Bundan önceki sayılarımızda, Türkiye İşçi Partisi
yöneticilerinin ve Türk Solu dergisi etrafında toplanan sosyalistlerin 1967
Kıbrıs buhranı sırasında Kıbrıs meselesine ne gibi yaklaşımları ve getirdikleri
çözüm yollarını ihtiva eden pasajları aktarmış ve gereken eleştirilerimizi
yapmıştık.
Her iki çevrenin de meseleye bir hayli “şöven”ce
yaklaşılmasının sebebini bu yaklaşımların “olay”ın sıcak olduğu günlerde
yapılmış olmasına yoranlar olabilir. Bu mazeret ne olursa olsun, İşçi sınıfı
pusulasının bu denli gözden ve elden kaçırılmasını engellememeliydi.
Bu sayıda almış olduğumuz pasajlar ise Aydınlık,
Sosyalist Dergide yayınlanan iki inceleme yazısından. Bunlar olayların sıcak
havası içinde değil de 1969 ve 1970 yıllarında yayınlandığı için, “biz de serinkanlılıkla
oturup inceleme yapsaydık öyle olurdu” diyenler olabilir. Biz aynı kanaatte
değiliz. Aşağıdaki pasajları okuyan dikkatsiz bir göz bile, meseleye nasıl
sınıf açısından, nasıl
Yegâne şaşmaz pusula olan işçi sınıfı bilimi açısından
yaklaşıldığını hemen görecektir.
Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı:10, Ağustos 1969 – Fuat Fegan
Kıbrıs Meselesi
… Gerçek “MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞLARI” daima ülkedeki bütün anti-emperyalist
güçlerden meydana gelen bir cephe savaşı halinde yürütülür. Her gün bunun
sayısız örneklerine şahit olmaktayız.
Fakat EOKA hareketinde böyle bir cephenin kurulması için herhangi bir çaba
görülmez. Hatta denebilir ki, kurulmaması için bilhassa dikkat gösterilmiştir.
Hareket, kilise denetiminde, ada Rumları arasındaki en gerici unsurlara
dayandırılmış, diğer güçler tamamen dışarda bırakılmıştır. Zaten yıllardan beri
kimsenin emeli olan “ENOSİS”i Adadaki diğer etnik guruplarca, özellikle Türkler
tarafından benimsenemezdi.
1955’de hareketi yürüten gerici Kilise çevresindeki gerici unsurlara
dayandırılması, Türkler için kabulü imkânsız Enosisçi bir hedef güdülmesi ve
diğer yandan da hareketin başına Grivas gibi müseccel bir emperyalizm ajanının
getirilmesi, daha sonraki gelişmeler için esas zemini teşkil etmiştir. Belki de
EOKA hareketi, gerçek bir milli kurtuluş savaşının doğmasını engellemek ve
Ada’yı bugünlere hazırlamak için şuurlu olarak yaratılmış bir sözde milli
kurtuluş hareketidir. İlk ortaya çıkışında, Ada halkının çok ufak bir kesimi
tarafından benimsenmiş olması da bunu göstermektedir.
… Silahlı mücadeleyi yürütenler gizli çalışıyorlardı; onları ele geçirmek
mümkün değildi. Fakat sivil halk herhangi bir amaçla herhangi bir yerde (meselâ
kilisede) toplanır toplanmaz, bu birlikler onların üzerine sürüldü. Çeşitli
olaylar meydana geldi. Çoğu zaman suçsuz Rum halkı, emperyalizm emrindeki bu
Türk gençlerine kırdırıldı.
Tamamen İngilizlerin hizmetine girmiş bir kısmı üniformalı veya sivil Türk
polislerinin, aynen Rum veya İngiliz asıllı emperyalist uşaklarına yapıldığı
gibi, zaman zaman EOKA tarafından öldürülmeleri de, diğer taraftan, düşmanca
duyguların körüklenmesine yol açtı.
… Çeşitli yollarla yapılan kışkırtmalar ve olaylar, iki cemaat arasında
gittikçe artan bir soğukluk ve şüphe yaratmıştı. Fakat EOKA, ikinci bir cephede
daha savaşmak istemediği için, Türklerle çatışmaktan kaçınıyordu.
Bu arada Türk kesiminde iki gelişme göze çarpıyordu:
1-Bir takım denemelerden sonra, gizli bir yeraltı teşkilatı kurulmuş ve
teşkilat köylere kadar genişletilmişti. Mümkün olduğu kadar da silahlanıyordu.
2- Diğer taraftan da, kesif bir propaganda ile, şöven duygular halka
aşılanıyordu. En çok tekrarlanan söz: “Türklerle Rumların bir arada
yaşayamayacağı” idi.
1 Mayıs 1958 günü, bu gelişmelerin doğrultusuna ters düşen bir hareket
oldu. Sol eğilimli Türklerle Rumlar, birlikte bir yürüyüş yaptılar. Yürüyüşle
Türk ve Rum bayrakları bir arada yer alıyordu. Ve emperyalizm aleyhtarı
sloganlarla “Türklerle Rumların yüzyıllardan beri olduğu gibi bir arada
yaşayabilecekleri” sloganı yürüyüşe hâkimdi.
Hemen ertesi gün, Türk kesiminde bu yürüyüşe katılan Türkler aleyhinde
kesif bir kampanya başlatıldı. Gazeteler ateş püskürüyordu. Liderler onların ne
satılmışlıklarını bırakıyorlardı, ne de vatan hainliklerini!
Aradan birkaç hafta geçmeden, bu sol eğilimli Türklerin önde gelenleri
birer birer öldürülmeye başlandı (22 Mayıs 1958). Kimisi sokak ortasında
vurularak, bıçaklanarak öldürülüyordu. Kimisi gece yatağında uyurken… Ve bütün
bu cinayetlerin failleri yakalanamıyordu!
Bu önde gelen sol eğilimli Türklerden hayatlarını kurtarabilenler ise, yurt
dışına kaçmaktan başka çare bulamamışlardı.
Böylece, Türk kesiminde yeni yeni filizlenmeye başlayan sol hareketin başı
ortadan kaldırılmıştı. Geriye başsız gövde kalıyordu. Onun da çaresi bulundu:
Türkçe gazeteler, artık solcu Rum teşkilatlarıyla ilgilerinin kalmadığını
bildirenlerin resimli ilanlarıyla dolup taştı. Aksi takdirde ölümlerden ölüm
beğenmek gerektiği en yetkili ağızlarınca açıkça ifade ediliyordu.
Bundan sonra Türk kesiminde ortam hazırdı: Cemaat istenilen yere
götürülebilirdi. İçerden gelebilecek “çatlak sesler” susturulmuştu.
Bu arada içerdeki muhalefeti susturduktan sonra meydana gelen Türk-Rum
çatışmaları, Türk liderliğine ve onların emrindeki silahlı çetelere büyük bir
güç verdi. 1958 yazından sonra Kıbrıs Türk cemaati artık bu güçler elinde hemen
hemen hiç rahat nefes alamaz bir hâle gelmişti.
Kıbrıs Türk cemaati ideolojik ve kültürel bakımdan Türkiye’deki gelişmelere
yakından bağlıdır. Buradaki devrimci güçlerin Kıbrıs meselesini doğru olarak
değerlendirmeleri, Türk cemaatinin uyanmasından çok önemli bir etken olacaktır.
Adanın geleceğinde (geçmişinde de olduğu gibi) Türklerin daima nazım bir
rolleri vardır. Türkler ağırlıklarını anti-emperyalist, demokratik, devrimci
cepheye koydukları gün emperyalizmin ayakları altındaki toprak kaymağa
başlayacak, Ada’nın gerçek kurtuluşunu hiçbir güç önleyemeyecektir.
Son yıllarda emperyalizm, pek az yerde Kıbrıs’da olduğu kadar başarılı
olmuştur. “Böl ve hükmet” siyaseti, yeşil Ada’da emperyalizmin çıkarlarının
gerektirdiği biçimde geniş ölçüde uygulanabilmiştir. Türkiye halkı için olsun,
Kıbrıs Türkleri için olsun tek doğru yol, emperyalizmin oyununa gelmemek, “Böl
ve hükmet” politikasını başarısızlığa uğratmak ve Kıbrıs’ta yüzyıllardan beri
birlikte yaşamış olan iki halk arasında, emperyalizmin ve her iki taraftaki
işbirlikçilerin yıkmış olduğu köprüleri onarma yolu bulmaktır.
Bugünkü şartlarda Kıbrıs meselesi için tek olumlu çözüm, Türk ve Rum etnik
guruplarının eşit haklara sahip olarak özgürce yaşayacağı, emperyalizmin
hegemonyasından kurtulmuş ve özellikle üslerden arınmış TAM BAĞIMSIZ DEMOKRATİK
KIBRIS FEDERASYONUnu gerçekleştirmektir. Emperyalizmin Kıbrıs topraklarından
sökülüp atılması, Türkiye halkının milli kurtuluş mücadelesi ve faşist Yunan
cuntasına karşı yürütülen demokratik mücadele açısından da son derece
önemlidir.
Aydınlık Sosyalist Dergi, Sayı:21
Temmuz 1970
F.Adalı
Kıbrıs’ta Seçimler (İşçi sınıfı engeli, Türk-Rum çatışması)
Kıbrıs Türk ve Rum halkı yüzyıllardan beri bir arada yaşamıştı. Ekonomik,
sosyal ve hatta kültürel hayatları adeta içiçe girmiş durumdaydı. Yüzyılların
eseri gelenek ve alışkanlıkları değiştirmek kolay değildi.
Onun için önce ideolojik mücadeleye girişildi. Türklerle Rumlar birarada
yaşayamaz dendi. Yüzyıllarca bu ve benzeri temalar işlendi. En küçük olaylar bu
yönde istismar edilerek iki cemaatın arası açılmaya çalışıldı.
Ancak işçi sınıfı bu oyunu bozuyordu. Türk-Rum demeden kendi sendikalarında
ve hatta siyasi partide örgütleniyorlardı. Günlük hayatları yanında,
yürüttükleri eylemlerle de ayrılıkçı politikaya karşı çıkıyorlardı.
İşçi sınıfı içindeki kıpırdanışlar sindirildikten sonra işler
kolaylaşmıştı. İngiliz ajanlarının akıl hocalığında ve fiili tertipleriyle
yürütülen çeşitli provokasyonlarla, 1958 Haziran-Temmuz aylarında özlenen
çatışma gerçekleştirildi.
‘Türkten Türke’ kampanyası ile Türk cemaati üzerindeki iktisadi hakimiyetlerini
gerçekleştiren sermaye çevreleri daha önce zorbalıkla darmadağın ettikleri Türk
işçisini yine zorla bir çatı altında toplayıp örgütün başına da polis ajanları
yerleştirdiler. Sonra bunları Avrupa ve Amerika’da CIA himayesinde bol bol
eğitime tâbi tuttular.
Bunun gibi çiftçiler, gençlik vb toplum zümre ve tabakaları da böyle zoraki
kuruluşların çatısı altında toplanıp, hepsi Denktaşın başında bulunduğu Kıbrıs
Türk Kurumları Federasyonuna bağlandı.
Yıllarca süren acılar yanında halkın sefaletine de sebep olan hâkim sınıf
ve zümrelerin kendi hayat seviyeleri hakkında ise, gözle görülen yaşantıları
dışında, hiçbir bilgimiz yok. Çünkü bunlar ne gelirlerini beyan ederler, ne de
onların iktidarı olan Kıbrıs Türk yönetimi 15 yıldan beri bütçesindeki
kamuoyuna açıklamıştır.
Halktan bu kadar kopuk ve onun karşısında bir yönetimin silahlı baskı
güçleri yanında, dayanağını teşkil eden diğer bir zümre de sayıları 4,000’i
bulan memur kadrosudur (H. Sesi, 27.4.1970). Ancak bunları beslemek, Kıbrısın
kendi kaynaklarıyla mümkün olmayacağına göre, Türkiyeden her yıl 200 milyonluk
bir nakdî yardım yapılmak zorunda kalmaktadır.
İşte 15 yıllık burjuva diktatörlüğünde ada Türklerinin vardığı nokta budur.
Son derece öğretici ve açıklayıcı bulduğumuz yukarıdaki
pasajlarda eleştirilecek bir husus bulamıyoruz. Ancak şu noktaya kısaca
değinmeyi yararlı görüyoruz.
Çözüm olarak federatif Kıbrıs önerilmektedir. Biz daha
önce de belirttiğimiz gibi, federasyonun Ada’nın bağımsızlığının sağlanmasında
ve demokrat ve özgür bir Ada halkının kendi kaderini kendisi tayin etmesinde,
olumsuz etki yapacağı kanaatindeyiz. Gerçi federasyon Ada’daki yönetimin şekli
ile ilgilidir ve meselenin özü demek olan bağımsızlıktan yana olan güçlerin ve
bunların başında gelen Ada emekçi halkının gelişip örgütlenmesinin önündeki
engellerin kaldırılması kadar önemli olmıyabilir. Ama öz ile şekil arasında
diyalektik bağı, karşılıklı etki-tepki ilişkisini de gözden kaçırmamak gerekir.
Bir kere federasyon, emperyalizmin iki cemaat arasında
sokmuş olduğu ayrılık tohumlarının, kin ve düşmanlığın bir süre daha sürmesini
temin edecektir. Emperyalizmin bugün fiilen meydana gelmesini sağlamış olduğu
bölünme “oldu-bitti”sinin bir anlamda kabulü anlamına gelecektir.
İkincisi, Ada’nın bütün geçmişimde yan yana ve içiçe
yaşayan iki toplumun birbirinden ayrılması bu geçmişe nazaran daha geri bir
çözüm yolu olacaktır.
Üçüncüsü ki kanaatimizce meselenin çözümü bakımından asıl
ağırlık taşıyandır, federatif bir yönetim altında iki toplum farklı hız ve
doğrultularda gelişeceği için, her iki kesimde de Adanın bağımsızlığından yana
güçlerin aynı bilinç ve örgütlenme seviyelerinde yetişmeleri engellenecek,
bilhassa Türk kesimindeki faşizan baskı ve terör Ada halkının Ada’nın
bağımsızlığına tek bir vücut halinde sahip çıkmalarına engel olacaktır.
Gözden kaçırılmaması gereken bir dördüncü husus da,
federasyon halinde, iki toplum arasında hemen ortadan kalkması beklenmemesi
gereken husumetin, emperyalizmin, fırsatını buldukça Ada’da “hır” çıkartması
için gerekli ortam ve şartlarını bir süre daha devam demektir.
Ama yukarıda da değindiğimiz gibi, mesele bağımsızlıktan
yana güçlerin önündeki engellerin temizlenmesidir. Bu engeller temizlenirse,
biz inanıyoruz ki, iki toplum da yanyana, içiçe, barış içinde kardeşçe birarada
yaşıyacaklar. Çünkü emekçi insanlar birbirlerinin düşmanı olmazlar.
(Kitle dergisi, 3 Eylül 1974, Sayı:24)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder