10 Mart 2018 Cumartesi

KIBRIS SORUNU İÇİN ÇÖZÜM REÇETESİ

İngiliz-Amerikan Emperyalizminin, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin NATO yanlısı değil de, bağlantısız bir dış politika gütmesinden huzursuz olduğu bilinen bir gerçektir. Anti-komünist Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye hükümetlerinin, bağlantısızlık yanlısı Kıbrıs hükümetine diş biledikleri bir ortamda, gerek Türk, gerekse Rum yeraltı örgütlerinin adanın taksimi veya Yunanistan’a bağlanması doğrultusunda çalışmalarını sürdürdüklerini o günleri yaşayanlar anımsamaktadır. Aralık 1963 olayları ardından çatışmaları durdurmak amacıyla adaya NATO askerleri gönderme önerisini reddeden Makaryos hükümeti, sonunda BM Barış Gücü askerlerinin gönderilmesine onay vermişti. ABD’nin eski Dışişleri Bakanlarından Dean Acheson tarafından sunulan, enosis karşılığında Türkiye’ye Kıbrıs’ta askeri üs verilmesi planı, 1964 Temmuz’unda reddedilince, adanın taksimi ve iki devlete bölünmesi projesi için 1974 Temmuz’una kadar beklenildi. Olayların nasıl geliştiği bilinmektedir.
Bu yazımızda İngiliz-Amerikan emperyalizminin taksim planını uygulatan zamanın ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile Sovyetler Birliği Dışişleri bakanı Andreyi Gromiko’nun bir söyleşisinden alıntıyla başlayarak, ABD’nin Kıbrıs sorununa ilişkin son politikasından örnekler vermek istiyoruz.
Gromiko, 1990 yılında yayımlanan anılarında, Kissinger ile Lefkoşa’da yaptığı bir görüşmeye değinerek, şunları yazıyordu: “Görüştüğümüz konulardan biri de Kıbrıs sorunu idi. Kissinger’e sordum: “ABD hükümeti, Kıbrıs’ın bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü destekliyor mu? Evet veya hayır diye cevap vermenizi isterim.” Kissinger soruma cevap vermeye çalıştı. Fakat açık konuşmuyordu. Ancak sözlerinden çıkan anlam, Washington’un Kıbrıs’ta biri Türk, biri Rum iki devlet kurulmasından yana olduğuydu. Kissinger Makarios’a karşı da eleştirilerde bulundu. Söylediklerinden anlaşıldığına göre, gerek kendisi şahsen, gerekse Amerika Birleşik Devletleri, Makarios’u bir pürüz olarak görüyorlardı. Onun siyasetten çekilip, kendini dini görevlerine vermesi gerektiğine inanıyorlardı. Kissinger’in belirttiği bu görüşe ben şaşırıp kaldım. Ben, Allahsız bir sosyalist ülkenin temsilcisi olduğum halde, Başpiskopos Makarios’un devlet başkanı olmasını kabul ediyorum. Ama Hristiyan ve kapitalist bir ülkenin temsilcisi olduğu halde Kissinger, Başpiskopos hakkında alaycı bir dille konuşuyordu. Washington bir kez daha başka ülkelerin içişlerine karışmama ilkesini çiğniyordu. Çünkü ABD’nin ve NATO’nun ekonomik ve stratejik çıkarları bunu gerektiriyordu.” (Kirikas’tan aktaran Birlik, 11 Haziran 1990)
Acheson Planı’nın tartışmasına Türkiye adına katılan Nihat Erim ise daha 1964 Temmuz’unda bakınız Türk politikasını nasıl açıklamıştı: “Karşı önerilerimizin ismi ne olursa olsun, Kıbrıs’ta Türkiye’ye arazi verilmesi ilkesinden hareket edilerek ve kriterlere dayanan bir sınır çizilerek, Türkleri bu bölgeye almak gerekir.
Kesin çözümü taksimde görüyoruz. İçten inancımız, ortaya bir takım yeni fiili unsurlar çıkmadıkça, Yunanlılara makul bir şeyin kabul ettirilemeyeceğidir. Bu yeni unsurlar Kıbrıs’a müdahale, Yunanistan dahili durumunda gelişmeler, Amerikan’nın tutumunda değişiklik şeklinde olabilir.” (Bildiğim, gördüğüm ölçüler içinde Kıbrıs, Ankara 1975, s. 360)
Temmuz 1974’de gerçekleştirilen Makarios’a darbe ve Türkiye’nin müdahalesi sonucu, bağlantısız bir dış politika güden Kıbrıs Cumnhuriyeti’nin toprağı ikiye bölünmüş, ardından da kuzeyde Türk ordusunun işgali altında tutulan %37’lik toprak üzerinde 1960 Garanti ve İttifak Andlaşmasına ters düşecek bir şekilde ayrı bir Türk devletçiği kurulmuştur. Aradan geçen 15 yıldan fazla bir süreden sonra, değişen dünya konjonktürünü göz önünde bulunduran ABD, bu kez kendisi ve işbirlikçileri eliyle yaratılan taksimi, uluslararası topluluğun onay vereceği bir şekle dönüştürme çabasına girişmiştir. Ne var ki 1958’den beri taksim’i savunan Kıbrıs Türk liderliği ile Türkiye, yeni dünya koşullarını kavrayamadıklarından fetihçi politikadan dönüş yapmak istememekte ve ayak diretmektedirler. İşte, Kıbrıs sorununun barışçı yollardan çözme çabalarında “katalizatör” olma göreviyle, taraflar arasında temaslar yürüten, ABD Başkanı’nın özel Kıbrıs Koordinatörü Nelson Ledsky’nin Türk tarafının çeşitli görüşlerine karşılık olarak verdiği yanıtlardan bir demet:
“Bir kere Kıbrıs sorununu her şeyden önce çözülmesi gereken bir sorun olarak görüyoruz. Çözümün de tarafların, müzakereler yoluyla Federasyon çerçevesinde birleşik bir Kıbrıs üzerinde anlaşmaları olduğuna inanıyoruz…

SIKILIK VEYA ESNEKLİK TOPLUMA KALMIŞTIR – TEMASLAR ARTMALI
… İki toplumun barış içinde bir arada yaşamasının sadece mümkün olduğuna değil, aynı zamanda iyi olacağına inanıyoruz. Ama federasyon konusu elbette ki masada, üzerinde çalışılmaya muhtaçtır. Bu federasyon ne kadar sıkı veya ne kadar esnek olmalı konusu iki topluma kalmıştır. Buna kendileri karar verirler. Ayrıca işleyen bir federasyona ek olarak, iki toplum arasında daha fazla temas olmalıdır. 14 yıldan beri birbirlerinden kopuklar. Bu kopukluk bölünme duygusunu artırıyor. Güven yaratacak önlemlere ihtiyaç var. Tarafları bir araya getirip, barış ve refah içinde bir arada yaşayabileceklerine ikna etmek gerektiğine inanıyoruz.
Kanımızca iki toplum, devletin birliğini ve bağımsızlığını muhafaza edecek federal bir anlayışa varmak için eşit platformda müzakere ediyor.

TEK SEÇENEK FEDERASYON VE GÖRÜŞMELERDİR
Kıbrıs’ta iki toplum olduğuna inanıyoruz. Her iki toplum da self-determinasyon haklarını kullanmış ve 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Bu hakkı kullanmışlardır. Artık ikisinin de yeni bir bağımsızlık yolu seçmeye, bir başka devlet ile bir birlik aramaya hakkı kalmamıştır. Bizim görüşümüze göre, her iki tarafın da tek seçeneği, adada yeni bir federasyon yapmaktır. Kıbrıs Türk toplumunun, tercih edeceği bir federasyona girmeye hakkı vardır. Müzakere sonucunun referanduma sunulmasını kabul ediyoruz. Eğer referandum sonucu “”hayır” çıkarsa, Kıbrıs Türk toplumunun tek seçeneği, tekrar müzakere masasına oturmak ve kabul edilebilecek bir çözüm bulmaktır. Kıbrıs Türk toplumunun çok seçeneği olduğunu kabul etmiyoruz. Bizim görüşümüze göre tek seçeneği vardır. O da Rum toplumu ile yeni bir anlayış için müzakere yapmaktır. Rum toplumunun seçenekleri de bunlarla kısıtlıdır.” (Cumhuriyet, 18 Mart 1990)

TEK BİR KIBRIS DEVLETİ VARDIR
“Kıbrıs’ta Türk devletini kabul etmiyoruz ve etmeyeceğiz. Tek bir Kıbrıs devleti olduğunu kabul ediyoruz. İki toplum tarafından kurulmuş bir cumhuriyettir. Ama iki toplum arasında sorunlar olduğunu kabul ediyoruz. Zaten BM gözetiminde müzakerelerin gerekli olduğuna da bu yüzden inanıyoruz. Genel Sekreter New York’ta bunu iki tarafa da söyledi.

KKTC’Yİ TANIMADIK, TANIMAYACAĞIZ
Mr. Denktaş, 1977-79 müzakerelerinde iki toplumlu, iki bölgeli, federal bir kavramı kabul etti. Uluslararası camianın bir üyesi olarak biz de onu kabul ediyoruz. Uluslararası camianın diğer üyeleri de bunu kabul ediyor. KKTC’yi tek tanıyan ülke Türkiye. Biz tanımadık. Tanımayacağız da. Yeterince güçlü ifade ediyor muyum?
Ben Kıbrıs’ta kimsenin meseleyi kol kuvvetiyle sorunu çözeceğine inanacak kadar aptal olduğunu sanmıyorum. Silaha başvurmak her iki ülke için de hata olur.

BASKI DEĞİL, İKNA YOLU
Bence dostane ikna yoluyla bir şey elde etmek mümkündür. Çözüm iki toplum arasındaki müzakerelerdedir. Dışarıdan bir çözüm empoze edilmesi uzun vadede bir işe yaramaz. Geçmişteki deneyimler gösterdi ki, Türkiye baskıya tepki vermiyor. Bunun bir taktik olmadığına inanıyoruz… Bunu çözmenin yolu baskı uygulamak değil, iki toplumu, çözümün her ikisinin de menfaatine olduğuna ikna etmektir. Yapmaya çalıştığım budur. Denemeye devam edeceğim.

FEDERASYON DIŞINDA SEÇENEK YOK
… Mr. Ecevit diyor ki Kıbrıs Türk toplumunun, federasyon dışında alternatifi vardır. Biz ayrılmayı, ilhakı, bağımsızlığı, Kıbrıs Türk toplumunun seçenekleri olarak görmüyoruz. Bu Rumlar için de geçerli. Biz demiyoruz ki Rumların hakkı vardır, Türklerin yoktur. Her iki tarafın da yoktur, diyoruz.Self-determinasyon kavramının kullanılmasına da bu yüzden karşıyız. (Cumhuriyet, 19 Mart 1990)

AYRI AYRI BAĞIMSIZLIK HAKKI OLAMAZ
Ledsky, dün Ankara’da düzenlediği basın toplantısında “Kıbrıs’ta her iki toplumun da self-determinasyon konusunun, Ankara’daki görüşmeler sırasında gündeme geldiğini belirterek, Kıbrıs’ta her iki toplumun da, tek bir federasyon, tek bir devlet çatısı altında, eşit siyasi haklara sahip olduğunu, bu çatı altında iki toplumun birbirleriyle ilişki kurma hakkı bulunduğunu ifade etti. Ledsky, “Hiçbir toplumun kendi başına devlet kurma veya diğer toplumdan ayrı bağımsızlık elde etmek hakkı yoktur” dedi. (Yeni Gün, 6 Haziran 1991)

SELF-DETERMİNASYON HAKKI 1960’DA KULLANILDI
Nelson Ledsky, dün öğleden sonra ilk defa Türk gazetecilerinin yöneticileriyle bir araya geldi… Gazetecilere Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkı olmadığı şeklinde görüşlerini yeniden aktaran Ledsky, bu hakkın 1960 yılında kullanılmış olduğunu savundu… Kendisine yöneltilen soruyu yanıtlarken de Nelson Ledsky, şöyle dedi: “Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmazdan önce güven yaratıcı bazı tedbirler alınmalıdır. Daha önceden Denktaş ve Vasiliu’ya söylediğim gibi, her iki tarafa da daha sıkı temaslar yapmalıdır. Her iki taraf da daha fazla geliş gidişler olmalıdır.  Ticari ve kültürel gruplarla, eğitimciler ve siyasiler, daha sık temaslar yapmalıdırlar. Bunlar olmazsa, durgunluk devam ederse, çözüm için bir 15 yıl daha beklemek zorunda kalınabilir.” (Yeni Gün, 8 Haziran 1990)

SERBEST DOLAŞIM BAŞLATILABİLİR
Ledsky, Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan’da temaslarını sürdürmek üzere Ankara’dan ayrılmazdan önce bir basın toplantısı düzenledi… Ledsky, atmosferin iyileştirilmesi doğrultusunda atılabilecek binlerce adım olduğunu, bu alanda bir ilk adım örneğini serbest dolaşımın oluşturabileceğini vurguladı.
… Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının devamı durumunda bunun yasal bir çerçeveye oturtulması gerektiği yolunda daha önce yaptığı açıklamaların anımsatılması üzerine, bu demeçlerinin Atina, Lefkoşa ve Ankara’da bazı sorunlara yol açtığını belirten Ledsky, bu konudaki görüşünün Kıbrıs sorununun bütün unsurlarının genel bir anlaşma kapsamına oturtulması yönündeki eğilimin bir parçası olduğunu vurguladı. (Cumhuriyet, 23 Ekim 1990)

İKİ TOPLUM DA EŞİTTİR
(Ankara’da) düzenlenen basın toplantısında bir gazeteci, “Eşitlikten, iki toplum arasındaki eşitliği mi, yoksa yalnızca iki toplum arasındaki diyalogda eşitliği mi anlıyorsunuz?” sorusunu yöneltti. Ledsky, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa ilişkin Mart ayı sonunda Güvenlik Konseyi’ne sunduğu sözlü raporu hatırlatarak, Cuellar’ın, iki eşit toplumu ifade ettiğini, sorunun azınlık-çoğunluk sorunu olmadığını, ancak tek bir adada iki toplumun birlikte yaşadığı, birlikte çalıştığı, eşit statüde federatif bir ortamı kastettiğini belirtti. “Bu sorunun çözüleceğine inanıyor musunuz?” şeklinde bir soruyu yanıtlarken de Ledsky, şöyle dedi: “Evet, bunun çözülebilecek bir problem olduğuna inanıyorum. Bunun ne zaman çözüleceği konusunda tarih veremem, ama ümidimiz, bu yaz önemli bir aşama kaydedilmesidir.” (Birlik, 11 Haziran 1991)   

SİYASİ EŞİTLİK ÇÖZÜMDEN ÖNCE OLAMAZ
Ankara’daki görüşmelerinde sonra dün sabah bir basın toplantısı düzenleyen Ledsky, şöyle dedi: “Denktaş’ın sözünü ettiği siyasi eşitliğin elde edilebilmesi için Kıbrıs sorununun siyasi bir çözüme kavuşturulabilmesi şarttır. Baker, Nisan ayında Denktaş’a, siyasi eşitliğin ancak siyasi bir çözüm aracılığıyla gerçekleştirilebileceğini ve siyasi eşitliğin çözümden önce olamayacağını söyledi. Müzakere sürecinin ana amaçlarından birisi, iki toplum arasında bir iktidar paylaşım düzenlenmesi yapılmasıdır.” Ledsky, Denktaş’ın “Önce siyasi eşitliğimizi tanısınlar, anlaşma sonra” şeklindeki görüşlerini desteklemediğini de belirterek, “Önce anlaşma olsun, siyasi eşitlik ondan sonra oluşturulsun” dedi. (Birlik, 3 Ağustos 1991)

DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN İKİ NOKTA
(Alexander Onassis Enstitüsü’nce New York’ta düzenlenen “Doğu ve Batı arasında Kıbrıs” konulu sempozyumda konuşan) ABD Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs Koordinatörü Ledsky, Kıbrıs’ta federasyon kurulması konusunda iyimser olduğunu vurgularken, “dikkat edilmesi gereken iki nokta var: “1. Kıbrıs Rumları adaya Helenizm damgası vurmayı amaçlamaktan vazgeçecekler, 2. Kıbrıs Türkleri bağımsız bir Türk devletinden yana olmayacak. ABD ve BM, Kıbrıs’ta bağımsız bir Türk devletini tanımayacaktır. Bunu akıllarından çıkarsınlar. Taraflar bu çok önemli iki noktayı göz önüne alırlar ise, o zaman federasyon oluşturulması mümkün olabilir” dedi.

LEDSKY: TÜRKLERİ NASIL SAVUNDUM AMA?
Nelson Ledsky, Kıbrıs Adası’nın Türkiye’ye yakınlığı yüzünden garantiler konusunun önemli olduğu ve Türk ordusunun Kıbrıs’a yeniden müdahale etme olasılığı karşısında ne gibi önlemler alındığı yolundaki, çoğunluğu Rum ve Yunanlı izleyicilerin soru yağmuru karşısında dayanamadı ve “Kıbrıs Adası’nı coğrafik olarak Türkiye’den uzaklaştırmanız mümkün değil” diye konuştu. Ledsky, sempozyumdan sonra “Türkiye’yi ve Türkleri nasıl savundum ama değil mi?” dedi. (Kıbrıs, 19 Kasım 1991)

DENKTAŞ: ABD, KIBRIS İÇİN PARMAKLARINI YAKMAZ
Rauf Denktaş ise Vatan gazetesinin “ABD, şimdi Kıbrıs konusuna ağırlık koydu, istenmeyen bir anlaşmayı gerek size, gerekse Yunanistan’a zorla kabul ettirebilir mi?” şeklindeki sorusunu yanıtlarken, sözlerini şu şekilde bitirmiştir: “Dolayısıyla Amerika her tarafın aynı şeyi istediğini sanarak, bir deney yapıyor ve zannedersem Kıbrıs için parmaklarını yakmaz. İsrail için parmaklarını yakar, ama Kıbrıs için yakmaz. Ve Rumlar da bunun bilinci içerisinde olduğundan mütemadiyen horozlanmaktadırlar.” (13 Haziran 1991)

AMAÇ KIBRIS’I NATO ÜYESİ YAPMAKTI
Bakınız Alithia gazetesinde E. Haralambus sorunu nasıl değerlendiriyor: “Mitsodakis, Kıbrıs NATO’nun üyesi olsa idi, 1974’de çıkarmanın yapılmayacağını söyledi. Yunan Başbakanı bu şekilde Karamanlis’in 1975’de söylediklerini tekrarladı ve Makarios’un NATO’ya girmeme kararının hatalı olduğunu vurguladı. Eleftherotipia gazetesi Mitsodakis’in bu görüşünün yanlış olduğunu ve Kıbrıs NATO üyesi olsa idi, kaderinin farklı olmayacağını yazdı… Eleftherotipia’nın da bilmesi gerektiği gibi, Türk istilası ve Kıbrıs’ın silahla taksimi 1960’dan sonra, 1974’de oldu. Kıbrıs’ın bağlantısız olduğundan 14 yıl geçtikten sonra saldırıya uğradığından, sözkonusu gazetenin Mitsodakis’in ısrar ettiği görüşe katılmaması hayret yaratıyor… Kıbrıs NATO üyesi olsa idi, Türklerin saldırısına uğramayacaktı. NATO müttefikleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı çıkmışlardı. Çünkü, Kıbrıs ittifakın üyesi değildir. İttifakın üyesi olsa idi, neden kendisine savaş açacaklardı?” (26 Temmuz 1990)

BÖLÜNME KIBRISLILIK BİLİNCİNİN GELİŞMESİNDE ANA ENGEL
       Bu durumda çıkış yolu nedir? Bunu da ABD Senatosu Hukuk Komitesi’nin Raporundan okuyalım: “İşgal edilmiş kuzey kısmındaki Kıbrıslı Türkler… Türk saldırı ve işgalinin kurbanları olarak, güneydeki yurttaşlarıyla aynı kaderi paylaşmış görünüyorlar. Bu durum belki de ada üzerindeki hem Rum, hem de Türk toplumları içinde gittikçe artan “Kıbrıslılık” duygusunu açıklamaktadır… Aslında bu bir çeşit yeni bir milliyetçiliği temsil etmektedir… Bununla beraber, dış etkenler adayı böldüğü sürece, “Kıbrıslılık”ın birleştirici anlamı yayılamayacak ve Kıbrıs’a barış gelmeyecektir. Bugün bu (dış etken) daha çok Türk ordusudur.” (Crisis on Cyprus 1976: Crucial Year for Peace, Washington 1976, s.16)
Her iki taraftaki Türk ve Yunan milliyetçiliğinin şovenist savunucularının bir Kıbrıslılık bilincinin gelişmesi çalışmalarına neden karşı çıktıkları böylece daha iyi anlaşılmıyor mu?

(“Ahmet An” imzasıyla, Birlik, aylık siyasi dergi, İstanbul, Temmuz-Ağustos 1992, Sayı:18)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder