Günümüzde, dünya nüfusunun yarıdan fazlası, anayasa
ve devlet yapısının federal olduğu ülkelerde yaşamaktadır. Daha önce sosyalist
olan ülkelerdeki (örneğin SSCB, Çekoslovakya, Yugoslavya) sosyalist federasyonu
bir yana bırakırsak, burjuva federalizmi bugün 28 ülkede uygulanmaktadır. Bu
ülkeleri, ekonomik gelişmişlik açısından ileri, orta ve az gelişmiş olarak
ayırabiliriz ve şunlardır: ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Belçika,
Birleşik Arap Emirlikleri, Bosna ve Hersek, Brezilya, Etiyopya, Hindistan, Güney
Afrika, İrak, İspanya, İsviçre, Kanada, Komor Adaları, Malezya, Meksika,
Mikronezya Federe Devletleri, Nepal, Nijerya, Pakistan, Rusya Federasyonu, St.
Kitts ve Nevis, Güney Sudan, Sudan ve Venezüela.
Büyük Britanya ve Fransa gibi eski sömürgeci ülkeler,
özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, yeni bir federalizm politikası
uyguladılar. Kapitalizmin genel bunalımının bu yeni döneminde, sömürgelerin
federalleştirilmesi, bu ülkelerin anayasalarına federatif unsurların konması ve
ayrıntılı yasal düzenlemeler yapılmasıyla gerçekleştirildi. Böylece, yakında
bağımsızlığına kavuşacak olan bu yeni devletlerin karakterini, yapısını ve
şeklini etkileme olasılığı, yeni sömürgeciliğin bir unsuru olarak ortaya çıktı.
Emperyalist güçlerin bu yeni stratejisinin amacı, eski sömürge topraklarını
olabildiğince uzun süre, kendi etki alanları içinde tutmak ve her bölgedeki
özel koşullar altında, kendi ekonomik ve stratejik çıkarlarını korumaktı.[1]
Sömürge ülkelerdeki
federasyonları en çok kuran ülke olan Büyük Britanya, hem Kanada ve Avustralya,
hem de ABD gibi etkin olduğu ülkelerdeki yasal düzenlemelerden elde ettiği
deneyime dayanmaktaydı. Büyük Britanya, Hindistan’daki egemenliğini uzatmak
için Roma imparatorluğu’nun “böl ve yönet” ilkesini kullandı ve çeşitli
milliyetler, kabileler ve kastlar arasında düşmanlık yarattı. Aynı politika,
Afrika’daki Britanya sömürgelerinin hepsinde de kullanıldı.
Bütün eski
sömürgelerde, sömürge ülkedeki ulusal direniş ve milliyetler politikası
arasında yakın bir ilişki vardı. Sömürgeciler, ulusal kurtuluş hareketlerinin
oluşup, güçlenmesinden sonra, milliyetleri bölücü politikalarını
yoğunlaştırdılar. Emperyalist sömürgecilik sisteminin çökmeye başladığı bu
dönemde ortaya çıkmaya başlayan bu politikaya paralel olarak, sömürgeciler,
önceden anlaşmış gibi, sömürge ülkelerde federalizm ve özerklik doğrultusunda
özel bazı düzenlemeler yapmaya çalıştılar. Onlar, bunu yaparken, ulusal
farklılıkları, ulusal karşıtlıklar ile büyük ölçüde bir araya getirmeye ve bu
düzenlemeler yoluyla, egemenliklerini başka şekillerde koruyarak,
anti-emperyalist birlik cephesini zayıflatmaya çabaladılar.
Hatırlanacağı gibi, bu politika, 1948’de, Kıbrıs’ta
“kendi kendini yönetim” adı altında uygulanmaya çalışıldı, ama Kıbrıslı
Rumların enosis emelleri yüzünden başarılı olamadı.[2]. Yine
aynı yıl içinde, İngiliz ve Amerikalıların radyo dinleme tesislerini
Ortadoğu’dan Kıbrıs’a taşıdıklarını ve Büyük Britanya’nın Kıbrıs’taki Ağrotur
ve Dikelya köylerine iki tane askeri üs inşa etmek için 50 milyon sterlin
harcadıklarını görüyoruz.[3]
Yukarıda da belirtildiği
gibi, sömürgecilerin milliyetler politikasının ana silahı, yönetimsel ve
siyasal ayrılıktı. Bunun yardımıyla, toplumlar veya milliyetler arasındaki
yüzyıllara dayanan siyasal, ekonomik, kültürel ve diğer bağları koparmayı veya
gelişmesini saptırmayı başardılar. Sömürgeciler, ulusal bütünleşmeyi sağlamak
için herhangi bir girişimde bulunmadılar. Aksine, ulusal hareketlerin bölünmesi
için açıkça yıkıcı bir politika uyguladılar. Devlet yapısını federal bir şekle
dönüştürmeyi başardılar veya azınlıkları bölmeyi sağladılar. Ulusal önyargıları
öne çıkartarak, kışkırttılar. Sömürge ordularının etnik bileşimi içinde yer
alan zayıf toplumların etkisini artırabildiler ve zayıf toplumlar, daha güçlü
olanlara karşı kullanıldı. Bunun tipik bir örneği, ağırlıklı olarak Kıbrıs Türk
toplumundan oluşan polis gücünün, Kıbrıslı Rumların direniş savaşçılarına karşı
kullanıldığı Kıbrıs’taki sömürgecilik karşıtı mücadelede görülmüştür.
KIBRIS’TA FEDERAL BİR ANAYASA
OLMASI FİKRİNİN KAYNAĞI
Adamızın
federalleşmesi fikrini incelemeye geçmezden önce, Kıbrıs’ın taksimi fikrine bir
bakalım. Çünkü, resmi Türk bakış açısına göre, ikisi arasında bir bağlantı
vardır. Adamızın taksim edilmesine ilişkin ilk öneriyi kimin, ne zaman
yaptığını bulmak için bir araştırma yapmış olmamın nedeni de budur.
Kıbrıs Türk
gazetesi İstiklâl’in 30 Kasım 1951 tarihli nüshasında çıkan ve Türkiye’deki
“Kudret” gazetesinden aktarılan bir mektupla ilgili bir haber buldum. Hikmet
Bayur, kendisine gönderilmiş olan bir mektubu aktarırken, adını vermediği bu
kişiden, “Kıbrıs Türkleri adına konuşmaya en yetkili olan bir zat” olarak söz
etmekteydi.
Bu kişi,
1931’de ortadan kaldırılan Kıbrıs Kavanin Meclisi’nin eski üyesi olan Necati
Özkan’dan başkası değildir ve o aynı zamanda İstiklâl gazetesinin sahibi ve
başyazarıdır. Mektupta şunlar yazılıdır:
“Kıbrıs
Türkleri, Kıbrıs’ın Hatay gibi, misak-ı milli sınırları dahiline alınmasını
candan özlemektedir” ve “Kıbrıs Rumları ile Batı Trakya Türkleri mübadele
edilerek, Kıbrıs Türkleri güçlendirilmelidir.”[4]
Talepler
arasında, son paragraftaki 4. maddede şöyle denmekteydi:
“Kıbrıs
meselesinde hiç bir başarı elde edilmiyecek ve mazallah Yunanistan’a verilmesi
cihetine gidilecek olursa, Kıbrıs, Hindistan ve Pakistan gibi iki bölgeye
ayrılarak, Kıbrıs Rum ve Türkleri özel bölgelere yerleştirilmeli ve Türkle sakin
olan kısmı Türkiyeye verilmelidir.”[5]
Fahir
Armaoğlu’na göre, Kıbrıs meselesinde “taksim” formülü ilk defa, Forum
dergisinde (Ankara, 15 Temmuz 1955, Sayı:32, s.6-8) imzasız olarak yayımlanan “Kıbrıs!
Kıbrıs! Kıbrıs!” başlıklı bir makalede ileri sürülmüştür. Fahir Armaoğlu,
Forum’daki bu makalenin kendisi tarafından yazıldığını dipnot olarak daha sonra
açıklamıştır. Yazar bu makalede, adanın bir bütün olarak Yunanistan’a veya
Türkiye’ye verilmesinin imkânsızlığını belirttikten ve üçlü müşterek idare
şeklinin de pratik bir hâl çaresi olamıyacağını söyledikten sonra, adanın
İngiltere’nin elinde kalmasının Türkiye’nin güvenliği için iyi olacağını, lâkin
bu durum devam ettikçe İngiltere’nin adada kalamayacağına işaret ediyor ve en
iyi hâl çaresinin de, adanın Türkiye ile Yunanistan arasında “taksim” edilmesi
olacağını bildiriyordu.[6]
Araştırmamı
sürdürürken, Kıbrıs’ta komünizm tehdidinin artmakta olduğu hususunda
İngiltere’nin ABD tarafından uyarılmasından sonra, Kıbrıs’a gönderilmiş olan
New York Üniversitesi’nden Dr. Alexander Melamid tarafından yazılmış bir başka
makaleye rastladım. Dr. Melamid, adada bir alan araştırması yapmış ve
bulgularını “Geographical Review” adlı derginin Temmuz 1956 tarihli nüshasında
“Kıbrıs’ta Toplumların Coğrafik Dağılımı” başlığı altında yayımlamıştı.[7] Aynı
uzman, Mart 1960’da da “Taksim Edilmiş Kıbrıs: Uygulamalı Politik Coğrafyada
bir Sınıf Çalışması” başlıklı başka bir
makale daha yayımlayarak, adanın bölünmesi için, birincisi adayı kuzey
ve güney kısım, ikincisi de doğu ve batı kısımlar olarak bölecek iki çizgi
önermekteydi.[8]
Claude
Nicolet tarafından hazırlanan “Amerika Birleşik Devletleri’nin Kıbrıs’a İlişkin
Politikası, 1954-1974” başlıklı kitapta da, Kıbrıs adası üzerindeki ABD ile
Büyük Britanya’nın stratejik çıkarları hakkında yeterli arşiv malzemesi bulunmaktadır.[9] Her
iki ülke de, geçmişte ve günümüzde, “böl ve yönet” politikasını
kullanmışlardır. İngilizler, Kıbrıs’taki “egemen üs bölgeleri”ni hâlâ daha
korumaya istekli iken[10],
Amerikalılar da, 1949’dan beri kullanmakta oldukları ada üzerindeki dinleme
tesislerini kendi güvenlikleri altında tutmak istemektedirler.[11]
Ankara
Üniversitesi’nde Devletlerarası Hukuk ve Anayasa Hukuku öğreten ve İsmet
İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin de üyesi bulunan Prof. Nihat Erim,
1956 yılında, Başbakan Adnan Menderes tarafından görevlendirilerek, Kıbrıs
meselesi hakkında bir rapor hazırlaması ve Kıbrıs hakkındaki politikayı
oluşturmada hükümete yardımcı olması istenir. Menderes, Erim’e ayrıca, Başkan
Eisenhower’in arkadaşı olan emekli bir Amerikan generalinin Ankara’ya
gönderildiğini ve onun, adanın taksimini önerdiği ve bunun olumlu karşılandığı
bilgisini de verir.[12]
Prof.
Erim’in Türk hükümetine verdiği ilk rapor, 24 Kasım 1956 tarihlidir ve şunları
yazmaktadır: “Ortalama hâl şekli, Kıbrıs adasının taksimidir. Taksim fikri
Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Amerika hükümetleri arasında gizli, resmi veya
yarı resmi bazı görüşmelerde ele alınmıştır... Taksim önerisinin kabul edilmesi
ihtimali göz önünde tutularak, Türkiye bakımından Kıbrıs’ın ne biçimde
bölünmesinin daha elverişli olacağı askerlik, ekonomi ve adadaki Türk nüfusunun
menfaatleri göz önünde tutularak, şimdiden yetkili uzmanlara tespit ettirilmelidir.”[13]
İNGİLİZ-AMERİKAN EMPERYALİZMİNİN
BÖL VE YÖNET POLİTİKASI
Kıbrıs
Rum yeraltı örgütü EOKA,[14] 1
Nisan 1955’de Kıbrıs’taki İngiliz sömürge yönetimine karşı enosis emeli ile tedhiş
eylemlerini başlattığı zaman, İngiliz emperyalizmi Orta Doğu’nun stratejik
bölgesindeki son sömürgesini yitirmek istemedi. Ama Büyük Britanya daha sonra,
iki askeri bölgenin topraklarına çekilmeyi tercih etti ve ada yönetimini
Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum toplumlarına devretme kararını aldı.
ABD
Başkanı Eisenhower, Haziran 1956’da, bir toplantı sırasında kendi Dışişleri
Bakanına, adanın taksim edilmesi ve Kıbrıslı Türklerin kuzeydeki kısma
kaydırılması ile çatışmaya bir son verilmesinin olası olup olmadığını sordu.[15] ABD
Başkanı, Mart 1957’de Bermuda adasında Britanya Başbakanı Macmillan ile
buluştuğu zaman, bu dört günlük toplantı sırasında ona şunları söyledi: “Askeri
üsler bizim için yeterlidir. Onlar geriye kalanları kendi aralarında
bölüşebilirler.”[16]
Prof. Nihat
Erim, 18 ile 22 Ocak 1957 tarihleri arasında Kıbrıs’ı ziyaret ettiği zaman, 19
Ocak 1957’de AKEL[17]’in Türk Kolu
tarafından kendisine verilen mektupta şöyle denmekteydi: “Son zamanlarda
Parlamentoda Britanya Dışişleri Bakanı tarafından ortaya atılan adayı taksim
fikri, Kıbrıs meselesinin nihai hal şekli olmayacağı gibi, kabili tatbik de
değildir. Çünkü Kıbrıs Türk ve Rum halkı ayrı ayrı iki mıntakada
yaşamamaktadır. Böylece ortaya bir muhaceret işi çıkacaktır ki, o zaman Kıbrıs
çıkmazı ikinci ve en büyük çıkmaza girecektir. Böyle hadiselerin hangi
menfaatlere hizmet ettiğini tarih hepimize göstermiştir.”[18]
Hindistan’ı taksim edip, Pakistan’ı ayıran İngiliz
hukuk uzmanı Lord Radcliff, Aralık 1956’da, ada daha bir sömürge iken, Kıbrıs
için yeni bir anayasa önerilerini hazırladı. Raporunun 28. paragrafında, Kıbrıs’ta
federal bir devlet düzenlemesi için bir ön koşul olan etnik-bölgesel bölünmenin
olmadığını belirtti. Kıbrıslı toplumların federasyon oluşturmasının çok zor bir
anayasal şekil olduğuna ilişkin görüşünü de dile getirdi. Öte yandan Lord
Radcliff, ada için ikili bir yönetim önerdi. Biri, Dışişleri, Savunma ve İç
Güvenlik’ten sorumlu olacak olan ve Britanyalı valinin başkanlığında bir
yönetim, ötekisi de yasama meclisi, yürütme ve yargıdan oluşacak olan özerk bir
yönetim.[19]
Nicolet’in bize verdiği
bilgiye göre, “ABD Ulusal Güvenlik Kurulu (NSC)’nun “Kıbrıs anlaşmazlığının
çözümü için ABD politikası” konulu ilk andırısı, Washington’da 18 Temmuz
1957’de kaleme alınmıştır ve adadaki askeri üs ve tesisleri korumayı ve huzur
ve güven havası yaratarak, komünistlerin etkisini azaltmayı hedeflemekteydi.”[20]
İngiliz ve
Amerikalılar arasında Kıbrıs sorununa ilişkin ilk ikili tartışmalar, 10 ile 18
Eylül 1957 tarihleri arasında yer almıştır... (Esas Amerikalı katılımcı olan
Walworth Barbour’un vurguladığı gibi) ABD özgül bir çözüm üzerinde ısrar
etmeyecek, ama Temmuz sonunda İngilizlerin sözlü olarak ilettikleri üç
parametre, yararlı hareket noktası olacaktı. Bu noktalar şunlardı: “a) önemli askeri tesislerin İngiliz
egemenliği altında kalması; b) adanın komünist etkisinden korunması; ve c) bir
bütün olarak adada barış ve sükûnetin kurulması.”[21]
Kıbrıs Rum liderliğinin EOKA örgütüne paralel olarak, Kıbrıs Türk
liderliğinin de kendi yeraltı örgütü olan TMT[22]’yi Kasım 1957’de kurmasının bir rastlantı olmadığı fikrindeyim.
Britanya Sömürgeler Bakanı Lennox-Boyd, “çifte self-determinasyon”a ilişkin
meşhur görüşünü Aralık
1957’de açıkladı ve taksim politikası için yeşil ışığı yaktı. Kıbrıs konusundaki
Türk politikasının mimarı olan Prof. Nihat Erim, Ankara’da 14 Ocak 1958’de
yaptığı bir konuşmada, Kıbrıs’ta 120 bin nüfuslu bir Türk devletinin
kurulabileceğini söyledi.
Kıbrıslı
Türkler, taksim planında bir oyuncu olmak için 27/28 Ocak 1958’de İngilizlere
karşı ayaklandı. Nicolet, 30 Ocak 1958 tarihli bir nottan şu alıntıyı
yapmaktadır: “CIA Başkan Yardımcısı, General Charles P.Cabell, NSC’nin 353.
toplantısında, Kıbrıslı Türklerin, adanın taksimini zorla gerçekleştirmek
amacıyla, ilk defa olarak İngilizlere karşı saldırı başlattıklarını bildirdi.”[23]
EOKA
saldırılarının Kıbrıs Türk köylerine yönelmesi karşısında, Kıbrıs Türk
liderliği, bazı Kıbrıslı Türk köylerinin, Dr. Küçük’ün 1958’de taksim çizgisi
olarak önerdiği 35. Paralelin kuzey kısmına yerleştirilmelerini öngören bir
plan hazırladı. Bu göç planı, Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderildi.[24]
Kıbrıslı
Rum ve Kıbrıslı Türk işçilerin 1 Mayıs 1958’de taksim ve tedhiş eylemlerine
karşı birlikte düzenledikleri gösterilerden sonra, ilerici Kıbrıslı Türk
işçilere karşı TMT tarafından bir dizi öldürme ve sindirme saldırıları yapıldı.[25] TMT, 6/7 Eylül
1955’de İstanbul’da meydana gelen olaylara benzer bir şekilde, 6/7 Haziran
1958’de Kıbrıslı Rumlara karşı, taksim ve toplumsal intikamın önkoşullarını
yaratmak amacıyla, kışkırtma eylemleri düzenledi.
KIBRIS CUMHURİYETİ’NİN DOĞUŞU
Büyük Britanya, Türkiye ve Yunanistan Başbakanları,
16 ile 18 Aralık 1958’de Paris’te yapılan NATO Bakanlar Konseyi’nin özel
toplantısından sonra, 11 Şubat 1959’da Zürih’te imzalanan bir anlaşma ile,
bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında anlaştılar. Bu durumda, her
iki tarafça savunulan adanın taksimi ve adanın Yunanistan’a bağlanması (enosis)
fikirleri terkedilecekti.
19 Haziran 1958’de ilan edilen ve Kıbrıslılara,
işbirliği ya da nihai taksim tercihini vermiş olan Macmillan planının[26]
ayrılıkçı unsurları, yeni anayasaya aktarılmıştı.
Üçü de NATO üyesi olan Büyük Britanya, Türkiye ve
Yunanistan, bir Garanti ve İttifak Antlaşması ile yeni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörleri oluyordu. Ağrotur ve
Dikelya’daki İngiliz askeri üsleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprakları dışında
tutulmuştu ve Britanya’nın egemenliği, emperyalizmin çıkarlarını korumak üzere
bu bölgelerde devam edecekti. Böylece garantör ülkeler, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
çıkarlarından çok, ada üzerindeki kendi çıkarlarını korumakta ve
geliştirmekteydiler.
Amerikalılara
göre, “uzun erimli olarak başarı şansı olduğu görünen tek çözüm, Nisan
1957’deki Amerikan planlarına göre, garantili bağımsızlık şeklindeki, taksim
ile enosis arasındaki ara zemindi.”[27]
Kıbrıslı
bir diplomat olan Alaaddin Gülen’in anılarında yazdığına göre, nüfusun %20’sini
oluşturan Türk azınlığını, Kıbrıs devleti çatısı altında, %80 oranındaki Rum
çoğunluğuna eşit hale getirmek, normal sayılacak bir olgu değildi. Ne var ki
Türkiye Dışişleri Bakanı Zorlu, gelmiş geçmiş en Amerikancı bakan olarak bunu
kabul ettirmişti![28]
Artık,
taksimle ilgili Türk fikri, adanın coğrafik olarak bölünmesi şartı yerine, her
iki toplumun, bir diğeri tarafından yönetilmemesi fikrinin verilmesini yeterli
buluyordu. İleride bundan hareketle taksime varılabilirdi.
Kıbrıs Türk
lideri Rauf Denktaş da, Zorlu ile yaptığı görüşmede, yeni anlaşmayı sadece iki
koşulla kabul edebileceğini açıkladı: “Adaya Türk askeri gönderilsin ve Kıbrıs
Türklerine her yıl mali yardım yapılsın.”[29] Ama
sorunun püf noktası da burada şekillenecekti. Kıbrıslı Türkler, artık
emperyalizmin hizmetinde stratejik bir azınlık olarak tepe tepe kullanılacaktı.
Nicolet
şunları yazıyor: “Zorlu, Washington’da iken Dulles’a, taksimle ilgili Türk
fikrinin, adanın coğrafik olarak bölünmesini içermesinin mutlaka gerekli
olmadığını söyledi. Dışişleri Bakanı Zorlu, “her iki topluma, bir diğeri
tarafından yönetilmemesi fikri”nin verilmesinin yeterli olabileceğini
söylemişti. Bu kavram, Kıbrıs’ın bağımsızlığı statüsü ile hayret verici bir
şekilde uyuşur görünmekteydi.”[30]
Böylece
“1960’da bağımsızlığını kazanan Kıbrıs Cumhuriyeti, coğrafik olarak değilse
bile, en azından yönetim olarak Kıbrıs’ı bir şekilde taksime doğru götüren bir
diplomasinin sonucuydu.”[31]
Anayasa
Hukuku Profesörü olan Nihat Erim, anılarında şunları yazmaktadır:
“1959 yazında Kıbrıs’ta anayasayı hazırlarken ben bir
konuşmamda, ‘Bu Kıbrıs devleti, Zürih’te ve Londra’da düşünülen Kıbrıs devleti,
aslında bir federasyondur. Bu, kendisine öz bir takım özellikleri olan bir
federasyondur, ama federasyondur. Coğrafi esasa dayanmasa bile bir
federasyondur’ demiştim.”
Erim, devamla şöyle demektedir: “Bu federasyonun her
şeyi güzeldi, yalnız bir şey lazımdı iyi işleyebilmesi için: tarafların iyi
niyeti!”[32]
1960 Anayasası,
yönetimi, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında bölüştürmüştü. Bütün
yürütme organlarında 70:30 oranının, orduda da 60:40 oranının korunmasını
öngörüyordu.
Prof. Stanley Alexander de Smith’in
değerlendirmesine göre, Kenya Anayasasından sonra dünyanın en karmaşık ve en
ayrıntılı anayasası Kıbrıs’ta yapılmıştı. Toplumların hakları, güvence ve
sınırlamalar yoluyla denetlenip, dengede tutulmak istenirken, anayasacılık ile
toplumsal egoizm atbaşı gitmişti.[33]
Getirilen uzun ve karmaşık önlemlerle, tarafların yetkilerini kötüye
kullanmaları engellenmek istenmiş, ama etkin bir devlet örgütlenmesi
gerçekleştirilememişti.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Anayasası, toprak ayrımı esasına göre değil de, toplumsal ayrılığa dayanan
federal bir devlet düzenini getirmeyi amaçlıyordu. 35 Rum ile 15 Türk üyeden
oluşan Temsilciler Meclisi yanında, ayrı Cemaat Meclisleri de kuruluyor, ama
üyeleri kendi toplumları tarafından seçildiği için, bir anlamda klasik federal
sistemdeki bölgesel yönetimdeki yürütmeyi temsil ediyordu. Fakat açıkça
belirlenen yürütme yetkilerine sahip olmaması yüzünden, bu ikili yapı, kamu
hizmetlerindeki ayrılıkçı eğitimlerin güçlenmesine yardım ediyordu. (1958’de
başlatılan ayrı belediyeler sorunu, bunun ilk tohumlarını atmıştı.) Bu durumda
toplumlararası işbirliği için gerekli olan kuruluş güvenceleri ihmal edilmiş ve
federal ilişkiler ortadan kalkmıştı.[34]
16 Ağustos 1960’da
bağımsızlığını ilan etmiş olan bu yeni Kıbrıs Cumhuriyeti, hem adanın
Yunanistan’a bağlanması için mücadele etmiş olan Kıbrıs Rum liderliği, hem de
adanın taksim edilmesi için mücadele etmiş ve emperyalist güçlerle işbirliği
yapmış olan Kıbrıs Türk liderliği tarafından açık yüreklilikle benimsenmiş
değildi.
Komünist AKEL’in desteğine
sahip olan Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un herhangi bir bloğa bağlı
olmama politikası, yeni devletin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü
garanti etmiş üç NATO ülkesi olan Büyük Britanya, Yunanistan ve Türkiye
tarafından da takdir edilmemişti. New York Times gazetesi, komünistlerin,
dürüst ve demokratik bir seçimle Kıbrıs’ta iktidara gelebilecekleri tehlikesine
dikkati çekiyordu.[35] Bu
makalenin yayımlanmasından hemen sonra, Başkan Kennedy 25 Eylül 1961’de,
“Ulusal Güvenlik Eylemi Andırısı 98” başlıklı bir programı onayladı. Burada
“ABD’nin Kıbrıs’ta geçmişte olduğundan daha aktif bir rol üstlenmesini ve bu
amaçla, açık ve mümkünse kapalı
önlemleri de içerecek şekilde etkin olarak ilerletilmesi ve komünist tehlikenin
bastırılıp, azaltılması” arzusu dile getiriliyordu.[36]
Cumhurbaşkanı Makarios, 1960
Anayasasının zorluklarını tartışmak için 22 ile 26 Kasım 1962 tarihleri
arasında Ankara’ya resmi bir ziyarette bulundu, ama orada anlayış ile
karşılanmadı.
Kıbrıs Türk liderliğinin
organı olan Halkın Sesi gazetesi, 11 Ekim 1963 tarihli nüshasında şunları yazmıştı:
“Kıbrıslı Rumlar istesin veya istemesin, Kıbrıs bir gün taksim edilecek... O
zaman kimin rüya gördüğünü anlayacaklar.”
Makarios, 6 Aralık 1963’de
Anayasa için 13 maddelik değişiklik önerisini ilan ettiği zaman, bu öneriler,
Kıbrıs Türk toplumuna bazı azınlık hakları vereceğinden, Türkiye tarafından
derhal reddedildi.
21 Aralık 1963’de
toplumlararası çatışmalar başladı ve yabancı güçlerle bağlantıları olan yeraltı
örgütleri, her iki toplum içinde yeniden etkin bir duruma geldiler. Her iki
liderlik de terkettikleri emellerine, yani enosis ve taksime geri döndüler.
Kıbrıs sorunu şimdi, yeniden uluslararası arenaya dönmüştü.
Kıbrıs Türk Cemaat
Meclisi’nin Başkanı olan Rauf Denktaş, 28 Aralık 1963’de bir demeç vererek,
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öldüğünü duyurdu.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan
Dr. Küçük, 5 Ocak 1964’de, anayasa tarafından yasaklanmış olan adanın
taksiminden yana olduğunu ve Kıbrıslı Türk Bakanların ve kamu görevlilerinin
işlerine dönmeyeceklerini ve Makarios Yönetiminde çalışmayacaklarını açıkladı. Dr.
Küçük, Kıbrıs Türk toplumunun bütün haklarını tehlikeye atarak, liderliğe,
Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki makamlarına geri dönmelerini tavsiye eden ve İnönü
tarafından gönderilmiş olan bir mektuba olumsuz yanıt verdi.[37]
Dr. Fazıl Küçük, bu olumsuz
kararını Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’ye bildirdi. 10 Ocak 1964 tarihli
Fransız gazetesi Le Monde’a da bir demeç vererek, 35. Paralelin, adanın taksim
edilmesi için “en ideal çizgi” olarak alınabileceğini söyledi.
Türkiye Başbakanı İsmet
İnönü, 8 Eylül 1964 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kıbrıs’ın geleceği
konusundaki Türk politikası hakkında konuşurken, şunları vurguladı: “Muahede
hükmü dahilinde bulunmak için resmî ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon
şekli ile münakaşaya başladık.”[38]
Birleşmiş Milletler örgütünün
soruna bir çözüm bulmak amacıyla göreve atadığı Genel Sekreterliğe bağlı
Arabulucu Dr.Galo Plaza, 26 Mart 1965 tarihli raporunun 150. paragrafında şöyle
demekteydi:
“Kıbrıs’ta federal bir
rejimin kurulabilmesi için ayrı bölgelerin bulunması gerekmektedir. Ama bu
temel, Kıbrıs’ta bulunmamaktadır. Aralık 1963’ten sonra bu durum değişmedi. Oluşan
Türk enklavlarının ada yüzeyine dağılmış halde bulunmasına rağmen, hâlâ daha
binlerce Kıbrıslı Türk, karma köylerde yaşamaktadır.”
Plaza Raporu’nun 154. paragrafında
belirtildiğine göre, Türk tarafının önerilerde sözünü ettiği federal hükümet
şekli, aslında adanın taksimini veya resmi deyişle coğrafi federasyonunu öngörmekteydi.
Hatta taksim çizgisinin nerelerden geçeceği bile saptanmıştı.
Nicolet’in kitabında, hukuk danışmanı Donald A.Wehmeyer’in
hazırladığı ve 11 Aralık 1963 tarihini taşıyan bir Çalışma Belgesinde
“Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması
için bir sözleşme”nin önerildiğini
okuyoruz. Aynı ABD yetkilisi, bu andırıya eklediği “Olası Kıbrıs Çözümünün
Anahatları” başlıklı bir başka belgede, çözümde Türkiye için daha cazip olan
önemli bir unsuru daha koymuştu. Wehmeyer’in
düşüncesine göre, Kıbrıs eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak,
taksim veya federasyon hayali, Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları
bölgelerden meydana gelen ve baskın bir
şekilde Türk olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi.[39]
Salahi R.Sonyel ise,
Britanya hükümetinin, Kıbrıs’ın federal bir çözüm ile yeniden
yapılandırılmasının ilginç bir çözüme işaret ettiğini yazmaktadır:
“Bundan hareketle, 3 Ocak 1964’de Sir Francis Vallat,
anayasa uzmanı olan H.G.Darwin’e, Kıbrıs’ı ileride federal bir devlet olarak
şekillenebilecek, Türk ve Rum bölgelerine ayırma olasılığını araştıracak bir
belge hazırlamasını istedi. Böylesi bir planın hazırlanabilmesi halinde bile,
uygulanmasında bir dizi sorunun çıkacağı öngörülebilmekteydi. Darwin, birinde
çoğunluğun Rum, ötekisinde de Türk nüfustan oluşacak olan iki devletli bir
federasyonu öneren bir andırı hazırladı. Ayrıca, Türk devletini gerçekleştirmek
için nüfus mübadelesi yapılmasını da önerdi. Türk devletinin başkenti, Girne
olacaktı.”[40]
Britanya Dış İşleri
Bakanlığı, Şubat 1964’de, “Rum ve Türk toplumlarının coğrafik ayrılmasını”
belirten, “Kıbrıs’ın Geleceği” adlı kapsamlı bir plan hazırladı.
ABD Dışişleri Bakanı George Ball, 1964’de adayı ziyaret
ettiği zaman, Martin Packard, bu olayları yerinde görme gezisinde ona eşlik
etmekteydi. Packard şöyle yazmaktadır: “Lefkoşa’ya geri döndüğümüz zaman, Sayın
Ball, başarılan işler için beni övdü. Daha sonra sempatik bir şekilde şöyle
dedi: Ama hepsini yanlış anladın be oğlum. Bizim buradaki hedefimizin taksim
olduğunu, sana herhangi bir kimse söylememiş mi?”[41]
Makarios,
1964 yazında, Cenevre’de tartışılan ve Karpaz yarımadasında Türkiye’ye askeri
bir üs verilmesi koşuluyla, adanın Yunanistan’a bağlanmasını öngören Acheson
Planı’nı reddetti. Cumhurbaşkanı Makarios, 1968’de, enosis yerine, “mümkün olan
çözüm”ü isteyen yeni politikası ile seçimleri yeniden kazandı.
Kıbrıs anayasasının
mimarlarından olan Prof. Nihat Erim, yukarıda sözü edilen anılarında, 1959
yazında General Turgut Sunalp’in Kıbrıs’ta konuşlandırılacak olan Türk
Alayı’nın hazırlıklarını yapmak üzere, adada bulunduğu süre içinde, “fırsat
buldukça araba ile adayı köşe bucak, dağ bayır dolaştığını, kucağına açtığı
haritaya gerekli işaretleri koyduğunu” yazmaktadır.[42]
Sunalp, 1964’de Cenevre’de Acheson Planı üzerinde yapılan görüşmelerin Üçüncü
Turu sırasında, Nihat Erim ile birlikteydi. Acheson, Nihat Erim’e “General
Sunalp gibi komutanlara Pentagon’da ihtiyaç var” şeklinde konuşmuştu![43]
Yine Nicolet’in
kitabından okuyalım: “Acheson, Brand’ın
sözleriyle, ‘Kıbrıs sorununu, Kıbrıs’ı yok etmekle ortadan kaldıracak olan bir
planı düşünüp bulmaya hazırdı.’ Onun özellikle merakını uyandıran, Don
Wehmeyer’in 8 Temmuz’da Ball’a telgrafla bildirilen, Kıbrıslı Türk yöneticiler
tarafından yönetilecek bazı eyaletlerin kurulmasıyla Türklere taksim veya
federasyon hayalini veren bir enosis’i sağlayacak olan 24 Nisan tarihli plandı.[44] Ve bu da, Yunanistan Dışişleri Bakan
Yardımcısı Christos Ksantopoulos-Palamas ile 1969-1971’de NATO Genel
Sekreteri’nin Birinci Yardımcılığını yapmış olan yeni Türkiye Dışişleri Bakanı
Osman Olcay arasında kararlaştırılmış olan ABD’nin “denetimli müdahale”[45]
politikası ile 1974 yazında gerçekleştirildi.
Bu iki bakan, 3-4 Haziran 1971’de Lizbon’da yapılan NATO toplantısı sırasında bir görüşme yaparak, Makarios’tan nasıl
kurtulacaklarını ve “çifte enosis” yoluyla taksim edecekleri Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına nasıl son vereceklerini tartışmışlardı.
Kıbrıs Cumhuriyeti için yeni bir anayasa
hazırlanmasına yönelik toplumlararası görüşmeler, 1968 ile 1974 yılları
arasında “üniter devlet” esasına göre sürdürüldü, ama iki taraf bir çözüme
varamadı.[46]
Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)’nin, Milli
Selamet Partisi (MSP) ile koalisyon yaparak iktidara gelmesi ve hükümet
programında “Kıbrıs sorununun çözümü için federal bir devlet şeklinin”
önerilmesi üzerine, toplumlararası görüşmeler, 2 Nisan 1974’de kesintiye
uğradı. Öte yandan, Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş da, ayrı bir Türk
devletinin ilan edileceği yolunda konuşmaya başladı. Rum toplumunun görüşüne
göre, Türkiye’nin, görüşmelerin 1968 yılından beri üniter devlet temelinde
yürütülürken, aniden federal devlet tezine yönelmesi ve zamanın Başbakanı
Bülent Ecevit’in ağzından bunu dile getirmesi, görüşmelerin temelini yıkmış ve
devamını da gereksiz kılmıştı.[47]
EMPERYALİST KOMPLO
Üç ay sonra 15
Temmuz 1974’de faşist Yunan Cuntası ve onun Kıbrıs Rum kesimindeki askeri
güçleri eliyle Başkan Makarios’a karşı başarısız bir darbe girişimi düzenlendi.
Yaratılan bu defakto durum, Türkiye’de Ecevit başkanlığındaki koalisyon
hükümetine, Kıbrıs’ın iç işlerine
müdahale etme olanağını verdi. Türkiye, adanın %37’lik kuzey kısmını işgal etti
ve 16 Ağustos 1974’de, yani Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 14. yıldönümünde, ada toprakları, kuzeyde Türk ve
güneyde Rum bölgesi olmak üzere ikiye taksim edildi. Taksim çizgisinin her iki
tarafına yapılan nüfus değişimi ile iki bölgeli coğrafik bölünme, defakto
olarak elde edilmiş oldu. Geriye, Türkiye hükümetlerinin 1964’den beri hedefi
olan “federasyon” için dejure bir merkezi hükümetin kurulması kaldı.
ABD Dışişleri
Bakanlığı Danışmanı Helmut Sonnenfeld tarafından ABD Dışişleri Bakanı Henry
Kissinger’e gönderilmiş olan 14 Ağustos 1974 tarihli önemli bir “Gizli Andırı”,
yıllar sonra gizliliği kalkınca Cyprus Weekly gazetesinin 10 Ağustos 2007
tarihli nüshasında yayımlandı. Bu andırıda şöyle denmekteydi: “... Türklerin
Mağusa’yı hızlı bir şekilde ele geçireceklerini var sayarsak, Türklere özel
olarak söz ver, bir çeşit federal düzenleme çerçevesinde, adanın üçte birinde, kendilerinin
de içinde olacakları bir çözümü onlara sağlayacağız.”
Çarpışmaların
iki gün daha sürmesinden sonra, Türk askerleri, en azından 1964’den beri, belki
de 1950’lerden beri var olan bir plana göre, bugüne kadar hâlâ daha elinde
bulundurduğu Kıbrıs’ın yaklaşık %37’sini işgal etti.”[48]
Nicolet, “Sonunda, 1974 savaşı, ABD’nin 1970’li yılları
ortasından başlayarak, defakto taksime hoşgörü ile bakması ile sonlanmıştır.
Çünkü böylece, daha önceki durumlara göre, bölgedeki istikrar daha iyi güvence
altına alınmış görünüyordu”[49]
şeklinde yazmasına karşın, taksimin ABD tarafından beğenilen bir çözüm olarak resmen onaylanmış
olduğunu kabul etmemektedir.[50]
Ama
hâlâ daha ABD’nin gündeminde olan, hukuk danışmanı Donald A. Wehmeyer
tarafından hazırlanmış olan, 11 Aralık 1963 tarihli bir Çalışma Belgesinde
“Kıbrıs’ın ortak egemenliğinin Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması
için bir sözleşme” başlıklı plandı. Aynı
ABD yetkilisinin, bugünkü çözüm önerileriyle yakın ilişkisi olan, 24 Nisan 1964
tarihli “Olası Kıbrıs Çözümünün Anahatları”nı hazırlayan kişi olması da
ilginçtir. Nicolet şöyle yazıyor:
“Bu
andırının ilk defa ortaya konduğu gün, yani 24 Nisan (1964)’de, Hukuk Danışmanı
Wehmeyer, çözümde Türkiye için daha cazip olan önemli bir unsuru daha ekledi. Wehmeyer’in düşüncesine göre, Kıbrıs
eyaletlere ayrılmalıydı. Yukarıdaki plana ek olarak, taksim veya federasyon hayali,
Kıbrıslı Türklerin özel haklara sahip olacakları bölgelerden meydana gelen ve baskın bir şekilde Türk
olacak olan bazı eyaletlerin oluşturulmasıyla yaratılabilirdi. Bu eyaletlere
sürekli bir Türk yöneticinin (eparch ad perpetuum) atanmasıyla da buna
ulaşılacaktı.”[51]
Toplumlararası görüşmeler,
1975 ile 1976 arasında Viyana’da beş tur olarak yapıldı ve Kıbrıslı Rum lider Makarios
ile Kıbrıslı Türk lider Rauf Denktaş arasında 12 Şubat 1977’de yapılan bir
doruk toplantısında, anayasal sorunun iki toplumlu federal bir temel üzerinde
çözümlenmesi için dört maddelik bir yol gösterici belge üzerinde anlaştıkları
duyuruldu.
Toplumlararası
görüşmeler, 1983’de ilan edilen ve sadece Türkiye tarafından tanınan “Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” adı altındaki “Tek Taraflı Bağımsızlık” kararından
sonra da devam etti. Bu “tek taraflı bağımsızlık”, BM Genel Kurulu ve BM
Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bütün kararlara ters düşmekteydi.
Bu ayrı devletini, Kıbrıslı
Türklerin kendi kaderini tayin hakkı çerçevesinde gören bir değerlendirme
yapmak, hem yanlış, hem de hukuk dışı bir durumdur. Çünkü Kıbrıs Türkleri bu
ayrılma kararını, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak
bütünlüğünü garanti etmiş olan ülkelerden biri olan Türkiye’nin askeri desteği
ile aldılar. Dahası, bu “devlet”, savaş nedeniyle Kıbrıslı Rumların terk etmek
zorunda kaldıkları ve Türk Ordusu tarafından işgal edilen topraklar üzerinde
kurulmuştur. Adanın kuzeyindeki bu işgal edilmiş kısmına 1974’den sonra Anadolu’dan
binlerce yerleşimci aktarılmıştır ve onların işgal edilmiş bölgelerde yapılan
seçimlere katılmaları, Kıbrıslı Türklerin gerçek iradesinin yansımasına engel
olmaktadır. Ayrıca yerleşimcilere, Kıbrıslı Rumlara ait olan ve terkedilmiş ev
ve araziler verilmiştir. Bunlar, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine aykırı
eylemlerdir.
KIBRIS’TA BİRLİK YOLU,
FEDERALİZM’DEN GEÇER
Bazı çevreler, Kıbrıs’ta 1974’den
sonra defakto oluşan iki ayrı bölgenin yeniden birleştirilmesinden söz ederken,
iki ayrı devletten hareketle, merkezi otoritesi zayıf olan federal bir Kıbrıs
devletini benimser görünmektedirler. Oysa resmi Türk makamlarının federasyondan
algıladığı şey, adanın taksimini öngören bir konfederasyon ile eş anlamlıdır.
Türkiye’nin eski Başbakanlarından İsmet İnönü’nün 1964’de “federasyon” sözünü
nasıl yorumladığını akılda tutmak gerek: “Muahede hükmü dahilinde bulunmak için
resmi ağızdan taksim sözü ile değil, federasyon şekli ile münakaşaya başladık.”[52] Federasyonun
bu resmi şekli, adanın taksimini öngören konfederasyon ile eş anlamlıdır.
Bilindiği üzere
konfederasyonda, biraraya gelen birimlerin halkları arasında ne doğrudan
doğruya bir temas vardır, ne de merkezi bir otorite söz konusudur. Konfederasyonda
merkezi otorite, sadece bu temasa izin veren veya vermeyen bölge hükümetleri
aracılığı ile halka ulaşmak durumundadır. Oysa bunun aksine federasyonda,
merkezi hükümet ile halk arasında
dolaysız bir temas vardır. Halk, bölge hükümetlerinin aracılığı olmadan, hem
merkezi hükümetin oluşumuna katılmakta, hem de merkezi hükümetin yetki alanları
içinde, o yönetime bağlı olmaktadır.[53]
Konfederasyonun aksine
federasyonda, egemenlik bölünmez, federasyonu oluşturan birimler sadece belli
bazı alanlarda özerktirler. Federasyon oluşturulduğu zaman, eyalet devletleri,
anayasal sözleşmenin kendini yetkili kıldığı konularda kesin söz sahibi olan
merkezi hükümetin kararlarına uymak zorundadırlar.[54]
Federasyonda merkezi ve bölgesel hükümetler arasında sadece eşgüdüm değil,
ayrıca işbirliği yapılması da zorunludur.[55] Her
iki tarafın muhalif duyguları arasında bir denge oluşturmak gereklidir. Ama bu
denge öyle oluşturulmalıdır ki, birlikten yana olan güçler, ayrılıktan yana
olan güçlere üstün gelmelidir. Wheare’ın dediği gibi[56], eğer
söz konusu toplumlar kendilerini bağımsız bir hükümete ayak uydurmaya
hazırlamamışlarsa, federal hükümetin ilk ön koşulu sağlanmamış demektir. Bu çok
önemli bir noktadır. Çünkü Riker’in belirttiği gibi[57],
federalizm, birlik isteyen ve ondan umutlu olan ulusal liderler ile daha geniş
yerel denetim isteyen bölgesel hükümet yetkilileri arasında olan bir
pazarlıktır. Aslında “gerçek bir federal hükümet, federasyona katılan her
devletin ulusal bağımsızlığının inkârı demektir.”[58]
FEDERAL HÜKÜMET İÇİN BAZI ÖNKOŞULLAR
Şu anda adamızda var olan
koşullar altında, tek çıkış yolu, devletin ve Kıbrıs adasının birliğini yeniden
sağlamak için, var olan üniter veya fonksiyonel federatif devleti, iki bölgeli
federal bir devlete dönüştürmektir. O nedenle, Britanyalı anayasa uzmanı Sir
Kenneth Wheare’nin yazmış olduğu ve bir federal hükümet için gerekli olan şu
önkoşullar geçerlidir:
Ramesh Dutta Dikshitt,
yukarıda alıntıları ile birlikte aktardığımız “Federalizmin Siyasal Coğrafyası
– Kökenleri ve İstikrarının Soruşturulması” başlıklı kitabında, yine Wheare’a
atıfta bulunarak, onun “Federal hükümet için bazı önkoşullar” adlı bölümde, federalizmin kökenlerine ilişkin olarak
gerekli gördüğü ve birlik-ayrılığa ilişkin bazı faktörleri belirginleştirmeye
çalıştığını yazar. Hepsi de ABD, İsviçre, Kanada ve Avustralya’da, ilgili
toplumlar arasında birlik isteğini oluşturmak için uygulanmaktadır.[59]
Wheare, aşağıda koyu olarak yazılmış bu faktörleri, şöyle sıralamaktadır[60]:
1. Ortak savunma ihtiyacı: Kıbrıs adası üzerinde 400 yıl birarada
yaşamış olan Türk ve Rum toplumlarının ortak savunma ihtiyacı var mıdır? Evet,
hem de ülkeyi bölüp, ada halkının sosyal kurtuluş mücadelesini engellemek
isteyen emperyalizme karşı, Kıbrıs’ın NATO’nun etki alanı içinden çıkması için,
özellikle Kıbrıs Türk liderliğinin tutarlı bir bağlantısızlık politikasını
benimsemesi ve uygulaması kaçınılmazdır.
2. Bazı dış güçlerden bağımsız olma isteği ve sadece birlik yoluyla
bağımsızlığın kazanılabileceğinin anlaşılmış olması: Kıbrıs’ın tam
bağımsızlığının birlik yoluyla kazanılacağını kavramış olan ilerici ve demokrat
güçler açısından, emperyalizm ve onun askeri üslerinden olduğu kadar,
“anavatan”lardan da bağımsız olma istemi geçerlidir.
3. Birlikten ekonomik yarar sağlama beklentileri: Özellikle Kıbrıs Türk toplumunun emekçi
kesimlerinde yaygındır.
4. Federal birlikten önce, sözkonusu birimlerin belli siyasi hedef
birliği: Federal birlikten önce, Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının belli
siyasi hedef birliği, belli siyasi partilerin sınıfsal bakış açıları doğrultusunda
halen sözkonusudur. Bu siyasi hedef birliği, demokratik bir ortamda daha da
kristalleşecektir.
5. Coğrafi komşuluk: İkiye bölünmüş küçük bir ada olan Kıbrıs’ta,
başka yerlerdekinden daha uygundur.
6. Siyasi kurumların benzerliği: Bu açıdan benzerlik olmasına
karşın, her iki taraftaki demokratik hayatın olgunluğu açısından farklar
vardır. Ancak bu da, herhangi bir dış karışma olmadan, karşılıklı dayanışma ve
özellikle anti-demokratik unsurların etkisizleştirilmesiyle geliştirilebilir ve
hatta etnik-ulusal esasa göre değil, sınıf temeline dayalı ortak politik
örgütlenmelere gidilebilir.
Burada vurgulanması gereken
nokta, Wheare’ın birlik için gerekli olan önkoşullar listesine dil, “ırk”, din
veya milliyet gibi faktörleri almamış olmasıdır.
Wheare, yukarıdaki 6 önkoşula
bir tane daha eklemektedir: “Gerekli olduğu anlarda liderlik veya devlet
adamlığı niteliğini gösterebilme.” Bu da, acil olarak şu günlerde Kıbrıs’taki
bütün toplum liderlerinden beklenen bir yurtseverlik görevi olmalıdır.
Burada gözden uzak
tutulmaması gereken bir diğer nokta, Kıbrıs somutunda sorunun çözümlenmesinin,
bir yandan adanın emperyalizmin ve yeni sömürgeciliğin etkilerinden, askeri
üslerden arındırılmasına bağlı iken, öte yandan da ana sorun olan içteki
milliyetler sorununun nasıl çözümleneceğine bağlı olduğudur ve ben bunu, ana
mesele olarak görmekteyim. Ama yine de tayin edici faktörün her iki toplum
arasındaki ulusal farklılıklar olmayıp, aksine ülke içindeki ve uluslararası
plandaki sınıf mücadelesi olduğunu vurgulamak gerekir.[61]
Öyle görünüyor
ki, ilk defa “1989 Uluslararası Komünist Meseleler Yıllığı”nda sözü edilmiş
olan emperyalistlerin şu korkusu hâlâ daha geçerlidir:
“Kıbrıs’ın kuzeyi ve güneyi, gelecekteki bir
“federal Kıbrıs”ta yeniden birleşirse, Rum ve Türk komünistlerin birlikteki
seçim gücü, hiç alışılmamış böylesi bir hükümet yönetiminde yapılacak herhangi
bir başkanlık seçiminde oyların çoğunluğunu kazanabilir.”[62]
Ama buradaki
can alıcı sorun, burjuva çevrelerinin öne sürdüğü gibi, Kıbrıs’ta hangi toplumun
hangisini yöneteceği sorunu değil, tüm ada yüzeyinde hangi sınıfın iktidarı
elinde bulunduracağı sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Benim değerlendirmem
budur.
(Lefkoşa Üniversitesi’nin Avrupa
ve Uluslararası Sorunlar Merkezi tarafından 11 ve 12 Mart 2016’da Lefkoşa’da düzenlediği
“Kıbrıs Sorunu, Çözümlenmesi ve Daha Geniş Etkileri” konulu iki günlük
konferansta İngilizce olarak sunulan bildirinin Türkçe çevirisi)
[1] W.G.Grafski-B.A.Straschun, Asya ve Afrika’nın
Gelişmekte olan Ülkelerinde Federalism, Moskova, 1968, aktaran Ertan Yüksel, Kıbrıs’ta
Federal Çözüm, Ortam gazetesi, Lefkoşa, 22-23-24 Ocak 1985
[2] Yunancada (Kıbrıs’ın Yunanistan ile) birleşme(si)
[3] Ahmet An, Kıbrıs Sorununun Perde Arkası,
Kıbrıs’taki İngiliz Üsleri ve Amerikan Tesisleri, İstanbul 2000, s.9
[4] İstiklâl,
30 Kasım 1951
[5] agy
[6] Dr. Fahir Armaoğlu, 1955 Yılında Kıbrıs Meselesinde
Türk hükümeti ve Türk Kamuoyu, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, Temmuz 1959, No. 2-3, s.69
[7] Vol.46, No.3, New York 1956, s.355-374
[8] Vol.59, March 1960, Chicago, s.118-123
[9] Claud
Nicolet, United States Policy Towards Cyprus, 1954-1974, Removing the
Greek-Turkish Bone of Contention, Mannheim und Möhnesee 2001
[10] Nicolet, agy, s.87
[11] Nicolet, agy, s.141
[12] Nihat Erim, Bildiğim, Gördüğüm Ölçüler İçinde
Kıbrıs, Ankara 1975, s.18
[13] agy, s.22 ve 24
[14] Yunanca kısaltma: “Ethniki Organosis Kyprion
Agoniston” (Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü)
[15] Nicolet, agy, s.92
[16] agy, s.101
[17] Yunanca kısaltma: “Anorthotiko Komma Ergazomenu
Lau” (Emekçi Halkın İlerici Partisi)
[19] Proposals for Cyprus: Report submitted to the
Secretary of State for the Colonies by the Rt. Hon. Lord Radcliffe, GBE,
December 1956, Cmnd 42
[20] Nicolet, agy, s.104
[21] agy, s.108
[22] Türkçe kısaltma: “Türk Mukavemet Teşkilatı”
[23] agy, s.115
[24] Mehmet Yüksel, Kıbrıs’ta Faşist Baskılar ve
Faşist Örgütlenmeler, İlke dergisi, İstanbul, Kasım 1974, s. 127
[25] Ahmet An, TMT’nin Kurbanları, Lefkoşa 2008, s.25-39
[26] Harold Macmillan, Riding the Storm, London 1971,
s.667
[27] Nicolet, agy, s.132
[28] Bellekte Kalanlar, Ankara 1998, s.244
[29] Ahmet An, Kıbrıs’taki Çıkmazın Kökeni, Sol dergisi,
Mart 2006, Sayı: 245, İstanbul
[30] Nicolet, agy, s.133
[31] agy, s.133
[32] Erim, agy, s.98-167
[33] Prof. Stanley Alexander de Smith, The Commonwealth
and its Constitutions, London 1964, s.285
[34] Carl J.Friedrich, “İkiliğin Tehlikeleri:
Kıbrıs” başlıklı bölüm, şu kitap içinde: Trends of Federalism in Theory and
Practice, New York 1968
[35] 12 Ağustos 1961
[36] Nicolet, agy, s.166-167
[37] Rauf R.Denktaş, Memoirs (1964), Volume:1,
pp.174-175
[38] Dışişleri Belleteni, Ekim 1964, Sayı: 2, s.63
[39] Nicolet, agy, s.226 ve 229
[40] Cyprus, The Destruction of a Republic and its
Aftermath, British Document 1960-1974, Extended second edition, Ankara 2003, s.78-78
[41] Martin Packard, Getting it wrong: Fragments of a Cyprus
Diary 1964, London 2008, s.166
[42] Erim, agy, s.367
[43] Erim, agy, s.366
[44] Nicolet, agy, s.257
[45] Nicolet, agy, s.213
[46]Görüşmelerde üzerinde anlaşılan ve anlaşılmayan
hususların ayrıntılı bir analizi için bkz. Polyvios Polyviou, Cyprus in Search
of a Constitution, Nicosia 1976
[47] Ahmet An, Ecevit’in Önerisi ve Federasyon, Embros, 20
Mayıs 1990
[48] Nicolet, agy, s.452
[49] Nicolet, agy, s.485
[50] Nicolet, agy, s.445
[51] Nicolet, agy, s.229
[52] Dışişleri Belleteni, Ekim 1964, Sayı:2, s.63
[53] Dikshitt, Ramesh Dutta, The Political Geography
of Federalism-An Inquiry into its Origins and Stability, New York 1975, p.3
[54] Dikshitt, agy,
s.3
[55] Dikshitt, agy,
s.8
[56] Federal Government,
London 1953
[57] Riker, W.H.,
Federalism: Origin, Operation, Significance, Boston 1964, s.11
[58] Dicey, A.V.
Introduction to the Study of the Law of the Constitution, London 1939
[59] agy, s.37
[60] agy, s.220-222
[61] Ayrıca şuraya bakınız: Ertan Yüksel, Kıbrıs’ta
Birlik Yolu, Konfederal Değil, Federal Devletten Geçer, Ortam gazetesi, 20-21 Aralık
1984
[62] s.530, ayrıca
Ahmet An, ABD’nin Kıbrıs Türk Soluna Bakışı, Sosyalist Gözlem, Lefkoşa, Ekim
1993, Sayı:5
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil