2 Şubat 2018 Cuma

Kıbrıs sorunu ve Sovyet önerileri: YEMEK LEZZETLİ Mİ?


Sovyetler Birliği daha 1960’lı yıllardan başlayarak, Kıbrıs sorununda ilkeli bir politika izledi ve bulunacak çözümün, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü koruyacak ve Ada’da yaşayan iki ulusal toplumun meşru haklarına halel getirmeyecek esaslara dayandırılmasını istedi.
            Kıbrıs sorununu görüşmek üzere 19 Şubat 1964’de toplanan BM Güvenlik Konseyi^nde konuşan Sovyet delegesi Fedorenko, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmaları’nın, Kıbrıs’ın bilgisi olmadan, zorla kabul ettirilerek meydana getirildiğini, amacın da ileride NATO devletlerine sürekli olarak Kıbrıs’ın içişlerine karışmak olduğunu söyleyerek, şu görüşleri dile getiriyordu: “Kıbrıs’a yabancı asker gönderilmesi hususundaki bütün bu çeşitli planların yalnız bir amacı olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Bu da, askeri bloklara bağlanmama siyasetini güden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO kuvvetleri tarafından de facto askeri kontrol altına sokulmasıdır.”
O günlerde bu hedef doğrultusunda gerek Türk, gerekse Rum toplumu arasında gizli faaliyetlerini sürdüren faşist unsurlar, toplumlararası kanlı saldırıları düzenlerken, Kıbrıs Türk liderliği de karma köylerde yaşayan Türkleri başka yerlere naklederek, de facto bir taksim planı uygulamaktaydı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı düzenlenen 1974 yılındaki 15 Temmuz darbesi ile bunu izleyen Türkiye’nin askeri müdahalesi sırasında olanlar da, 1964 yılındaki mizansenin bir başka benzeriydi. Bu kez hem nüfus aktarması ile taksim gerçekleşiyor, hem de de facto durumu sürdürmek için, Ada’nın %36’lık kuzey bölümünde on binlerce Türk askeri ile Türkiyeli göçmen iskân ediliyordu.
Sovyetler Birliği 22 Ağustos 1974 günü yaptığı açıklamada şöyle demekteydi: “Kıbrıs sorunu, ne askeri harekât yardımıyla ve ne de siyasi bir çözümün bu bağımsız devlete zorla kabul ettirilmesi suretiyle çözümlenebilir. Bu sorunla ilgili görüşmelerin, Kıbrıs’ı kendi askeri çıkarlarına tâbi kılmak isteyen bir askeri-siyasi gruba mensup devletlerin kapalı çevresi içinde yürütülmesi, Kıbrıs halkına yeni tehlikelerden başka bir şey getiremez. Kıbrıs içinde ve etrafında gelişmekte olan olayların uluslararası gerginliğin yumuşatılması çabasına ters düştüğünü ve bu nedenle bütün halkların hayati çıkarlarıyla ilgili olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir. Sorunun bütün bu yönlerini göz önünde tutan Sovyet Hükümeti, Kıbrıs sorununun görüşülmesi işinin bugünkü dünyanın siyasi görüntüsünü yansıtacak temsili bir forum tarafından üstlenilmesi zamanının gelmiş olduğuna inanmaktadır. Ancak bu tür temsili bir milletlerarası konferansta, Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcileriyle birlikte ve bunların doğrudan doğruya katılmalarıyla, bağımsız, egemen ve ülke bütünlüğünü haiz bir devlet olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını etkin bir şekilde sağlayacak, Rum ve Türk Kıbrıslılar’ın çıkarlarıyla uyumlu olacak kararlara varılması mümkün olacaktır.”
İşte 21 Ocak 1986 günü Sovyet resmi TASS ajansı tarafından tüm dünyaya duyurulan, “Kıbrıs’ta çözüm ilkeleri ve çözüme varma yolları hakkında SSCB’nin önerileri” başlıklı belgede de Sovyetler Birliği’nin Kıbrıs sorunuyla ilgili bu ilkesel tutumu sürdürülüyordu. Ne var ki bu öneriler, başta Türk tarafı olmak üzere, İngiltere ve ABD tarafından olumsuz karşılanmıştı. Kıbrıs’la ilgili Sovyet önerileri, dünya demokratik kamuoyunda geniş bir onay görürken, Başbakan Özal, “eski aşı pişirip, önümüze yeniden koyuyorlar” diyor, Ada üzerinde hâlâ askeri üsler bulunduran İngiltere ise, “üsleri kapatmasının söz konusu olmadığını” telaşla açıklıyordu. Oysa Ankara’daki Sovyet Büyükelçisi Lavrov’un da dediği gibi, “yemek lezzetli ise bunun yenmemesi için bir neden yoktu.” Çünkü gerek Rum, gerekse Türk tarafınca, öte yandan da dış ülkelerce gözetilmesi gereken uluslararası hukuk ilkeleri, 1963’te ne ise, 1974 ve 1986’da da aynıydı. Bunlara saygı gösterilmediği için, bunca yıldır sorun çözümlenemiyordu.
Bazı çevreler ise, Kıbrıs sorununun Batı’nın etki alanı içinde olduğu bir zamanda, uluslararası bir konferans yapılırsa, Sovyetler Birliği’ne Kıbrıs sorununda söz hakkı verilmiş olacağını öne sürmekteler. Oysa ne Sovyetler Birliği, ne de böyle bir konferansın toplanmasını isteyenler, etki alanları diye bir şeyin varlığına inanmıyorlar. Sovyetler Birliği, Kıbrıs sorununun uluslararası yönü üzerinde söz hakkı olduğunu söyledi ve söylüyor. Çünkü bu konu, onun kendi güvenliği ile yakından ilgilidir. Eğer ABD veya diğer NATO ülkeleri, Kıbrıs’tan binlerce kilometre uzaklıkta iken Ada üzerinde askeri üs ve dinleme tesisleri bulunduruyorlarsa ve bu durum SSCB’nin güvenliği için bir tehlike oluşturuyorsa, Kıbrıs’ta herhangi bir üs edinme iddiası olmayan Sovyetler Birliği, kendi Güneybatı sınırlarından sadece yarım saatlik supersonik bir uçuş uzaklığında bulunan Kıbrıs Adası’yla kendi güvenliği açısından niye ilgilenmesin? Unutulmaması gereken bir diğer nokta da Kıbrıs’taki İngiliz ve Amerikan üzleriyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin varlığının birbiriyle bağlantılı olduğudur.
Kuzey’deki Beşparmak Dağları ve Karpaz Yarımadası’ndan bulunan Amerikan füze rampaları (Cruise füzeleri için olduğu söylenmektedir), buralara ne amaçla yerleştirildi? Türkiye ile ABD’nin bir askeri üs olmadığını öne sürdükleri Geçitkale havaalanı, niçin Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’nun en büyük askeri tesisi olarak yapıldı? Güney’deki Trodos Dağları üzerinde, Mia Milya ve Ayia Napa’daki Amerikan dinleme istasyonları ne işe yarıyor? Kıbrıs gibi küçük bir adadaki ABD Büyükelçiliği’nin personel sayısı niçin 1200?
Türkiye, son zamanlarda BM raporlarına da yansıdığı gibi, bir yandan Kıbrıs’ın kuzeyindeki asker sayısını artırırken, öte yandan da hem taksim çizgisi boyundaki tanklarını modernleştirdi, hem de sayıca artırdı. ABD’nin, işgal altındaki bölgede Türkiye ile ve güneydeki Ağrotur ve Dikelya İngiliz üslerinde İngiltere ile yaptığı anlaşmalar, şimdilik Washington’un ihtiyaçlarını karşılıyor ve bölgesel müdahale ile ilk nükleer Amerikan darbesiyle ilgili planlara denk düşüyor.
Oysa Sovyet önerilerinin 3. maddesi şöyle der: “Bir çözüm için Ada topraklarının bağımsızlık statüsüne uygun olarak tamamen askerden arındırılması kaçınılmazdır. Ada’nın başka devletler tarafınan askeri maksatlar için kullanılması kabul edilemez. Yabancı devletlerin bütün askerleri Ada’dan çekilmeli ve yabancı üslerin ve tesislerin faaliyetine son verilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği ve bağımsızlığını kısıtlayan dengesiz anlaşma ve sözleşmeler iptal edilmelidir.”
İşte Rum ve Türk Kıbrıslılar’ın ve bölge halklarının özlemini dile getiren bir madde. Nitekim her iki toplum liderinin altına imza attıkları Doruk Anlaşmaları da Ada’nın askersizleştirilmesini öngörmüyor muydu? O halde Denktaş niçin Sovyetler’in önerisini bir tuzak olarak nitelendirmeye yelteniyor? Her iki kesimin de temsil edileceği ve Kıbrıs sorununun sadece uluslararası yönlerini görüşüp karara bağlayacak olan böylesi bir konferansa karşı çıkanlar, Ada’nın toprak bütünlüğü ve birliğinin yeniden sağlanmasını istemeyenlerdir. Kıbrıs’ın sürekli olarak bir barut fıçısı halinde kalmasından çıkar umanlardır.

(“Ertan Yüksel” imzası ile, Ekonomi ve Politikada Görüş, aylık dergi, İstanbul, Sayı: 8, Temmuz 1987 - Not: Bu makalenin biraz daha uzun olan ilk şekli “Ertan Yüksel” imzasıyla ve “15-20 Temmuz’un 13. Yıldönümünde Kıbrıs Sorunu ve Uluslararası Konferans Önerisi” başlığı ile Söz gazetesinde, Sayı:1441, 17 Temmuz 1987 çıktı.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder