“Pazartesi sabahı saat
6.18’de Sovyetler Birliği televizyonundan ilan edilen sağcı darbenin ömrü ancak
60 saat sürdü. Dün 16.15’te sona eren; KGB ve Komünist Partisindeki
muhafazakârların “Saray darbesi”nin başarısızlığı...” (Ortam, 22 Ağustos 1991)
Kendisini “reformcu
komünist” olarak niteleyen Mihail Gorbaçov’un 1985 yılında SSCB’de başlattığı “Perestroyka”
(yeniden yapılanma) hareketinin 6 yıl sonra ülkeye neler getirdiğini bakınız, Batı
tarafından “muhafazakâr” olarak nitelendirilenler nasıl değerlendiriyordu:
“(Darbe girişiminde de
ver alan) KGB Başkanı Vladimir Kryuçkov,11 Aralık 1990 akşamı Sovyet TV’sinde
yaptığı bir konuşmada, köktencilerin
iktidarı ele geçirerek Sovyetler Birliği’ni yıkmalarının önüne geçmek için
kararlı adımı atacağına ilişkin söz vermiş ve aynca ülke içinde dıştan destekli
yıkıcı, faaliyetlere ilişkin ciddi bir uyarıda bulunmuştu. 13 Aralık 1990 tarihli Pravda
gazetesinde çıkan söyleşisinde de Kryuçkov şöyle konuşmuştu:
“Eğer yasalara itaat
etmemek, var olan devlet yapılarını yıkmak, siviller için itaatsizlik
kampanyaları örgütlemek, devlet gücünün sıfat ve sembollerini yıkmak için
çağrılar yayımlanıyorsa, yasaları uygulamak için var olan organların, bu
durumun üstesinden gelmesi gerekmez mi? Sanırım tepkimiz, bu faaliyetlere
uygun olmalıdır. Ne yazık ki, yasa dışı
faaliyetlerin, aykırılığın ve kötü yönetimin çapı, bizim düşünebildiğimizden
daha fazla etkin görünmektedir. Yiyeceklerin dağıtımında tam bir düzen
yoktur. Bazı bölgeler bomboş iken, bazıları yiyecekle doludur. Güvenlik
hizmeti, siyasal düzensizliğe karşı oturup hoşgörüyle bakmayacaktır. Kremlin ile
Sovyetler Birliği’ni oluşturan Cumhuriyetler arasındaki bağların zayıflamış
olmasının sosyal ve ekonomik bedelini ödemekteyiz.” (Cyprus Mail, 14 Aralık
1990)
İki gün sonra gelen
başka bir haberde, sonradan Rusya KP Birinci Sekreterliğine seçilecek olan İvan
Polozkov, “Anayurdun Selameti için Birlik” adlı yeni muhalefet hareketinin
lideri olarak Pravda’ya verdiği demeçte, yeni hareketin sosyal dönüşüm
süreçleri üzerinde halk denetimini kurmak ve işçilere yüz çevirerek piyasa sistemine
dönüşü önlemek için yurtsever ve demokratik güçleri birleştirmek gerektiğini
vurgulamıştı. Polozkov, Parti Merkez Komitesinin 10 Aralık’ta yapılan toplantısında
Gorbaçov’a yapılan eleştirilere paralel olarak,
reformların ülkenin birçok yerinde
anti- sovyet ve anti-sosyalist unsurların iktidara gelmesine izin verdiğini de
söyleyerek, resmi organların şimdi tamamiyle bağımsız bir çizgi izlediğini, ama kitle iletişim araçlarının çoğunda köktencilerin denetimi ele geçirdiklerini
dile getirmişti. (Cyprus Mail, 16 Aralık
1991)
Azınlığa düşmüş olan Sovyet komünistlerinin Lenin’in ülkesinde
bugün tasfiye ile karşı karşıya kalmış olmaları, çok dramatik bir gelişmedir.
Sosyal Demokrat Yeltsin’in ön plana geçtiği bu ülkede sağa kayış sürecektir.
Emperyalizm, tüm gücü ile bu sürece destek olmaktadır.
TÜRK
LİDERLİĞİNİN ANTİKOMÜNİZMİNDE DEĞİŞME YOK
“SSCB”de yapılan
reformların, ülkeye açlık, yokluk ve zorluk değil, güzel ve ferah günler
getirdiğinin gösterilmesine yardımcı olunması gerektiğini de ifade eden
Denktaş, şunları söyledi:
“Ümit ederim ki Gorbaçov’un
gidişi ile ülkede neler olabileceğini görmüş olan ABD ve Avrupa, cömertçe
kendisine yardımcı olur.” (Kıbrıs, 23 Ağustos
1991)
1984 yılında “Adanın
Akdeniz’de bir Küba olmasını önledik”
diye övünen aynı Denktaş’ın Sovyet Temsilcisi Yuri Fokin’i kabulünden sonra “Kıbrıs
sorununun 1963’de ne ise, bugün de aynı olduğunu” söylemesi üzerine, o demecini
bir daha okuduk:
“ABD aleyhimizdedir ve Kıbrıs’ı bir günde Akdeniz’in Küba’sı yapabilecek
Rumlardan yana davranmaktadır. Sovyetler de Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve
egemenliğini yok etmek isteyen Rum tarafına ağırlık vermektedir. Kıbrıs,
Türkler sayesinde bağlantısız kalmıştır.” (Cumhuriyet, 23 Mayıs 1984)
Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük de ABD Başkanı Johnson’a başvurarak, “Kıbrıs’a
komünistlerin silahlı sızması “ ile “yeni bir Küba haline gelmesinin önüne
geçmesini istememiş miydi? (Washington Post, 26 Şubat 1964) Anti-komünist Kıbrıs
Türk liderliği 1963’te ne ise, bugün de aynıdır.
ŞOKE OLAN
KIRICI: “POLİSİN İSTİHBARATINDA İŞ YOK”
“Denktaş, bomba
olaylarından “şoke” olduğunu ve kırıcı olmamak için bugüne kadar açıklama
yapmaktan kaçındığını söyledi. Olay üzerine Polis Genel Müdürü’ne derhal bir
yazı gönderdiğini de açıklayan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, şöyle konuştu:
“Üst üste meydana gelen
bu olaylarda polisin tek bir sonuç alamaması, kabul edilir bir durum değildir. Bu konularda muhakkak sonuç alınmasını, suçluların
mahkemeye çıkarılmasını istiyorum. Bu yapılmazsa, polisin istihbaratında
“iş yoktur” demektir ve polisin baştan aşağıya ele alınıp reorganize edilmesi
gereği ortaya çıkar. Küçük bir ülkede
herkes herkesi biliyor, kuş uçsa herkesin haberi olur.” (Kıbrıs, 18 Ağustos
1991)
“Denktaş dün yaptığı
yazılı açıklamada, bombalama olaylarının faillerinin bulunması için yapılan
çalışmalar hakkında Polis Genel Müdürü’nden bilgi aldığını belirterek, şunları
kaydetti: “Polisin 24 saat esası üzerinden çok yoğun bir biçimde konuyu büyük
bir ciddiyetle takip ettiğini öğrendim. Başlatılan çalışmaların mevcut ipuçları
çerçevesinde sürdürülmesinden ve aldığım bilgiden memnun oldum. Polisin bu
konuda başlatmış olduğu çalışmalar sevindirici ve güven vericidir.” (Kıbrıs, 21
Ağustos 1991)
Denktaş Bey, acaba
olayların hemen ardından Polis Genel Müdürü’nden bilgi almadan demeç verdiği
ve “kırıcı” olduğu için özür de diledi mi?
“Devleti yaralamaya
kimsenin hakkı yoktur... Konuya nereden bakılırsa bakılsın, üzücüdür ve tedbir
gereklidir”!
“ÇARŞININ RUHUNA
FATİHA” OKUTAN POLİTİKALAR
“Eroğlu: Muhtemel bir
çözüm, KKTC’nin dinamik ve gelişen bugünkü ekonomik yapısının çökmesine, Kıbrıs
Türk halkının girişimciliğinin son bulmasına, üretimden kopuk bir halk haline
gelmesine ve ekonomik kalkınmanın durmasına neden olacaktır.” (Kıbrıs, 18
Ağustos 1991)
E hani “ekonomimizde görülen gelişmeler, 1990 yılının ikinci yarısında
başlayan krizlerle bir duraklama dönemine girmişti”? Bunu siz Kıbrıs’a söylerken,
bir gün önce aynı gazete bu doğrultudaki haberleri manşetinde ve içinde
duyurmuyor muydu: “Mutfak masrafı çekilmez oldu. Kim pompalıyor bu fiyatları?
Mutfaktaki yangın kontrolden çıktı. Çarşının ruhuna fatiha.”
Anlaşılan KKTC’nin
Başbakanı, kendi ekonomi politikalarının sağlam temeller üzerine oturtulmaması
yüzünden çıkmaza saplanmasının sorumluluğunu, geleceğe atfetmek çabasındadır.
Çünkü muhtemel bir çözüm, bu hatalı
politikaların ruhuna da fatiha okuyacaktır. Kıbrıs Türk halkının girişimciliği ve
üreticiliği, yeni koşullara uyum gösterecek ve gelişecektir.
KKTC’NİN AL-SAT’ÇILARI
NİÇİN YATIRIM YAPMIYORLAR?
Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği Başkanı Ali Coşkun’un “KKTC’de yatırım yapaca işadamlarına sağlanan teşvikler, çifte
kaymaklı kadayıf gibi” demesine rağmen (Cumhuriyet, 2 Mart 1987), KKTC’nin güvenilir bir toprak olarak görülmemesinin nedenlerini bir de
Sakıp Sabancı’dan dinleyelim:
“Kıbns’a gittiğimde gördüm ki, oranın cebi kabarıkları şapkayı toplamış, ya İstanbul’a
taşınmış, ya da Londra’ya. Sonra da kalkıp Sakıp Sabancı gelsin, Kıbrıs’ta
yatırım yapsın diyorlar. Ekonomik yatırım hesaba kitaba dayanır, kâr esastır. Yatırım yapan, yatırımın konusunu, büyüklüğünü
ve özellikle yerini seçerken en çok nasıl kâr sağlarım diye düşünür. Düşünmek
zorundadır da. Aksi halde, bu yatırım sakat doğar, yaşamaz.” (aktaran Ortam,
15 Ağustos 1991)
Üretenlerin değil de, al-sat’çıların cenneti haline gelen KKTC’de
bankalarla ilgili şu bilgiler,
soygunun boyutları hakkında yeterlidir sanırız:
“TC Bankalar Birliği’nin
bölgelere göre yapılan kredi ve mevduat işlemlerini gösteren verilerine göre,
Mağusa, Girne, Güzelyurt ve Lefkoşa’daki bankalar kendilerine yatırılan
mevduatın 4 katını kredi olarak kullandırıyor... Belirlemelere göre, Kıbrıs
bölgesinde bankalar topladıkları 174.8 milyarlık mevduata karşılık 746.7 milyarlık
kredi kullandırdı. Açılan kredilerin tamamına yakın bölümünü ihtisas kredileri
dışında kalan krediler oluşturuyor.” (Cumhuriyet, 23 Temmuz 1991)
K.T. Ticaret Odası’nın yayın
organında yer alan “Eroğlu bavul turizmine sıcak bakıyor” (Ekonomi, 16 Ağustos
1991) manşetinin önemi belli olmuyor mu?
(“Haftanın Götürdükleri” köşesinde çıkan
bu yazının başlığı sonradan konmuştur. Yeni Çağ gazetesi, 1 Eylül 1991)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder