Geçen yılın Ekim ayında New York’ta
yapılan ve Kıbrıs Türk tarafının ayrılıkçı görüşleri yüzünden tıkanan Kıbrıs
Barış Görüşmeleri, BM Güvenlik Konseyi’nin 24 Kasım 1992 tarihinde aldığı 789
Numaralı karar ile yeni bir boyut kazanmıştır. Türkiye’de yüksek tirajlı Sabah,
Hürriyet gibi günlük gazetelerin bazı yazarları, Kanal-6, interStar gibi bazı
özel TV kanalları, başlattıkları yeni bir politika ile Kıbrıs sorununda Kıbrıs
Türk liderliğinin hatalarını, yolsuzluklarını ve barış karşıtı tutumlarını
Türkiye kamuoyunda tartışmaya açmışlardır.
Biz de bu yazımızda, 1993 yılı ile
birlikte 30. Yılına giren Kıbrıs sorununun başına dönerek, bir gerçeği
belgeleriyle anlatmak istiyoruz. Kıbrıs Türk lideri Denktaş, yıllardır Kıbrıslı
Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kendi istekleriyle ayrılmadığını ve Rumlar
tarafından silah zoruyla atıldıklarını söylemektedir. 1963 yılı sonunda
alevlenen sorunun, Ada’nın Yunanistan’a bağlanmasını (enosis) isteyen zamanın
Kıbrıs Rum liderliği ile Türkiye ve Yunanistan arasında taksim edilmesini
isteyen Kıbrıs Türk liderliği arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklandığı bilinmekle
beraber; Rauf Denktaş, suçu sadece karşı tarafa yüklemeye çalışırken, Türk
tarafının taksimci ve ayrılıkçılık güden politikasının unutulduğunu
sanmaktadır.
Enosisçilerin, “Akritas Planı”nı
diline pelesenk eden Denktaş, taksimcilerin “Geçici Merhale Planı”nı
unutturmaya çabalamaktadır. Ama insan
aklı unutsa bile, arşivler unutmaz. Denktaş’ın son zamanlarda sık sık
atıfta bulunduğu Kliridis’in “İfadem” adlı anılar kitabının ilk cildinde Türkçe
tam metin olarak açıklanan Türk planı,
en az Akritas Planı kadar ibret vericidir. 1963-64 olaylarını yakından
yaşayan İngiliz Tümgenerali Mike Carver (sonradan Mareşal Lord Carver) bir
yazısında şöyle demektedir: “(Kıbrıslı Türk liderler 1964’de) kendi nüfuslarını
kuzeyde yoğunlaştırmak ve Kıbrıslı
Türklerin çoğunluğunun ne isteyip ne istemediğine bakılmaksızın taksim’i
gerçekleştirmek istediler... Kıbrıslı Türklerin kendi gerçek duygularının
ne olduğunu belirlemek güçtü. Politika açıkça Ankara’dan dikte ettiriliyordu
ve bundan herhangi bir sapma, Türk savaşçılarının örgütü TMT tarafından uygun
görüldüğü bir şekilde cezalandırmaya tabi tutulurdu.” (Cyprus in Transition, s.
30-31) Kliridis’in adı geçen kitabında ise şunlar yazıyor: “Mareşal Lord
Carver, her iki tarafın da silahlı gruplarının eyleme geçmeye hazır
olduklarını ve Türklerin ilk harekete geçme kararı aldıklarını vurguladıktan
sonra, Türk planı ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“Türklerin uyguladıkları bir
plan vardı. Buna göre bütün hükümet dairelerini terkettiler, kendilerine ait
paralel bir yönetim kurmaya çalıştılar ve kurdular. Aynı zamanda bazı karma ve uzakta kalmış köyleri terkederek, nüfuslarını
daha az saldırıya maruz kalabilecekleri bölgelere topladılar.” (G.Klerides, My Deposition, Vol.1, Nicosia
1989, s. 226)
4 Ocak günü güvenoyu alan zamanın TC hükümetinin Başbakan Yardımcısı ve
Devlet Bakanı Kemal Satır şöyle demişti: “Kıbrıs,
biri Türkiye ile birleşecek olan iki parçaya bölünecektir. (aktaran Special
Newsbulletin, 5 January 1964)
O
günleri bir de İngiliz yazar H.D.Purcell’den dinleyelim: “Dr. Küçük, 10 Ocak 1964’de
“Le Monde” muhabiri ile
yaptığı söyleşide, Türkler
açısından artık Makaryos hükümeti diye birşey bulunmadığını söyleyecekti. Ama Başkan
Yardımcılığı’ndan istifa ettiğini söylememiş
olduğundan, Makaryos, onun tavrındaki anormalliğe dikkat çekebilirdi. Var olmayan bir hükümetin Başkan
Yardımcısı olması nasıl mümkün olurdu? Dr.Küçük aynı söyleşide, Birleşmiş
Milletler’e güveni bulunmadığını söyleyecek kadar akılsızca davrandı ve
böylece Makaryos’un bu örgütteki desteğini daha da güçlendirmişti.
5 Ocak’a gelindiğinde de, Dr. Küçük, (anayasaya aykırı olan) taksim’i
desteklediğini ve Kıbrıslı Türk memurların Makaryos hükümetindeki işlerine
dönmeyeceklerini açıkladı. Bu son karar da belki bir hataydı. Çünkü Türk
kamu görevlilerinin o hükümet tarafından ödenmesi gerektiği iddiaları gibi
önyargılıydı. Ama her halükarda Rumlar onlara işlerine başlamaları için izin
vermedi.
10 Ocak’ta
Küçük, 35. enlemin toplumlar arasında ideal
bölücü hat olarak kabul edilmesini önerdi. Bu da, nüfusun beşte birden
azı olan Türklerin, Lefkoşa da içinde, adanın yarısını ele geçirmeleri anlamına
gelecekti! Bu, boşlukta manevra yapmaktı. Kıbrıslı Rumlar, taksimi önlemek için çok iyi bir durumdaydılar
ve Türklerin blöfüne aldırmama durumunda, yine
yapmakta tereddüt etmeyeceklerdi. Türkler için daha akıllı bir yol, teknik olarak anayasaya her
ayrıntısı ile tutunmak ve enklavları kendi kendini savunma için gerekli olarak
göstermekti. O zaman, Makaryos, nitekim yaptığı gibi, Küçük’ün resmi görevine
dönmesinden önce (Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı) tavrını belirlemesi gerektiğinde
ısrar edemeyecekti. Haziran 1964’de
Makaryos, Küçük’ü tanımama çabasına girişti, ama BM Barış Gücü buna karşı
çıktı. Aksi takdirde Rumlar, Dr. İhsan Ali’yi Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na
kendi adayları olarak koyabileceklerdi.” (H.D.Purcell, Cyprus, London 1969, s.
334-335)
Kıbrıs Türk liderliğinin “taksim
davası”nı ilerletmek için uyguladığı planlı politika, BM Genel Sekreteri’nin o
yıllardaki raporlarına da yansımıştır:
“Kıbrıslı Türklerin, kendi bölgeleri
dışına çıkmayışlarının, kendi siyasal
amaçları gereği olduğuna inanılmaktadır. Yani, Kıbrıs’ta herhangi bir coğrafik ayrılık olmaksızın, iki ana
toplumun adada barış içinde bir arada yaşayamayacakları iddiasını
güçlendirmeye yöneliktir.” (BMGS Raporu S/5764, Paragraf 113, 15 Haziran 1964)
“Kıbrıslı Türklerin kendi kendilerini yalıtlama politikası, toplumu normal olanın tersi
bir yöne yöneltti. Toplum liderliği, Kıbrıslı Türk nüfusun Kıbrıslı Rum
yurttaşları ile kişisel, ticari veya herhangi bir başka nedenle temasa
geçmeleri, idari konularda Hükümet dairelerine başvurmaları veya eğer göçmenseler,
kendi evlerinin bulunduğu köylere yeniden yerleşmeleri konularında onların
cesaretini kırmaktadır.” (BMGS Raporu, 11 Mart 1965)
“Kıbrıs Türk liderliği, iki
toplum mensuplarının birlikte yaşamasını ve çalışmasını gerektirebilecek veya
Kıbrıslı Türkleri, Hükümet organlarının otoritesini onaylayacak durumlara
koyabilecek herhangi bir önleme karşı, katı bir tutuma yapışıp kalmıştır. Kıbrıs Türk liderliği, toplumların fiziksel ve coğrafik ayrılığını siyasal
bir hedef olarak kabul ettiğinden, aslında Kıbrıslı Türklerin alternatif bir
politikanın yararlarını gösterme olarak yorumlanabilecek etkinlikleri teşvik
etmesi beklenemez. Öyle görülüyor ki,
sonuç da Kıbrıslı Türklerin amaçlı olarak kendi kendilerini tecrit etme
politikası olarak ortaya çıkmaktadır.” (BMGS Raporu S/6426, Paragraf 106,
10 Haziran 1965)
Kıbrıs
Cumhuriyeti devletinden kopan Türk liderliği, her nedense 19 ay sonra, 22
Temmuz 1965 günü Temsilciler Meclisi’ne dönmeye karar verir. BM Barış Gücü
mensuplarının koruyuculuğunda o gün Meclis’e giden Türk üyeler, Meclis Başkanı
G.Kliridis ile bir görüşme yaparlar. Gerisini BMGS’nin Raporundan izleyelim:
“Kliridis, anayasada yapılan değişiklikler
üzerinde anlaşma sağlanamazsa, Türk üyelerin Meclis’e katılmalarına izin
verilmeyeceğini açıkça söyledi. Bay Kliridis ayrıca Cumhurbaşkanı ve
Yardımcısı tarafından yasaların yayımlanmasına ilişkin anayasa hükümlerinin
artık uygulanamaz olduğunu ifade etti. Kliridis devamla kendi görüşüne göre
Kıbrıslı Türk üyelerin artık Meclis’te yasal bir durumlarının olmadığını
belirtti. (S/6569, 29 Temmuz 1965)
Ertesi günkü Rum basınında yer alan bir demecinde ise Meclis Başkanı
Kliridis şöyle diyordu: “Ayrılmazdan önce Kıbrıslı Türk üyeler, ertesi gün
Temsilciler Meclisi’ne katılmak üzere yine gelirlerse ne olur, diye sordular.
Ben de kendilerine açıkça, gelirlerse toplantıya katılmalarına izin
verilmeyeceği yanıtım verdim.” (Mahi, 23 Temmuz 1965)
Bu
arada Kıbrıs Yüksek Mahkemesi’nin Türk üyelerinin, devam eden bomba
patlatmaları için Türkleri cezalandırmak amacıyla İçişleri Bakanı Yorgacis’in 3
günlük ablukaya başladığı, 2 Haziran
1966 gününe kadar görevleri başında kaldıklarını anımsatalım.
“3 Haziran’da Kıbrıs Türk liderliği, bir gün önce Kıbrıs polisinin
Lefkoşa’nın Türk kesimine giriş-çıkışları durdurması üzerine Kıbrıslı Türk
hakimlerin işlerine gidemediklerini bildirdi. Mahkemeye gidebilmiş olan bir
hakime de aşağılayıcı koşullar altında geri Türk kesimine dönmesi emredildi.”
(BMGS Raporu S/7350, 10 Haziran 1966) Leymosun Mahkemesindeki üç Türk hakim ise
Eylül 1966’da işlerinden geri çekildiler. Atılma olayları böyle gelişmişti
Kıbrıs sorununun vardığı bugünkü son
aşamada, Türkiye demokratik kamuoyu, gerçek bir federal çözümden kaçan Türk
tarafının ayrılıkçı ve taksim yanlısı politikalarını, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin denetimi altında tutulan Kuzey Kıbrıs’taki ganimet, yağma,
yolsuzluklar ve mafya rejiminin şovenizmi körükleyen kampanyalarıyla birlikte
değerlendirmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder