20 Ekim 2017 Cuma

Sosyalistler Kıbrıs Olaylarını Nasıl Değerlendirdiler? 1967 KIBRIS OLAYLARI VE TÜRK SOLU DERGİSİ

Kıbrıs olayları gelişmekte devam ediyor ve gün geçtikçe, emperyalizmin oyunları daha bir açığa çıkıyor, hayasız ve kanlı yüzü emekçi halklar ve tüm ilerici ve demokratlar tarafından daha bir netlikle teşhir ediliyor. Emperyalizmin çöküşe giderken tezgâhladığı dolaplar üzerindeki sis ve duman perdesi kalkıyor ve halklar hakiki düşmanlarını daha bir yakından tanıyorlar, mücadele azimleri daha bir bileniyor.
Elbette ki, halklar emperyalizmin bu somut saldırıları karşısında, gerçek düşmanlarını tanıma yolunda bilinçlenirken en büyük yardımı, ortalığı kaplayan şovenizm sisini dağıtarak, olayların gerçek yüzünü gösteren işçi sınıfı sosyalistlerinden ve işçi sınıfı biliminden görüyorlar. Genel olarak emek sermaye çelişkisini yumuşatıp bir süre için gözlerden ve bilinçlerden uzaklaştıran şovenizm, emekçi halkın tarihte de görüldüğü gibi zaman zaman kendisinin de kapıldığı ama sonunda ceremesini en çok kendisinin çektiği baş düşmanlarından biridir. Şovenist tutum ve davranışların körüklendiği, şovenizmin insanları sardığı, değil ağzından halkların eşitliğini ve kardeşliğini düşürmeyen ilerici ve demokratların, “sosyalist” geçinenlerin bile kendilerini şovenizm sarhoşluğuna kaptırdıkları bir ortamda, işçi sınıfı sosyalistlerine önemli görevler düşüyor. Kitlelere, bilhassa, milli kurtuluş savaşları ve faşizme karşı savaşlar dışında hiçbir “milli” ve haklı savaş tanımayan işçi sınıfına şovenizmin aldatıcı yüzü ardına gizlenen emekçi düşmanlığını göstermek, geçmişte şovenizme kapılmanın işçi sınıfına ve halklara neye mal olduğunu anlatmak.

1967 Kıbrıs olayları sırasında o zamanki sosyalist çevrelerin tutumlarını inceleyince, şovenizm konusunda hiç de başarılı olmayan bir sınav verdiklerini görüyoruz. Ve bunu o dönemdeki bilinç seviyesinin genel olarak düşük olmasına veriyoruz. Ama şu soruyu sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Belli başlı sosyalist çevrelerin liderleri durumundaki kimseler o zamana kadar toplumumuzun pek çok gerçeğine uygulayabildikleri teoriyi neden bunca yıllık bir mesele olan Kıbrıs pratiğine uygulayamadılar? Ya da, onlar da mı kendilerini, geçmişte “anlı ve şanlı II. Enternasyonal”in bile başını yiyen şovenizme kaptırdılar?

KİTLE’nin geçen sayısında TİP’in 1967 Kıbrıs olayları sırasında almış olduğu tavrı incelemiştik. Bu sayımızda da o zamanlar TÜRK SOLU Dergisi çevresinde toplanan sosyalistlerin tutumunu sizlere sunacağız.

İşçi sınıfı bilimi terkedilince
Aşağıdaki bölümler Türk Solu dergisinin 24 Kasım 1967 tarihli 2. Sayısının kapak yazısından alınmıştır.

TÜRK SOLU, SAYI:2
24 KASIM 1967

Kıbrıs davamız, Emperyalizme karşı savaşın bir parçasıdır
Birkaç gün önce, Kıbrıs Türk Cemaatinin başı Denktaş, görevi başına döndüğünde, Kıbrıs Rum yetkilileri tarafından, haysiyet kırıcı biçimde tutuklanmış ve Türkiye’ye gönderilmişti. Koca Türkiye devletinin arkasında –olması gereken bir cemaat reisine karşı bu davranış, Türk milletinin suratına indirilmiş bir tokattı. Ama Ankara’daki iktidar çevrelerini meselenin bu yanı pek ilgilendirmiyordu. AP adına konuşanlar, piyasayı ürküttü diye, R. Denktaş’ı eleştiriyorlardı. Bu son Yunan faşist saldırısı, özünde davaların en haklısı olan Kıbrıs davamızı savunma görevini oluruna bıraktığımızı bir kez daha göstermiştir.
Barışçı bir çözümden yana olduğumuzu bütün içtenliğimizle ifade etmekten geri kalmamakla birlikte, bu davada birinci görevimiz, Türk ordusunun hemen hemen tümünü NATO emrinde yani Amerikan generallerinin kumandasında tutan duruma son vermek; Grivası ve Atinadaki faşist cuntacı kafadarlarını hizada tutacak bir askeri gücü (bilinçlenmiş ve milli davayı tam olarak anlamış ve en iyi biçimde cihazlandırılmış bir mücahitler gücünü) gereken noktalara sevketmek ve o noktalarda tutmaktır. Biz bunu bugüne dek yapamadık, ama karşımızdakiler yaptılar ve iyi hazırlandılar. Böyle bir güç dengesi kurulmadıkça Yunanlıların saldırılarının arkası kesilmeyecektir. Şamar oğlanı durumumuz sürüp gidecektir. Koskoca Türk milleti bundan daha iyisine layıktır.
İçinde bulunduğumuz şartlarda, Türkiyenin gerçek milli çıkarları, Kıbrıs Türklerinin özgürlüğünü ve tam güvencesini sağlayacak olan, emperyalist güçlerden arınmış bağımsız ve halkçı bir Kıbrıs’ın gerçek olması uğruna mücadeleyi gerektirmektedir. Fakat Kıbrıs davamız, tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Kıbrısın kurulması davasıdır. Ancak böyle bir Kıbrıs’ta, Türkler, başı dik, özgür vatandaşlar olarak yaşayabilirler, ulusal yaşantıya kavuşabilirler.
Bu davayı ancak, başta Atinanın halk düşmanı faşist cuntasına ve onun Kıbrıstaki adamı Grivas gibilere, kesin olarak karşı durmakla savunabiliriz. Bu, Yunan halkına karşı değildir. Emperyalizmle çıkar birliği durumundaki Yunan sermaye çevreleri ve bu çevrelerin sembolü olan Yunan tahtı başka şeydir, Yunan halkı başka şey; bağrında tek bir milliyetçi subay barındırmamayı ilke edinen, savaşlarda hep yenilgiye uğrayan (denize dökülen), ama kendi halkına karşı aslan kesilen Yunan ordusu, bizim milli ordumuzla hiçbir benzerliği olmıyan Yunan ordusu başka şeydir, Yunan halkı başka şey.
Demirel hükümet, Kıbrıs meselesini bütün bu yönleri ile doğru olarak koyabilir mi? Bu sorunun karşılığı olumsuzdur. Kıbrıs davamızı sermaye çevrelerini ve taşra mütegallibesini temsil eden, Amerika’ya karşı yüzü yumuşak bir hükümet doğru olarak kavrayamaz ve Türkiyenin milli çıkarlarına uygun biçimde çözüme bağlıyamaz. Bu gerçeği bilelim. Ama böyle bir hükümet bile, milli güçlerin dayanışması ve bilinçli, aktif denetimi karşısında, 1919 ruhunun yeniden şahlanışı karşısında, pek aykırı bir yola da sapamaz.

Buram buram şovenizm kokan bu yazıda hemen dikkati çeken noktalar şunlar: meseleyi katiyen sınıf açısından, yani biricik doğru açıdan bakılmıyor. Kıbrısta iki cemaat var: Rumlar ve Türkler. Yüzyıllardır barış içinde birarada yaşamış olan bu insanlar son yıllarda niye birbirlerine girmişler, neden kanlı bıçaklı olmuşlar veya oldurulmuşlar; orası araştırılmıyor. Yahut meseleye “milli”ci açıdan yaklaşılırsa araştırmaya gerek kalmıyor. Tabii bu ilk yanlış adım, meselenin tahlil ve çözümüyle baştan aşağı yanlış olmasına sebep oluyor. Gerçi bir paragrafta, meselenin çözümü için, emperyalist üslerden arınmış, bağımsız ve halkçı bir Kıbrıs” önerisi getiriliyor ama, yazının tek bir yerinden bile bu doğru çözüme nasıl varılacağını çıkarmak mümkün değil.

-Bir ülkenin bağımsızlığından kasıt nedir? İşçi sınıfının bilimi bu soruya öz olarak şöyle cevap veriyor: O ülkede yaşıyan halkın kendi kaderini, özgürce, kendinin tayin etmesi. O halde, Kıbrıs davasının çözümü için, Nato’dan ayrılmış da olsa olur da bir askeri gücü bağımsız bir ülkeye sokarak “gereken noktalara sevkedip, o noktalarda tutarak” o ülkeye “bağımsız ve halkçı” bir yönetim getirebileceğimizi düşünebiliriz? Üstelik de bu askeri güç “bilinçlendirilmiş ve milli davayı tam olarak anlamış ve en iyi biçimde cihazlandırılmış bir mücahitler gücü” olacakmış. Bu mücahitleri kim bilinçlendirecek, nasıl bilinçlendirecek? TÜRK SOLU dergisi mi? Oysa herkesin gayet iyi bildiği gibi Ada’da bir Türk mücahit gücü vardır ve kim tarafından nasıl bilinçlendirildiği de malumdur. Zaten bu mücahit gücünün nasıl oluşturulacağı bir iki satır sonra zımnen açıklanıyor. “Biz bunu yapmadık, ama karşımızdakiler yaptılar” deniyor. Yani bu mücahit gücü, aynen EOKA gibi teşkil edilmeliymiş ve TÜRK SOLU dergisine göre “tam bağımsız ve gerçekten demokratik Kıbrıs” çözümü için “birinci görevimiz” bu olmalıymış! Bu önerinin eleştirilmesine gerek var mı, bilemiyoruz!

-Yazıyı baştan aşağı şovenizm toz dumanı kapladığı için bazı doğru cümleler bile hemen arkasından tekzip ediliyor.
Bir başka yerde aynı kapıya varan muğlak bir öneri var. “Davayı ancak, faşist cuntaya ve Grivas’a kesin olarak karşı durmakla savunabiliriz” deniyor. Bunun nasıl olacağı söylenmiyor. Ama baştan beri söylenenler gözden geçirilince TÜRK SOLU’nun bu “nasıl”a cevabı hemen netleşiyor. Türkiye’den şu veya bu biçimde Ada’ya silahlı bir müdahale yapılacak ve “güç dengesi” tesis edilecek. Yani gene aynı iflah olmaz hataya düşülüyor. Bağımsızlar bloğundan bağımsız bir ülkeye, bağımsızlık getirmek için Nato üyesi bire ülkenin askeri müdahalesi öneriliyor.

Evet “üslerden arınmış, bağımsız ve halkçı bir Kıbrıs” önerisi gayet yerinde. Ama böyle bir Kıbrıs’ta “Türklerin ulusal yaşantısı”ndan ne kastedildiği anlaşılmıyor. Bağımsız bir Kıbrıs'ın "ulus"u’ Kıbrıs halkı olmak gerekir. Bu “ulus”un insanlarının da “Kıbrıslı” olarak adlandırılmaları lazımdır. Peki, kendisi Türk milliyetçisi olarak şartlanmış, “milli”vi bir mücadeleden sonra varılan bağımsız halkçı Kıbrıs’ın vatandaşı kendini hangi “ulus”dan sayacaktır? Türkiyeli mi, Kıbrıslı mı? Diyoruz ya, bir kere sınıf anahtarı kaybedilmesin, ondan sonra varılacak sonuçların abesliği kaçınılmaz oluyor.

-Yunan ordusunun tanımlanması yapılırken, şovenizmin neredeyse ırkçılığa varan aşırılığına düşürülmekte, bir bağımsızlık mücadelesi sonunda kurulan, ikinci dünya savaşında faşizme karşı cansiperane savaşan Yunanistan’da milliyetçiliğin Yunan subayları arasında hiç bulunmadığı arzedilmekte, büyük çoğunluğu Yunan emekçilerinden oluşan Yunan ordusunun hep “denize dökülen” bir ordu olduğu ileri sürülerek, Yunan ordusu ile Yunan halkının başka şeyler olduğu söylense bile Yunanlıların üstü kapalı bir şekilde ödlek ve korkak oldukları telmih edilmektedir.

-Sonuçta, emperyalizmin yurdumuzdaki tahakkümünün somut temsilcisi olan Demirel iktidarının bile istemiyerek de olsa, Kıbrıs meselesinin çözümünde aykırı bir yola sapamıyacağı ileri sürülmektedir. Zerre kadar işçi sınıfının biliminden nasiplenmemiş, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir öneriyi eleştirmek bile bir “mesele”. “Aykırı yola sapmadığı” için yine iktidarda olan, iç ve dış finans kapital ortaklığı tahakkümünün temsilcisi Demirel hükümetinin öncülüğünde, emperyalizme yani aynı tahakküm güçlerine karşı, 1919’da anayurda yapılan saldırıyı defetmek amacıyla başlatılan bir milli kurtuluş savaşının getirdiği haklılığın tek bir nebzesi bağımsız Kıbrıs devletine müdahale etmek için ortada yok iken, öncülüğünde, belemediniz içinde işçi sınıfının siyasal örgütü olmayan bir “milli güçler dayanışması” ile “Kıbrıs davamız” çözümlenecek!

Kaldı ki bugün şartlar daha “ehven” olduğu halde, yani Ada’nın bağımsızlığı Sampson çetesi tarafından fiilen ortadan kaldırılıp Kıbrıs emekçi hareketi katliama tabi tutulduğu için müdahaleye gerekçe olduğu, iktidarda, tekelciliğe karşı, burjuva reformist bir iktidar bulunduğu halde varılan sonuç ortadadır…

Bir kez şovenizme kapılmaya görsün  
Aşağıdaki pasajlar da yine Türk Solu dergisinin 1 Aralık 1967 tarihli 3. Sayısından alınmıştır.

TÜRK SOLU, SAYI:3,
1 ARALIK 1967

Tarihi fırsat
HAKARETLERİN EN AĞIRINA UĞRAYAN TÜRK ULUSU, KARŞISINDAKİ KARANLIK KUVVETİ YENECEK GÜÇTEDİR. HALK DÜŞMANLARINI YENMEK TARİHİ GÖREVİMİZDİR.

İleri İnsanlık Bizden Yanadır.
Türkiyenin Amerikan arabulucularıyle müzakerelerde kaybedecek zamanı yoktur. Harekete geçme saati gelmiş geçmiştir. Türk halkı, millet olarak vekar ve haysiyetimizle bağdaşmıyan ürkek davranışlara tahammülü olmadığını, şahlanışıyle, “Ordu Kıbrıs’a!” haykırışlarıyla, kesin olarak ifade etmiştir. Eylemin izlemediği “hazırız, kararlıyız!” cinsinden sözleri bırakıp harekete geçmek, dünyaya sözümüzün eri olduğumuzu ispat etmek, adaya, en az Yunan birliklerine eşit miktarda kuvvet çıkarmak göreviyle karşı karşıyayız.
Ulusal davasının çözüme bağlanmasında, bir ulusun böyle elverişli iç ve dış konjonktürde karşılaşması tarihte ender görülmüştür. Bu, Türk ulusu için tarihi bir fırsattır ve bu tarihi fırsattan yararlanmamak, eğer ihanet değilse, gafletlerin en büyüğüdür.

Dönüm Noktası
Amerikaya rağmen, Kıbrısta Yunan faşistlerine karşı çıkmamız, Amerikan vesayeti şartlarına boyun eğme durumuna düşürülmüş olan Türk ulusunun kaderinde bir dönüm noktası olacaktır. Tıpkı Atatürk zamanında olduğu gibi, Türkiye bir kez daha bütün ileri insanlığın saygısını kazanacak, emperyalizme karşı savaşan doğu ve güney uluslarının öncüsü durumuna yükselecektir. Mustafa Kemal Türkiyesi bir kez daha gerçek olacaktır. Bundan sonra her gerçek Türk yurtseverinin özlediği tam bağısız ve gerçekten demokratik Türkiyenin gerçekleşmesi, tarihi olayların akışının doğal bir sonucu olacaktır. Ve böylece emperyalizm, dünyanın bu bölgesinden tasını tarağını toplayıp çekilmek zorunda kalacaktır.

Mehmetçiğin Süngüsü
Bu tarihi anda ulusça kararlı davranışımı ve dış etkilere karşı durmasını bilerek sözümüzü yerine getirmemiz, faşist terör altında inleyen Yunan halkının kurtuluşunu da sağlayacaktır. İstiklal savaşımızın Yunan ordusunun Anadoluda bozguna uğratılmasının ve denize dökülmesinin somut sonucu sadece Kemalist Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu olmadı, Türk zaferi, aynı zamanda Yunan tarihinde eşi görülmemiş bir demokratik hareketin Yunanistanda gelişmesi sonucunu da verdi. Yunan halkı için büyük kazançlar ifade eden bu gelişmeleri gerçekleştiren etkenler arasında en önemlisi, son tahlilde, Mehmetçiğin süngüsüydü.

Türk Ulusu Görevinin Bilincindedir
Doğu Akdenizde en karanlık kuvvetin, emperyalizmin kuklası Yunan tahtının ve Atinanın faşist cuntasının temsil ettikleri karanlık kuvvetle bir kez daha karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Bu karanlık kuvveti yenecek ve ortadan kaldıracak güçteyiz. Bütün gücümüzü seferber etmek ve yenmek tarihi görevimizdir. Şehitlerine ağlıyan, hakaretlerin en ağırına uğramış 32 milyonluk Türk ulusu bu tarihi görevin bilincindedir. Tüm ileri insanlık bu görevimizi başarmamızı bizden beklemektedir. Tarihin bize yüklediği bu kutsal göreve layık olalım.

O zamanlar Türkiye sosyalist hareketi içinde TİP dışında ikinci bir mihrak olarak ortaya çıkan bir çevreyi şovenizmin böylesine etkisi altına alması gerçekten şaşırtıcı!
Evet, önümüzdeki mücadelenin emperyalizmine ve yerli ortaklarına karşı işçi sınıfının ve onun siyasi örgütünün öncülüğünde tüm bağımsızlık ve demokrasiden yana sınıf ve zümrelerin örgütleri olarak oluşturacakları demokratik güçbirliği cephesiyle sürdürülmesi anlaşılır bir şeydir. Ama bu öneriyle ortaya çıkanların, bu önerinin gereklerine, işçi sınıfının bilimi ile eğilmeleri gerekir. Yoksa, şovenizm, bağnaz milliyetçilik işportacılığı yapıp “milli”ci güçleri harekete geçirdikten sonra, hatta bunlara Demirel’ci gayri milli unsurları da katıp, “Milletçe birlik ve beraberlik” halinde bağımsız Kıbrıs devletine “Kıbrıs bağımsızlığını sağlamaya geldim” diye müdahale edip, “önce Grivas’a, sonra onun arkasındaki Yunan cuntasına ve en sonra da hepsinin arkasındaki ABD’ye karşı bağımsızlık savaşı vererek Türkiye’yi kurtaracağız” fantazisiyle değil.

Evet, en hafif tabiriyle bir fantazi. Ama maddi temeli yok mu? Elbette var: Sözde işçi sınıfı bilimize, özde işçi sınıfına inanmamak. Böyle olunca bir de görülür ki fantazi hiç te “fantazi” değildir. Gerçekleşebilir. Ama gerçekleşirken o fantaziyi kuranı da altında ezen, işçi sınıfının ve tüm emekçi halkın aleyhine sonuçlar bu şekilde mümkündür. Ve eminiz ki bir iki rötuş yapıldığı takdirde yukarıdaki yazıyı bugün bile en “solcu” profesöründen en sağcı siyasetçisine kadar tereddüt etmeden imza atacak pek çok insan vardır.

Yazıyı ayrıntılarıyla eleştirmeyi gereksiz görüyoruz. İlk yazıdaki eleştirmelerimiz teker teker ve fazlasıyla geçerli. Ayrıca işçi sınıfı bilimine az da olsa yabancı olmayan kimseler için bu yazının eleştirilmesine gerek olmadığı kanaatindeyiz. Ancak kısaca şu noktayı da işaret edelim.

Biz, Başbakan Ecevit’in ileri sürdüğü son “Kıbrıs müdahalesiyle Yunanistan’a da özgürlük ve demokrasi götürmüş olduğumuz” olgusunu tarihte ilk ve orijinal sanıyorduk! Meğer yanılmışız. Herşeye kaadir olan Mehmetçiğin süngüsü bundan 50 küsur yıl önce de Yunanistan’a “tarihinde eşi görülmemiş bir demokrasi” götürmüş! Ne diyelim? Darısı faşist yönetim altında inleyen diğer ülkelerin başına!...

Yazının son paragrafı, ajitasyon yapayım derken iyice şirazeden çıkmış! Kıbrıs’da verdiği “şehitlere ağlayan” 32 milyonluk Türk ulusu, “tarihi görevinin bilinciyle”, başında Amerikancı Demirel olmak üzere, “Türkiye’de solcular iktidara geldiğinde Anadolu’daki bütün erkeklerin Sibirya’ya sürülüp yerine Rusya’dan erkek getirileceğini” bir tamimle bütün askeri birliklere yayan bir general yönetimindeki silahlı kuvvetlerle, yine arkasında ABD emperyalizminin bulunduğu faşist cunta yönetimindeki Yunanistan’a savaş açıp, “tarihin kendisine yüklediği kutsal görevi yerine getirerek, yani Atina’daki faşist Yunan cuntasını ortadan kaldıracakmış”!
O zaman faşizme karşı, demokrasi ve özgürlükten yana bütün ülkelere sormak lazımdı: Ne duruyorsunuz, niye faşist Yunan cuntasını ortadan kaldırmak için göreve koşmuyorsunuz?

Sınıf görüşü gene yok       
Aşağıdaki pasajlarda Türk Solu dergisinin 8 Aralık 1967’de yayınlanan 4. Sayısının kapak yazısından alınmıştır.

TÜRK SOLU, SAYI:3
8 ARALIK 1967

Hiçbir milli dava NATO’dan çıkmadan çözümlenemez
Bir milli şahlanış! Türkiyeyi bir baştan bir başa saran ve Amerikan emperyalizmine karşı yüzü en yumuşak politikacıları bile Türklüklerini hatırlamaya ve kendilerine çekidüzen vermeye zorlayan bir milli heyecan havası!.. Hedefleri o anda varabilmek için gerekli noktalara yığınaklarını yapan, taarruz hazırladıklarını tamamlayan Türk ordusu! Sinirler gergin, bütün dünyanın gözü Türkiye üzerinde.
Her tehlikeye karşı hazır olmak ne demektir? Her şeyden önce Türk ulusunun kendi iç ve dış siyasetini, kendi milli savunmasını, kendi milli stratejisini kendisinin tayin etmesi demektir.
Düşmanın kim, dostunun kim olduğunu kendin tayin edebilmen demektir. Kim karşı, hangi düşmana karşı savaş açacağını, ne zaman ve nerede savaşacağını, ulus olarak, kendi tayin etmen demektir. Yani dostunu düşmanını kendin seçmek hakkına sahip bulunmak demektir. ,
Eski hesapları karıştırmayalım; ama artık iyice anlaşılmıştır ki, NATO denen askeri ittifak özünde, başta Birleşik Amerika, sömürücü batı ülkelerinin kendi emperyalist çıkarlarını savunma amacıyla kurulmuş bir ittifaktır. Türkiye gibi geri bir tarım ülkesinin, Türkiye gibi emperyalizmin sömürü alanı olan bir ülkenin böyle bir ittifak içinde yeri yoktur.
“Türk Solu” Kıbrıs bunalımının ilk gününden beri, emperyalizmin bu bölgedeki baş dayanağı Yunan yönetici çevrelerine ve özellikle Atina’nın faşist cuntasına karşı, taviz kabul etmeyen sert bir tutumu benimsememizi ve gerekirse(…eksik satır)

Bu yazının da mantık bakımından ötekilerden bir farkı yok. Sınıf gerçeği örtbas edilmiş. Sadece birlik ve beraberlik içinde bir “Türk ulusu” var. Burjuvazinin yüzyıllardır başarıyla kullandığı yutturmacasının sosyalist ağızlardan çıkması yadırgatıcı oluyor! İlk pasajlarda gene aynı hamaset edebiyatı! Türkiye baştan ayağa emperyalizme karşı mücadeleye hazırdı ama son anda Amerikancı Demirel işleri berbat etti! Yazıyı daha fazla eleştirmeye gerek yok. Ancak sürçü lisan kabilinden bir noktaya değinmek istiyoruz. NATO “emperyalist çıkarlarını” olsa bile, “savunma” amacıyla kurulmuş bir ittifak değildir. İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan sosyalist bloku kuşatmak için düpedüz saldırı amacıyla kurulmuştur.

Türk Solu dergisi çevresindeki sosyalistlerin Kıbrıs meselesini bu derece geri seviyede, bu derece “millici” açıdan koymalarını, ne ortamın ne de onların geri bilinç seviyeleri ile izah edemiyoruz. Çünkü ne sosyalist ortam bu derece hamaset edebiyatına kendini kaptıracak kadar geri bilinç seviyesindeydi, ne de kendileri Türkiye’nin diğer meselelerinde ortaya koydukları gibi işçi sınıfı biliminden bu kadar habersiz…
Mazeret olarak şu denecektir: “Türk Solu”, sosyalistlerin yönettiği, fakat Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükten yana bütün güçlerine seslenilen bir cephe dergisi idi. Dolayısıyla Kıbrıs olayında “millici bir ajitasyon gerekiyordu.”

Demokratik bir cephe içinde sosyalistlerin, kendilerine özgü karakterlerini terketmeleri anlamına gelen bu gerekçe asla kabul edilemez. Demokrasi cephesine damgasını vuran işçi sınıfı sosyalizmidir, işçi sınıfının bilimidir. Bu yegâne kılavuz terkedildi mi, hem cephenin cepheliği kalmaz, hem de burjuvazinin kuyruğuna takılınmış olur. Bu gün o zamanlar Türk Solu çerçevesindeki pek çok sosyalistin bu değerlendirmemize hak vereceklerine inanıyoruz.

NOT: Aktardığımız yazılardaki dikkati çekilmesi gereken noktaların altını biz çizdik. KİTLE

(Kitle dergisi, 27 Ağustos 1974, Sayı:23)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder