SUNUŞ
Facebook’taki sayfama 29 Eylül
2017’de gönderdiğim bir iletide, Abdullah Korkmazhan arkadaşımızın bu yıl
yayımlanan “Türkiye Solunun Kıbrıs Çıkmazı” başlıklı tez çalışmasında, “Türkiye
solu” adına siyasi parti olarak TKP, TİP ve TSİP’in değerlendirildiğini, ancak Haziran
1974’de kurulmuş olan TSİP’in çeşitli yayın organlarında Kıbrıs olayları
konusunda çıkan haber, makale ve araştırma yazılarının gözardı edildiğinden söz
etmiştim.
Benim yaptığım araştırmaya
göre, sadece haftalık Kitle dergisinin 1974 ile 1978 yılları arasında çıkmış
248 sayısında, Kıbrıs konusunu işleyen 100’den fazla haber, makale ve araştırma
yazısı yayımlanmıştır. TSİP’in Kıbrıs politikasını yakından izlemiş ve partinin
yayın organlarında yazıları yayımlanmış bir kişi olarak, TSİP’in o günlerdeki görüşlerinin
duyulmaması için sermaye basınının özel bir dikkat gösterdiğini de anımsamaktayım.
Nitekim Kitle gazetesinin 13 Ağustos 1974 tarihli (Sayı:21) nüshasında yer alan
“Sermaye basını gerçek yüzünü gösterdi” başlıklı bir makalede, konuyla ilgili
olarak şöyle denmekteydi:
"12 Mart sonrasında ilk kez kurulan ve emekçi halkımızın
demokratik hareketinin bir ürünü olan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’ni yok
saymakta en ilerici görünen gazeteler, sermaye çıkarlarına en bağımlı, en
gerici organlarla aynı tutumu benimserlerken, Bağımsız Kıbrıs görüşünü ve bu
görüşün başlıca savunucusu olan TSİP’ne yer vermemek için azami dikkati
gösterdiler. Binlerce kişinin izlediği ve son yılların Kıbrıs sorunu
konusundaki en önemli ve ciddi toplantısı olduğunda bütün dinleyenlerin birleştiği
Bağımsız Kıbrıs toplantısını, ellerinde tüm veriler olduğu ve muhabir göndermiş
bulundurdukları halde, hiçbir şekilde yansıtmadılar. Sözde liberal geçinen bir
gazete, toplantının paralı ilanını önce Kabul ettiği halde, son dakikada
kalıplarından çıkardı.”
Gazetenin aynı sayısında yer
alan “İşçi sınıfının görüşü: Bağımsız ve
Demokratik Kıbrıs” başlıklı bir haberde ise, “Çeşitli demokratik örgütlerin destekledikleri ve katıldıkları Bağımsız
Kıbrıs toplantısının 4 Ağustos 1974 Pazar günü saat 15’de İstanbul’da Tepebaşı
Gazinosu Salonunda 3,500’den fazla dinleyicinin katılımı ile gerçekleştiği ve
büyük bir dikkatle ve ilgiyle izlendiği” duyurulmaktaydı. Bu toplantıda
Kıbrıslı öğrenci Yalçın Veysi, Basın-İş Sendikası Genel Başkanı Burhan Şahin, İYÖKD
Başkanı Alişan Özdemir, TSİP adına Oya Baydar konuşmuşlardı.
Bu çok önemli toplantıdan da hiç
söz etmeyen Abdullah Korkmazhan, adı geçen çalışmasında TSİP yayınlarını
yeterince inceleyip araştırmadığı için, TSİP’in Kıbrıs politikasına değindiği 3-5
sayfada yanlış ve eksik değerlendirmeler yapmak durumunda kalmıştır.
Bu konuda Kıbrıslı okuyucuyu
aydınlatmak amacıyla, Kitle dergisinde yer alan ve hepsi de dergi redaksiyonu tarafından
hazırlandığı için “KİTLE” imzasını taşıyan “1967’den
1974’e sosyalistler Kıbrıs sorununu nasıl değerlendirdiler?” konulu üç
araştırma yazısını, "Kıbrıs olayları ve
TSİP” ile “Faşist darbeden bugüne
Kıbrıs olayı ve doğru yorum” başlıklı yazıları tam metin olarak bu blogta,
ardarda aktarmayı gerekli gördüm. Bunu, benim tarafımdan kaleme alınmış ve Kitle
dergisinde yayımlanmış Kıbrıs konulu bazı makaleler izleyecektir.
***
SOSYALİSTLER KIBRIS SORUNUNU NASIL DEĞERLENDİRDİLER?
(1967’DEN 1974’E)
Kıbrıs olayları, ilk patlak
verdiği anda koymuş olduğumuz teşhis ve tahminlere uygun olarak gelişiyor,
Emperyalizmin Ada’yı NATO’laştırma planı, alternatiflerden birisi ve belki de
emperyalistler için en uygun olan “taksim“ yönünde ilerliyor. Böylece
emperyalizm bağımsız bir Kıbrıs yerine bağımsızlığı fiilen yok edilmiş,
sırasında Ortadoğu’daki halk hareketlerine müdahale edilecek bir sıçrama
tahtası kazanmış ve daha önemlisi bu imkânın kullanılmasını önleyecek başlıca
etken olan Kıbrıs emekçi halk hareketi ezilmiş olacak.
Türkiye emekçi halkı da biliyor
ki, ABD emperyalizminin desteğiyle uluslararası politikada boy göstermek,
görünüşte bazı “milli duyguları okşayıcı“ sonuçlar getirse bile, emperyalizme
bağımlılığı pekiştirdiği için, kendi çıkarları aleyhinedir. Bu oyuna alet olan
ve dünya halkları karşısında ülkemizin haksız ve yapayalnız kalmasına sebep
olacak bir politikayı uygulayanın, özgürlük ve demokrasiden yana olan bir
Başbakan olması ise, yine emekçi halkımızı, gelecek günlerde gerçek demokrasi
ve özgürlük savunucularını aramaya yöneltecektir. Evet bugün halkımız bu bilinç
seviyesine süratle ulaşmaktadır. Süratle diyoruz çünkü bundan altı buçuk yıl
önce 1967’de patlak vermiş olan bir başka Kıbrıs bunalımının o zamanki
sosyalist çevreler tarafından nasıl değerlendirildiğinin basit bir araştırması,
gerek sosyalistlerimizin, gerek emekçi halkımızın nereden nereye geldiğini
açıkça gösterecektir.
MİLLİYETÇİLİK VE SOSYALİZM
Aşağıdaki parça TİP Haberleri
dergisinin 1 Aralık 1967 tarihli 2. Sayısından alınmıştır.
“KIBRISTAKİ ACI GERÇEKLER TİP’İN GÖRÜŞÜNÜ DOĞRULADI
Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’taki birliği muhafazaya devam
etmelidir. Zamanı gelince birliği değiştirmelidir ve şimdiden Kıbrıs Rum
hükümeti muhatabı olmıyacağı için Yunanistanı muhatap sayarak Kıbrıs’taki
soydaşlarımıza yapılacak silahlı saldırının cevapsız kalmıyacağını bunun bir
savaş sebebi (casus belli) sayılacağını Yunanistan’a şimdiden açıkça ifade
etmelidir. Şüphesiz Türkiye barışçı bir devlettir. Bundan böyle, Türkiye’nin
değişmez ve Türkiye milli menfaatlerine yüzde yüz uygun bir tezle ortaya çıkması,
aynı zamanda da bu tezin insanlık dünyası tarafından benimsenmesi, özellikle
üçüncü dünya devletleri tarafından benimsenmesi şarttır. Aksi halde, milli
menfaatlerimize uygun da olsa, dünyaya kabul ettirmiyecek olursak, o tez,
hiçbir netice istihsaline yarıyamaz. İleri süreceğimiz tez, hem milli
menfaatlerimize yüzde yüz hizmet eden bir mahiyet taşımalı, hem de bilhassa
üçüncü dünya devletlerince sempati ile karşılanmalıdır.”
Yazının girişinde “Türkiye İşçi
Partisi Genel Başkanı Aybar’ın iki yıl önce TBMM kürsüsünden yaptığı ve bugün
Kıbrıs’ta ortaya çıkan şu gerçeklerin doğruladığı konuşmanın özetini tarihi bir
belge olarak yayınlıyoruz” denilmektedir. Evet 1965 yılında yapılan bu “tarihi”
konuşmada şu tarihi gerçekler ortaya atılmaktadır.
·
Bağımsız Kıbrıs
Devleti muhatap sayılmamakta, onun yerine NATO üyesi Yunanistan muhatap
addedilmektedir. Yani, bir ülkenin, hem de tarafsız blok içindeki bir ülkenin
bağımsızlığı yok kabul edilmektedir.
· Kıbrıs’taki,
emperyalizmle emekçi halk arasında sürmekte olan mücadele farkedilmemekte,
meseleye ırk ya da milliyet açısından yaklaşılarak “soydaşlarımız” ön plana
çıkarılmaktadır. Sınıfsal tahlilden eser yoktur.
· Demirel’i bir AP
iktidarı tarafından yönetilen, yani sömürücü sınıfların egemen olduğu bir
ülkenin politikasının “barışçı” olduğu ileri sürülmektedir.
· Türkiye’nin milli
menfaatlerine uygun bir tezin Üçüncü Dünya’ya, yani çoğunluğu bağımsızlık
mücadelesi veren mazlum ülkelerin çıkarlarının ortak olduğu, bu ülkelerden
birinin diğerleriyle çelişen isteklerde bulunuyorsa, bu isteklerin o ülkenin
emekçilerinin değil, hakim sınıfların çıkarlarını aksettirdiği
farkedilmemektedir.
Bir de şu yazıya bakalım. Yine
aynı dergiden alınmış 967 Kıbrıs olaylarının hemen ertesinde Aybar’ın bir
demecinden parçalar:
TÜRKİYE TÜRKLERİNDİR
Meseleyi gerekirse silahla ama kökünden çözmesi için
hükümeti desteklemeye devam ediyoruz.
Kıbrıs davasının kökünden çözümü, hem Kıbrıslı
soydaşlarımızın hak ve hürriyetlerinde kesin ve gerçek güvenliğe
kavuşturulmalarını hem de Kıbrısın Amerikan emperyalizminin emrinde Türkiye’ye
ve Ortadoğuya karşı bir sıçrama tahtası haline getirilmemesini gerektirir.
Kıbrıs sadece Ada’daki soydaşlarımızın güvenliğinden ibaret bir mesele
değildir; Türkiye’nin güvenliği ile ilgili bir meseledir. Birbirine bağlı bu
iki sonucun her ikisi de elde edilmedikçe, meseleye kökünden çözülmüş gözüyle
bakılamaz.
Görüşme olacaksa hükümet masaya bir kuvvet pozisyonunda
oturmalıdır.
Kıbrıs ikinci milli kurtuluş mücadelemizin kanlı ucu ve
ilk hedeftir. İkinci hedef Türkiye’deki Amerikan üsleri olmalıdır, Türkiye
Türklerindir.
TİP HABERLERİ
Sayı:2/1, Aralık 1967
TİP adına verilen bu demeçten
almış olduğumuz yukarıdaki bölümler de geçen iki yıl içinde TİP’in Kıbrıs
meselesinde bir adım bile ilerlemediğini gösteriyor. Gerçi Kıbrıs meselesinin
Türkiye’nin güvenliği ile de ilgili bir mesele olduğu doğru olarak ortaya
konuyorsa da gene meseleye Türkiye emekçi halkının çıkarı açısından değil genel
bir Türkiye açısından yani “millici” açıdan yaklaşılıyor. Ayrıca şu noktalar
hemen dikkati çekiyor.
·
Meselenin kökünden
ve silahla çözülmesi isteniyor. Ama yazının hiçbir yerinde bu “köklü çözüm”ün
ne olduğu belirtilmiyor.
·
Meşru bir yönetime
sahip tarafsızlar blokunun üyesi bağımsız bir ülkeye NATO üyesi bir ülkenin
silahlı hedefi Kıbrıs oluyor. Yani Demirel iktidarı Ada’ya silahlı bir
müdahalede bulunacak. “Soydaşlarımız”ı kurtaracak. Ada da şu veya bu şekilde
bir Türk kesimi yönetimi ortaya çıkacak. Bu yönetim ve burada yaşıyan emekçi
halk AP iktidarına bağlanacak ve bütün bunlar milli kurtuluş savaşımızın ilk
hedefi olacak.
·
Bu ilk hedefe
ulaştıktan sonra ikinci hedef Türkiye’deki Amerikan üsleri olarak gösteriliyor.
Hem de 963’de ABD’nin Kıbrıs’a giden donanmayı nasıl yüzgeri edip devrin
Başbakanı İsmet İnönü’yü nasıl “haşladığını” bile bile. Kaldı ki,
anti-emperyalist mücadelenin önce yurt dışında başlatılıp, sonra yurt içine
kaydırılması hangi mantığa sığar!
·
Bir de “Türkiye
Türklerindir” ibaresiyle burjuva milliyetçiliğinden başka bir şey olmayan
hamaset edebiyatı yapılmaktadır. İşçi sınıfının bilimi gayet açık bir şekilde
göstermiştir ki çağımızda ülkelerin gerçek sahipleri o ülkenin halkı ve tüm
ilerici ve yurtseverleridir. Türkiye İşçi Partisi’nin resmi yayın organı TİP
Haberleri’nin gene ikinci sayısında Merkez Yürütme Kurulunun Kıbrıs meselesi
ile ilgili iki bildirisi yayınlanmıştır. Bu bildirilerden bazı pasajlar aşağıya
alınmıştır.
KIBRIS’LA İLGİLİ İKİ BİLDİRİ
Dört yıldan beri zaman zaman had safhalar göstererek
devam eden Kıbrıs buhranı son vahşi saldırılardan sonra artık beklemeye
tahammülü olmayan bir mesele haline gelmiştir. Kıbrıslı soydaşlarımızın
katledilmelerine göz yumulamaz.
Kıbrıs buhranını bütün yönleri ile ele almak gerektiğine
inanan Türkiye İşçi Partisi meselenin çözümünü sadece adadaki soydaşlarımızın
dört yıldan beri uğradıkları vahşi tecavüzlerin durdurulması şeklinde mütalaa
etmemektedir.
Bütün bunlardan dolayıdır ki Türkiye İşçi Partisi Kıbrıs
buhranının patlak verdiği ilk günden beri meselenin çözümünü bir bütün olarak
ele almıştır. Kıbrıslı soydaşlarımızın hak ve hürriyetlerinin teminat altına
alınması ile Türkiye’nin emniyetinin sağlanması işlerini bir bütün olarak
mütalaa eden partimiz gerçek çözümün Amerikan nüfuz ve tesiri dışında
bulunduğuna inanmıştır. Bu inançla Türkiye İşçi Partisi 1964’den beri NATO
içinde bir çözüm aranmasının boş bir gayret olduğunu tekrarlamaktadır. Kıbrıs
buhranı ikinci milli kurtuluş mücadelemizin ilk safhasıdır. Kıbrıs buhranında
taviz verilmesine kat’iyen göz yumulamaz.
Türkiye İşçi Partisi hükümetinin son gelişmelerden ve
alınan tedbirlerden muhalefet partilerini haberdar etmesini hatta bu tedbirlerin muhalefetle istişare ederek
alınmasını demokratik rejimin bir gereği
saymaktadır.
Bildiri 2
1-Başbakan Demirel Kıbrıs meselesi hakkında bütün siyasal
parti yöneticilerine bilgi verdiği halde genel başkanımızın hazır
bulunmayışından ötürü Türkiye İşçi Partisi yöneticileriyle görüşmemiştir.
Partimizin bu konudaki müracaatları da cevapsız kalmıştır.
Şüphesiz Türkiye İşçi Partisi de prensip olarak bütün
milletlerarası meselelerin barışçı yoldan çözümlenmesinden yanadır, barışçı yol
taviz ve teslimiyet yolu demek değildir.
Kıbrıs için nihai çözüm: Yunan askerinin derhal geri
çekilmesi ve Türk cemaatine saldırıların kesinlikle durdurulması sağlandıktan
sonra, milletler arası garanti altında, bağımsız, üslerden, asker ve
silahlardan arınmış, tarafsızlaştırılmış, federatif bir Kıbrıs tezi üzerinde
Türkiye, Yunanistan, Türk ve Rum cemaatleri temsilcileriyle BM temsilcisinin
katılacağı müzakereler yoluyla sağlanabilir.
TİP HABERLERİ Sayı:2
1 Aralık 1967
Meseleyi daha derli toplu
yaklaşmaya çalışan bu bildiriler için yukarıdaki eleştirimizin önemli bir kısmı
geçerlidir. Gene bu önemli meseleye sınıf açısından değil “soydaşlarımız”
açısından değil, “millici” açıdan eğilinmiş, gene anti-emperyalist mücadelenin
dünya çapındaki bütünsel ilişkileri gözden kaçırılmış, gene Kıbrıs emekçi halk
hareketi “es” geçilmiştir.
En önemlisi, Ada üzerinde
yüzyıllardır yan yana dostça yaşıyan Türk ve Rum insanların, nasıl
emperyalizmin oyunlarıyle birbirlerine düşman edildiklerine, emperyalizmin “böl
ve yönet” politikasının nasıl başarıyla uygulandığına hiç değinilmemiştir.
Ayrıca AP iktidarının, Kıbrıs meselesinde TİP’in görüşlerini almamış olmasından
yakınılmaktadır. Elbette ki egemen sömürücü güçler iktidarının, böyle bir
mesele değil, hiç bir meselede emekçi muhalefetinin görüşünü sorması
beklenemez. Bu maddenin tabiatı icabıdır. Emekçi muhalefeti ancak kendi aktif
politik gücüyle ve ekonomik-politik örgütleriyle ülke politikasında ağırlığını
duyurur ve görüşlerini söktüre söktüre dinletir. Yok, eğer TİP yöneticileri Kıbrıs
meselesinde alınacak tedbirlerin emekçi muhalefetiyle istişare edilerek
oluşturulabileceği fikrinde idiyseler, bu, kendilerinin meseleye işçi sınıfı
bilimi açısından eğilmediklerinin kanıtıdır. Öte yandan, mevcut üniter Kıbrıs
devletini savunmayarak alması gerekenden daha geri bir çözüm yolu
önerilmektedir. Federatif devletin Türklerin ve Rumların arasına sokulan nifak
ve ayrılıkların tescilli ve sürgit devamı için ilk adım olacağı, Kıbrıs
halkının gerçek çıkarının, aynı fabrikada çalışan Türk ve Rum işçilerini,
yanyana tarlaları ekip biçen Türk ve Rum köylülerini, aynı şehir kasaba ve
köylerde oturan, komşu evlerde oturan Türk ve Rum emekçilerini, aynı örgütlerin
çatısı altında örgütlenen Rum ve Türkleri gerektirdiği gözden kaçırılmaktadır.
NERDE BİLİMSELLİK
2. sayıdan 15 gün sonra
yayınlanan TİP Haberler’in 3. sayısında TİP yöneticilerinin Kıbrıs meselesi ile
ilgili konuşma ve demeçleri geniş yer kaplıyor. İşte Aybar’ın Ankara İl
Kongresinde yaptığı konuşmadan bazı pasajlar:
TARİHİN ÇİZGİSİ ANTİ-EMPERYALİST SAVAŞ ÇİZGİSİDİR
Kıbrıs buhranı vahametini muhafaza ediyor. Kıbrıslı
soydaşlarımız hala kritik durumda. Hiç kimse, soydaşlarımızın yarın gene
vahşice cinayetlere kurban gitmeyeceğini temin edemez. Oysa Kıbrıs davasının
kesin bir sonuca bağlanması için milletçe
savaşı göze aldık. Bir millet, savaşı
kolay göze almaz. Milletimizin Kıbrıs için savaşı seve seve göze alması, konunun hayati önemini sezmiş, adadaki
soydaşlarımızın katlinden de öte bir tehlikenin bizi tehdit ettiğini, o yanılmaz sağ duyusu ile kavramış olmasındandır.
Kıbrıs, bütün Ortadoğuyu kontrol ve tehdit eden müstesna
bir üs, kocaman bir uçak gemisidir.
Meclis Demirel hükümetine Kıbrıs için savaş yetkisi
vereli 25 gün oluyor. Fakat hükümet, kendisne verilen bu yetkiyi kullanmakta
hiç acele etmedi. Hatta diyeceğim ki, kullanmamakta özel bir itina gösterdi.
Şüphesi savaşa karar vermek kolay bir iş değildir. Bir milletin kaderini elinde
tutanlar hafiflikle savaşa karar veremezler; vermemelidirler. İyice düşünmeden,
bütün imkânlar hesaplanmadan savaşa girilemez. Ama savaşın zorunlu olduğu, gerçek bir tehlikeyi defetmek için savaştan başka çare kalmadığı
haller de vardır. Kurtuluş savaşları, meşru müdafaa savaşları gibi… 25 gün bekledikten sonra artık sormak
gerekiyor: savaş yetkisi istiyen ve alan Demirel Hükümeti yukarıda
özetlediğimiz tehlikeleri bertaraf etmiş midir? Kıbrıs’taki soydaşlarımızın
güvenliği, özgürlüğü ve hakları konusunda
sağlam teminat elde etmiş midir? Bilmek, öğrenmek istiyoruz.
Buhranın ta başından beri Makarios büyük bir maharetle
hareket etti. Makarios’un bu üstünlüğü, iki bloktan hiç birine mensup
olmamasından ileri geliyor. Ne
NATO’ya, ne Sovyetler Birliği’ne bağlı olmamak, Makarios’a geniş bir hareket
serbestliği sağlıyor. Bu durumdan, azami
derecede yararlanmasını biliyor. Makarios’un hesapları, bu günkü imkânları
sonuna kadar istismar ederek, Kıbrıs’ı ileride Yunanistan’a bağlamaktır. Hedefi
budur. Ve ne Amerika’ya, ne de Sovyetlere bağlı olmayan bir devlet temsil
etmek, Makarios’u hedefine her gün biraz
daha yaklaştırmaktadır.
TİP HABERLERİ SAYI 3
Bir il kongresinde Kıbrıs
meselesinin hem de partili delege ve üyelere böyle şoven milliyetçi bir açıdan
konulması havsalanın alamayacağı bir husustur. İşçi sınıfı biliminden zerre
kadar nasibi olmayan yukarıdaki pasajları eleştirmek bile aslında abes olmalıdır.
Ancak şu noktalara kısaca dikkat çekelim:
-Kıbrıs’a Demirel iktidarı
tarafından yapılacak bir askeri müdahale, kurtuluş savaşlarıyla, meşru müdafaa
savaşlarıyla eşdeğer gösteriliyor.
-Yıllar boyu “Ne Amerika, Ne
Rusya” diye paralanan TİP Genel Başkanı, Makarios’un bu tarz davranışını
başarının sebebi olarak kabul ederken, bu tarzın sosyal kökenine inemediği için
sanki Makarios böyle istediği için böyle oluyormuş gibi gösteriyor ve üstelik
de onun bir Enosis taktiği olduğunu telmih ederek, kendiliğinden bağımsızlıkçı
bir tavrı karşısına düşmüş oluyor.
Aşağıdaki pasajlar ise TİP
Merkez Yönetim Kurulu üyesi Behice Boran’ın TBMM’de yaptığı konuşmadan
alınmıştır.
UYDU POLİTİKASINDAN VAZGEÇMEK GEREK
Barışsever dünya kamuoyunun, üçüncü dünya devletlerinin
kabul edebileceği ve aynı zamanda her bölgede barışı sağlayacak, hem
Türkiye’nin emniyetini sağlayacak hem
Türk cemaatinin emniyetini sağlayacak bir çıkarmaya uygun olan sarih bir tezi ortaya koymak ve bunu müdafaa etmek lazımdır.
“Enosis’in ölmüş olduğu iddiasını ciddiye almak zordur.
Yunan askerlerinin geri çekilmesiyle, Enosis nasıl ölmüş oluyor bütün diğer
şartlar devam ederken? Konuşmanın başında da ana hatlarıyla belirtmem istedim
ki, Yunan askerlerinin çekilmesi, orada milli muhafız gücü bulundukça ve
Kıbrıs’ın Rum halkı Türklerden dört kat kalabalık bulundukça, Enosis’i
gerçekleştirmek onlar için her zaman mümkündür.
Bu konuşmada da genel olarak
Kıbrıs’a müdahale edilmesi gerektiği, bu müdahale yapılmadığı için iktidarın
pasif ve aciz kaldığı ileri sürülmektedir. Yazımızın başından beri süregelen
eleştirilerimizi tekrarlamakta yarar görmüyoruz. Dozaj bakımından hafif de olsa
meseleye sınıf açısından değil, milliyetçilik açısından yaklaşıldığı yukarıdaki
pasajları okuyanların hemen dikkatini çekecekti.
Aşağıdaki pasajlar da yine
Behice Boran’ın bir konuşmasından alınmış olup, bu konuşma da, ne yazık ki, Ankara
il kongresinde partililere karşı yapılmıştır. Ne TİP liderlerin parti üyeleri
karşısında daha bilimsel açıdan koyması beklenirken, Behice Boran’ın kendisi,
sanırız mevcut ortamın getirdiği “coşkunluğa” kaptırarak bu denli “millici”leştiği
düşünülebilir.
ANTİEMPERYALİST MÜCADELEDE ÖNCÜ İŞÇİ SINIFININ PARTİSİDİR
“Biliyorsunuz sosyalistler yurt müdafaası sorununu milli
kurtuluş savaşları haklı ve meşru savaşlar sayarlar. Ve orada silaha sarılmayı,
sadece bir doğru değil, bir ödev bilirler. Kıbrıs meselesi ise sadece Kıbrıs sınırları içinde kalan bir mesele
değildir. Kıbrıs meselesinde üç ayrı
unsur vardır: Birincisi oradaki Türk cemaatinin, cemaat olarak can ve mal
emniyetinin sağlanması ve cemaat olarak hakları
ve çıkarlarıdır.
Kıbrıs dolayısıyle bir savaş olursa, bu; Yunanistan’a, onun arkasındaki Amerika’ya ve NATO’ya
karşı anti-Amerikan, anti-emperyalist savaş haline gelecek ve dalgalanmaları,
ne olursa olsun Amerika’nın ve emperyalizmin Türkiyeden sökülüp atılmasıyla
sona erecektir.”
TİP HABERLERİ Sayı:3
16 Aralık 1967
Boran da aynı Aybar gibi üçüncü
dünya blokuna dahil bağımsız Kıbrıs devletinin, NATO’ya bağlı Türkiye
tarafından “Türk cemaatinin can ve mal emniyetini sağlamak için yapılacak bir
müdahaleyi, “yurt müdafaası savaşları” içinde mütalâa etmektedir! Ve Behice
Boran daha da ileri giderek Türkiye’nin emperyalizmden kurtulup, bağımsızlığa
kavuşmasının yolunu (yahut yollarından birini) Kıbrıs’a bu müdahale ile
başlayıp, giderek Yunanistan’a, Amerika’ya ve NATO’ya karşı dönüşecek bir savaş
olduğunu söyleyebilmektedir. Bu önerinin işçi sınıfının bilimiyle ne derece
ilgisi olduğunu tesbit etmeyi okuyucunun kendisine bırakıyoruz.
SONUÇ
Bütün bunları, o zamanki bilinç
seviyesini tesbit etmek için yeniden okurların dikkatine sunduk:
“Biz meselenin doğrusunu
elbette biliyorduk. Ama o zamanki şartlarda, taktik olarak mesele böyle
konabilirdi. Daha ilerisi hazmedilemezdi” denecekse, bu itirazı makbul
addetmiyoruz. Çünkü o tarihlerde ve daha önceleri Türkiye’nin ve toplumumuzun
pek çok meselesi bu meselede olduğundan çok daha doğru ve bilimsel olarak
konabiliyordu ve bu koyuşu yapmak için gerekli kılavuz, yani işçi sınıfının
bilimi, oldukça yaygın bir şekilde kullanılabiliyordu.
Kıbrıs meselesinin bu günkü
konuluşuyla bundan altı küsur yıl önce konuluşu arasında dağlar kadar fark,
işçi sınıfı sosyalizminin, o günden bu yana nasıl süratle geliştiğinin, işçi
sınıfımız ve yandaşları bünyesinde nasıl yaygınlaştırıldığının somut
belirtisidir.
Nitekim, gelecek hafta
incelemesini yapacağımız Türk Solu dergisi etrafında toplanan sosyalistlerin
Kıbrıs meselesini değerlendirmeleri, bu görüşümüzü bir kez daha haklı
çıkartacaktır.
NOT: Aktardığımız
konuşmalardaki ilgi çekici yanlara dikkat çekmek için bazı noktaların altını
çizdik. (KİTLE)
(Kitle dergisi, 13 Ağustos
1974, Sayı:21)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder