihtiyacı
olarak görüyorum. Çünkü klasik liselerden mezun olan öğrencilerin %20 kadarı
üniversitelere girebilmekte, geriye kalan %80 kadarı bir sanat veya teknik
bilgi edinmeden hayata atılmaktadır. Bu ise hem bu gençler açısından, hem de
ülke açısından bir kayıptır.” (s.50)
Aynı şekilde, Feridun Kemal’in aktardığı sağlık göstergelerine bakarak
ülkemizde sağlık hizmetinin halka yeterince verilebildiği öne sürülebilir mi?
Bu kesimde de hem kamu görevlisi olup, hem de yasadışı olarak muayehane
çalıştıran hekimlerin, gerek devlet hastanelerinde, gerekse dışarıda “yeraltı
ekonomi”sinin bir parçası olarak çalıştıklarını kim inkâr edebilir? Özel ders
veren, dışarıda da iş yapan diğer kamu görevlilerinin durumu da aynı değil
midir? Buna göz yuman, gizlice onay veren yine yetkili makamlar olmaktadır. Genç
emekliler ordusunu oluşturan 30 bin kişiyi, devletten ödenek alır durumuna
getirip, bir memur devleti yaratan; halkımızı üretimden kopartıp, resmi
makamlara midesinden bağımlı kılan yine ayni yönetici çevreler değil midir?
Bakınız iktisatçı Erdoğan Erdem bu yapıyı bilimsel olarak nasıl
değerlendiriyor:
“Serada, özel şartlar içinde çiçek gibi büyüyen, ancak gün gele açık
havaya çıkacak olursa, büyümesi ve dengeleri bozulabilecek bir ekonomiye sahip
olduğumuzu söylemek kötümserlik sayılmamalı. Savunma harcamaları ile alt yapı
yatırımlarını Anavatan Türkiye’ye havale etmiş olmanın getirdiği rahatlık
“rehavete” dönüşüyor. (s.5) “Anavatana şükran, savurganlığa devam, karşı
çıkana idam” şeklindeki bakış açısı da geleceği kurtarmaya yetmez. Savaştan
yenik çıkan Güney komşularımız bizden çok daha hızlı büyüyüp gelişiyorlar. 1987
sonunda bizim kişi başına düşen milli gelirimiz 2009 dolara ulaşırken,
Rumlarınki de 6827 dolar olmuştur. Düşünmemiz gereken, seradaki rahatlığı
bulamayacağımız dönemlerde aki- betimizin ne olacağıdır. “Vaziyet tamam”
değil!..” (s.7)
Doğru söze ne denir? Kıbrıs Türk ticaret burjuvazisinin ve onun siyasal
liderliğinin serada yaşamak istemesindeki ısrar, bakalım onu daha hangi
yalnızlıklara ve açmazlıklara sürükleyecek. İktisatçılarla birlikte biz de
gözlemleyeceğiz. Sağlıklı bir gelecek için toplum olarak açık havaya o kadar
çok muhtacız ki...
(Ortam gazetesi,
26 Temmuz 1989)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder