2 Şubat 2018 Cuma

ON DÖRT YIL SONRA KIBRIS


On dört yıl önce Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarına silahlı kuvvetlerini gönderdi. Bu kuvvetlerin adadan çekilmesi sorunu hâlâ tartışılıyor. Kıbrıs’taki gelişmeleri tarihsel bağlamı içinde ele almak, günümüzü anlamak için zorunlu oluyor. Bin dokuz yüz ellili yıllara uzanalım bunun için.
Kıbrıslı Rumların İngiliz sömürge yönetimine son vermek, adayı Yunanistan’a bağlamak amacıyla başlattıkları EOKA hareketi, İngiliz emperyalizminin “böl-yönet” politikası sayesinde bir iç savaşa dönüştürülmüş ve Nisan 1955 ile Mart 1959 tarihleri arasında Kıbrıs’ta toplam 509 insanın canına kıyılmıştı. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik önemi nedeniyle, önceleri bu sömürgesini terk etmek istemeyen İngiltere, daha sonra “üs olarak Kıbrıs” yerine “Kıbrıs’ta üs” görüşünü benimseyerek, ada halkına sınırlı politik bir bağımsızlık tanımıştı.
16 Ağustos 1960 günü Kıbrıs Cumhuriyeti adı verilen yeni devletin bağımsızlığına kavuştuğu ilan edilirken, aynı gün bu devletin topraklarına “garantör ülke” sıfatıyla birer NATO ülkesi olan Türkiye ile Yunanistan’ın askeri birlikleri ayak basıyordu. Türkiye 650 kişilik, Yunanistan da 950 kişilik birer alay askerini “İttifak Anlaşması” gereğince, başkent Lefkoşa’nın çevresindeki stratejik tepelere yerleştirirken, üçüncü garantör ülke İngiltere de Kıbrıs Cumhuriyeti toprağının dışında addedilen egemen askeri üs bölgeleri Ağrotur ve Dikelya’da 7 binden fazla askeri personel bulunduruyordu.
Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin dış politikasının gittikçe tarafsızlaşması karşısında hem ABD, hem de NATO yanlısı Kıbrıs Türk liderliği ciddi endişelere kapılmıştı. Cumhurbaşkanı Makaryos, 1961 yılında Belgrad’da Bağlantısız Ülkeler Toplantısı’na aktif olarak katılma kararını yardımcısı Dr. Küçük’e danışmadan almıştı.
Buna karşılık Kıbrıs Cumhurbaşkanı yardımcısı Küçük, İsrail ile diplomatik ilişkiler kurulmadan Mısır Büyükelçisinin güven mektubunu onaylamamıştı. Anti-komünist Türk liderliği tarafından denetim altında tutulan Kıbrıs Türk basını ise, sürekli olarak Kıbrıs’ta artan komünizm tehlikesinden söz ediyordu. Rumlar, Kıbrıs’ın sosyalist ve bağlantısız ülkelerle ilişkilerini geliştirerek, uluslararası baskı ile bağımsızlık hakları üzerindeki sınırlamalardan kurtulabileceklerini hesaplarken, Türkler de NATO aracılığıyla sağlanan anlaşmada kendilerine verilen ayrıcalıklı hakları dış faktörlere borçlu olduklarını ve bunların devamının ancak Kıbrıs’ın bağımsızlığının sınırlanmış olmasıyla gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı. Kıbrıs komünistlerinin partisi AKEL, Makaryos hükümetinin iç ve dış politikasını desteklerken, bir kısmı bakan olmuş eski EOKA’cıların faşist kanadı da hükümete ağır bir şekilde muhalefet yapıyordu. Anayasanın gerek enosis, gerekse taksim politikalarını yasaklamış olması, her iki taraftaki faşist ve şoven güçleri huzursuz etmişti.
Kıbrıs anayasasının 129. Maddesine göre, Savunma Bakanı bir Kıbrıslı Türk olan Cumhuriyet’in yüzde 60’ı Rum, yüzde 40’ı Türklerden oluşan 2 bin kişilik bir ordusu olacaktı. Ama Rumlar, gizlice oluşturulan silahlı gruplara büyük miktarda para harcıyorlardı. Türkler de boş durmayıp, kendi gizli silahlı gruplarını hazırladılar. Aralık 1963’e gelindiğinde, Rumların tam eğitimli 5 bin, yarı eğitimli 5 bin olmak üzere 10 binlik, Türklerin de 2 bin 500 kişilik vurucu gücü vardı. Makaryos’un anayasada değişiklik yapılması önerisi, Türkler tarafından reddedildikten kısa bir süre sonra başlayan toplumlararası çatışmalar, adanın taksimini isteyen Kıbrıs Türk liderliği ve Türklerin öldürülmesi ile enosisi gerçekleştirmek isteyen Rum şovenistlerinin kışkırtmalarının sonucuydu. Kasım 1967’ye kadar süren iç savaş döneminde, Kıbrıslı Türkler 282 ölü ve 195 kayıp, Kıbrıslı Rumlar da 154 ölü ve 47 kayıp olmak üzere toplam 678 kişi yitirmişlerdi. İngiltere ile ABD, adadaki maşaları eliyle bozdukları barışı yeniden kurmak üzere Kıbrıs’a 10 bin kişilik bir NATO Barış Gücü göndermeyi önerdiklerinde, Makaryos buna karşı çıkarken, Türk toplumu lideri Denktaş, onun bu tavrını kınadığını duyurmuştu. Adaya gönderilecek askerlerin BM denetiminde olmasına rıza gösteren Makaryos, Türkiye’nin artan müdahale tehditleri üzerine ve başıbozuk silahlı Rum güçlerini toparlamak amacıyla, Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusu’nun kurulması kararını aldı. EOKA’nın enosisçi lideri Grivas’ın Kıbrıs’a geri dönmesinin ardından, 5 bin Yunan askeri daha adaya gönderildi. Haziran 1964’de askere alınan Kıbrıslı Rumların sayısı 15 bine çıktı. Kıbrıslı Türklerin Türkiyeli subayların yönetiminde oluşturdukları Mücahit Ordusu’nda da 10 bin kişilik bir askeri güç vardı. Grivas’ın Geçitkale adlı Türk köyüne saldırması üzerine, Türkiye’nin Yunanistan’a gönderdiği 17 Kasım 1967 tarihli ültimatomla, 12 bin kişilik Yunan askeri varlığı adadan çekilmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı Makarios, Türkiye’nin Rum ordusunu dağıtma önerisini reddetmiş, ama Kıbrıslı Türklerden çok, kendi politikasına karşı bir tehdit oluşturan yasadışı silahlı grupları da etkisizleştirememişti. Grivas’ın “şimdi enosis” politikasını benimsemeyen AKEL ve PEO örgütlerinin merkezlerine 95 bombalı saldırı düzenlenmişti.      
Makaryos bütün bu olanlardan sonra 12 Ocak 1968’de “istenen çözüm” yerine, “mümkün olan çözüm” politikasını ilan ederek, 25 Şubat 1968 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde enosisçi aday karşısında yüzde 95.45’lik oyla kesin bir zafer kazandı. Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü için bağlantısız dış politikasını sürdüreceğini açıklayan Makaryos, 8 Mart 1968’de Kıbrıs Türk toplumu üzerine koyduğu ekonomik yaptırımları kaldırdı, ama Kıbrıs Türk liderliğinin oluşturduğu yönetimi ve polis gücünü tanımadı. Kıbrıs’a dönmesine izin verilmeyen Denktaş hakkındaki yasak kaldırıldı ve toplumlararası anayasal görüşmelere 24 Haziran 1968’de başlandı. Rum görüşmeci Kliridis’in 1976’da açıkladığına göre, 6 yıl süren bu görüşmelerde anlaşmaya çok yanaşılmış ve 1974 yazında imza aşamasına gelinmişti. Ama Kıbrıs’ta toplumlararası barış ve sorunun çözümünden yana olmayan ABD, Atina’daki faşist albaylar cuntasının adadaki uzantıları eliyle 15 Temmuz 1974’te Makaryos’a karşı bir darbe girişiminde bulunarak enosisi gerçekleştirmek yolunda bir adım attı.
Darbe girişiminden sağ kurtulan Makarios, adadan kaçmayı başardı. Ama ardından Türkiye “Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini sağlamak” gerekçesiyle adaya asker çıkarttı. İki aylık süre içinde yer alan ve Kıbrıs’ın en sonunda emperyalizmin istediği şekilde ikiye taksim edilmesiyle sonuçlanan kanlı çarpışmalarda toplam 4,250 kişi öldü. Böylece Kıbrıs’ı Yunanistan’ın 53. Vilayeti yapma girişimi, adanın yüzde 37’lik kuzey bölgesinin 30 bin kişilik Türk ordusunun denetimi altında girmesi sonucu, bu bölgeye Türkiye’nin 68. Vilayeti olma yollarını açtı. 15 Şubat 1975’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki topraklar üzerinde kurulduğu açıklanan “Kıbrıs Türk Federe Devleti”, yasal Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin girişimleri sonucu önce Yeni Delhi’de yapılan Bağlantısız Ülkeler Toplantısı’nda, daha sonra da BM Genel Kurulu Toplantısı’nda kabul edilen ve Türkiye’yi kınayan kararlar üzerine, 15 Kasım 1983’te kendi kendini “bağımsız” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak ilan etti.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün “garantör”ü olan Türkiye’nin silahlı harekâtları sonucunda gerçekleştirilmiş olan fiili duruma dayanılarak ve BM’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarına aykırı bir şekilde oluşturulan ayrı devlet, Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını kullanmaları olarak sunmak inandırıcı ve yasal değildi. Nitekim bu devlet sadece Türkiye tarafından tanındı ve BM örgütü bu yasadışı eyleme son verilmesi çağrısında bulundu.
Halen Kıbrıs’ta 1960 İttifak Anlaşması gereğince üslenmiş bulunan 950 kişilik bir Yunan alayı ile 650 kişilik bir Türk alayı, KC Kuruluş Anlaşmaları’na göre Kıbrıs toprağından sayılmayan iki İngiliz Egemen Üs Bölgesi’nde her 2-3 yılda bir değiştirilen 10 bin askeri ve sivil personel vardır. Rum Milli Muhafız Ordusu’nun asker mevcudu 12-13 bin kadardır. Yunan alayına ek olarak 350 kişilik bir komando birliği ve diğer eğitici askeri personel olarak toplam 2 bin 500 Yunan askeri vardır. Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri 7 piyade taburu ve 1 zırhlı bölük olmak üzere 4 bin 500 kişiliktir. “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri” diye adlandırılan TC askerlerinin sayısı 1985’te 17-18 bine inmişken, halen 29 bin olarak tahmin edilmektedir.
Taksim çizgisinin üzerinde kalan Lefkoşa’daki havaalanı dışında, güneyde Larnaka’da esas, Baf’ta yedek olmak üzere iki havaalanı, kuzeyde ise Ercan’dakine yedek olarak yapılan ve askeri amaçlı olduğu öne sürülen Geçitkale havaalanı vardır. İngilizlerin Ağrotur hava üssü de bunlara eklenmelidir. Yine İngilizlere ait Karlıdağ tepesindeki ufuk ötesi radar ile çeşitli dinleme istasyonları ve röle tesisleri, stratejik Kıbrıs adası üzerindeki askeri yapıyı tamamlamaktadır.
Kıbrıs’ın asker ve üslerden arındırılması önerisi, daha 1964 yılında Cumhurbaşkanı Makaryos tarafından yapılmış ve BM görevlisi Plaza’nın raporunda yer almıştı. Son olarak BM Genel Kurulu’nun silahsızlanma ile ilgili özel oturumunda (24 Mayıs 1978) Kipriyanu tarafından tekrarlanmış ve 13 Mayıs 1983 tarihli, 253 sayılı Genel Kurul kararında desteklenmiştir. Kipriyanu-Denktaş zirvesinde üzerinde anlaşmaya varılan 10 maddeden 7.’sinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin askersizleştirilmesi öngörülmüştür ve bununla ilgili konular tartışılacaktır” denilmekteydi. Geçen Ekim ayında BM Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Kipriyanu, adadaki bütün TC askerleri ile göçmenlerin geri çekilmesine karşılık, Kıbrıs’ın askersizleştirilmesini önerdiklerini yinelemişti. Rum ve Türk Silahlı Güçlerinin dağıtılması halinde iç güvenliği güçlendirmek için BM gözetiminde oluşturulacak uluslararası bir barış gücüne Yunanistan ile Kıbrıs’ın önemli mali katkıda bulunabileceğini söylemişti. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Vasiliyu’nun da bu yıl New York’ta toplanacak olan BM Genel Kurulu’nun özel silahsızlanma toplantısında, uluslararası silahsızlanma sorunuyla bağlantılı olarak aynı öneriyi yineleyeceği açıklanmıştır.
Bağlantısız Ülkeler Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın 101 ülkenin katılımıyla 8-10 Eylül 1988 tarihlerinde Lefkoşa’da yapılacak olması, anti-emperyalist ve bağlantısız bir dış politikayı 28 yıldır sürdüren Kıbrıs Cumhuriyeti’nın saygınlığının bir onayı olsa gerek. Oysa ki Kıbrıs Türk liderliği, hâlâ daha 1960’lardaki Batı ve NATO yanlısı politikasını aynen sürdürmektedir. Rauf Denktaş, 18 Kasım 1986’da Uluslararası Sorunlarla İlgili İngiliz Kraliyet Enstitüsü’nde şu açık çağrıyı yapmaktaydı: “Sizi temin etmek isterim ki, Kıbrıs Türk halkı, İngiliz halkı kadar demokrasiye ve bireyin özgürlüğüne bağlıdır. Batı’nın dünyanın bize ait bölgesindeki güvenlik çıkarlarının farkındayız ve bunları her zaman görüşmeye hazırız!”
Ayrılıkçı Kıbrıs Türk liderliğinin bu çağrısına uyan ABD Ulusal Stratejik Enformasyon Merkezi uzmanı ve ilk dönem Reagan’ın askeri-politik işler sorumlusunun özel danışmanlığını yapmış olan Dr. Jed Snyder, 29 Mart 1988’de İngiliz Parlamentosu’ndaki Kuzey Kıbrıs’ın Dostları Grubu’nun düzenlediği “Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın stratejik ve anayasal görünümü” konulu yuvarlak masa toplantısında şöyle konuşmaktaydı: “ABD, Yunanistan’daki hava üslerinden en az birini terkedecek olursa, Kıbrıs’ta bir hava (veya mümkünse deniz) tesisinden yararlanma olanağı sağlanmasının kazandıracağı yarar artacaktır. Adanın kuzey kısmı, böylesi kolaylıklar için ideal bir yerdir.”
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki bölgede inşa edilen Geçitkale Havaalanı ile yeni Girne limanının kerameti böylece anlaşılmıyor mu? Zaten Dr. Snyder de toplantıda kendisine yöneltilen “Kuzey Kıbrıs’ta üs mü istiyorsunuz? Sorusuna şu yanıtı vermiş: “Savaş gemilerimiz ve üslerimiz, Kuzey Kıbrıs hükümetinin davetini beklemektedir!”

(“Mehmet Sonuç” imzası ile, Ekonomi ve Politikada Görüş, aylık dergi, İstanbul, Temmuz 1988, Sayı:20)
   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder