Kıbrıs olayları gelişmekte
devam ediyor ve gün geçtikçe, emperyalizmin oyunları daha bir açığa çıkıyor,
hayasız ve kanlı yüzü emekçi halklar ve tüm ilerici ve demokratlar tarafından
daha bir netlikle teşhir ediliyor. Emperyalizmin çöküşe giderken tezgâhladığı
dolaplar üzerindeki sis ve duman perdesi kalkıyor ve halklar hakiki
düşmanlarını daha bir yakından tanıyorlar, mücadele azimleri daha bir
bileniyor.
Elbette ki, halklar
emperyalizmin bu somut saldırıları karşısında, gerçek düşmanlarını tanıma
yolunda bilinçlenirken en büyük yardımı, ortalığı kaplayan şovenizm sisini
dağıtarak, olayların gerçek yüzünü gösteren işçi sınıfı sosyalistlerinden ve
işçi sınıfı biliminden görüyorlar. Genel olarak emek sermaye çelişkisini
yumuşatıp bir süre için gözlerden ve bilinçlerden uzaklaştıran şovenizm, emekçi
halkın tarihte de görüldüğü gibi zaman zaman kendisinin de kapıldığı ama
sonunda ceremesini en çok kendisinin çektiği baş düşmanlarından biridir.
Şovenist tutum ve davranışların körüklendiği, şovenizmin insanları sardığı,
değil ağzından halkların eşitliğini ve kardeşliğini düşürmeyen ilerici ve
demokratların, “sosyalist” geçinenlerin bile kendilerini şovenizm sarhoşluğuna
kaptırdıkları bir ortamda, işçi sınıfı sosyalistlerine önemli görevler düşüyor.
Kitlelere, bilhassa, milli kurtuluş savaşları ve faşizme karşı savaşlar dışında
hiçbir “milli” ve haklı savaş tanımayan işçi sınıfına şovenizmin aldatıcı yüzü
ardına gizlenen emekçi düşmanlığını göstermek, geçmişte şovenizme kapılmanın
işçi sınıfına ve halklara neye mal olduğunu anlatmak.
1967 Kıbrıs olayları sırasında
o zamanki sosyalist çevrelerin tutumlarını inceleyince, şovenizm konusunda hiç
de başarılı olmayan bir sınav verdiklerini görüyoruz. Ve bunu o dönemdeki
bilinç seviyesinin genel olarak düşük olmasına veriyoruz. Ama şu soruyu
sormaktan da kendimizi alamıyoruz. Belli başlı sosyalist çevrelerin liderleri
durumundaki kimseler o zamana kadar toplumumuzun pek çok gerçeğine
uygulayabildikleri teoriyi neden bunca yıllık bir mesele olan Kıbrıs pratiğine
uygulayamadılar? Ya da, onlar da mı kendilerini, geçmişte “anlı ve şanlı II. Enternasyonal”in bile başını yiyen şovenizme kaptırdılar?
KİTLE’nin geçen sayısında
TİP’in 1967 Kıbrıs olayları sırasında almış olduğu tavrı incelemiştik. Bu
sayımızda da o zamanlar TÜRK SOLU Dergisi çevresinde toplanan sosyalistlerin
tutumunu sizlere sunacağız.
İşçi sınıfı bilimi terkedilince
Aşağıdaki bölümler Türk Solu
dergisinin 24 Kasım 1967 tarihli 2. Sayısının kapak yazısından alınmıştır.
TÜRK SOLU, SAYI:2
24 KASIM 1967
Kıbrıs davamız, Emperyalizme karşı savaşın bir parçasıdır
Birkaç gün önce, Kıbrıs Türk Cemaatinin başı Denktaş,
görevi başına döndüğünde, Kıbrıs Rum yetkilileri tarafından, haysiyet kırıcı
biçimde tutuklanmış ve Türkiye’ye gönderilmişti. Koca Türkiye devletinin arkasında –olması gereken bir
cemaat reisine karşı bu davranış, Türk milletinin suratına indirilmiş bir
tokattı. Ama Ankara’daki iktidar
çevrelerini meselenin bu yanı pek ilgilendirmiyordu. AP adına konuşanlar,
piyasayı ürküttü diye, R. Denktaş’ı eleştiriyorlardı. Bu son Yunan faşist
saldırısı, özünde davaların en haklısı olan Kıbrıs davamızı savunma
görevini oluruna bıraktığımızı bir kez
daha göstermiştir.
Barışçı bir çözümden yana olduğumuzu bütün içtenliğimizle
ifade etmekten geri kalmamakla birlikte, bu davada birinci görevimiz, Türk
ordusunun hemen hemen tümünü NATO emrinde yani Amerikan generallerinin
kumandasında tutan duruma son vermek; Grivası ve Atinadaki faşist cuntacı
kafadarlarını hizada tutacak bir askeri gücü (bilinçlenmiş ve milli davayı tam olarak anlamış ve en iyi biçimde
cihazlandırılmış bir mücahitler gücünü) gereken
noktalara sevketmek ve o noktalarda tutmaktır. Biz bunu bugüne dek yapamadık,
ama karşımızdakiler yaptılar ve iyi hazırlandılar. Böyle bir güç dengesi kurulmadıkça Yunanlıların saldırılarının
arkası kesilmeyecektir. Şamar oğlanı durumumuz sürüp gidecektir. Koskoca
Türk milleti bundan daha iyisine layıktır.
İçinde bulunduğumuz şartlarda, Türkiyenin gerçek milli
çıkarları, Kıbrıs Türklerinin özgürlüğünü ve tam güvencesini sağlayacak olan,
emperyalist güçlerden arınmış bağımsız ve halkçı bir Kıbrıs’ın gerçek olması
uğruna mücadeleyi gerektirmektedir. Fakat Kıbrıs davamız, tam bağımsız ve
gerçekten demokratik bir Kıbrısın kurulması davasıdır. Ancak böyle bir Kıbrıs’ta, Türkler, başı dik, özgür
vatandaşlar olarak yaşayabilirler, ulusal yaşantıya kavuşabilirler.
Bu davayı ancak, başta Atinanın halk düşmanı faşist
cuntasına ve onun Kıbrıstaki adamı Grivas gibilere, kesin olarak karşı durmakla savunabiliriz. Bu, Yunan halkına karşı değildir.
Emperyalizmle çıkar birliği durumundaki Yunan sermaye çevreleri ve bu
çevrelerin sembolü olan Yunan tahtı başka şeydir, Yunan halkı başka şey;
bağrında tek bir milliyetçi subay barındırmamayı ilke edinen, savaşlarda
hep yenilgiye uğrayan (denize dökülen), ama kendi halkına karşı aslan kesilen
Yunan ordusu, bizim milli ordumuzla hiçbir benzerliği olmıyan Yunan ordusu
başka şeydir, Yunan halkı başka şey.
Demirel hükümet, Kıbrıs meselesini bütün bu yönleri ile
doğru olarak koyabilir mi? Bu sorunun karşılığı olumsuzdur. Kıbrıs davamızı
sermaye çevrelerini ve taşra mütegallibesini temsil eden, Amerika’ya karşı yüzü
yumuşak bir hükümet doğru olarak kavrayamaz ve Türkiyenin milli çıkarlarına
uygun biçimde çözüme bağlıyamaz. Bu gerçeği bilelim. Ama böyle bir hükümet
bile, milli güçlerin dayanışması ve bilinçli, aktif denetimi karşısında, 1919
ruhunun yeniden şahlanışı karşısında, pek aykırı bir yola da sapamaz.
Buram buram şovenizm kokan bu
yazıda hemen dikkati çeken noktalar şunlar: meseleyi katiyen sınıf açısından,
yani biricik doğru açıdan bakılmıyor. Kıbrısta iki cemaat var: Rumlar ve
Türkler. Yüzyıllardır barış içinde birarada yaşamış olan bu insanlar son
yıllarda niye birbirlerine girmişler, neden kanlı bıçaklı olmuşlar veya
oldurulmuşlar; orası araştırılmıyor. Yahut meseleye “milli”ci açıdan
yaklaşılırsa araştırmaya gerek kalmıyor. Tabii bu ilk yanlış adım, meselenin
tahlil ve çözümüyle baştan aşağı yanlış olmasına sebep oluyor. Gerçi bir
paragrafta, meselenin çözümü için, emperyalist üslerden arınmış, bağımsız ve
halkçı bir Kıbrıs” önerisi getiriliyor ama, yazının tek bir yerinden bile bu
doğru çözüme nasıl varılacağını çıkarmak mümkün değil.
-Bir ülkenin bağımsızlığından
kasıt nedir? İşçi sınıfının bilimi bu soruya öz olarak şöyle cevap veriyor: O
ülkede yaşıyan halkın kendi kaderini, özgürce, kendinin tayin etmesi. O halde,
Kıbrıs davasının çözümü için, Nato’dan ayrılmış da olsa olur da bir askeri gücü
bağımsız bir ülkeye sokarak “gereken noktalara sevkedip, o noktalarda tutarak”
o ülkeye “bağımsız ve halkçı” bir yönetim getirebileceğimizi düşünebiliriz?
Üstelik de bu askeri güç “bilinçlendirilmiş ve milli davayı tam olarak anlamış
ve en iyi biçimde cihazlandırılmış bir mücahitler gücü” olacakmış. Bu
mücahitleri kim bilinçlendirecek, nasıl bilinçlendirecek? TÜRK SOLU dergisi mi?
Oysa herkesin gayet iyi bildiği gibi Ada’da bir Türk mücahit gücü vardır ve kim
tarafından nasıl bilinçlendirildiği de malumdur. Zaten bu mücahit gücünün nasıl
oluşturulacağı bir iki satır sonra zımnen açıklanıyor. “Biz bunu yapmadık, ama
karşımızdakiler yaptılar” deniyor. Yani bu mücahit gücü, aynen EOKA gibi teşkil
edilmeliymiş ve TÜRK SOLU dergisine göre “tam bağımsız ve gerçekten demokratik
Kıbrıs” çözümü için “birinci görevimiz” bu olmalıymış! Bu önerinin
eleştirilmesine gerek var mı, bilemiyoruz!
-Yazıyı baştan aşağı şovenizm
toz dumanı kapladığı için bazı doğru cümleler bile hemen arkasından tekzip
ediliyor.
Bir başka yerde aynı kapıya
varan muğlak bir öneri var. “Davayı ancak, faşist cuntaya ve Grivas’a kesin
olarak karşı durmakla savunabiliriz” deniyor. Bunun nasıl olacağı söylenmiyor.
Ama baştan beri söylenenler gözden geçirilince TÜRK SOLU’nun bu “nasıl”a cevabı
hemen netleşiyor. Türkiye’den şu veya bu biçimde Ada’ya silahlı bir müdahale
yapılacak ve “güç dengesi” tesis edilecek. Yani gene aynı iflah olmaz hataya
düşülüyor. Bağımsızlar bloğundan bağımsız bir ülkeye, bağımsızlık getirmek için
Nato üyesi bire ülkenin askeri müdahalesi öneriliyor.
Evet “üslerden arınmış,
bağımsız ve halkçı bir Kıbrıs” önerisi gayet yerinde. Ama böyle bir Kıbrıs’ta “Türklerin
ulusal yaşantısı”ndan ne kastedildiği anlaşılmıyor. Bağımsız bir Kıbrıs'ın
"ulus"u’ Kıbrıs halkı olmak gerekir. Bu “ulus”un insanlarının da
“Kıbrıslı” olarak adlandırılmaları lazımdır. Peki, kendisi Türk milliyetçisi
olarak şartlanmış, “milli”vi bir mücadeleden sonra varılan bağımsız halkçı
Kıbrıs’ın vatandaşı kendini hangi “ulus”dan sayacaktır? Türkiyeli mi, Kıbrıslı
mı? Diyoruz ya, bir kere sınıf anahtarı kaybedilmesin, ondan sonra varılacak
sonuçların abesliği kaçınılmaz oluyor.
-Yunan ordusunun tanımlanması
yapılırken, şovenizmin neredeyse ırkçılığa varan aşırılığına düşürülmekte, bir
bağımsızlık mücadelesi sonunda kurulan, ikinci dünya savaşında faşizme karşı
cansiperane savaşan Yunanistan’da milliyetçiliğin Yunan subayları arasında hiç
bulunmadığı arzedilmekte, büyük çoğunluğu Yunan emekçilerinden oluşan Yunan
ordusunun hep “denize dökülen” bir ordu olduğu ileri sürülerek, Yunan ordusu
ile Yunan halkının başka şeyler olduğu söylense bile Yunanlıların üstü kapalı
bir şekilde ödlek ve korkak oldukları telmih edilmektedir.
-Sonuçta, emperyalizmin
yurdumuzdaki tahakkümünün somut temsilcisi olan Demirel iktidarının bile
istemiyerek de olsa, Kıbrıs meselesinin çözümünde aykırı bir yola sapamıyacağı
ileri sürülmektedir. Zerre kadar işçi sınıfının biliminden nasiplenmemiş,
tarihte eşi benzeri görülmemiş bir öneriyi eleştirmek bile bir “mesele”.
“Aykırı yola sapmadığı” için yine iktidarda olan, iç ve dış finans kapital
ortaklığı tahakkümünün temsilcisi Demirel hükümetinin öncülüğünde, emperyalizme
yani aynı tahakküm güçlerine karşı, 1919’da anayurda yapılan saldırıyı defetmek
amacıyla başlatılan bir milli kurtuluş savaşının getirdiği haklılığın tek bir
nebzesi bağımsız Kıbrıs devletine müdahale etmek için ortada yok iken,
öncülüğünde, belemediniz içinde işçi sınıfının siyasal örgütü olmayan bir
“milli güçler dayanışması” ile “Kıbrıs davamız” çözümlenecek!
Kaldı ki bugün şartlar daha
“ehven” olduğu halde, yani Ada’nın bağımsızlığı Sampson çetesi tarafından
fiilen ortadan kaldırılıp Kıbrıs emekçi hareketi katliama tabi tutulduğu için
müdahaleye gerekçe olduğu, iktidarda, tekelciliğe karşı, burjuva reformist bir
iktidar bulunduğu halde varılan sonuç ortadadır…
Bir kez şovenizme kapılmaya görsün
Aşağıdaki pasajlar da yine Türk
Solu dergisinin 1 Aralık 1967 tarihli 3. Sayısından alınmıştır.
TÜRK SOLU, SAYI:3,
1 ARALIK 1967
Tarihi fırsat
HAKARETLERİN EN AĞIRINA UĞRAYAN
TÜRK ULUSU, KARŞISINDAKİ KARANLIK KUVVETİ YENECEK GÜÇTEDİR. HALK DÜŞMANLARINI
YENMEK TARİHİ GÖREVİMİZDİR.
İleri İnsanlık Bizden Yanadır.
Türkiyenin Amerikan arabulucularıyle müzakerelerde
kaybedecek zamanı yoktur. Harekete geçme saati gelmiş geçmiştir. Türk halkı,
millet olarak vekar ve haysiyetimizle bağdaşmıyan ürkek davranışlara tahammülü
olmadığını, şahlanışıyle, “Ordu Kıbrıs’a!” haykırışlarıyla, kesin olarak ifade
etmiştir. Eylemin izlemediği “hazırız, kararlıyız!” cinsinden sözleri bırakıp
harekete geçmek, dünyaya sözümüzün eri olduğumuzu ispat etmek, adaya, en az
Yunan birliklerine eşit miktarda kuvvet çıkarmak göreviyle karşı karşıyayız.
Ulusal davasının çözüme bağlanmasında, bir ulusun böyle
elverişli iç ve dış konjonktürde karşılaşması tarihte ender görülmüştür. Bu,
Türk ulusu için tarihi bir fırsattır ve bu tarihi fırsattan yararlanmamak, eğer
ihanet değilse, gafletlerin en büyüğüdür.
Dönüm Noktası
Amerikaya rağmen, Kıbrısta Yunan faşistlerine karşı
çıkmamız, Amerikan vesayeti şartlarına boyun eğme durumuna düşürülmüş olan Türk
ulusunun kaderinde bir dönüm noktası olacaktır. Tıpkı Atatürk zamanında olduğu
gibi, Türkiye bir kez daha bütün ileri insanlığın saygısını kazanacak, emperyalizme
karşı savaşan doğu ve güney uluslarının öncüsü durumuna yükselecektir. Mustafa
Kemal Türkiyesi bir kez daha gerçek olacaktır. Bundan sonra her gerçek Türk
yurtseverinin özlediği tam bağısız ve gerçekten demokratik Türkiyenin
gerçekleşmesi, tarihi olayların akışının doğal bir sonucu olacaktır. Ve böylece
emperyalizm, dünyanın bu bölgesinden tasını tarağını toplayıp çekilmek zorunda
kalacaktır.
Mehmetçiğin Süngüsü
Bu tarihi anda ulusça kararlı davranışımı ve dış etkilere
karşı durmasını bilerek sözümüzü yerine getirmemiz, faşist terör altında
inleyen Yunan halkının kurtuluşunu da sağlayacaktır. İstiklal savaşımızın Yunan
ordusunun Anadoluda bozguna uğratılmasının ve denize dökülmesinin somut sonucu
sadece Kemalist Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu olmadı, Türk zaferi, aynı
zamanda Yunan tarihinde eşi görülmemiş bir demokratik hareketin Yunanistanda
gelişmesi sonucunu da verdi. Yunan halkı için büyük kazançlar ifade eden bu
gelişmeleri gerçekleştiren etkenler arasında en önemlisi, son tahlilde, Mehmetçiğin
süngüsüydü.
Türk Ulusu Görevinin Bilincindedir
Doğu Akdenizde en karanlık kuvvetin, emperyalizmin
kuklası Yunan tahtının ve Atinanın faşist cuntasının temsil ettikleri karanlık
kuvvetle bir kez daha karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Bu karanlık kuvveti
yenecek ve ortadan kaldıracak güçteyiz. Bütün gücümüzü seferber etmek ve yenmek
tarihi görevimizdir. Şehitlerine ağlıyan, hakaretlerin en ağırına uğramış 32
milyonluk Türk ulusu bu tarihi görevin bilincindedir. Tüm ileri insanlık bu
görevimizi başarmamızı bizden beklemektedir. Tarihin bize yüklediği bu kutsal
göreve layık olalım.
O zamanlar Türkiye sosyalist
hareketi içinde TİP dışında ikinci bir mihrak olarak ortaya çıkan bir çevreyi
şovenizmin böylesine etkisi altına alması gerçekten şaşırtıcı!
Evet, önümüzdeki mücadelenin
emperyalizmine ve yerli ortaklarına karşı işçi sınıfının ve onun siyasi
örgütünün öncülüğünde tüm bağımsızlık ve demokrasiden yana sınıf ve zümrelerin
örgütleri olarak oluşturacakları demokratik güçbirliği cephesiyle sürdürülmesi
anlaşılır bir şeydir. Ama bu öneriyle ortaya çıkanların, bu önerinin
gereklerine, işçi sınıfının bilimi ile eğilmeleri gerekir. Yoksa, şovenizm,
bağnaz milliyetçilik işportacılığı yapıp “milli”ci güçleri harekete geçirdikten
sonra, hatta bunlara Demirel’ci gayri milli unsurları da katıp, “Milletçe
birlik ve beraberlik” halinde bağımsız Kıbrıs devletine “Kıbrıs bağımsızlığını
sağlamaya geldim” diye müdahale edip, “önce Grivas’a, sonra onun arkasındaki
Yunan cuntasına ve en sonra da hepsinin arkasındaki ABD’ye karşı bağımsızlık
savaşı vererek Türkiye’yi kurtaracağız” fantazisiyle değil.
Evet, en hafif tabiriyle bir fantazi.
Ama maddi temeli yok mu? Elbette var: Sözde işçi sınıfı bilimize, özde işçi
sınıfına inanmamak. Böyle olunca bir de görülür ki fantazi hiç te “fantazi”
değildir. Gerçekleşebilir. Ama gerçekleşirken o fantaziyi kuranı da altında
ezen, işçi sınıfının ve tüm emekçi halkın aleyhine sonuçlar bu şekilde
mümkündür. Ve eminiz ki bir iki rötuş yapıldığı takdirde yukarıdaki yazıyı
bugün bile en “solcu” profesöründen en sağcı siyasetçisine kadar tereddüt
etmeden imza atacak pek çok insan vardır.
Yazıyı ayrıntılarıyla
eleştirmeyi gereksiz görüyoruz. İlk yazıdaki eleştirmelerimiz teker teker ve
fazlasıyla geçerli. Ayrıca işçi sınıfı bilimine az da olsa yabancı olmayan
kimseler için bu yazının eleştirilmesine gerek olmadığı kanaatindeyiz. Ancak
kısaca şu noktayı da işaret edelim.
Biz, Başbakan Ecevit’in ileri
sürdüğü son “Kıbrıs müdahalesiyle Yunanistan’a da özgürlük ve demokrasi
götürmüş olduğumuz” olgusunu tarihte ilk ve orijinal sanıyorduk! Meğer
yanılmışız. Herşeye kaadir olan Mehmetçiğin süngüsü bundan 50 küsur yıl önce de
Yunanistan’a “tarihinde eşi görülmemiş bir demokrasi” götürmüş! Ne diyelim?
Darısı faşist yönetim altında inleyen diğer ülkelerin başına!...
Yazının son paragrafı,
ajitasyon yapayım derken iyice şirazeden çıkmış! Kıbrıs’da verdiği “şehitlere
ağlayan” 32 milyonluk Türk ulusu, “tarihi görevinin bilinciyle”, başında
Amerikancı Demirel olmak üzere, “Türkiye’de solcular iktidara geldiğinde
Anadolu’daki bütün erkeklerin Sibirya’ya sürülüp yerine Rusya’dan erkek
getirileceğini” bir tamimle bütün askeri birliklere yayan bir general
yönetimindeki silahlı kuvvetlerle, yine arkasında ABD emperyalizminin bulunduğu
faşist cunta yönetimindeki Yunanistan’a savaş açıp, “tarihin kendisine
yüklediği kutsal görevi yerine getirerek, yani Atina’daki faşist Yunan
cuntasını ortadan kaldıracakmış”!
O zaman faşizme karşı,
demokrasi ve özgürlükten yana bütün ülkelere sormak lazımdı: Ne duruyorsunuz,
niye faşist Yunan cuntasını ortadan kaldırmak için göreve koşmuyorsunuz?
Sınıf görüşü gene yok
Aşağıdaki pasajlarda Türk Solu
dergisinin 8 Aralık 1967’de yayınlanan 4. Sayısının kapak yazısından
alınmıştır.
TÜRK SOLU, SAYI:3
8 ARALIK 1967
Hiçbir milli dava NATO’dan çıkmadan çözümlenemez
Bir milli şahlanış! Türkiyeyi bir baştan bir başa saran
ve Amerikan emperyalizmine karşı yüzü en yumuşak politikacıları bile
Türklüklerini hatırlamaya ve kendilerine çekidüzen vermeye zorlayan bir milli
heyecan havası!.. Hedefleri o anda varabilmek için gerekli noktalara
yığınaklarını yapan, taarruz hazırladıklarını tamamlayan Türk ordusu! Sinirler
gergin, bütün dünyanın gözü Türkiye üzerinde.
Her tehlikeye karşı hazır olmak ne demektir? Her şeyden
önce Türk ulusunun kendi iç ve dış siyasetini, kendi milli savunmasını, kendi
milli stratejisini kendisinin tayin etmesi demektir.
Düşmanın kim, dostunun kim olduğunu kendin tayin
edebilmen demektir. Kim karşı, hangi düşmana karşı savaş açacağını, ne zaman ve
nerede savaşacağını, ulus olarak, kendi tayin etmen demektir. Yani dostunu
düşmanını kendin seçmek hakkına sahip bulunmak demektir. ,
Eski hesapları karıştırmayalım; ama artık iyice
anlaşılmıştır ki, NATO denen askeri ittifak özünde, başta Birleşik Amerika,
sömürücü batı ülkelerinin kendi emperyalist çıkarlarını savunma amacıyla
kurulmuş bir ittifaktır. Türkiye gibi geri bir tarım ülkesinin, Türkiye gibi
emperyalizmin sömürü alanı olan bir ülkenin böyle bir ittifak içinde yeri
yoktur.
“Türk Solu” Kıbrıs bunalımının ilk gününden beri,
emperyalizmin bu bölgedeki baş dayanağı Yunan yönetici çevrelerine ve özellikle
Atina’nın faşist cuntasına karşı, taviz kabul etmeyen sert bir tutumu
benimsememizi ve gerekirse(…eksik satır)
Bu yazının da mantık bakımından
ötekilerden bir farkı yok. Sınıf gerçeği örtbas edilmiş. Sadece birlik ve
beraberlik içinde bir “Türk ulusu” var. Burjuvazinin yüzyıllardır başarıyla
kullandığı yutturmacasının sosyalist ağızlardan çıkması yadırgatıcı oluyor! İlk
pasajlarda gene aynı hamaset edebiyatı! Türkiye baştan ayağa emperyalizme karşı
mücadeleye hazırdı ama son anda Amerikancı Demirel işleri berbat etti! Yazıyı
daha fazla eleştirmeye gerek yok. Ancak sürçü lisan kabilinden bir noktaya
değinmek istiyoruz. NATO “emperyalist çıkarlarını” olsa bile, “savunma”
amacıyla kurulmuş bir ittifak değildir. İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşan
sosyalist bloku kuşatmak için düpedüz saldırı amacıyla kurulmuştur.
Türk Solu dergisi çevresindeki
sosyalistlerin Kıbrıs meselesini bu derece geri seviyede, bu derece “millici”
açıdan koymalarını, ne ortamın ne de onların geri bilinç seviyeleri ile izah
edemiyoruz. Çünkü ne sosyalist ortam bu derece hamaset edebiyatına kendini
kaptıracak kadar geri bilinç seviyesindeydi, ne de kendileri Türkiye’nin diğer
meselelerinde ortaya koydukları gibi işçi sınıfı biliminden bu kadar habersiz…
Mazeret olarak şu denecektir:
“Türk Solu”, sosyalistlerin yönettiği, fakat Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükten
yana bütün güçlerine seslenilen bir cephe dergisi idi. Dolayısıyla Kıbrıs
olayında “millici bir ajitasyon gerekiyordu.”
Demokratik bir cephe içinde
sosyalistlerin, kendilerine özgü karakterlerini terketmeleri anlamına gelen bu
gerekçe asla kabul edilemez. Demokrasi cephesine damgasını vuran işçi sınıfı
sosyalizmidir, işçi sınıfının bilimidir. Bu yegâne kılavuz terkedildi mi, hem
cephenin cepheliği kalmaz, hem de burjuvazinin kuyruğuna takılınmış olur. Bu
gün o zamanlar Türk Solu çerçevesindeki pek çok sosyalistin bu değerlendirmemize
hak vereceklerine inanıyoruz.
NOT: Aktardığımız yazılardaki
dikkati çekilmesi gereken noktaların altını biz çizdik. KİTLE
(Kitle dergisi, 27 Ağustos
1974, Sayı:23)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder