On
dört yıl önce Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarına silahlı kuvvetlerini
gönderdi. Bu kuvvetlerin adadan çekilmesi sorunu hâlâ tartışılıyor. Kıbrıs’taki
gelişmeleri tarihsel bağlamı içinde ele almak, günümüzü anlamak için zorunlu
oluyor. Bin dokuz yüz ellili yıllara uzanalım bunun için.
Kıbrıslı
Rumların İngiliz sömürge yönetimine son vermek, adayı Yunanistan’a bağlamak
amacıyla başlattıkları EOKA hareketi, İngiliz emperyalizminin “böl-yönet”
politikası sayesinde bir iç savaşa dönüştürülmüş ve Nisan 1955 ile Mart 1959
tarihleri arasında Kıbrıs’ta toplam 509 insanın canına kıyılmıştı. Kıbrıs’ın
Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’daki stratejik önemi nedeniyle, önceleri bu
sömürgesini terk etmek istemeyen İngiltere, daha sonra “üs olarak Kıbrıs”
yerine “Kıbrıs’ta üs” görüşünü benimseyerek, ada halkına sınırlı politik bir
bağımsızlık tanımıştı.
16
Ağustos 1960 günü Kıbrıs Cumhuriyeti adı verilen yeni devletin bağımsızlığına
kavuştuğu ilan edilirken, aynı gün bu devletin topraklarına “garantör ülke”
sıfatıyla birer NATO ülkesi olan Türkiye ile Yunanistan’ın askeri birlikleri
ayak basıyordu. Türkiye 650 kişilik, Yunanistan da 950 kişilik birer alay
askerini “İttifak Anlaşması” gereğince, başkent Lefkoşa’nın çevresindeki
stratejik tepelere yerleştirirken, üçüncü garantör ülke İngiltere de Kıbrıs
Cumhuriyeti toprağının dışında addedilen egemen askeri üs bölgeleri Ağrotur ve
Dikelya’da 7 binden fazla askeri personel bulunduruyordu.
Kıbrıs
Cumhuriyeti hükümetinin dış politikasının gittikçe tarafsızlaşması karşısında
hem ABD, hem de NATO yanlısı Kıbrıs Türk liderliği ciddi endişelere kapılmıştı.
Cumhurbaşkanı Makaryos, 1961 yılında Belgrad’da Bağlantısız Ülkeler
Toplantısı’na aktif olarak katılma kararını yardımcısı Dr. Küçük’e danışmadan
almıştı.
Buna
karşılık Kıbrıs Cumhurbaşkanı yardımcısı Küçük, İsrail ile diplomatik ilişkiler
kurulmadan Mısır Büyükelçisinin güven mektubunu onaylamamıştı. Anti-komünist
Türk liderliği tarafından denetim altında tutulan Kıbrıs Türk basını ise,
sürekli olarak Kıbrıs’ta artan komünizm tehlikesinden söz ediyordu. Rumlar,
Kıbrıs’ın sosyalist ve bağlantısız ülkelerle ilişkilerini geliştirerek,
uluslararası baskı ile bağımsızlık hakları üzerindeki sınırlamalardan
kurtulabileceklerini hesaplarken, Türkler de NATO aracılığıyla sağlanan
anlaşmada kendilerine verilen ayrıcalıklı hakları dış faktörlere borçlu
olduklarını ve bunların devamının ancak Kıbrıs’ın bağımsızlığının sınırlanmış
olmasıyla gerçekleşebileceğini düşünüyorlardı. Kıbrıs komünistlerinin partisi
AKEL, Makaryos hükümetinin iç ve dış politikasını desteklerken, bir kısmı bakan
olmuş eski EOKA’cıların faşist kanadı da hükümete ağır bir şekilde muhalefet
yapıyordu. Anayasanın gerek enosis, gerekse taksim politikalarını yasaklamış
olması, her iki taraftaki faşist ve şoven güçleri huzursuz etmişti.
Kıbrıs
anayasasının 129. Maddesine göre, Savunma Bakanı bir Kıbrıslı Türk olan
Cumhuriyet’in yüzde 60’ı Rum, yüzde 40’ı Türklerden oluşan 2 bin kişilik bir
ordusu olacaktı. Ama Rumlar, gizlice oluşturulan silahlı gruplara büyük
miktarda para harcıyorlardı. Türkler de boş durmayıp, kendi gizli silahlı
gruplarını hazırladılar. Aralık 1963’e gelindiğinde, Rumların tam eğitimli 5
bin, yarı eğitimli 5 bin olmak üzere 10 binlik, Türklerin de 2 bin 500 kişilik
vurucu gücü vardı. Makaryos’un anayasada değişiklik yapılması önerisi, Türkler
tarafından reddedildikten kısa bir süre sonra başlayan toplumlararası
çatışmalar, adanın taksimini isteyen Kıbrıs Türk liderliği ve Türklerin
öldürülmesi ile enosisi gerçekleştirmek isteyen Rum şovenistlerinin
kışkırtmalarının sonucuydu. Kasım 1967’ye kadar süren iç savaş döneminde,
Kıbrıslı Türkler 282 ölü ve 195 kayıp, Kıbrıslı Rumlar da 154 ölü ve 47 kayıp
olmak üzere toplam 678 kişi yitirmişlerdi. İngiltere ile ABD, adadaki maşaları
eliyle bozdukları barışı yeniden kurmak üzere Kıbrıs’a 10 bin kişilik bir NATO
Barış Gücü göndermeyi önerdiklerinde, Makaryos buna karşı çıkarken, Türk
toplumu lideri Denktaş, onun bu tavrını kınadığını duyurmuştu. Adaya
gönderilecek askerlerin BM denetiminde olmasına rıza gösteren Makaryos,
Türkiye’nin artan müdahale tehditleri üzerine ve başıbozuk silahlı Rum
güçlerini toparlamak amacıyla, Kıbrıs Rum Milli Muhafız Ordusu’nun kurulması
kararını aldı. EOKA’nın enosisçi lideri Grivas’ın Kıbrıs’a geri dönmesinin ardından,
5 bin Yunan askeri daha adaya gönderildi. Haziran 1964’de askere alınan
Kıbrıslı Rumların sayısı 15 bine çıktı. Kıbrıslı Türklerin Türkiyeli subayların
yönetiminde oluşturdukları Mücahit Ordusu’nda da 10 bin kişilik bir askeri güç
vardı. Grivas’ın Geçitkale adlı Türk köyüne saldırması üzerine, Türkiye’nin
Yunanistan’a gönderdiği 17 Kasım 1967 tarihli ültimatomla, 12 bin kişilik Yunan
askeri varlığı adadan çekilmek zorunda kaldı. Cumhurbaşkanı Makarios,
Türkiye’nin Rum ordusunu dağıtma önerisini reddetmiş, ama Kıbrıslı Türklerden
çok, kendi politikasına karşı bir tehdit oluşturan yasadışı silahlı grupları da
etkisizleştirememişti. Grivas’ın “şimdi enosis” politikasını benimsemeyen AKEL
ve PEO örgütlerinin merkezlerine 95 bombalı saldırı düzenlenmişti.
Makaryos
bütün bu olanlardan sonra 12 Ocak 1968’de “istenen çözüm” yerine, “mümkün olan
çözüm” politikasını ilan ederek, 25 Şubat 1968 günü yapılan Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde enosisçi aday karşısında yüzde 95.45’lik oyla kesin bir zafer
kazandı. Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı, egemenliği ve toprak bütünlüğü için
bağlantısız dış politikasını sürdüreceğini açıklayan Makaryos, 8 Mart 1968’de
Kıbrıs Türk toplumu üzerine koyduğu ekonomik yaptırımları kaldırdı, ama Kıbrıs
Türk liderliğinin oluşturduğu yönetimi ve polis gücünü tanımadı. Kıbrıs’a
dönmesine izin verilmeyen Denktaş hakkındaki yasak kaldırıldı ve toplumlararası
anayasal görüşmelere 24 Haziran 1968’de başlandı. Rum görüşmeci Kliridis’in
1976’da açıkladığına göre, 6 yıl süren bu görüşmelerde anlaşmaya çok yanaşılmış
ve 1974 yazında imza aşamasına gelinmişti. Ama Kıbrıs’ta toplumlararası barış
ve sorunun çözümünden yana olmayan ABD, Atina’daki faşist albaylar cuntasının
adadaki uzantıları eliyle 15 Temmuz 1974’te Makaryos’a karşı bir darbe
girişiminde bulunarak enosisi gerçekleştirmek yolunda bir adım attı.
Darbe
girişiminden sağ kurtulan Makarios, adadan kaçmayı başardı. Ama ardından
Türkiye “Kıbrıslı Türklerin can güvenliğini sağlamak” gerekçesiyle adaya asker
çıkarttı. İki aylık süre içinde yer alan ve Kıbrıs’ın en sonunda emperyalizmin
istediği şekilde ikiye taksim edilmesiyle sonuçlanan kanlı çarpışmalarda toplam
4,250 kişi öldü. Böylece Kıbrıs’ı Yunanistan’ın 53. Vilayeti yapma girişimi,
adanın yüzde 37’lik kuzey bölgesinin 30 bin kişilik Türk ordusunun denetimi
altında girmesi sonucu, bu bölgeye Türkiye’nin 68. Vilayeti olma yollarını
açtı. 15 Şubat 1975’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki topraklar
üzerinde kurulduğu açıklanan “Kıbrıs Türk Federe Devleti”, yasal Kıbrıs
Cumhuriyeti hükümetinin girişimleri sonucu önce Yeni Delhi’de yapılan
Bağlantısız Ülkeler Toplantısı’nda, daha sonra da BM Genel Kurulu
Toplantısı’nda kabul edilen ve Türkiye’yi kınayan kararlar üzerine, 15 Kasım
1983’te kendi kendini “bağımsız” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak ilan
etti.
Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin birlik ve bütünlüğünün “garantör”ü olan Türkiye’nin silahlı
harekâtları sonucunda gerçekleştirilmiş olan fiili duruma dayanılarak ve BM’nin
Kıbrıs’la ilgili kararlarına aykırı bir şekilde oluşturulan ayrı devlet,
Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin hakkını kullanmaları olarak sunmak
inandırıcı ve yasal değildi. Nitekim bu devlet sadece Türkiye tarafından
tanındı ve BM örgütü bu yasadışı eyleme son verilmesi çağrısında bulundu.
Halen
Kıbrıs’ta 1960 İttifak Anlaşması gereğince üslenmiş bulunan 950 kişilik bir
Yunan alayı ile 650 kişilik bir Türk alayı, KC Kuruluş Anlaşmaları’na göre
Kıbrıs toprağından sayılmayan iki İngiliz Egemen Üs Bölgesi’nde her 2-3 yılda
bir değiştirilen 10 bin askeri ve sivil personel vardır. Rum Milli Muhafız
Ordusu’nun asker mevcudu 12-13 bin kadardır. Yunan alayına ek olarak 350
kişilik bir komando birliği ve diğer eğitici askeri personel olarak toplam 2
bin 500 Yunan askeri vardır. Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri 7 piyade taburu ve
1 zırhlı bölük olmak üzere 4 bin 500 kişiliktir. “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri”
diye adlandırılan TC askerlerinin sayısı 1985’te 17-18 bine inmişken, halen 29
bin olarak tahmin edilmektedir.
Taksim
çizgisinin üzerinde kalan Lefkoşa’daki havaalanı dışında, güneyde Larnaka’da
esas, Baf’ta yedek olmak üzere iki havaalanı, kuzeyde ise Ercan’dakine yedek
olarak yapılan ve askeri amaçlı olduğu öne sürülen Geçitkale havaalanı vardır.
İngilizlerin Ağrotur hava üssü de bunlara eklenmelidir. Yine İngilizlere ait
Karlıdağ tepesindeki ufuk ötesi radar ile çeşitli dinleme istasyonları ve röle
tesisleri, stratejik Kıbrıs adası üzerindeki askeri yapıyı tamamlamaktadır.
Kıbrıs’ın
asker ve üslerden arındırılması önerisi, daha 1964 yılında Cumhurbaşkanı
Makaryos tarafından yapılmış ve BM görevlisi Plaza’nın raporunda yer almıştı.
Son olarak BM Genel Kurulu’nun silahsızlanma ile ilgili özel oturumunda (24
Mayıs 1978) Kipriyanu tarafından tekrarlanmış ve 13 Mayıs 1983 tarihli, 253
sayılı Genel Kurul kararında desteklenmiştir. Kipriyanu-Denktaş zirvesinde
üzerinde anlaşmaya varılan 10 maddeden 7.’sinde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
askersizleştirilmesi öngörülmüştür ve bununla ilgili konular tartışılacaktır”
denilmekteydi. Geçen Ekim ayında BM Genel Kurulu’nda konuşan Başkan Kipriyanu,
adadaki bütün TC askerleri ile göçmenlerin geri çekilmesine karşılık, Kıbrıs’ın
askersizleştirilmesini önerdiklerini yinelemişti. Rum ve Türk Silahlı
Güçlerinin dağıtılması halinde iç güvenliği güçlendirmek için BM gözetiminde
oluşturulacak uluslararası bir barış gücüne Yunanistan ile Kıbrıs’ın önemli
mali katkıda bulunabileceğini söylemişti. Yeni seçilen Cumhurbaşkanı
Vasiliyu’nun da bu yıl New York’ta toplanacak olan BM Genel Kurulu’nun özel
silahsızlanma toplantısında, uluslararası silahsızlanma sorunuyla bağlantılı
olarak aynı öneriyi yineleyeceği açıklanmıştır.
Bağlantısız
Ülkeler Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın 101 ülkenin katılımıyla 8-10 Eylül
1988 tarihlerinde Lefkoşa’da yapılacak olması, anti-emperyalist ve bağlantısız
bir dış politikayı 28 yıldır sürdüren Kıbrıs Cumhuriyeti’nın saygınlığının bir
onayı olsa gerek. Oysa ki Kıbrıs Türk liderliği, hâlâ daha 1960’lardaki Batı ve
NATO yanlısı politikasını aynen sürdürmektedir. Rauf Denktaş, 18 Kasım 1986’da
Uluslararası Sorunlarla İlgili İngiliz Kraliyet Enstitüsü’nde şu açık çağrıyı
yapmaktaydı: “Sizi temin etmek isterim ki, Kıbrıs Türk halkı, İngiliz halkı
kadar demokrasiye ve bireyin özgürlüğüne bağlıdır. Batı’nın dünyanın bize ait
bölgesindeki güvenlik çıkarlarının farkındayız ve bunları her zaman görüşmeye
hazırız!”
Ayrılıkçı
Kıbrıs Türk liderliğinin bu çağrısına uyan ABD Ulusal Stratejik Enformasyon
Merkezi uzmanı ve ilk dönem Reagan’ın askeri-politik işler sorumlusunun özel
danışmanlığını yapmış olan Dr. Jed Snyder, 29 Mart 1988’de İngiliz Parlamentosu’ndaki
Kuzey Kıbrıs’ın Dostları Grubu’nun düzenlediği “Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın
stratejik ve anayasal görünümü” konulu yuvarlak masa toplantısında şöyle
konuşmaktaydı: “ABD, Yunanistan’daki hava üslerinden en az birini terkedecek
olursa, Kıbrıs’ta bir hava (veya mümkünse deniz) tesisinden yararlanma olanağı
sağlanmasının kazandıracağı yarar artacaktır. Adanın kuzey kısmı, böylesi
kolaylıklar için ideal bir yerdir.”
Türk
Silahlı Kuvvetleri’nin denetimi altındaki bölgede inşa edilen Geçitkale
Havaalanı ile yeni Girne limanının kerameti böylece anlaşılmıyor mu? Zaten Dr.
Snyder de toplantıda kendisine yöneltilen “Kuzey Kıbrıs’ta üs mü istiyorsunuz?
Sorusuna şu yanıtı vermiş: “Savaş gemilerimiz ve üslerimiz, Kuzey Kıbrıs
hükümetinin davetini beklemektedir!”
(“Mehmet Sonuç” imzası
ile, Ekonomi ve Politikada Görüş, aylık dergi, İstanbul, Temmuz 1988, Sayı:20)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder