8 Haziran 2016 Çarşamba

SSCB VE SBKP TASFİYE EDİLMEKTEDİR!


“Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin faaliyetleri askıya alındı. TARİHİ KARAR! Dün olağanüstü toplanan Sovyetler’in daimi parlamentosu niteliğindeki Yüksek Sovyet, 383 oyla bu tarihi karan aldı. Karar aleyhinde yalnız 29 kişi oy kullandı.” (Ortam, 30 Ağus­tos 1991)
SSCB’de bu noktaya nasıl gelindiğini an­lamak için yakın geçmişten birkaç haber ve değerlendirmeyi okumakta yarar var:
“Rusya Komünist Partisi MK üyesi Yuri Belov, ülkede­ki bunalımdan “Komünist Parti oligarşisinin bur­juva yaşam biçimi ve eğilimlerinin” sorumlu olduğunu savunarak, adını vermeden de olsa Başkan Mihail Gorbaçov dahil tüm parti yöne­timini “Karşı devrime yol açmakla” suçladı... “Gölge Sermaye” olarak nitelediği “anti-komünist güçlerin “Sovyetler Birliği’nin egemen­liğini ve bütünlüğünü parçalamayı amaçladıkla­rını belirten Belov, bu çevrelerin hedeflerine ulaşmak için, ülkede iç savaş çıkarma çabaları­nı da sürdürdüklerini kaydetti.” (Cumhuriyet, 24 Mart 1991)
“SSCB’de birkaç yıl öncesine kadar uy­gulanan plan ekonomisi uyannca tümü devlete ait olan ekonomik işletmelerin yüzde 70’inin 1995 yılı sonuna kadar özelleştirilmesini öngören yasa, SSCB Yüksek Sovyeti’nin dünkü otu­rumunda kabul edildi.” (Cumhuriyet, 2 Temmuz 1991) 
“Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov, Komünist Parti Merkez Komitesi’nin Moskova’da iki gün süren toplantısı sonunda yaptığı konuşmada, Komünist Partinin ve top­luma bugüne kadar benimsetilen modelin iflas ettiğini, artık yeni bir model belirlemeleri zamanının geldiğini kaydetti.” (Kıbrıs, 4 Ağus­tos 1991) 

BÜROKRASİNİN ÇÖKÜŞÜ
Şimdi de uzak geçmişten, Sovyet Devriminin Lenin’den sonra ikinci lideri olan Trotski’den 1930’lu yılların ortasında yapılmış bir değerlendirmeyi okuyalım ve bugünkü bunalımın nedenlerini, Stalinist bürokrasinin aç­mazını görelim:
“Bürokrasi, bilinçli bir siyasal güç olarak devrime ihanet etmiştir. Ne var ki muzaffer bir devrim, bereket versin, sadece bir program, bir bayrak, sadece siyasal kurumlar değil, ayrıca bir sosyal ilişkiler sistemidir de. İhanet etmek yeterli değildir. Bunu devirmeniz de gerekir. Ekim devrimi, yönetici katman tarafından ihanete uğratılmıştır, ama henüz devrilmemiştir. Devrimin oluşmuş bir proletaryası, onun en iyi unsurlarının bilinci, dünya kapita­lizminin çıkmazı ve dünya devriminin kaçınıl­mazlığı ile uyum gösteren büyük bir direniş gücü vardır.” (L. Trotsky, The Revolution Betrayed, New York, 1965, s.251)
Trotski, kitabında Batı’da bir sosyalist devrimin olabileceğini düşünüyor ve şöyle yazıyordu:
“Teknik, ekonomik ve askeri anlamda emperyalizm, kıyas kabul etmeyecek derecede daha güçlüdür. Eğer Batıda devrimle felce uğratılmazsa, Ekim Devrimi ile oluşan rejimi süpürüp götürecektir.’’ (s. 227)
Sovyet bürokra­sisi, sosyal kazanımlarını kendi yöntemleriyle savunmak için proletaryayı siyasal olarak mülksüzleştirmiştir. Üretim araçları devlete aittir. Ama devlet, bürokrasiye “aittir” dene­bilir. Henüz tamamen yeni olan bu ilişkiler pekişirse ve norm halini alırsa, işçi­lerin direnişi olsun veya olmasın, uzun erimde, proletarya devriminin sosyal kazanımlarının tamimiyle tasfiyesine yol açacaktır. Ama bun­dan söz etmek için en azından şimdilik erken­dir. Proletarya henüz son sözünü söylememiştir.” (s. 249)
Trotski daha sonra şöyle yazıyordu:
“Bugünkü Sovyetler Birliği’nin karakterini daha iyi anlamak için, isterseniz onun gelece­ğiyle ilgili iki farklı faraziyede bulunalım. Önce farzedelim ki Sovyet bürokrasisinin, eski Bolşevizmin bütün niteliklerine sahip ve hatta son dönemin dünya deneyimiyle zenginleşmiş dev­rimci bir parti tarafından devrildiğini farzedelim. Böyiesi bir parti, işçi sendikaları ve sovyetlerde demokrasinin restorasyonu ile işe başlayacaktır. Sovyet partilerine özgürlüğü ye­niden verebilecek ve vermelidir de. Kitlelerle birlikte ve onların başında, devlet aygıtının acımasızca tasfiyesine girişecektir. Siyasal devrimden sonra -yani bürokrasinin azledilmesiyle- proletarya, yeni bir sosyal devrimi değil, ekonomiye çok önemli reformlar dizisini ge­tirmelidir... İkinci faraziyede bulunursak ve eğer bir burjuva partisi, yönetimdeki Sovyet kast’ını devirecek olursa, bugünkü bürokratlar, yöneticiler, teknisyenler, müdürler, parti sek­reterleri ve genelde imtiyazlı üst çevreler ara­sında az sayıda olmayan hazır hizmetkârlar bulacaktır. Bu durumda tabii ki devlet aygıtın­da bir tasfiye gerekli olacaktır. Ama bir bur­juva restorasyonu belki de devrimci bir partiye kıyasla daha az insan tasfiye edecektir. Yeni iktidarın görevi, üretim araçlarının özel mülki­yetini yeniden sağlamak olacaktır. Her ne kadar Sovyet bürokrasisi bir burjuva restoras­yonunu hazırlamakta çok ileri adımlar atmışsa da, yeni rejim, mülkiyet şekli ve sanayi yöntemleri konusunda bir reform değil, sosyal bir devrim yapmak durumunda kalacaktır.” (s.252)
Trotski,  “İhanete uğramış devrim” adlı kitabından başka, kaleme aldığı son “Stalin” adlı eserinde de bir dizi neden yüzünden SSCB’deki Stalinist rejimin o günkü şekliyle on yıllarca sürebileceği sonucuna varmıştı. Bugün gelinen aşamada ikinci faraziyenin gerçekleşmekte olduğu ve özel mülkiyete yeniden dö­nülme sürecinde yol alındığı görülmektedir.  SSCB ve SBKP tasfiye edilmektedir!
“Beyaz Saray sözcüsü Marlin Fitzwater, “Başkan Gorbaçov’un Komünist Parti Genel Sekreterliğinden istifa ettiği ve parti Merkez Komitesini partiyi feshetmeye çağırdığı açıklandı. Bu haberi, reform sürecinde atılmış yeni bir adım olarak, memnuniyetle karşılıyoruz” dedi.” (Ortam, 26 Ağustos 1991)
“Gorbaçov’un yayınladığı iki ayrı kararnamede de Komünist Parti mülkiyetinin yerel yönetim konseylerine devredilmesi ve tüm devlet organlarındaki Komünist Parti hücrelerinin dağıtılmasının ka­rarlaştırıldığı açıklandı.” (Yeni Düzen, 26 Ağus­tos 1991)

İZLENİMLER VE ‘PIRILTI’LARI
SSCB’de gelişmeler dramatik boyutlar alırken, bizdeki bürokratik sosyalistler de kabuk değiştirmekte, ama sudan çıkmış balık görüntüsü vermektedirler. Geçen yıl CTP Genel Başkanı “Proletaryayı esas alarak geleceğe yönelmek yanılgılara neden olmaz mı?.. Değişmekte olan dünya ile birlikte biz de kendi ölçülerimiz içinde değişiyoruz” diye yazmıştı. (Yeni Düzen, 16 Nisan 1990)
1991 yılı başında parti gazetesinin başlığını değiştirip, 4 gün süreyle “Emek en yüce değerdir” belgisini atan­lar, sonradan bunu yerine koymuşlar, ama gerek yayın politikasında, gerekse yorumlarında bu belgiden giderek uzaklaşmışlardır.
“Ortanın ortası” bir politikadan şunları okuyabildik:
“İşgal” denen olay gerçekleşmeseydi Kıbns Türklerinin bu safhada Ulusal Sorun gibi bir sorunu tartışıyor olacaklarını sanmıyorum. 1963 ve 1974 olayları, Kıbns Türklerinin uluslaşma sürecinde iki önemli kilometre taşıdır. (23 Temmuz 1991)
23 Ağustos-5 Eylül arası da iki sütün yazarından paralel olarak “Bir geziden izlenimler” okumak durumunda kaldık. Şimdi­lerde yazamayan “Sanat Kulisi”nin Metin Anıl’ının tanımlamasına göre (21 Mart 1991), “Yeni Düzen okuyucularına iyi kafa cimnastiği yap­tıran” bu “düzeyli” yazılardan bazı alıntılar aktararak, yargıyı okuyucuya bırakıyoruz:
“Ben tatili severim. Ne aptalca bir söz. Tatili sevmeyen mi var... Ben yorucu tatili severim.” (27.8.)  “Kuyruklarımızı bacaklarımızın arasına sokup otelden çıkıyoruz. Ağızları bıçak açmıyor...” “Son balık ziyafetinde “doydum” demeğe dilim varmadı, “yoruldum” dedim... Bana kala kala, ayak işleri kalıyordu. Övünmek gibi olması, ama bunları iyi yaparım!” (29.8.) “Darbe yapanlar çoğunlukla, ya basurlu, ya prostatlıdır.. Saygıdeğer konuklardan biri, ayıptır söylemesi, ama altını ıslatmıştı.” (4.9.) Bugün geriye baktığım zaman hepsi birer anı olarak geçmişte kaldığını farkediyorum. Dene­yim birikimi bu olsa gerek.” (5.9.)
Bu arada Yeni Düzen’in 2 Eylül’den itibaren “yeni bir aşamaya girerek” günlük aktüel (aktüalite olacak herhalde) eki “Parıltı”yı vermeye başla­dığını müjdelemek istiyoruz! Gerçi manken ve seks meraklıları renkli Kıbrıs’ı tercih etmektedirler, ama ya tutarsa. Belki üç-beş kişiyi bu yolla bilinçlendirebilirsiniz!


(“Haftanın götürdükleri” köşesinde çıkan bu yazının başlığı sonradan konmuştur. Yeni Çağ gazetesi, 15 Eylül 1991)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder