4 Temmuz 2014 Cuma

KUTLU ADALI'NIN "YASEMİNLERİMİ GERİ VERİN" KİTABININ SUNUŞ YAZISI


Kutlu Adalı’nın öldürülmesinden önce kaleme aldığı son makalelerin derlendiği ve Haziran 1999’da yayımlanan “YASEMİNLERİMİ GERİ VERİN” başlıklı kitabı (Lefkoşa, 117s.) için kaleme aldığım

                                                                      SUNUŞ

             14 Mart 1996 akşamı saat 19 sıralarında 10-12 kadar maskeli silahlı kişinin St.Barnabas Manastırı’na bir baskın düzenleyerek, manastır bekçilerini dört saat süreyle bir odaya hapsettikleri ve St.Barnabas’ın mezarında kazı yapıp, "birşeyler"i alıp götürdükleri 16 Mart günü gazete manşeti idi.

            Reuter’in  tüm dünyaya yaydığı bu silahlı soygun haberi, resmi ağızlar tarafından da doğrulanmış, ama soruşturmanın selameti açısından konu yargıya sevkedilmeden, kamuoyuna daha ayrıntılı bilgi verilmek istenmemişti.

TKP Genel Başkanı Mustafa Akıncı, 18 Mart günü yaptığı bir açıklamada, silahlı baskınla ilgili olarak "fazla kurcalamayın, altından çapanoğlu çıkar" şeklinde söylentiler dolaştığını belirtmiş ve baskını yapanlarla "kurcalamayın" diyenlerin açıklanması için yetkilileri göreve çağırmıştı.

5 gün suskunluktan sonra Başbakanlıktan yapılan kısa bir açıklamada, "Olayın güvenlik güçlerimizin aldığı ciddi bir ihbar üzerine gerçekleştirilen bir operasyon olduğu" belirtilmişti. Konuyu Meclis’e getiren TKP milletvekili Mehmet Emin Karagil, yaptığı gündem dışı bir konuşmada, hükümet açıklamasının inandırıcı olmadığını, halka masal değil, gerçeklerin anlatılmasını istemişti. CTP Genel Sekreteri Ferdi Soyer ise, yaptığı yazılı bir açıklamada, St.Barnabas Operasyonu ile "toplumumuzun özgür demokratik iradesi olayına maalesef gölge düşürülmüştür" şeklinde konuşmuştu.

Yeni Düzen gazetesinin sütun yazarlarından Kutlu Adalı, "kurcaladığı" olayla ilgili olarak kaleme aldığı 23 ve 26 Mart 1996 tarihli yazılarından sonra, çeşitli tehditler aldığını, 2 Nisan günkü makalesinde açıklamıştı. Telefonla yapılan müteaddit tehditler, sonunda onun 6 Temmuz gecesi evinin önünde, yine silahlı bir baskınla öldürülmesiyle noktalandı ve "Çapanoğlu"nun  gerçekten var olduğu ortaya çıktı!

***

Soygun olayını düzenleyenlerin üzerine giden Adalı, bu konuyu kurcalamasının bedelini hayatı ile ödedi. Zaten O, bir süreden beri, yazdığı uyarıcı makalelerle, Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikasını eleştiriyor ve bu uzlaşmazlığın sürdürülmesi halinde, uluslararası planda Türkiye'nin başının, Kıbrıs yüzünden ağrıyacağını vurgulamaktaydı. Adalı'nın bu yazılarından da tedirgin olan çevreler, onu ortadan kaldırmakla, hem kalemini susturmak, hem de deşifre edilmenin öcünü kendilerince almak istemişlerdi herhalde!

Cinayet olayını  ertesi sabah duyurabilen tek gazete, istihbarat çevrelerine yakınlığı ile bilinen Kıbrıs gazetesi olmuştu. Adalı'nın öldürüleceğini önceden biliyorlarmış gibi, seçip de hazır tuttukları (!) ve o günkü ölüm haberi ile birlikte verdikleri, onun 26 Aralık 1995 tarihli "Faşistlerin Yıldızı Dökülürken" adlı makalesinden aktarılan bir bölüm, geride kalanlara çok şeyler anlatmaktadır!

***

Her ne kadar gerek soygun, gerekse bunu izleyen cinayet olayına karışmış olan bazı kişiler, bugün konuyla ilgilenenler tarafından bilinmekteyse de, olay tipik bir "faili meçhul cinayet" olarak tarihin tozlu raflarına terkedildi ve azmettiricilerle failler cezasız kaldı. Ama Kutlu Adalı'nın yıllardır savunduğu barışçı fikirler, Kıbrıs Türk toplumu içinde yok edilemedi.

Ne tesadüftür ki, yıllarca önce, haftalık Cumhuriyet gazetesinin avukat yazarları, Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet de, Kıbrıs sorununun barış ve dostluk yoluyla çözümlenmesine karşı çıkan aynı çevreleri deşifre ettikleri için 1962 yılında öldürülmüşlerdi. Ama Cumhuriyet'çilerin fikirleri de yok edilememiş ve aradan geçen bunca süreye karşın, toplumumuz içerisinde yeni yandaşlar bularak gelişip güçlenmiştir.

Bu demokrat iki avukatın kardeşleri olan Haşmet Muzaffer Gürkan ile Hizber Hikmetağalar'ı tanıyıp, dostluklarını paylaşmış bir kişi olarak, onların Kıbrıslılık bilincine sahip değerli kişiliklerinden çok yararlandım. 1986 yılında Kıbrıs Türk Bibliyografyası'nı hazırlarken, tanışıklığımızı ilerletip dostluğa dönüştürdüğümüz Kutlu Adalı ile de, ölümüne kadar bir fikir uyumu içinde olduk.

Eski ve yeni kuşak kültür adamlarımız arasındaki bağları güçlendirmek için, 1990 Mayıs'ında, değerli dostlar Kutlu ve İlkay Adalı, Haşmet M.Gürkan, Hizber Hikmetağalar, Harid Fedai vd ile birlikte oluşturduğumuz "Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği"ndeki çalışmalarımızdan gocunanlar, bu örgütten bizi uzaklaştırmak için ellerinden geleni yaptılar. Kutlu Bey, bu konuyu yine köşesinde işlemeden edemedi. (Yeni Düzen, 20 Mayıs 1992)

1989 Eylül'ünde iki toplumlu olarak oluşturduğumuz "Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu" adı altında yaptığımız etkinliklere de çok geçmeden Kıbrıs Türk liderliği yasaklar koydu. Ama biz, yine doğru bildiğimiz yolda, Kıbrıslılık bilincinin yayılması için, kültürel araştırmalarımızı ve siyasal yazılarımızı, toplumlararası anlayış havasının gelişmesi için etkinliklerimizi olanaklar ölçüsünde sürdürdük. Haşmet, Hizber ve Kutlu Bey'lerin kitaplaşmış yazıları ve diğer makaleleri, onların bu doğrultudaki çalışmalarının en güzel örnekleridir.                             
Ne yazık ki, bu üç arkadaşı da en verimli oldukları bir dönemde, dostluklarından daha da yararlanacağımız bir zamanda, ardısıra yitirdik. Haşmet Bey'i Mart 1992'de ani bir kalp durması sonucu, Hizber Bey'i de Mart 1993'de bir kan hastalığı yüzünden kaybettik. Kutlu Bey ise, Temmuz 1996'da, Gürkan-Hikmet cinayetlerinin bir benzeri sonucu aramızdan uzaklaştırıldı.       
Değerli fikir arkadaşım ve dostum Kutlu Adalı'nın, ölümünden önce kaleme alıp Yeni Düzen gazetesinde yayımladığı son siyasal makalelerinden bir demeti yeniden okurken, onun dürüst kişiliği ve aydın sorumluluğu önünde bir kez daha saygı ile eğiliyorum.
Ahmet An
 

1 yorum:

  1. Ben de,Müteveffa Kutlu Adalı'nın dürüst kişiliği ve aydın sorumluluğu önünde saygı ile eğiliyorum.

    YanıtlaSil