İngiliz-Amerikan
Emperyalizminin, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin NATO yanlısı
değil de, bağlantısız bir dış politika gütmesinden huzursuz olduğu bilinen bir
gerçektir. Anti-komünist Kıbrıs Türk
liderliği ile Türkiye hükümetlerinin, bağlantısızlık yanlısı Kıbrıs hükümetine
diş biledikleri bir ortamda, gerek Türk, gerekse Rum yeraltı örgütlerinin
adanın taksimi veya Yunanistan’a bağlanması doğrultusunda çalışmalarını
sürdürdüklerini o günleri yaşayanlar anımsamaktadır. Aralık 1963 olayları
ardından çatışmaları durdurmak amacıyla adaya NATO askerleri gönderme önerisini
reddeden Makaryos hükümeti, sonunda BM Barış Gücü askerlerinin gönderilmesine
onay vermişti. ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Dean Acheson tarafından sunulan, enosis karşılığında Türkiye’ye
Kıbrıs’ta askeri üs verilmesi planı, 1964 Temmuz’unda reddedilince, adanın
taksimi ve iki devlete bölünmesi projesi için 1974 Temmuz’una kadar beklenildi.
Olayların nasıl geliştiği bilinmektedir.
Bu
yazımızda İngiliz-Amerikan emperyalizminin taksim planını uygulatan zamanın ABD
Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile Sovyetler Birliği Dışişleri bakanı Andreyi
Gromiko’nun bir söyleşisinden alıntıyla başlayarak, ABD’nin Kıbrıs sorununa
ilişkin son politikasından örnekler vermek istiyoruz.
Gromiko,
1990 yılında yayımlanan anılarında, Kissinger ile Lefkoşa’da yaptığı bir
görüşmeye değinerek, şunları yazıyordu: “Görüştüğümüz konulardan biri de Kıbrıs
sorunu idi. Kissinger’e sordum: “ABD
hükümeti, Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü destekliyor mu? Evet veya
hayır diye cevap vermenizi isterim.” Kissinger soruma cevap vermeye çalıştı.
Fakat açık konuşmuyordu. Ancak sözlerinden çıkan anlam, Washington’un Kıbrıs’ta
biri Türk, biri Rum iki devlet kurulmasından yana olduğuydu. Kissinger
Makarios’a karşı da eleştirilerde bulundu. Söylediklerinden anlaşıldığına göre,
gerek kendisi şahsen, gerekse Amerika Birleşik Devletleri, Makarios’u bir pürüz
olarak görüyorlardı. Onun siyasetten çekilip, kendini dini görevlerine vermesi
gerektiğine inanıyorlardı. Kissinger’in belirttiği bu görüşe ben şaşırıp
kaldım. Ben, Allahsız bir sosyalist ülkenin temsilcisi olduğum halde,
Başpiskopos Makarios’un devlet başkanı olmasını kabul ediyorum. Ama Hristiyan
ve kapitalist bir ülkenin temsilcisi olduğu halde Kissinger, Başpiskopos
hakkında alaycı bir dille konuşuyordu. Washington
bir kez daha başka ülkelerin içişlerine karışmama ilkesini çiğniyordu. Çünkü
ABD’nin ve NATO’nun ekonomik ve stratejik çıkarları bunu gerektiriyordu.”
(Kirikas’tan aktaran Birlik, 11 Haziran 1990)
Acheson Planı’nın tartışmasına
Türkiye adına katılan Nihat Erim ise daha 1964
Temmuz’unda bakınız Türk politikasını nasıl açıklamıştı: “Karşı önerilerimizin ismi ne olursa olsun, Kıbrıs’ta Türkiye’ye arazi
verilmesi ilkesinden hareket edilerek ve kriterlere dayanan bir sınır
çizilerek, Türkleri bu bölgeye almak gerekir.
Kesin çözümü taksimde görüyoruz.
İçten inancımız, ortaya bir takım yeni fiili unsurlar çıkmadıkça, Yunanlılara
makul bir şeyin kabul ettirilemeyeceğidir. Bu yeni unsurlar Kıbrıs’a müdahale,
Yunanistan dahili durumunda gelişmeler, Amerikan’nın tutumunda değişiklik
şeklinde olabilir.” (Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s.
360)
Temmuz
1974’de gerçekleştirilen Makarios’a darbe ve Türkiye’nin müdahalesi sonucu,
bağlantısız bir dış politika güden Kıbrıs Cumnhuriyeti’nin toprağı ikiye bölünmüş,
ardından da kuzeyde Türk ordusunun işgali altında tutulan %37’lik toprak
üzerinde 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmasına ters düşecek bir şekilde ayrı bir
Türk devletçiği kurulmuştur. Aradan
geçen 15 yıldan fazla bir süreden sonra, değişen dünya konjonktürünü göz önünde
bulunduran ABD, bu kez kendisi ve işbirlikçileri eliyle yaratılan taksimi,
uluslararası topluluğun onay vereceği bir şekle dönüştürme çabasına
girişmiştir. Ne var ki 1958’den beri taksim’i savunan Kıbrıs Türk liderliği
ile Türkiye, yeni dünya koşullarını kavrayamadıklarından fetihçi politikadan
dönüş yapmak istememekte ve ayak diretmektedirler. İşte, Kıbrıs sorununun barışçı yollardan çözme çabalarında
“katalizatör” olma göreviyle, taraflar arasında temaslar yürüten, ABD
Başkanı’nın özel Kıbrıs Koordinatörü Nelson Ledsky’nin Türk tarafının çeşitli
görüşlerine karşılık olarak verdiği yanıtlardan bir demet:
“Bir
kere Kıbrıs sorununu her şeyden önce çözülmesi gereken bir sorun olarak
görüyoruz. Çözümün de tarafların, müzakereler yoluyla Federasyon çerçevesinde
birleşik bir Kıbrıs üzerinde anlaşmaları olduğuna inanıyoruz…
SIKILIK VEYA ESNEKLİK
TOPLUMA KALMIŞTIR – TEMASLAR ARTMALI
…
İki toplumun barış içinde bir arada yaşamasının sadece mümkün olduğuna değil,
aynı zamanda iyi olacağına inanıyoruz. Ama federasyon konusu elbette ki masada,
üzerinde çalışılmaya muhtaçtır. Bu
federasyon ne kadar sıkı veya ne kadar esnek olmalı konusu iki topluma
kalmıştır. Buna kendileri karar verirler. Ayrıca işleyen bir federasyona ek
olarak, iki toplum arasında daha fazla temas olmalıdır. 14 yıldan beri birbirlerinden
kopuklar. Bu kopukluk bölünme duygusunu artırıyor. Güven yaratacak önlemlere
ihtiyaç var. Tarafları bir araya getirip, barış ve refah içinde bir arada
yaşayabileceklerine ikna etmek gerektiğine inanıyoruz.
Kanımızca
iki toplum, devletin birliğini ve bağımsızlığını muhafaza edecek federal bir
anlayışa varmak için eşit platformda müzakere ediyor.
TEK SEÇENEK FEDERASYON
VE GÖRÜŞMELERDİR
Kıbrıs’ta iki toplum olduğuna
inanıyoruz. Her iki toplum da self-determinasyon haklarını kullanmış ve 1960’ta
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Bu hakkı kullanmışlardır.
Artık ikisinin de yeni bir bağımsızlık yolu seçmeye, bir başka devlet ile bir
birlik aramaya hakkı kalmamıştır. Bizim
görüşümüze göre, her iki tarafın da tek seçeneği, adada yeni bir federasyon
yapmaktır. Kıbrıs Türk toplumunun, tercih edeceği bir federasyona girmeye
hakkı vardır. Müzakere sonucunun referanduma sunulmasını kabul ediyoruz. Eğer referandum sonucu “”hayır” çıkarsa,
Kıbrıs Türk toplumunun tek seçeneği, tekrar müzakere masasına oturmak ve kabul
edilebilecek bir çözüm bulmaktır. Kıbrıs Türk toplumunun çok seçeneği olduğunu
kabul etmiyoruz. Bizim görüşümüze göre tek seçeneği vardır. O da Rum toplumu
ile yeni bir anlayış için müzakere yapmaktır. Rum toplumunun seçenekleri de
bunlarla kısıtlıdır.” (Cumhuriyet, 18 Mart 1990)
TEK BİR KIBRIS DEVLETİ
VARDIR
“Kıbrıs’ta Türk devletini kabul etmiyoruz
ve etmeyeceğiz. Tek bir Kıbrıs devleti olduğunu kabul ediyoruz. İki toplum
tarafından kurulmuş bir cumhuriyettir. Ama iki toplum
arasında sorunlar olduğunu kabul ediyoruz. Zaten BM gözetiminde müzakerelerin
gerekli olduğuna da bu yüzden inanıyoruz. Genel Sekreter New York’ta bunu iki
tarafa da söyledi.
KKTC’Yİ TANIMADIK,
TANIMAYACAĞIZ
Mr.
Denktaş, 1977-79 müzakerelerinde iki
toplumlu, iki bölgeli, federal bir kavramı kabul etti. Uluslararası
camianın bir üyesi olarak biz de onu kabul ediyoruz. Uluslararası camianın
diğer üyeleri de bunu kabul ediyor.
KKTC’yi tek tanıyan ülke Türkiye. Biz tanımadık. Tanımayacağız da. Yeterince
güçlü ifade ediyor muyum?
Ben
Kıbrıs’ta kimsenin meseleyi kol kuvvetiyle sorunu çözeceğine inanacak kadar
aptal olduğunu sanmıyorum. Silaha başvurmak her iki ülke için de hata olur.
BASKI DEĞİL, İKNA YOLU
Bence
dostane ikna yoluyla bir şey elde etmek mümkündür. Çözüm iki toplum arasındaki müzakerelerdedir. Dışarıdan bir çözüm
empoze edilmesi uzun vadede bir işe yaramaz. Geçmişteki deneyimler gösterdi ki,
Türkiye baskıya tepki vermiyor. Bunun bir taktik olmadığına inanıyoruz… Bunu
çözmenin yolu baskı uygulamak değil, iki toplumu, çözümün her ikisinin de
menfaatine olduğuna ikna etmektir. Yapmaya çalıştığım budur. Denemeye devam
edeceğim.
FEDERASYON DIŞINDA
SEÇENEK YOK
…
Mr. Ecevit diyor ki Kıbrıs Türk toplumunun, federasyon dışında alternatifi
vardır. Biz ayrılmayı, ilhakı,
bağımsızlığı, Kıbrıs Türk toplumunun seçenekleri olarak görmüyoruz. Bu Rumlar
için de geçerli. Biz demiyoruz ki Rumların hakkı vardır, Türklerin yoktur. Her
iki tarafın da yoktur, diyoruz.Self-determinasyon kavramının kullanılmasına da
bu yüzden karşıyız. (Cumhuriyet, 19 Mart 1990)
AYRI AYRI BAĞIMSIZLIK
HAKKI OLAMAZ
Ledsky,
dün Ankara’da düzenlediği basın toplantısında “Kıbrıs’ta her iki toplumun da
self-determinasyon konusunun, Ankara’daki görüşmeler sırasında gündeme
geldiğini belirterek, Kıbrıs’ta her iki
toplumun da, tek bir federasyon, tek bir devlet çatısı altında, eşit siyasi
haklara sahip olduğunu, bu çatı altında iki toplumun birbirleriyle ilişki kurma
hakkı bulunduğunu ifade etti. Ledsky, “Hiçbir toplumun kendi başına devlet
kurma veya diğer toplumdan ayrı bağımsızlık elde etmek hakkı yoktur” dedi.
(Yeni Gün, 6 Haziran 1991)
SELF-DETERMİNASYON
HAKKI 1960’DA KULLANILDI
Nelson
Ledsky, dün öğleden sonra ilk defa Türk gazetecilerinin yöneticileriyle bir
araya geldi… Gazetecilere Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkı
olmadığı şeklinde görüşlerini yeniden aktaran Ledsky, bu hakkın 1960 yılında
kullanılmış olduğunu savundu… Kendisine yöneltilen soruyu yanıtlarken de Nelson
Ledsky, şöyle dedi: “Kıbrıs sorununa bir
çözüm bulunmazdan önce güven yaratıcı bazı tedbirler alınmalıdır. Daha önceden
Denktaş ve Vasiliu’ya söylediğim gibi, her iki tarafa da daha sıkı temaslar
yapmalıdır. Her iki taraf da daha fazla geliş gidişler olmalıdır. Ticari ve kültürel gruplarla, eğitimciler ve
siyasiler, daha sık temaslar yapmalıdırlar. Bunlar olmazsa, durgunluk devam
ederse, çözüm için bir 15 yıl daha beklemek zorunda kalınabilir.” (Yeni Gün, 8
Haziran 1990)
SERBEST DOLAŞIM
BAŞLATILABİLİR
Ledsky,
Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan’da temaslarını sürdürmek üzere Ankara’dan
ayrılmazdan önce bir basın toplantısı düzenledi… Ledsky, atmosferin
iyileştirilmesi doğrultusunda atılabilecek binlerce adım olduğunu, bu alanda
bir ilk adım örneğini serbest dolaşımın oluşturabileceğini vurguladı.
…
Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının devamı durumunda bunun yasal bir çerçeveye
oturtulması gerektiği yolunda daha önce yaptığı açıklamaların anımsatılması
üzerine, bu demeçlerinin Atina, Lefkoşa ve Ankara’da bazı sorunlara yol
açtığını belirten Ledsky, bu konudaki görüşünün Kıbrıs sorununun bütün
unsurlarının genel bir anlaşma kapsamına oturtulması yönündeki eğilimin bir
parçası olduğunu vurguladı. (Cumhuriyet, 23 Ekim 1990)
İKİ TOPLUM DA EŞİTTİR
(Ankara’da)
düzenlenen basın toplantısında bir gazeteci, “Eşitlikten, iki toplum arasındaki
eşitliği mi, yoksa yalnızca iki toplum arasındaki diyalogda eşitliği mi
anlıyorsunuz?” sorusunu yöneltti. Ledsky, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs
sorununa ilişkin Mart ayı sonunda Güvenlik Konseyi’ne sunduğu sözlü raporu
hatırlatarak, Cuellar’ın, iki eşit
toplumu ifade ettiğini, sorunun azınlık-çoğunluk sorunu olmadığını, ancak tek
bir adada iki toplumun birlikte yaşadığı, birlikte çalıştığı, eşit statüde
federatif bir ortamı kastettiğini belirtti. “Bu sorunun çözüleceğine
inanıyor musunuz?” şeklinde bir soruyu yanıtlarken de Ledsky, şöyle dedi: “Evet,
bunun çözülebilecek bir problem olduğuna inanıyorum. Bunun ne zaman çözüleceği
konusunda tarih veremem, ama ümidimiz, bu yaz önemli bir aşama
kaydedilmesidir.” (Birlik, 11 Haziran 1991)
SİYASİ EŞİTLİK ÇÖZÜMDEN
ÖNCE OLAMAZ
Ankara’daki
görüşmelerinde sonra dün sabah bir basın toplantısı düzenleyen Ledsky, şöyle
dedi: “Denktaş’ın sözünü ettiği siyasi eşitliğin elde edilebilmesi için Kıbrıs
sorununun siyasi bir çözüme kavuşturulabilmesi şarttır. Baker, Nisan ayında Denktaş’a, siyasi eşitliğin ancak siyasi bir çözüm
aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini ve siyasi eşitliğin çözümden önce
olamayacağını söyledi. Müzakere sürecinin ana amaçlarından birisi, iki
toplum arasında bir iktidar paylaşım düzenlenmesi yapılmasıdır.” Ledsky, Denktaş’ın “Önce siyasi
eşitliğimizi tanısınlar, anlaşma sonra” şeklindeki görüşlerini desteklemediğini
de belirterek, “Önce anlaşma olsun, siyasi eşitlik ondan sonra oluşturulsun”
dedi. (Birlik, 3 Ağustos 1991)
DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN
İKİ NOKTA
(Alexander
Onassis Enstitüsü’nce New York’ta düzenlenen “Doğu ve Batı arasında Kıbrıs”
konulu sempozyumda konuşan) ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Koordinatörü Ledsky,
Kıbrıs’ta federasyon kurulması konusunda iyimser olduğunu vurgularken, “dikkat
edilmesi gereken iki nokta var: “1. Kıbrıs Rumları adaya Helenizm damgası
vurmayı amaçlamaktan vazgeçecekler, 2. Kıbrıs Türkleri bağımsız bir Türk
devletinden yana olmayacak. ABD ve BM,
Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletini tanımayacaktır. Bunu akıllarından
çıkarsınlar. Taraflar bu çok önemli iki noktayı göz önüne alırlar ise, o
zaman federasyon oluşturulması mümkün olabilir” dedi.
LEDSKY: TÜRKLERİ NASIL
SAVUNDUM AMA?
Nelson
Ledsky, Kıbrıs Adası’nın Türkiye’ye yakınlığı yüzünden garantiler konusunun
önemli olduğu ve Türk ordusunun Kıbrıs’a yeniden müdahale etme olasılığı
karşısında ne gibi önlemler alındığı yolundaki, çoğunluğu Rum ve Yunanlı
izleyicilerin soru yağmuru karşısında dayanamadı ve “Kıbrıs Adası’nı coğrafik
olarak Türkiye’den uzaklaştırmanız mümkün değil” diye konuştu. Ledsky, sempozyumdan sonra “Türkiye’yi ve
Türkleri nasıl savundum ama değil mi?” dedi. (Kıbrıs, 19 Kasım 1991)
DENKTAŞ: ABD, KIBRIS
İÇİN PARMAKLARINI YAKMAZ
Rauf
Denktaş ise Vatan gazetesinin “ABD, şimdi Kıbrıs konusuna ağırlık koydu,
istenmeyen bir anlaşmayı gerek size, gerekse Yunanistan’a zorla kabul
ettirebilir mi?” şeklindeki sorusunu yanıtlarken, sözlerini şu şekilde
bitirmiştir: “Dolayısıyla Amerika her
tarafın aynı şeyi istediğini sanarak, bir deney yapıyor ve zannedersem Kıbrıs
için parmaklarını yakmaz. İsrail için parmaklarını yakar, ama Kıbrıs için
yakmaz. Ve Rumlar da bunun bilinci içerisinde olduğundan mütemadiyen
horozlanmaktadırlar.” (13 Haziran 1991)
AMAÇ KIBRIS’I NATO
ÜYESİ YAPMAKTI
Bakınız
Alithia gazetesinde E. Haralambus sorunu nasıl değerlendiriyor: “Mitsodakis, Kıbrıs NATO’nun üyesi olsa idi,
1974’de çıkarmanın yapılmayacağını söyledi. Yunan Başbakanı bu şekilde
Karamanlis’in 1975’de söylediklerini tekrarladı ve Makarios’un NATO’ya girmeme
kararının hatalı olduğunu vurguladı. Eleftherotipia gazetesi Mitsodakis’in
bu görüşünün yanlış olduğunu ve Kıbrıs NATO üyesi olsa idi, kaderinin farklı
olmayacağını yazdı… Eleftherotipia’nın da bilmesi gerektiği gibi, Türk istilası
ve Kıbrıs’ın silahla taksimi 1960’dan sonra, 1974’de oldu. Kıbrıs’ın
bağlantısız olduğundan 14 yıl geçtikten sonra saldırıya uğradığından, sözkonusu
gazetenin Mitsodakis’in ısrar ettiği görüşe katılmaması hayret yaratıyor… Kıbrıs NATO üyesi olsa idi, Türklerin
saldırısına uğramayacaktı. NATO müttefikleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı
çıkmışlardı. Çünkü, Kıbrıs ittifakın üyesi değildir. İttifakın üyesi olsa idi,
neden kendisine savaş açacaklardı?” (26 Temmuz 1990)
BÖLÜNME KIBRISLILIK
BİLİNCİNİN GELİŞMESİNDE ANA ENGEL
Bu durumda çıkış yolu
nedir? Bunu da ABD Senatosu Hukuk Komitesi’nin Raporundan okuyalım: “İşgal
edilmiş kuzey kısmındaki Kıbrıslı Türkler… Türk saldırı ve işgalinin kurbanları
olarak, güneydeki yurttaşlarıyla aynı kaderi paylaşmış görünüyorlar. Bu durum
belki de ada üzerindeki hem Rum, hem de Türk toplumları içinde gittikçe artan “Kıbrıslılık”
duygusunu açıklamaktadır… Aslında bu bir çeşit yeni bir milliyetçiliği temsil
etmektedir… Bununla beraber, dış
etkenler adayı böldüğü sürece, “Kıbrıslılık”ın birleştirici anlamı
yayılamayacak ve Kıbrıs’a barış gelmeyecektir. Bugün bu (dış etken) daha çok
Türk ordusudur.” (Crisis on Cyprus 1976: Crucial Year for Peace, Washington
1976, s.16)
Her
iki taraftaki Türk ve Yunan milliyetçiliğinin şovenist savunucularının bir
Kıbrıslılık bilincinin gelişmesi çalışmalarına neden karşı çıktıkları böylece
daha iyi anlaşılmıyor mu?
(“Ahmet An” imzasıyla,
Birlik, aylık siyasi dergi, İstanbul, Temmuz-Ağustos 1992, Sayı:18)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder