20 Ekim 2017 Cuma

Sosyalistler Kıbrıs Olaylarını Nasıl Değerlendirdiler? “AYDINLIK SOSYALİST DERGİ” VE KIBRIS SORUNU

Bundan önceki sayılarımızda, Türkiye İşçi Partisi yöneticilerinin ve Türk Solu dergisi etrafında toplanan sosyalistlerin 1967 Kıbrıs buhranı sırasında Kıbrıs meselesine ne gibi yaklaşımları ve getirdikleri çözüm yollarını ihtiva eden pasajları aktarmış ve gereken eleştirilerimizi yapmıştık.

Her iki çevrenin de meseleye bir hayli “şöven”ce yaklaşılmasının sebebini bu yaklaşımların “olay”ın sıcak olduğu günlerde yapılmış olmasına yoranlar olabilir. Bu mazeret ne olursa olsun, İşçi sınıfı pusulasının bu denli gözden ve elden kaçırılmasını engellememeliydi.

Bu sayıda almış olduğumuz pasajlar ise Aydınlık, Sosyalist Dergide yayınlanan iki inceleme yazısından. Bunlar olayların sıcak havası içinde değil de 1969 ve 1970 yıllarında yayınlandığı için, “biz de serinkanlılıkla oturup inceleme yapsaydık öyle olurdu” diyenler olabilir. Biz aynı kanaatte değiliz. Aşağıdaki pasajları okuyan dikkatsiz bir göz bile, meseleye nasıl sınıf açısından, nasıl

Yegâne şaşmaz pusula olan işçi sınıfı bilimi açısından yaklaşıldığını hemen görecektir.

Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı:10, Ağustos 1969 – Fuat Fegan
Kıbrıs Meselesi

… Gerçek “MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞLARI” daima ülkedeki bütün anti-emperyalist güçlerden meydana gelen bir cephe savaşı halinde yürütülür. Her gün bunun sayısız örneklerine şahit olmaktayız.

Fakat EOKA hareketinde böyle bir cephenin kurulması için herhangi bir çaba görülmez. Hatta denebilir ki, kurulmaması için bilhassa dikkat gösterilmiştir. Hareket, kilise denetiminde, ada Rumları arasındaki en gerici unsurlara dayandırılmış, diğer güçler tamamen dışarda bırakılmıştır. Zaten yıllardan beri kimsenin emeli olan “ENOSİS”i Adadaki diğer etnik guruplarca, özellikle Türkler tarafından benimsenemezdi.

1955’de hareketi yürüten gerici Kilise çevresindeki gerici unsurlara dayandırılması, Türkler için kabulü imkânsız Enosisçi bir hedef güdülmesi ve diğer yandan da hareketin başına Grivas gibi müseccel bir emperyalizm ajanının getirilmesi, daha sonraki gelişmeler için esas zemini teşkil etmiştir. Belki de EOKA hareketi, gerçek bir milli kurtuluş savaşının doğmasını engellemek ve Ada’yı bugünlere hazırlamak için şuurlu olarak yaratılmış bir sözde milli kurtuluş hareketidir. İlk ortaya çıkışında, Ada halkının çok ufak bir kesimi tarafından benimsenmiş olması da bunu göstermektedir.

… Silahlı mücadeleyi yürütenler gizli çalışıyorlardı; onları ele geçirmek mümkün değildi. Fakat sivil halk herhangi bir amaçla herhangi bir yerde (meselâ kilisede) toplanır toplanmaz, bu birlikler onların üzerine sürüldü. Çeşitli olaylar meydana geldi. Çoğu zaman suçsuz Rum halkı, emperyalizm emrindeki bu Türk gençlerine kırdırıldı.

Tamamen İngilizlerin hizmetine girmiş bir kısmı üniformalı veya sivil Türk polislerinin, aynen Rum veya İngiliz asıllı emperyalist uşaklarına yapıldığı gibi, zaman zaman EOKA tarafından öldürülmeleri de, diğer taraftan, düşmanca duyguların körüklenmesine yol açtı.

… Çeşitli yollarla yapılan kışkırtmalar ve olaylar, iki cemaat arasında gittikçe artan bir soğukluk ve şüphe yaratmıştı. Fakat EOKA, ikinci bir cephede daha savaşmak istemediği için, Türklerle çatışmaktan kaçınıyordu.

Bu arada Türk kesiminde iki gelişme göze çarpıyordu:
1-Bir takım denemelerden sonra, gizli bir yeraltı teşkilatı kurulmuş ve teşkilat köylere kadar genişletilmişti. Mümkün olduğu kadar da silahlanıyordu.
2- Diğer taraftan da, kesif bir propaganda ile, şöven duygular halka aşılanıyordu. En çok tekrarlanan söz: “Türklerle Rumların bir arada yaşayamayacağı” idi.

1 Mayıs 1958 günü, bu gelişmelerin doğrultusuna ters düşen bir hareket oldu. Sol eğilimli Türklerle Rumlar, birlikte bir yürüyüş yaptılar. Yürüyüşle Türk ve Rum bayrakları bir arada yer alıyordu. Ve emperyalizm aleyhtarı sloganlarla “Türklerle Rumların yüzyıllardan beri olduğu gibi bir arada yaşayabilecekleri” sloganı yürüyüşe hâkimdi.

Hemen ertesi gün, Türk kesiminde bu yürüyüşe katılan Türkler aleyhinde kesif bir kampanya başlatıldı. Gazeteler ateş püskürüyordu. Liderler onların ne satılmışlıklarını bırakıyorlardı, ne de vatan hainliklerini!

Aradan birkaç hafta geçmeden, bu sol eğilimli Türklerin önde gelenleri birer birer öldürülmeye başlandı (22 Mayıs 1958). Kimisi sokak ortasında vurularak, bıçaklanarak öldürülüyordu. Kimisi gece yatağında uyurken… Ve bütün bu cinayetlerin failleri yakalanamıyordu!

Bu önde gelen sol eğilimli Türklerden hayatlarını kurtarabilenler ise, yurt dışına kaçmaktan başka çare bulamamışlardı.

Böylece, Türk kesiminde yeni yeni filizlenmeye başlayan sol hareketin başı ortadan kaldırılmıştı. Geriye başsız gövde kalıyordu. Onun da çaresi bulundu: Türkçe gazeteler, artık solcu Rum teşkilatlarıyla ilgilerinin kalmadığını bildirenlerin resimli ilanlarıyla dolup taştı. Aksi takdirde ölümlerden ölüm beğenmek gerektiği en yetkili ağızlarınca açıkça ifade ediliyordu.

Bundan sonra Türk kesiminde ortam hazırdı: Cemaat istenilen yere götürülebilirdi. İçerden gelebilecek “çatlak sesler” susturulmuştu.
Bu arada içerdeki muhalefeti susturduktan sonra meydana gelen Türk-Rum çatışmaları, Türk liderliğine ve onların emrindeki silahlı çetelere büyük bir güç verdi. 1958 yazından sonra Kıbrıs Türk cemaati artık bu güçler elinde hemen hemen hiç rahat nefes alamaz bir hâle gelmişti.

Kıbrıs Türk cemaati ideolojik ve kültürel bakımdan Türkiye’deki gelişmelere yakından bağlıdır. Buradaki devrimci güçlerin Kıbrıs meselesini doğru olarak değerlendirmeleri, Türk cemaatinin uyanmasından çok önemli bir etken olacaktır.

Adanın geleceğinde (geçmişinde de olduğu gibi) Türklerin daima nazım bir rolleri vardır. Türkler ağırlıklarını anti-emperyalist, demokratik, devrimci cepheye koydukları gün emperyalizmin ayakları altındaki toprak kaymağa başlayacak, Ada’nın gerçek kurtuluşunu hiçbir güç önleyemeyecektir.
Son yıllarda emperyalizm, pek az yerde Kıbrıs’da olduğu kadar başarılı olmuştur. “Böl ve hükmet” siyaseti, yeşil Ada’da emperyalizmin çıkarlarının gerektirdiği biçimde geniş ölçüde uygulanabilmiştir. Türkiye halkı için olsun, Kıbrıs Türkleri için olsun tek doğru yol, emperyalizmin oyununa gelmemek, “Böl ve hükmet” politikasını başarısızlığa uğratmak ve Kıbrıs’ta yüzyıllardan beri birlikte yaşamış olan iki halk arasında, emperyalizmin ve her iki taraftaki işbirlikçilerin yıkmış olduğu köprüleri onarma yolu bulmaktır.

Bugünkü şartlarda Kıbrıs meselesi için tek olumlu çözüm, Türk ve Rum etnik guruplarının eşit haklara sahip olarak özgürce yaşayacağı, emperyalizmin hegemonyasından kurtulmuş ve özellikle üslerden arınmış TAM BAĞIMSIZ DEMOKRATİK KIBRIS FEDERASYONUnu gerçekleştirmektir. Emperyalizmin Kıbrıs topraklarından sökülüp atılması, Türkiye halkının milli kurtuluş mücadelesi ve faşist Yunan cuntasına karşı yürütülen demokratik mücadele açısından da son derece önemlidir.

Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı:21
Temmuz 1970
F.Adalı

Kıbrıs’ta Seçimler (İşçi sınıfı engeli, Türk-Rum çatışması)  

Kıbrıs Türk ve Rum halkı yüzyıllardan beri bir arada yaşamıştı. Ekonomik, sosyal ve hatta kültürel hayatları adeta içiçe girmiş durumdaydı. Yüzyılların eseri gelenek ve alışkanlıkları değiştirmek kolay değildi.

Onun için önce ideolojik mücadeleye girişildi. Türklerle Rumlar birarada yaşayamaz dendi. Yüzyıllarca bu ve benzeri temalar işlendi. En küçük olaylar bu yönde istismar edilerek iki cemaatın arası açılmaya çalışıldı.

Ancak işçi sınıfı bu oyunu bozuyordu. Türk-Rum demeden kendi sendikalarında ve hatta siyasi partide örgütleniyorlardı. Günlük hayatları yanında, yürüttükleri eylemlerle de ayrılıkçı politikaya karşı çıkıyorlardı.

İşçi sınıfı içindeki kıpırdanışlar sindirildikten sonra işler kolaylaşmıştı. İngiliz ajanlarının akıl hocalığında ve fiili tertipleriyle yürütülen çeşitli provokasyonlarla, 1958 Haziran-Temmuz aylarında özlenen çatışma gerçekleştirildi.

‘Türkten Türke’ kampanyası ile Türk cemaati üzerindeki iktisadi hakimiyetlerini gerçekleştiren sermaye çevreleri daha önce zorbalıkla darmadağın ettikleri Türk işçisini yine zorla bir çatı altında toplayıp örgütün başına da polis ajanları yerleştirdiler. Sonra bunları Avrupa ve Amerika’da CIA himayesinde bol bol eğitime tâbi tuttular.

Bunun gibi çiftçiler, gençlik vb toplum zümre ve tabakaları da böyle zoraki kuruluşların çatısı altında toplanıp, hepsi Denktaşın başında bulunduğu Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonuna bağlandı.

Yıllarca süren acılar yanında halkın sefaletine de sebep olan hâkim sınıf ve zümrelerin kendi hayat seviyeleri hakkında ise, gözle görülen yaşantıları dışında, hiçbir bilgimiz yok. Çünkü bunlar ne gelirlerini beyan ederler, ne de onların iktidarı olan Kıbrıs Türk yönetimi 15 yıldan beri bütçesindeki kamuoyuna açıklamıştır.

Halktan bu kadar kopuk ve onun karşısında bir yönetimin silahlı baskı güçleri yanında, dayanağını teşkil eden diğer bir zümre de sayıları 4,000’i bulan memur kadrosudur (H. Sesi, 27.4.1970). Ancak bunları beslemek, Kıbrısın kendi kaynaklarıyla mümkün olmayacağına göre, Türkiyeden her yıl 200 milyonluk bir nakdî yardım yapılmak zorunda kalmaktadır.

İşte 15 yıllık burjuva diktatörlüğünde ada Türklerinin vardığı nokta budur.

Son derece öğretici ve açıklayıcı bulduğumuz yukarıdaki pasajlarda eleştirilecek bir husus bulamıyoruz. Ancak şu noktaya kısaca değinmeyi yararlı görüyoruz.

Çözüm olarak federatif Kıbrıs önerilmektedir. Biz daha önce de belirttiğimiz gibi, federasyonun Ada’nın bağımsızlığının sağlanmasında ve demokrat ve özgür bir Ada halkının kendi kaderini kendisi tayin etmesinde, olumsuz etki yapacağı kanaatindeyiz. Gerçi federasyon Ada’daki yönetimin şekli ile ilgilidir ve meselenin özü demek olan bağımsızlıktan yana olan güçlerin ve bunların başında gelen Ada emekçi halkının gelişip örgütlenmesinin önündeki engellerin kaldırılması kadar önemli olmıyabilir. Ama öz ile şekil arasında diyalektik bağı, karşılıklı etki-tepki ilişkisini de gözden kaçırmamak gerekir.

Bir kere federasyon, emperyalizmin iki cemaat arasında sokmuş olduğu ayrılık tohumlarının, kin ve düşmanlığın bir süre daha sürmesini temin edecektir. Emperyalizmin bugün fiilen meydana gelmesini sağlamış olduğu bölünme “oldu-bitti”sinin bir anlamda kabulü anlamına gelecektir.

İkincisi, Ada’nın bütün geçmişimde yan yana ve içiçe yaşayan iki toplumun birbirinden ayrılması bu geçmişe nazaran daha geri bir çözüm yolu olacaktır.

Üçüncüsü ki kanaatimizce meselenin çözümü bakımından asıl ağırlık taşıyandır, federatif bir yönetim altında iki toplum farklı hız ve doğrultularda gelişeceği için, her iki kesimde de Adanın bağımsızlığından yana güçlerin aynı bilinç ve örgütlenme seviyelerinde yetişmeleri engellenecek, bilhassa Türk kesimindeki faşizan baskı ve terör Ada halkının Ada’nın bağımsızlığına tek bir vücut halinde sahip çıkmalarına engel olacaktır.

Gözden kaçırılmaması gereken bir dördüncü husus da, federasyon halinde, iki toplum arasında hemen ortadan kalkması beklenmemesi gereken husumetin, emperyalizmin, fırsatını buldukça Ada’da “hır” çıkartması için gerekli ortam ve şartlarını bir süre daha devam demektir.

Ama yukarıda da değindiğimiz gibi, mesele bağımsızlıktan yana güçlerin önündeki engellerin temizlenmesidir. Bu engeller temizlenirse, biz inanıyoruz ki, iki toplum da yanyana, içiçe, barış içinde kardeşçe birarada yaşıyacaklar. Çünkü emekçi insanlar birbirlerinin düşmanı olmazlar.

(Kitle dergisi, 3 Eylül 1974, Sayı:24)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder