Kıbrıs Türk toplum lideri Rauf
Denktaş’ın, Kıbrıs sorununun BM Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında kendisine
Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios’la eşit temsil hakkı tanınmadığı takdirde
bağımsız Kıbrıs Türk devletini ilan edeceğini açıklaması, yıllardır
emperyalizmin savunduğu Kıbrıs’ın taksimi planının yakında tamamlanacağını
göstermektedir.
Bilindiği gibi geçen yılın
Temmuz ayında Makarios’a karşı yapılan darbeden sonra, Türkiye Kıbrıs’a askeri
müdahalede bulunmuş ve ada topraklarının yüzde 40’ı Türk Silahlı Kuvvetlerinin
denetimi altına girmişti. Daha sonra da İngiliz üslerine sığınan Kıbrıslı
Türkler, TSK’nin denetimindeki bölgeye taşınmış, geçtiğimiz ay içinde taksim
hattının güneyinde kalanların kuzeye aktarılması ile nüfus ayrımı da
gerçekleşmişti.
İngiliz ve Amerikan
emperyalizmine hizmet etmekte olan Kıbrıs Türk liderliğinin Kıbrıs sorununun
çözümü yolunda izleyegeldiği taksimci politika, 1956’lardan beri
sürdürülmektedir. Menderes hükümetlerinin “Ya Taksim, Ya Ölüm” parolası, 1960
yılında Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığa kavuşmasından sonra
terkedilmemiştir. Kıbrıs Türk liderliği, ada nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan
Rum toplumuna oranla kazanılan geniş anayasal yetkilerin uygulanması sırasında
ortaya çıkan anlaşmazlıkların çözümünde uzlaşmaz bir tutum içine girmiş,
sonunda Aralık 1963 olayları patlak vermiştir. O dönemde Cumhurbaşkanı
yardımcısı olan Dr. Küçük, Kıbrıs anayasasının artık yaşamadığını duyururken,
Türk Cemaat Meclisi başkanı olan R. Denktaş da adanın taksimi yolundaki
emperyalist planların tasarıları ile meşguldü. 1958’lerde Rum yeraltı örgütü EOKA’nın
karşıtı olarak kurduğu TMT aracılığı ile “Türkten Türke Kampanyası”nı başlatan
Denktaş, “Türklerle Rumlar birarada yaşayamaz” masalını uydurarak, cılız Kıbrıs
Türk burjuvazisinin desteği işle toplumlararası düşmanlığı körüklemeye
başlamıştı. Kıbrıs halkı arasında barış ve kardeşlikten yana olan ilerici
Türklere karşı baskı ve terör uygulanmasına devam edilmiş, liderliğin emperyalizm
yanlısı politikasına karşı çıkanlara Türk bölgelerinde hayat hakkı
tanınmamıştı.
Emperyalizm ve onun saldırgan
örgütü NATO’ya bağlı olan Türkiye’nin Kıbrıs politikası ise genel olarak Kıbrıs
Türk liderliği ile aynı çizgide oluşturulmuştu. Dışişleri Bakanı Erkin, 1964
Haziran’ında “Kıbrıs sorunun kesin çözümü için adanın bir kısmı Yunanistan’a,
diğer kısmı da Türkiye’ye verilmelidir” derken, devrin Başbakanı İnönü 8 Eylül
1964’de TBMM’de şunları söylüyordu: “Biz taksim tezinden ziyade resmi olarak
federasyon kavramını kullanıyoruz. Böylelikle antlaşmalara da bağlı kalmış
oluyoruz.”
Bugün burjuva politikacılarının
üzerinde birleştikleri ve savundukları “Kıbrıs’ta federasyon” görüşünün
ardındaki anlam, kurnaz politikacı İnönü tarafından yukarıdaki sözlerle
açıklanmaktaydı.
Kıbrıs karma hükümetinden
çekilen Türk Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlar, uzun süre kendilerine
Bakanlar Kurulu gündemi gönderildiği halde, toplantılara katılmamakta ısrar ettiler.
1967 yılı sonunda Kıbrıs Türk liderliği, Türkiye Dışişleri Bakanlığından bir
heyetin ziyareti ardından, “tamamen Türk toplumunun iç yönetimi ile ilgilenecek
olan” Geçici Kıbrıs Türk Yönetimini ilan etti. Oysa Kıbrıs anayasasının 87. ve
89. maddeleri bu yetkiyi zaten Türk Cemaat Meclisine veriyordu. 185. maddeye
göre ise, “Cumhuriyet toprakları bölünmezliğe sahip olup, üzerinde herhangi bir
bağımsız birim oluşturulamazdı.
Sonradan gelen Türkiye hükümeti
iktidarları, Kıbrıs sorununun çözümü için başlatılan toplumlararası
görüşmelerin “üniter Kıbrıs devleti” ilkesi çerçevesinde yapılmasını kabul
ettiler. 1973 yılında yeniden federasyon tezinin öne sürülmesi, Kıbrıs Rum
toplumunun büyük tepkisine yol açtı. Kıbrıs Türk Yönetimi ise görüşmelerde
coğrafi ayrılık politikasında ısrar ediyordu. “Kıbrıs Türklerinin mal ve can
güvenliği” gerekçesi ardına saklanan bu taksimci görüşün tutarsızlığı, “barış
harekâtı” öncesine kadar karma köylerde Türklerle Rumların dostluk ve işbirliği
içinde yaşamış olmaları ile kanıtlanmaktadır.
1974 yazında Türkiye’nin
“Kıbrıs’ta bozulan anayasal düzeni ve bağımsızlığı yeniden sağlamak” amacı ile
giriştiği askeri harekât, adanın taksim hattı boyunca ikiye ayrılması ile
sonuçlanmıştır. TSK’nin denetimindeki bölgenin ekonomik, tarımsal, yasal ve
örgütsel sorunları ile ilgilenecek olan bir komisyon, Türkiye hükümetince
oluşturulurken, öte yandan da devlet ve özel sektör temsilcileri Kıbrıs’a
taşınmıştır.
Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi
ile ortaya çıkan sorunlar henüz çözümlenmiş değildir. Kıbrıs Türk yönetimine
önce “otonom” bir nitelik verilmiş, daha sonra da “K. C. Türk Federe Devleti”
kurularak, “özgür Türk bölgelerinde” geçerli olacak yeni bir anayasa kabul
edilmiştir. Viyana görüşmelerinde kararlaştırılan nüfus aktarmasının
tamamlanması ile şimdi sıra sınır pazarlığına gelmiştir. Kıbrıs nüfusunun yüzde
18’ini oluşturan Türkler, ada toprağının yüzde 12.3’ü ve yüzde 73.3’lük özel
mülkiyetin yüzde 16.8’inin tapulu sahibidirler. Halen Türk Silahlı Kuvvetleri
yüzde 40’lık bir bölgeyi denetiminde tutmaktadır. Bu arada adadaki İngiliz
askeri üsleri, Amerikan emperyalizmine devredilmek üzeredir, hatta bu işlem
başlamıştır bile.
BM Genel Kurulu ve Güvenlik
Konseyinin Kıbrıs’ta durumun normalleştirilmesi yolunda bugüne kadar aldığı
kararlar uygulanmamaktadır. Sorunu BM dışında NATO’nun çıkarları doğrultusunda
çözme çabaları devam etmekte, Denktaş yönetimi barışı engelleyici adımlar atmak
peşinde koşmaktadır.
Kıbrıs sorunu ancak BM örgütü
çerçevesinde toplanacak uluslararası bir konferansta çözümlenebilir.
Toplumların yönetimi federal ilkelere dayandırılsa bile çözüm şekli, BM
kararlarına uygun olmalı, Kıbrıs Cumhuriyetinin egemenlik, bağımsızlık ve
toprak bütünlüğü korunmalıdır. Bunun sağlanması ise coğrafi temele dayalı iki
ayrı devlet oluşturmakla değil, üniter Kıbrıs cumhuriyeti devletinin devamı ile
mümkündür. Kıbrıslı Türklerin bu uğurda şövenist ve ayrılıkçı liderliğe karşı
vereceği demokrasi ve Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığı kavgası, kazanılacak
barışın garantisi olacaktır.
(imzasız, Kitle dergisi, 20
Ekim 1975, Sayı:80)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder