“KKP-AKEL’in
80. yılında AKEL Merkez Komitesi
Tezleri” başlıklı ve 29 Mart 2005 tarihli belgenin Türkçe çevirisi, takriben bir aylık bir gecikmeyle elimize
geçti. Bu tezleri, Kıbrıs Türk emekçileri açısından değerlendirmeden önce,
çeviri metninin dili konusunda birkaç noktaya dikkat çekmek istiyoruz.
Belgeyi Türkçeleştiren kişinin, Kıbrıs’ın
tarihi ile yeterli bir bilgisinin olmadığı anlaşılıyor. Çünkü İngiliz Sömürge
döneminin başlaması ardından oluşturulan “Legislative Assembly”’yi Kıbrıslı
Türkler, “Kavanin Meclisi” diye nitelendirmişlerdi. Bu tarihsel terim
dururken, bunu “Yasama Konseyi” diye Türkçeleştirmek doğru değil. Aynı şekilde
“Belediye Meclisi” de “Belediye Konseyi” olmuş. Görüldüğü gibi, her “Council”,
“Konsey” diye çevrilemez. Kaldı ki “Konsey” de Türkçe bir sözcük değil. Bunun
yanında, yine tarihsel bir talep olan “Otonomi”nin de Türkçesi “muhtariyetlik”
değil, “muhtariyet” veya “özerklik” olmalı. “Yeorgios” (Grivas), “Yorgos”
olmalıydı. Kıbrıslı Türkler (bu da son yıllarda bir aklıevvelin uydurmasına
uyularak, Türkçe yazım kurallarına ters biçimde, yani “Kıbrıslıtürkler”
şeklinde birleşik olarak yazılmış. Bu ayrı bir tartışma konusu.) tarihsel
olarak AKEL üyelerine “AKEL’ciler” diyor, ama metinde bu da “AKEL’liler” olarak geçiyor hep. Öte
yandan, ideolojik olarak, “Türk Atilla’nın istilası” ne demek? (Bkz. 41.
paragraf) “Atilla-Hun-Türk” ilişkisi, ırkçılık kokmuyor mu?
Bu teknik
konular dışında, tezlerin bütünü içinde Kıbrıslı Türklere bakış, yaklaşım ve
ortak mücadele/örgütlenme konuları, bize göre yeterince belirginleştirilmemiş.
Tezlerin 1.
paragrafında şöyle deniyor:
“Devamcısı AKEL
olan, Kıbrıs Komünist Partisi’nin
sekseninci kuruluş yıldönümü 2006 yılı içinde tamamlanıyor. Bu yıldönümü,
hem Kıbrıs Sol Hareketi, hem de Kıbrıs’ın
tarihi açısından büyük önem taşıyan bir olaydır. AKEL, bu yıldönümünü
kendisine yakışır bir parlaklıkla kutlayacaktır. Partimizin seksen yıllık
yaşamını, faaliyetlerini, mücadelelerini, çalışanlara, halkımıza ve ülkemize
sunduğu olanakları ve bu süreçte verdiği kurbanları onurla anıyoruz.
Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Ermeni, Maronit ve Latin, Kıbrıs halkının tümü için,
daha iyi bir gelecek için bu mücadeleye devam ediyoruz.”
Ne
yazık ki, Kıbrıslı Rumlarla birlikte Kıbrıs halkının iki ana etnik-ulusal
toplumundan daha küçük olanını oluşturan Kıbrıslı Türklerle ilgili olarak,
“Kuruluş ve ilk mücadeleler” bölümünde yeterli bilgi yok. Oysa Nisan
1919’da, ada üzerinde ilk işçi örgütü olarak oluşturulan İnşaat İşçileri
Birliği, 1920’li yıllarda bazı Kıbrıslı Türk işçileri de örgütlemeye başlamış
ve bu işçiler, 1924’de, bir liman kasabası olan Leymosun’daki bütün işçi
kuruluşlarını tek bir tüzük altında toplayan Leymosun İşçi Merkezi’nin
oluşturulmasında rol almışlardı. Kıbrıslı Türk işçiler, ayrıca Leymosun kazası
içinde sosyalist fikirlerin geliştirilmesinde, sınıf mücadelesi ve bilincinin
yayılmasında ön saflardaydılar ve örneğin Gilanlı Hasan Hilmi, 1933
yılında hükümete karşı “yıkıcı” eylemlerde bulunma ve “komünist propaganda”
yapma suçlarından Leymosun mahkemesinde cezaya çarptırılmıştı. (Hronos
gazetesi, Lefkoşa, 4.10.1933’den aktaran Mihalis Mihailidis, Kıbrıs Türk İşçi
Sınıfı ve Kıbrıs İşçi Hareketi 1920-1963, Kıbrıs:Dün ve Bugün (derleyen: Masis
Kürkçügil) içinde, İstanbul 2003, s.302-303)
Leymosun İşçi
Merkezi’nin tüzüğü, Merkez’in hedef ve amaçlarını Kıbrıslı Türk işçilerin de
anlaması için Türkçeye çevrilmişti. Kıbrıs Komünist Partisi’nin ilk
kurucularından ve Kıbrıs’ta sosyalist fikirlerin yayılması mücadelesine en önde
katılanlardan biri olan Yannis Lefkis, Leymosun İşçi Merkezi tüzüğünü Türkçeye
çeviren kişinin, iyi bir Rumca bilgisine sahip olan ve Hidiv Posta Yolları
Acenteliği’nde çalışan Mustafa
adında ilerici bir Kıbrıslı Türk olduğunu
anımsamaktadır. Lefkis’in “Kökler” adlı anı kitabında belirttiğine göre,
bu Kıbrıslı Türk, Kemal Atatürk’ün yükselmesinden sonra Türkiye’ye göç etmiş ve
Dış İşleri Bakanlığı’nda bir süre çalışmış.
Hem Kıbrıslı
Türklerin, hem de Kıbrıslı Rumların katıldığı Leymosun İşçi Merkezi’nin açılış
toplantısında, tüzük oybirliği ile kabul edilmişti. Üyelerinin maddi kalkınması
ve manevi refahını hedef alan tüzükteki amaçların özel bir önemi vardı. Birinci
amaçta, günlük ücretlerde artışlar, 8 saatlik bir çalışma günü ve çalışma
yasalarının çıkartılması vardı. İkinci amaç olarak da, sınıf bilincini
geliştirmeyi hedefleyen sosyalist ve
işçi kitapları ile işçilere yapılacak konuşmaları sağlayacak olan bir kitaplık
kurulacaktı.
Bu arada Türkçe
olarak yayımlanmış olan “Lefkoşa Amele Kulübü Nizamname-i Esasisi “ adlı16
sayfalık bir broşürün, Lefkoşa’da 20 Ekim 1931 tarihi ile 500 adet bastırılıp,
1 kuruş karşılığı satıldığı da kayda geçmiştir. (A.An, Kıbrıs’ta Türkçe
Basılmış Kitaplar Listesi 1878-1997, Lefkoşa 1997, s.12)
“1924 yılına
gelindiğinde, her ne kadar Kıbrıs Komünist Partisi (KKP) henüz ilk kuruluş
toplantısını yapmamış ise de, işçiler ve tarım emekçileri için, örgüt ve
gidilecek yola ilişkin örnek bir çaba
göstermişti. KKP, özellikle “Kıbrıs kırsal bölge sorunu”na ilgi
göstermekteydi. 1924 yılının başlarında, Kıbrıslı ilk komünistler kırsal
sorunları incelemek üzere Lefkoşa’da bir toplantı yapma çağrısında bulundular.
Toplantıda KKP temsilcilerinden başka, kırsal bölgeden temsilciler ve iki
Kıbrıslı Türk temsilci yer almaktaydı. Toplantı, Birinci Dünya Savaşı
sırasında oluşan köylü borçlarının (beş yıllık bir moratoryum yoluyla)
ertelenmesini amaçlayan bir hareket örgütleme kararını alarak sona ermişti.
İlk Rum ve
Türk tarım işçilerinin konferansı, Nisan 1924’de, Lefkonuk’ta avukat Kiryakos
Rossidis tarafından örgütlendi. Temmuz 1925’de Lefkoşa’da ikinci bir toplantı
yapıldı. Bu toplantıda “Kırsal Rum-Türk Partisi”nin kurulmasına karar
verildi. Kavanin Meclisi’ndeki işbirliğinin öneminin bilincinde olan hem Rum,
hem de Türk konuşmacılar, Kıbrıs’ın kırsal bölge sorunlarının çözümlenmesi için
ortak bir memorandum hazırladılar.” (M.Mihailidis, agy, s.303-304)
14
Ağustos 1926’da resmen kurulmuş olan KKP’nin hedeflerini resmen açıklayan
Program’da ilk defa olarak, sosyal ve ekonomik işler yanında, açık siyasal
tavırlar da yer almaktaydı. Bunlardan bir tanesi de, orta sınıf ve kilise
tarafından desteklenen Enosis konusuyla doğrudan bir zıtlık arzeden, Kıbrıs’ın
bağımsızlığı için mücadeleye destek verme tavrıydı. Bu tavır, Kıbrıs Türk
kitlelerini KKP saflarına cezbetmişti.
Nitekim,
Kıbrıs’ta yayımlanmış ilk komünist yayın organlarından olan “Neos Antropos”
gazetesi ile zamanın Türkçe gazetelerinden “Birlik” arasında dost ve
uygar bir ilişkinin varlığı da biliniyor. İşte o günlerden bir örnek:
“Lefkoşa’da
yayımlanan Birlik İdarehanesine,
Kıbrıs’ta
yaşayan vurguncu kapitalistlerin iktisadi kemendi altında kıvranan biçare köylü
çiftçilerimizile kasabalı işçilerin haklarını savunma maksadıyla yayımlamayı
başardığımız “Genç Adam” adındaki gazetemizin yaşama geçmesi dolayısıyla
gönderdiğiniz tebrike teşekkür ederiz.
Gazetemiz
hedef ve maksadı adadaki her iki toplumu birbiriyle pek sıkı ve samimi bağlarla
bağlamak ve karşılıklı menfaatlerinin sağlanmasına yardımcı olmaktır. Önce,
gazetemizin yarısını Türkçe yayımlamaya karar vermiş isek de, burada bir Türk
matbaası mevcut olmadığından bu işi başaramayıp pek çok üzüldük.
Umarız ki bu
yüce maksat için siz de bizimle işbirliği yaparak, halka gerçek yolu bulmada
yardımcı olacaksınız. Gazetenizi büyük bir ilgi ile izlemekteyiz.
Leymosun’da
yayımlanan Neos Anthropos yazarları adına H.Solomonides
(Birlik, 30 Ocak 1925,
Sayı:53’den aktaran Harid Fedai, Eski Basınımızdan, Kıbrıs 6 Mayıs 2002)
Birlik
gazetesi, bir sonraki sayısında da “Neos Antropos”tan alıntıladığı bir makaleyi
Kıbrıslı Türk okuyucularına aktarmaktaydı. Makale şöyle sonlanmaktaydı:
“Son haber
aldığımıza göre, Kıbrıs’taki İngiliz boyunduruğu hakkında Atina basınına
haberler gönderiliyor. Ancak bu halk, hiçbir şehirlinin vekaletini kabul
etmiyor. Açıktan açığa şunu bilmelidir ki Kıbrıs ehalisi Yunan idaresini
denemek pahasına İngiliz idaresinden çıkmak niyetinde değildir. İngiliz
halkçıları idareyi ellerine alıp bize özgürlük verinceye kadar bu halk,
mücadelesini sürdürecektir. Kıbrıs ehalisi kaynaşmak üzere yalnız dünya işçi
komünistleri ve özellikle İngiltere’dekileri tanıyor. Çünkü sömürgeler halkının
gerçek özgürlüğünü yalnız onlar takdir ediyorlar, onlardan gayrileri şarlatan
ve maceraperestlerdir. (Birlik, 6 Şubat 1925, Sayı:54)’den aktaran Harid Fedai,
Eski Basınımızdan, Kıbrıs, 8 Temmuz 2002
Tezlerin 9.
paragrafında şöyle deniliyor:
“1931 Ekim
ayında Kıbrıs halkının İngilizlere karşı kendiliğinden ayaklanması
başladı. Kıbrıs’ta ayaklanma oldu. Ayaklanma
sırasında KKP, sömürgecilik karşıtı birleşik cephe politikasını hayata
geçirmeye çalıştı. Faaliyetlerini sağ, milliyetçi akım ile koordine etme
girişiminde bulundu, ama aynı zamanda Kıbrıstürk toplumu ile ortak eylemi
ileri götürmeye çalıştı.”
Burada herhangi
bir ortak eylem örneği verilmemekle beraber, biz, şimdiye kadar ulaşabildiğimiz
kaynaklarda, 1931 isyanı sırasında Kıbrıslı Rumların, Kıbrıs Türk toplumu ile
herhangi bir ortak eylemde bulunduğunu saptamış değiliz. Ancak isyanın
öncesinde, Rum komünistlerinin kaza merkezlerinde bildiriler yayımlayarak,
esnafı bolşevikliğe davet ettikleri ve bu bildirileri imzalayanlar arasında
birkaç Türkün de bulunduğu, Söz gazetesinde kaydedilmiştir. (“Sürüden ayrılanı
kurt yer’” başlıklı yazı, 13 Ağustos 1931) O nedenle Tezler’de verilen bilginin
yanlış olduğunu tahmin etmekteyiz.
Kıbrıslı
Türk işçilerin, sınıf kardeşleri olan Kıbrıslı Rum işçilerle birlikte, aynı
sendikalarda örgütlenmeye başladıkları biliniyor ve ekonomik çıkarlara yönelik
bu ortak örgütlenme, 27 Aralık 1942’de Lefkoşa Dülgerler Birliği’nin
kurulmasına kadar sürmüştür.
13
Haziran 1944 tarihli (Sayı:429) Halkın Sesi gazetesinde çıkan “D.A.Alkan”
imzalı ve “Türk Amele Birliği
Rumlardan niçin ayrılmıştır?” başlıklı yazıda, Lefkoşa Amele Birliği Kaza
Heyeti Sekreteri Yagovides’in 28.5.44 tarihli Aneksartitos gazetesindeki
makalesine yanıt verilirken şöyle denmekteydi:
“Çok
iyi bilmelisiniz ki, hiçbir vakit Türk işçileri herhangi bir şahsın teşvikile
hulyaya dalarak işliyen halk aleyhine bir şey yapmış değildir. Bilakis Türkler de aynı yolda bütün amele ve
sanatkarların menfaatını temine çalışmaktadır. Yalınız sizden ayrılışımızın birçok sebepleri bulunduğunu
izah etmeme müsaade ediniz. Hatta siz de bitaraf olarak düşünseniz ve
elinizdeki anayasayı layıkile tetkik etseniz, Türk işçiler birliğinin sizin
birliğiniz aleyhine hareket etmediğini kolayca anlarsınız. Fakat siz bu zahmeti
de ihtiyar eylemek istemezseniz işte ayrılışımızın sebeplerini ben anlatıyorum:
1. 25 Martta birlik
binanızı kendi bayraklarınızla süslediniz ve bu günün önemini belirten bir çok
nutuklar söylediğiniz halde, bizim hiç bir milli günümüzde birliğinize hiç bir
Türk bayrağı çektirmediniz ve bu gibi günlerimizden hiçbirini tesid için tek
bir kelime bile söylemediniz En fenası şu ki en büyük spor bayramımızda
Ankaradan radyo dinlememize fırsat bile vermediniz.
2.
Birliğinizin vazife ve salahiyetleri yalınız amele ve sanatkar azaların
haklarını korumak ile tahdit edilmiş bulunduğu halde, mezkur salahiyetler
haricinde ve hiç bir Türk işçisinin muvafakatını almadan genel sekreteriniz Bay
Zartides Kıbrısın Yunanistana ilhak edilmesi için İngiltere Başvekaletine
tantanalı bir telgraf çekmiştir!
3.
Birliğinizde yüzlerce Türk ve birçok Ermeniler aza bulundukları halde, bazı
genel toplantılarınızda “kardeşler! Yunan olmamız dolayısile mücadeleye devam
ederek teşkilatlanmalıyız ki harp sonunda milletimizi yükseltebilelim!” diye
haykırıyordunuz.
4.
Madamki ırk ve din farkı gözetmiyorsunuz hükümetçe tanınmış olan kaza heyeti
arasında neden bir tek Türk bulunmıyor? Yazınızda “Türklerin yardımcı heyetleri
var” diyorsunuz. yapılacak işleri ve alınacak kararları kaza heyeti tasvip
etmedikçe yardımcı heyetlerin ne kıymeti kalır?
Zaten bu maksat için ayrılan yardımcı heyetlerimiz serbest olmayıp ancak
ve yalnız sizin ilhak teranenizi bizim kafalarımıza yerleştirmeğe memur edilmiş
bir propaganda kolundan ibaretti.
İşte bütün bunları bitaraf
bir kafa ile düşünürseniz bize siz de hak vereceğinize ve işçileri yükseltme
hususunda size uzanan elimizi sıkarak işbirliği yapmayı uygun bulacağınıza
eminim bayım.” (Makaleyi kaleme alan kişinin, o sıralarda genç bir işçi olan
ve Alkan soyadını kullanan Derviş Ali Kavazoğlu olduğunu anımsatmakta yarar var.
Bu konudaki ayrıntılar için bkz. A.An, Kıbrıslı Türklerde sınıf
sendikacılığından etnik sendikacılığa geçiş ve işçi muhalefeti (1944-1960),
Birleşik Kıbrıs gazetesi, 22 Mart 2003 - 9 Temmuz 2004)
20
Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan “L.T.K.S.A.B.Sekreteri
Mehmet Niyazi” imzalı “Lefkoşa Kaza Amele Birliği Sekreterine açık mektup”ta,
diğer şeyler yanında şöyle denmekteydi:
“O
zamana kadar gerek umumi ve gerek hususi toplantılarda hiç bir Türke konuşma
hakkı verilir miydi? veyahut binbir ısrarla söz alan Türkün sözleri dinlendi
mi? Alaycı ve utandırıcı kahkaha ve alkışlarla susturulmaz mıydı? O zamana
kadar konferanslar Türkçe olarak söylenir miydi? Birlik binanızda kendi
milli bayrağınızı ve sair bayrakları dalgalandırdığınızda hiç bir Türk bayrağı
çekildi mi?”
22 Haziran 1944 tarihli Halkın Sesi’nde mektup
şöyle devam etmekteydi:
“1
Mayıs 943 yortusunda yüzlerce Rumca yazılı tabellalardan Türkçe olarak kaç tane
vardı? Hiç...hiç...Bizleri bir siyasi, milli maksatlarınızı yüzümüze
aksettirmediniz mi? Kıbrısın Yunanistana ilhakı için Lortlar kamarasına telgraf
çekmediniz mi? 943te yapılması kararlaştırılan umumi bir grev kararında Türkçe
konuşulmadığından ani olarak hatanızı yüzünüze vurunca Rum amelesi
dağındıktan sonra Türk işçisini yağmur içinde durdurtmak istemediniz mi?
Tezlerde devamla 21. paragrafta
şöyle denmektedir:
“Sol,
Kıbrıs halkının mücadelesini, o yıllarda
halkların genel olarak sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı gelişen mücadelesi
içerisinde görüyordu. AKEL, özgürlük mücadelesini demokratik kazanımlar için
mücadeleyle birleştiriyordu. Kıbrıslıtürklerle karşıtlığa götüren
milliyetçilik ile şovenizmi ret ediyordu. Demokratik ve karşılıklı saygı
temelinde tüm sömürge karşıtı güçlerin eylem birliği tezinde ısrar ediyordu. AKEL ve Sol, sömürgeciliğe karşı mücadeleyi hiç bir
zaman tekeline almayı istemedi. Bir
başka siyasi gücün yurtseverliği hakkında şüphe belirtmedi. Halkımızın güçlerinin bölünmesi Sağın liderliğinin
izlediği politikadan kaynaklandı. Bu bölünme objektif olarak Britanyalı
sömürgecilere yardım etti ve Kıbrıs halkının özgürlük mücadelesini zayıflattı.
Kendi kaderini belirleme sürecinde geçici bir aşama olarak, muhtariyetlik
rejimi konusunda tartışmakta, AKEL herhangi bir tereddüt göstermedi. Fakat
İngilizlerin gerçekten muhtariyetlik rejimi yönünde ilerleme niyetinde samimi
olmadıkları tespitini yapınca, Konferans’tan
ayrıldı. AKEL halkın büyük çoğunluğunun duygularına saygı göstererek ve
kendi kaderini tayin hakkı talebini ileri götürerek, 1950 referandumu için
girişimler üstlendi ve aktif olarak çalıştı. Aynı zamanda Kıbrıslıtürklere
seslenerek her zaman ve her biçimde onların da çıkarlarını savunacağını
belirtti.”
Yukarıda
dile getirilen görüşlerle ilgili eleştiriyi, biz değil, AKEL liderlerinden ve
günümüzdeki İçişleri Bakanı Hristos Andreu’dan dinlemekte yarar var. Andreu,
geçenlerde Fileleftheros gazetesinin Yazıişleri Müdürlüğüne gönderdiği bir
mektupta, 1950 plebisitiyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapmaktaydı:
“Başkan
Papadopulos’un 1 Nisan’ın yıldönümü nedeniyle yaptığı konuşmasında kullandığı,
Kıbrıslı Türklerin, 1955 mücadelesinde İngiliz boyunduruğundan kurtulmak ve
özgürlük için bizimle birleşmiş olabilecekleri ifadesi bana biraz saçma
geliyor.
Gerçekten
samimiysek, 1955 mücadelesinin en üst hedefinin ENOSİS’ten başka hiçbir şey
olmadığını kabul edeceğiz. Bazıları bana; isim listesinin içinde pek çok
Kıbrıslı Türkün ismi bulunduğunu söylemek için 1950 ENOSİS plebisitini
hatırlatabilir. Kişisel olarak; Kıbrıslı Türklerin 50 plebisitinde oy
kullanmış olsalar bile, Yunanistan’la ENOSİS için İngilizlere karşı
savaşacaklarına ikna olmadım. Bağımsızlık için belki, kabul edebilirim, ama
ENOSİS için sanırım işi biraz aşırıya vardırdık. Öyle veya böyle, bazıları
aksini gösteren tarihi bulguları önümüze koysa da, mücadeleden önce onlara
sormadık bile… Tam da bu nedenden dolayı Başkan Papadopulos’un sözleri beni
tatmin etmiyor.” (aktaran Volkan, 23 Nisan 2005)
AKEL’in
siyasal mücadele stratejisini belirlerken, Kıbrıslı Türkleri dışlamaması
gerektiği konusunda, Halkın Sesi gazetesinin 19 Mart 1952 tarihli nüshasında
yer alan ve güncelliğini hâlâ daha koruyan ilginç bir makaleyi burada yeniden
okumakta yarar var. “AKEL’in organı “Demokratis”ten naklen: Kıbrıs Halkının
Kurtuluş Mücadelesi. (Yazan: G.İoannidi, K.Koliyannis, P.Rusu,
Çeviren:K.Muhtaroğlu) =Türk Azınlığı=“ başlıklı yazı şöyledir:
“Kıbrısta
Milli azınlığı teşkil eden 70-80.000 Türk vardır. Aşikardır ki Emperyalist
İdare, Kıbrıs halkının antiemperyalistlik mücadelesini parçalamak için bu
mevcudiyeti istismar etmektedir. Bunda, Türkiye’nin mukavemetinden ve adanın
coğrafi mevkii ile eski Türk Osmanlı hükümetinin haklarını istismar eden adalı
bey ve ağaların müzaheretinden yardım görmektedir. Gerek Yunanistan, gerekse
Türkiye’nin mukavemetini kendi hesaplarına uyduran İngiliz ve Amerikan
Emperyalistleri kendi mukavemetlerinde muvaffak olmak, Rum ve Türk işçisini
baskı altında bulundurarak emperyalist menfaatlarına hizmette bulunmaları için
Kıbrıslı Rumları olduğu gibi, Türk ağalarını da kullanmaktadır. Bunlar hem Rum,
hem de Türk işçisi ile çiftçisinin, demokratik kuruluşuna aykırıdır.
Fakat Emperyalistlerin istismar ettikleri halkın milli
hisleri, Türk azınlığının siyasi sahadaki geriliği ve adadaki milli muhalefeti,
AKEL ve Emperyalist mücadele için ciddi meseleler doğurmaktadır. Türk azınlığı
meselesi Antiemperyalist mücadele için esas meseledir. Ve AKEL bu gibi
meselelere ciddiyet ve katiyetle karşı koymalıdır. Partinin çalışmaları,
Türk azınlığını fesatçılıktan, Emperyalist idarenin milis kuvveti ve Türk
bendesi olmaktan ayırarak, Rum işçi sınıfının dostu yapmaya yönetilmelidir.
Mesele, Türk çiftçisi ile işçisinin, Türk mukavemetinin de aynen Emperyalist
İdarenin esaret yolu olduğuna inandırmaktır. Mahut Yunanistan’a ilhak
propagandası parolası ise, Türk işçisinin buna güç inanacağı aşikârdır. AKEL
Türk azınlığına, Yunanistan’la ilhakta temin edilecek müstakil idarenin Kıbrıs
Türklerine bol otonomi, Milli, Dil, Siyasi, Dini vs.’de gelişme sağlayacağını
veciz ve hassas kelimelerle açıklamalıdır. AKEL eğer Türk azınlığı işçisini
de, siyasi sahada ve teşkilat olarak nüfuz edip kazanmaya muvaffak olmadıkçe,
Kıbrıs halkının mücadele partisi lideri olmıyacaktır. Türkler Rumlara ve
AKEL’cilere itimat etmiyorlar. Zira büyük Yunanistan şovenizmine emniyetleri
yoktur.
Yalnız
Rum ve Türk işçisine günlük halk meseleleri için yapılan halk mücadelesi
dahilinde Türklerin de kendilerine ait meselelerde gösterecekleri faaliyetle
yıkılmaz birlik perçinleşecek ve Türkler doğru yolun ve kurtuluşlarının
Türkiyeli ağalar ve beyler ile olmıyacağına, fakat Rumların demokratik faaliyetlerle
yaptıkları halk mücadelesinde olduğuna inanacaklardır.
Türklerin
ve Rumların halk sendikaları, tek cemiyetleri ve diğer zirai teşkilatları
olmalıdır. İşçi sınıfının bir tek partisi olmalı. Bu tek partinin (AKEL)
Milli Türk Kolu olabilir. Fakat Rumlar ve Türkler nerede beraber
çalışırlarsa çalışsınlar, siyasi cemiyetlerin faaliyetleri halk için olmalıdır.
Türklerin çoğunlukta oldukları yerlerde AKEL’in Milli Türk Kolu haritada da
tesbit olunabilir ve AKEL’in faaliyet sahası içinde müstakil idareye sahip
olabilir. Gençlik için de bir cemiyete ihtiyaç vardır. Kadınlara gelince, Türk
ve Rum kadınının bir arada teşkilatlı olması daha doğru olduğu halde, Türk
kadınlarının daha geri olmaları, çarşaf geymeleri ve Türklerdeki malûm
manialar, ihtimal ayrı cemiyetlere lüzum gösteriyor.
Kıbrıs’taki
Türk meselesi, bütün Milli mesele içerisinde, hususi Milli bir meseledir.
Eğer AKEL’in Türk azınlığına karşı tam Milli bir siyaseti olmazsa, Yunan Milli
Davasını, ilhak davasını da gerektiği gibi karşılayamayacaktır.
AKEL,
Türk azınlığının ve Halk Antiemperyalist Kurtuluş Mücadelesi Cemiyetinin tenvir
edilmesinde büyük dikkat göstermelidir.
“
Bu
haklı uyarılar etkisini gösterecek ve ilk adım olarak AKEL’in Kıbrıslı Türklere
kendi dillerinde hitap edip, onları aynı siyasal çatı altında örgütleyecek bir
yapı oluşturulacaktı. Hürsöz gazetesi, 19 Ağustos 1952 tarihli nüshasında
ilgili haberi şöyle aktarmaktaydı:
“Neos
Demokratis, AKEL Komünist Partisi’nin yapmış olduğu 3 günlük toplantıda
(7.Genel Toplantı) alınan kararları neşretmektedir. Bu kararlar arasında daha
geniş bir sulh mücadelesi, Sovyet Rusyaya karşı muhalefet edenlere amansız
hücum ve bilhassa azınlıkta bulunan cemaatlar arasında faaliyet: Türk
Cemaatı için AKEL’in bir Türk Brancı kurulması ve Türk yoldaşlara cemaat
arasında gazetelerini çıkarmaları için yardım etmek! ve saire.”
Halkın
Sesi gazetesinin 30 Mart 1954 tarihli nüshasında yazan köşe yazarı Yavuz, 28
Mart 1954 günü Lefkoşa’daki Halk sinamasında Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu
tarafından düzenlenen ve Evkaf’ın kayıtsız şartsız Türk toplumuna devredilmesi
talebinin yükseltildiği büyük mitingte, bir Rum matbaasında bastırılmış olan “Emekçi
Halkı Kalkındırma Partisi’nin, AKEL’ci Türklerin Siyasi Aylık Bülteni, Numara
1- Mart 1954” başlıklı Türkçe bir yayının ilk kez AKEL’ci Türkler
tarafından dağıtıldığını duyurmaktaydı.
Bu arada
“AKEL’ci Türkler olarak size ilk defa konuşuyoruz” diye başlayan ve “AKEL
Türk Kolu İdaresi” imzalı ilk Türkçe bildiriler, Nazım Hikmet’in “Kıbrıs
Türkleri kardeşlerim” hitabıyla gönderdiği bir mektup vesilesiyle yayımlanmış
(Halkın Sesi, 20 Ekim 1954) ve Galatya köyüne kadar Türk emekçilerine
ulaştırılmıştı. (Köylü gazetesi, 8 Kasım 1954’den aktaran A.An, Nazım
Hikmet’ten Kıbrıslılara Mesajlar, Afrika 6-7 Haziran 2003 ve Gelenek dergisi
No.66/Ağustos 2001, İstanbul, s.159-180)
Halkın
Sesi gazetesi, 30 Nisan 1954 tarihli nüshasında da “Rum Komünistlerin yeni bir taktiği”
başlığı altında şu haberi vermekteydi:
“Haber
aldığımıza göre, Kıbrıs Rum Komünist Partisine bağlı olan Eski İşçi
Sendikaları Federasyonu, Lefkoşa’daki merkezinde bir Türk bürosu açmıştır.
Bu büroyu açmaktan komünistlerin maksadı Türk işçisi ile daha sıkı temaslar
tesis etmek olduğu bildirilmektedir! Nitekim, Rum komünistleri Türkçe olarak
yayınladıkları bir beyannamede; Türk işçisini, 1 Mayıs’ı tesid etmeğe ve
komünist AKEL partisinin istismar edegelmekte olduğu sosyal sigorta teşkilatı
talebinde kendileriyle işbirliği yapmağa davet etmektedirler.”
1954
yılı sonuna gelindiğinde, PEO’da 1,500 kadar Kıbrıs Türk işçisinin yeniden
örgütlendiğini görüyoruz. Bu arada PEO, Türk üyeleri için sık sık Türkçe
bildiriler ve aylık bir “İşçi Bülteni” çıkarmaya başlar. Hatta “İşçinin
Sesi” adlı haftalık bir sendika gazetesinin yayımlanması planlanır. 13 Eylül
1955’te “İnkılapçı” adlı haftalık gazetenin Fazıl Önder’in yönetiminde
yayımlanmaya başlamasıyla bu plandan vazgeçilir.
14
haftalık yayından sonra, 14 Aralık 1955’de olağanüstü durum ilanı ile İngiliz
sömürge yönetimi tarafından, diğer solcu örgüt ve yayınlarla birlikte kapatılan
“İnkılapçı” gazetesi, artık taksimci Kıbrıs Türk liderliğinin de korkulu rüyası
haline gelmiş ve ölüm tehditleri almaktaydı.
Günümüzdeki
toplumlararası ilişkilere olan
yansımaları açısından çok önemli olan bu fırtınalı yıllar, Tezler’de
sadece özetlenmekte ve gerek emperyalizm, gerekse her iki taraftaki
milliyetçilerin kışkırtmalarına değinilmemektedir:
İşte
30. paragrafta yazılanlar:
“Aynı
dönemde (1955-1959) ve bağımsızlığın ilk yıllarında Denktaş liderliğindeki
faşist terör örgütü TMT de, Kıbrıstürk toplumu içerisinde solu yok etmek
amacıyla Kıbrıslıtürk ilericileri hedef
aldı, öldürdü. Cinayetler ve terör,
Solun Kıbrıstürk toplumu ile ortak mücadelelerin sağlam temelleri
üzerinde inşa edilen bağlarını koparamadı.”
Tezlerde,
1960 sonrasındaki durumla ilgili olarak 33. paragrafta şöyle denilmektedir:
“Zürih-Londra
antlaşmalarının yarattığı yeni durum karşısında AKEL yaratıcı bir yaklaşım
ortaya koydu. Antlaşmalara ilişkin tezlerini korurken, budanmış bir durumda da
olsa bağımsızlığın Kıbrıs halkının tarihsel öneme sahip bir kazanımı olduğu
değerlendirmesini yaptı. Bu değerlendirmeyi yaparak AKEL, Kıbrıs’ın
bağımsızlığının tamamlanması ve Zürih’in olumsuzluklarından aşamalı bir şekilde
kurtulmak için mücadele etmeyi, bu yeni aşamada temel görev olarak belirledi.
Bu yeni görev, 1962 yılında AKEL’in 10. Kongresi tarafından benimsendi ve
partinin yeni programına girdi. Yeni program, Kıbrıs’ın bağlantısız dış
politika izlemesi gerektiğini vurguluyordu. Aynı zamanda siyasi ve sosyal
yaşamın demokratikleştirilmesi, ülke ekonomisinin geliştirilmesi ve
çalışanların yaşam standartları ile kültürel düzeylerinin yükseltilmesi
hedeflerini de koyuyordu. Bu hedeflere ulaşılması için AKEL bağımsızlık
yıllarında mücadele verdi ve bunların çoğuna ulaşılmasını da başardı.”
Ne
yazık ki, 8-11 Mart 1962’de Lefkoşa’da yapılan AKEL’in 10. Kongresinde kabul
edilmiş olan 3. parti programında, “diğer azınlıklara olduğu gibi Kıbrıslı
Türklere de yönelik dostluk ve kardeşçe işbirliği”ne ilişkin görüşler,
“Azınlıklar için” başlığı altında şöyle
verilmektedir:
“(…) AKEL,
Kıbrıslı Rumlar ile Türkler arasında daha iyi ilişkilerin, Kıbrıs’taki yabancı
emperyalist çıkarlara karşı verilen ortak mücadelenin karşılıklı yarar temeli
üzerinde yeniden kurulması ile olası olduğuna inanmaktadır. Kıbrıslı Rumlar ve
Türkler arasındaki emperyalizm karşıtı anlaşma ve işbirliği, Kıbrıs halkının
barış, askersizleştirme, ekonomik kalkınma, demokrasi ve Kıbrıs’ın
bağımsızlığının tamamlanması için verdiği mücadele için belirleyici bir etken
oluşturmaktadır.
AKEL’in
programı, Türk yurttaşlarımızı olduğu gibi, Kıbrıs’ta yaşayan Ermeniler,
Maronitler ve diğerlerini de kapsamaktadır. Bu programda, herhangi bir ayrım
veya farklılık yapılmamaktadır.”
Günümüze kadar
geçerli olan bu programın başka bölümlerinde, 1963 ve 1974 sonrasında yapılan
parti kongrelerinde kabul edilen bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın,
bu başlık aynen kalmıştır. (bkz. E. numaralı, “Halkımızın hayatta kalması ve
refahı için” bölümünde yer alan 9. paragraf, Programme of AKEL (Cyprus),
Published by the C.C. of AKEL, Nicosia, s.26-27)
Akel Genel Sekreteri
Dimitris Hristofyas, Kıbrıslı Türk gazetecilerle yaptığı bir basın
toplantısında, bu konuyla ilgili olarak kendisine yöneltilen bir soruyu şöyle
yanıtlamıştı:
“Şimdiki
programımız 1962’de onaylandı ve hâlâ değişmedi. O zaman hedef tam
bağımsızlıktı. O günün koşullarında Türkler dağınıktı ve federasyon için
koşullar yoktu. 1974’den sonra iki ayrı bölge ve federasyon için koşullar
oluştu. Bizce çözümde Türkler Kuzeyde, Rumlar Güneyde yaşamalı ve Türkler
Kuzeyde çoğunlukta olmalı. Bütün bu görüşler yenidir ve doğal olarak 1962
koşullarında öngörülemezdi. Programımızda değişiklik yapılması gerekir. O
program bugün geçerli değildir. Geçerli olan 1974’den sonra alınan parti
kararlarıdır. Şimdi gündemde olan federasyondur ve enosis ve taksim ebedi
olarak gömülmelidir. Enosis’ten boşandık, enosis artık gömüldü.” (Halkın Sesi,
19-23 Nisan 1989)
Tezlerin
bir sonraki 34. paragrafında da, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına
inanmayanlardan söz edilmekte, ama AKEL’in bu konudaki görüşlerine
değinilmemektedir: “Kıbrıs
Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren büyük zorluklar ve güçlüklerle karşı karşıya
kaldı. Ankara’nın yayılmacı emelleri ve NATO’nun Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’de
ittifakın batmayan uçak gemisi haline getirme planları, bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını
tehdit ediyordu. Ülke içerisinde hem Kıbrısrum, hem de Kıbrıstürk
toplumlarında önemli güçler bağımsızlığa inanmadılar. Bunu biri enosis için,
diğeri de taksim için bir geçiş aşaması olarak gördü. Bu nedenden
dolayı, olumsuzluklarına rağmen Zürich antlaşmasının işlemesi için gerekli
uğraşı ortaya konulmadı. Bu yaklaşım halkımızın direniş cephesini zayıflattı,
dış müdahalelere ve Kıbrıs’ın düşmanlarının planlarına yardımcı oldu. 1963
Aralık ayındaki toplumlararası çatışmaları sonrası Kıbrıs yaşam mücadelesi
verdi. 1964-1967 döneminde enosis sloganının yeniden canlanması büyük bir
yanlıştı ve Kıbrıs’ın düşmanları bunu kullandılar.”
AKEL Genel
Sekreteri Dimitris Hristofyas, Fileleftheros gazetesine verdiği bir demeçte
şöyle konuşmuştu:
“1964-1967
yılları arasında enosis sloganını partimiz de desteklemişti. Ama biz şimdi
bunun bir özeleştirisini yaparak, o yıllardaki tutumumuzun hata olduğunu kabul
etmiş bulunuyoruz. Tek hedefimiz, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve aynı zamanda iki
toplum arasındaki güven duygusunun güçlendirilmesi olmalıydı. Böyle
yapılmış olsaydı, 1960’da bize empoze edilmiş olan bağlayıcı koşulları ortadan
kaldırmak için ortak bir mücadele başlatılabilirdi.” (aktaran Bozkurt, 25 Eylül
1990)
Değinilmeyen
bir başka önemli konu da, Kıbrıs devletinin bağımsızlığı ve devamı uğruna
yaşamlarını yitiren Cumhuriyet gazetesi yazar ve sahipleri olan Ahmet M.
Gürkan ve Ayhan Hikmet’in mücadeleleridir.
Kaldı ki bu Kıbrıslı Türkler, AKEL’in vermekte olduğu anti-emperyalist
mücadeleye sempati duymaktaydılar ve emperyalizmin hizmetindeki yeraltı örgütü
tarafından öldürülmelerinin hemen öncesinde, AKEL’e üyelikleri söz konusuydu.
36.
paragrafta da şöyle denilmektedir:
“Toplumlararası
çatışmaların en kritik anlarında dahi AKEL iki toplum arasındaki ilişkilerdeki
sorunların diyalog aracılığı çözülmesi ve barış içinde birlikte yaşamaları,
Kıbrıslırumlar ile Kıbrıslıtürkler arasında dostluk, karşılıklı saygı ve
işbirliği için mücadele etmekten geri durmadı. Partimiz her zaman
milliyetçilik ve şovenizme karşı tutarlı bir şekilde mücadele etti. İki toplumun dostluğu ve işbirliği uğruna
AKEL Merkez Komitesi üyesi Derviş Ali Kavazoğlu ve AKEL ile PEO kadrosu Kostas
Mişaulis yaşamlarını verdiler. Onlar, yeniden yakınlaşmanın ve bütün
Kıbrıslıların ortak vatanı olan bir Kıbrıs için mücadelenin sembolü oldular.”
Kavazoğlu’nun
o günlerdeki ruh halini iyi bilen dostları ve yazıştığı kişiler, onun, AKEL’in
milliyetçi politikalarını benimsemediğini; nitekim öldürülmesi sırasında,
üzerinde gerekli korumanın olmadığı ve parti ile sorunlar yaşamakta olduğunu
belirtmektedirler. AKEL’in “Azınlıklar Bürosu” üyelerinden ve parti
tercümanlığı görevinde bulunmuş olan İbrahim Aziz, gazeteci Şener Levent ile
yaptığı bir söyleşide şöyle konuşmuştur:
“Parti
eski genel Sekreteri Papayuannu, Kavazoğlu’nu toprağa verirken, cenaze
töreninde yaptığı konuşmada, “Kavazoğlu ve Mişauli, Türk-Rum dostluğu ve
işbirliği ile, Kıbrıs halkının elinden alınamaz self-determinasyon hakkını kullanmakla
kendi yazgısını dış müdahele olmadan kesinlikle kendisinin belirlemesi için
önüne geçilemez isteminin ebedi sembolü olacaktır” dedi.
Papayuannu’nun
bu konuşması 13.4.1965 tarihli “Haravgi” gazetesinde yayımlandı. Papayuannu
için self-determinasyon hakkının enosisten başka bir anlam taşımadığına göre,
Kavazoğlu’nun mücadelesini enosis için verilen mücadeleye bağladı.
Kavazoğlu’nun
mücadelesi bu değildi. Bu noktada, mücadelesinin ne olduğunu tarihin
belirlemesine bırakıyorum. Enosis politikası, Rumlarla Türkleri ortak
mücadelede birleştirecek hedef değildi, olamazdı. Bu bir ütopya idi ve özünde
taksime, “böl-yönet” politikasına yardımcı oluyordu.
Nitekim,
Kıbrıslı Türkler silahlı Rum gruplarının saldırısı karşısında, can güvenliğini
taksimci politika izleyen liderliğin denetimindeki bölgelerde boyun eğerek
ararken, Papayuannu liderliğinin ortak mücadeleye katılma çağrıları, Türklerin
bu mücadeleye katılmasını sağlayamadı. AKEL liderliğinin temelden yoksun olan
bu çağrıları havada kaldı.”
(Ortam, 16 Şubat 1990)
İbrahim
Aziz, aynı dönemde kaleme aldığı bir dizi yazıda da, AKEL Uyanıklık Kolu’nun
Kavazoğlu ile dargın olduğunu ve neredeyse kendisini yalnızlığa ittiklerini ve
bir bakıma öldürülmesinden sorumlu olduklarını öne sürmekteydi:
“AKEL’in izlediği politikanın daha Papayuannu
zamanından hatalı olduğunu bildiren İbrahim Aziz, Genel Sekreter Papayuannu’nun
ve onun şahsında AKEL’in Kıbrıs Türklerini önce önemsiz bir azınlık gibi
gördüğünü, sonra da kendilerini dışlandıkları Kıbrıs Rum toplumunun enosis
davasının mücadelesinde kader birliği yapan azınlık olarak takdim ettiklerini
vurguladı. Kıbrıs Türklerinin enosis davasını ne zaman desteklediklerini sordu.
İbrahim Aziz, Kavazoğlu’nun da, Kıbrıs Rumlarını Türklerinden tecrit eden AKEL
politikasının hatalarına darıldığını ve düş kırıklığına uğradığını anlattı.”
(Embros’tan aktaran Bozkurt, 8 Mayıs 1990)
1965
yılı Mayıs’ında, AKEL Merkez Komitesi’nin kararıyla adaya çağrılan AKEL’in az
sayıdaki Türk üyelerinden İbrahim Aziz ve Nureddin Seferoğlu’nun öncülüğünde “Kıbrıs
Türk Vatanseverler Birliği” adlı ilerici bir örgüt kuruldu, ama yürümedi.
Temmuz 1968’e kadar Seferoğlu ile üç yıl birlikte çalışan İbrahim Aziz, bu
konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Türk
toplumunda sol düşünce tabu haline getirilmişti ve şiddetle önleniyordu. AKEL
liderliği, kendilerine bağlı olmayan demokratik bir hareketi destekliyordu.
Uygun olanın bu olduğuna inanıyorlardı. Ancak Vatanseverler Birliği Türk
toplumu içerisinde etkili olmadı.
Kıbrıs Türk
Vatanseverler Birliği’nin amacı, Türk toplumunu Denktaş liderliği peşinden
taksim politikasına alet edilmesine engel olmaktı. Bunu basın kanalıyla,
televizyonla, bildirilerle yapacaktık.
Parti
merkezinden ayrı bir ofisimiz olacaktı, ancak güvenlik nedeniyle partide
kaldık. AKEL merkezinde parti kadrosu arasında oturup, Rumların
milliyetçiliğini, şovenizmini, toplumumuza karşı islediği sakat tutumu, enosis
politikasını eleştirmemek olur muydu? Sadece Türk politikasını, taksim
politikasını mı eleştirecektik? İşte bu nedenle Türkleri, liderliklerinin
peşinden koparmak yerine, bizler toplumdan koptuk.”
“Kıbrıs Türk
Vatanseverler Birliği”nin yayın organı olarak 16 sayfalık broşür halinde
çıkartılan “Siyasi Bülten”, Aralık 1965 ile Haziran 1969 tarihleri
arasında 31 sayı yayımlanabilmişti.
İbrahim Aziz
değerlendirmesini şöyle sürdürüyor:
“İşçi
sınıfının bu kavgasında Türklük-Rumluk yoktu. Ancak bir yanda saldırgan, bizi
yaşatmak istemeyen bir Türk liderliği, diğer yanda milliyetçi ve şoven bir
politika arasında kalmıştık. Karşılıklı olarak birbirini besleyen bu iki
politika arasında kalmıştık. Oysa bizim amacımız işçi sınıfının birliğini ve
bilincinin sağlanmasıydı. AKEL, işçi sınıfının öncü partisi olarak işte bu
noktada Türk işçilerine karşı tarihsel rolünü üstlenemedi.” (Serhat İncirli
ile yaptığı söyleşi, Afrika, 8 Şubat 2003)
Aziz, aynı
konuda Şener Levent’le yaptığı söyleşide de şöyle demekteydi:
“Nureddin
Kıbrıs’a Kavazoğlu’ndan sonra benimle birlikte çağrılmıştı. Kavazoğlu 11 Nisan
1965’te öldürüldü. Ben Sofya’dan bir ay sonra, Mayıs ayında, Nureddin de
Londra’dan Haziran’da gelmişti. Kıbrıs’ta üç yıl kaldıktan sonra, Kavazoğlu’nun
akıbetine uğramaktan korktuğu için 1967’de ailesini geri Londra’ya gönderdi.
Kendisi de bir yıl sonra, 1968’in Haziran ayında ayrıldı.
Dogmatik bir
anlayışı ve yapısı olan Nureddin’in hiçbir zaman parti liderliği ile görüş
ayrılığına veya çelişkiye düştüğünü görmedim. Böyle olsaydı üyeliğini şimdiye
dek Londra’da sürdürmezdi.” (Ortam, 17 Şubat 1990)
Yukarıdaki
dönemin Tezler’deki özeti ise, 42. paragrafta şöyle verilmiş:
“Bağımsızlıktan
1974’e kadar yaşanan zor ve maceralı dönemde Kıbrıs’ta sosyal ve ekonomik
alanda büyük ilerlemeler sağlandı. Siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel yaşamın
bütün düzeylerinde kazanımlar elde edildi. Bu yıllardaki mücadeleler ve
kazanımlar yine AKEL’in ve daha genelde Sol hareketin silinmeyen damgasını
taşır.”
Tezlerin “ΑΚΕL ve
Kıbrıs Sorunu” başlıklı bölümünde şu değerlendirmeler var:
“43. 1974 Temmuz ayından itibaren Kıbrıs halkının mücadelesi, Kıbrıs’ın
birliği ve toprak bütünlüğü ana hedefiyle, işgal karşıtı bir içerik kazandı.
AKEL, bu yeni koşullarda net bir biçimde hedeflerini ve taktiğini belirledi.
Partimiz 1974’ten bugüne kadar tutarlılık ve sorumlulukla aynı politikayı
izlemektedir. Halkımızın işgale karşı bütün araçlarla mücadele etme hakkı
vardı. Ancak, Kıbrıs’ın ve çevresinin koşulları, güçler dengesi,
Kıbrıslırumlarla Kıbrıslıtürkler arasında uzlaşma gereksinimi daha başlangıçtan
itibaren, Kıbrıs halkının haklarını kazanma mücadelesini barışçıl ve siyasi
olma tezine götürdü.
44. Hain darbe ve Türk işgali nedeniyle, Kıbrıs sorunun çözümünün acı ama
zorunlu bir uzlaşmadan geçeceği partimiz için çok açıktı. AKEL, 1974’ten
sonra ortaya çıkan yeni koşulları inceleyerek, kesin taksimin önüne geçilmesi
ve Türkiye’nin yayılmacı planlarına karşı koyulabilmesi için, uzlaşmanın
federasyon çözümü biçimini alması gerektiği sonucuna vardı. Partimiz
bu tezi, Merkez Komitesi belgesi ile
1974 yılı Kasım ayında Makarios’a bildirdi. Daha sonra Yüksek Düzey
Anlaşmaları kabul edildiğinde, AKEL bu anlaşmaları destekledi ve o dönemden
bugüne kadar AKEL iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümünün tutarlı
destekçisi olmaya devam etmektedir.
45. AKEL, Kıbrıs sorunun, Birleşmiş Milletler çerçevesinde, BM kararları
ile 1977 ve 1979 Yüksek Düzey Anlaşmaları temelinde barışçıl çözümü için
mücadele etmektedir. Çözüm, Türk işgal ordularının ve yerleşiklerin
adadan ayrılmasını öngörmelidir. Hiç bir yabancı ülkeye tek yanlı
müdahale hakkı vermeksizin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin birliğini, toprak
bütünlüğünü ve egemenliğini yeniden sağlamalıdır. Göçmenlerin evlerine ve
varlıklarına geri dönme hakkı dahil olmak üzere, bütün Kıbrıslıların insan
haklarını ve temel özgürlüklerini sağlamalı ve güvence altına almalıdır. AKEL,
Birleşmiş Milletler kararlarında belirlendiği gibi, federasyon çerçevesinde iki
toplumun siyasi eşitliğini tutarlı bir şekilde desteklemektedir.”
Tezlerde devamla “yeniden yakınlaşma”
konusuyla ilgili olarak şöyle denilmektedir:
“46. AKEL’in Kıbrıs sorununa ilişkin
politikasında önemli temel unsur, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında
yeniden yakınlaşmadır. Hem çözümün bulunması için, hem de bulunacak çözümün
yaşayabilmesi için, partimiz, yeniden yakınlaşmayı gerekli önkoşul olarak
görmektedir. AKEL, yeniden yakınlaşmanın halk içerisinde
bilinç haline gelmesi ve Kıbrısrum tarafının resmi politikası olarak
benimsenmesi için en ağır koşullar altında mücadele etti. Esas olarak bu
mücadelelerin sayesinde, hem iki toplum içerisindeki bir çok siyasi liderlik
tarafından, hem de Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk, Kıbrıs halkının büyük kesimi
tarafından yeniden yakınlaşma kabul edildi. AKEL, nereden gelirse gelsin,
milliyetçilik ve şovenizmin her türlü ifadesine karşı çıkarak, yeniden
yakınlaşma için mücadeleyi sürdürecektir.
47. Yeniden yakınlaşma konusunda bizim
anlayışımızın temelinde enternasyonalist ideolojimiz ve ortak vatanımıza
sevgimiz bulunmaktadır. Yeniden yakınlaşma anlayışımız, daha önceki
dönemlerde Halk hareketi çerçevesinde gerçekleştirilmiş olan Kıbrıslırumların
ve Kıbrıslıtürklerin ortak mücadelelerinin günümüz koşullarında devamıdır.
Kıbrıs halkının işgale karşı mücadelesinin temel unsuru olarak gördüğümüz
yeniden yakınlaşmaya öncelikle siyasal, toplumsal ve sınıfsal içerik veriyoruz.
Bu nedenle de AKEL, yeniden yakınlaşmayı psikolojik uygulamalar düzeyine
indirgeyen apolitik ve sınıf anlayışından yoksun yaklaşımlara karşı
çıkmaktadır. Yeniden yakınlaşma öncelikle ve esas olarak, Kıbrıslıların ve
örgütlü yapılanmalarının meselesidir. Yabancı merkezlerin yeniden
yakınlaşma hareketini yönlendirme çabaları, yurdumuzun yeniden birleşmesi için
Kıbrıs halkının mücadelesine hiç bir iyi hizmet sunmamaktadır.”
İbrahim Aziz, Şener Levent
ile yaptığı söyleşide, AKEL’in Kıbrıslı Türklerle “yeniden yakınlaşma”
politikası ile ilgili olarak şu saptamada bulunmaktadır:
“1974’den
sonra savaş Kıbrıs’ta bölünmeyi kökleştirirken, yeni durum Rumlarda şok etkisi
yapmıştı. Kayıplara ve acılara rağmen, “başımıza gelenler, Türklere doğru
davranmadığımızdan geldi” görüşü yayıldı. 1974’e dek kullanılan “Türklerle iyi
ilişkiler isteriz” anlamındaki “yakınlaşma” sloganı, savaştan sonra “yeniden
yakınlaşma” oldu. AKEL’den kaynaklanan bu görüş ve politika giderek yayıldı.
Ancak, Paramal’dan sonra Türklerin hava
köprüsü ile kuzeye geçmelerinden ve yeniden yakınlaşma çağrılarına Türklerin
beklenen karşılığı vermediklerinin anlaşılmasından sonra, milliyetçi-şoven
kesimin yeniden yakınlaşma politikasına saldırıları artmaya başladı.
İşte benim tabanımdan kopartıldığım dönem,
bu döneme rastlar.” (Ortam, 17 Şubat 1990)
İbrahim Aziz’in de vurguladığı gibi, AKEL
de, 1974 sonrasında sözü edilen bu “yeniden yakınlaşma” politikasını yaşama
geçirmek için önemli herhangi bir adım atmadı. Rum ve Türk
milliyetçiliklerinden arınmış, Kıbrıslılık bilinci temelinde yurtsever bir
Rum-Türk cephesini oluşturma çabalarından ve bu çalışmalara doğrudan destek
vermekten uzak durdu.
AKEL’in Kıbrıslı
Türklere de hitap edecek bir politika benimsemesi ve Londra’daki dış örgütün
yapısında değişikliklere gidilmesi yönünde yapılan 7 Nisan 1977 tarihli ve
“AKEL Türk Kolu’nun çalışmaları hakkında bazı görüş ve öneriler” başlıklı
rapor, AKEL liderliği tarafından kulak ardı edilerek, öneri sahiplerine karşı
bir karalama kampanyası başlatıldı. Eleştiri kabul etmeyen Stalinist parti
politikasının bir sonucu olarak, 1957’den beri AKEL üyesi olan İbrahim Aziz
ve bir arkadaşı, Ocak 1979’da partiden ihraç edildi. Olayla ilgili
çalkantılar bir süre devam etti ve sonunda, AKEL’in içindeki Türk kanadını da
feshettiği basın haberlerine yansıdı. (Simerini’den aktaran Birlik, 12 ve 14
Kasım 1981)
İbrahim Aziz, yukarıda
sözü edilen söyleşisinde bu konuyla ilgili olarak devamla şu bilgileri
vermektedir:
“AKEL liderliği ile
ilişkilerimin kopmasının özünde bunlar var. Ya ben de çekilip gidecektim, ya
da partide bazı şeylerin düzeltilmesi için mücadele verecektim. Ben ideolojime,
inançlarıma bağlı bir insan olarak mücadele alanını terketmedim, terkedemezdim.
Ortada strateji ve taktiklerden kaynaklanan önemli sorunlar varken de, parti
faaliyetlerini Londra’da sürdürmek veya Türk basınından “Haravgi”ye yazılar
tercüme etmek gibi sadece ayak işleriyle uğraşmanın yeterli bir çalışma
olmayacağını anlatmaya çalıştım.
İlişkilerin kopmasının önünde bir de Kavazoğlu’nun ölümü konusunda
‘Uyanıklık Bürosu”nda görevli olanların üzerine düşen sorumluluğa değinmem var.
Kavazoğlu ile ilgili yazımda anlattım. Parti istihbaratı ile görevli olan
Uyanıklık Bürosundaki yetkililer, Kavazoğlu’nun ölüm randevusuna arkadaşı
Mişauli ile neden yalnız başına ve korumasız gittiği konusunda hiçbir izahat
vermeden olayı kapattılar ve tüm suçu ‘kalın kafalı’ olarak niteledikleri
Kavazoğlu’na yüklediler.
Bana da buna benzer ikazlarda bulunurken,
yeterli izahat istemem kendilerini gocundurdu ve bana şüphe ile bakmaya
başladılar.
İhraç konusundaki kararlarında ise, “parti
kurallarına karşı davranış” gibi, anlamı çok genel iddialar öne sürdüler. Hatta, parti hücrelerinde ajan olduğumu
bile söylediler! Partiye karşı ajanlık yaparmışım… Parti davasına bağlı bir
kişiyi koparıp atabilmeleri için enosis politikası ve Kavazoğlu’nun kaybında
sorumluluk gibi gerekçeleri öne sürmeleri beklenemezdi. Üyeler üzerinde etkili
olabilecek başka gerekçeler öne sürdüler, ancak iddialarını kanıtlayıcı hiçbir
bilgi ve veri açıklamadılar.
Ben AKEL’de o dönemin yanlış siyasetinin,
Stalinci zihniyetin ve dogmatizmin kurbanıyım. Kavazoğlu ile ilgili yazımda,
onun da bu zihniyet sonucu harcandığını kanıtlamaya çalıştım. Fidel Kastro’nun
sözleriyle “Tarih beni beraat ettirecektir.” (Ortam, 16 ve 17 Şubat 1990)
İki toplum arasındaki
ilişkilerin Yorgo Vasiliyu’nun Cumhurbaşkanlığına getirilmesi ardından
yumuşamasından sonra, iki toplumdan solcu kişilerin öncülüğünde, 1989 Eylül ayı
sonunda oluşturulan “Bağımsız ve Federal Kıbrıs için Temas Grubu”, iki
toplumun yakınlaşması için önemli girişim ve çalışmalarda bulundu. Karşılıklı
temas çabaları, Kıbrıs Türk liderliğinin kısıtlama ve yasakları ile karşılaştı.
Ama AKEL, bu konuya da uzaktan bakmayı yeğledi. Partilerarası karşılıklı
temasların başlamasından sonra da, göstermelik buluşmalar ve ortak bildiriler
dışında, verimli bir sonuca ulaşılamadı.
Tezlerde, bu konudaki
parti görüşü şu cümle ile özetlenmektedir:
“52. (…) Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine
inanan Kıbrıstürk partileriyle temaslarımıza büyük önem veriyoruz. BM Genel Sekreteri’nin planında,
Kıbrıslırumların da planı kabul etmesine izin verecek, kalıcı ve işlerliği olan
bir çözüme götürecek özlü değişikliklerin yapılması gerektiği konusunda ikna
etmeye çalışıyoruz. Arzu ettiğimiz değişiklikler, ne planın felsefesini
değiştiriyorlar, ne de Kıbrıstürk toplumunun haklarını azaltıyorlar. Biz,
yabancılara değil, Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk, tüm Kıbrıslılara hizmet edecek bir
çözümü hedefliyoruz.”
23 Nisan 2003
tarihinde, Kıbrıs Türk tarafının yeşil hattın iki yanına karşılıklı serbest
geçişlere sınırlı da olsa izin vermesinden sonra, AKEL’in yeniden yakınlaşma
politikasında yeni açılımlara tanık olamadık. İlginçtir, Bağımsız ve Federal
Kıbrıs için Temas Grubu’nun Kıbrıslı Türk Koordinatörü Ahmet An tarafından,
Kıbrıs’ın kuzeyindeki egemen güç olan Türkiye’ye karşı açılan dava, 12 yıllık
bir bekleme süresinden sonra 20 Şubat 2003’de Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nde kazanıldı ve ana konusu, “örgütlenme özgürlüğü”nün
engellemesiydi.
Bu özgürlüğün elde
edilmesinden sonraki ilk ay içinde AKEL Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas’a
yönelttiğimiz “AKEL’in 1974’de temasların artık olası olmadığı gerekçesiyle
kapattığı Türk Bürosu’nun ne zaman açılacağı”na yönelik sorumuza, “yoldaşların
güvenliği” gerekçesiyle olumsuz bir yanıt almamız, verilmesi gereken
mücadelenin ne kadar zor olacağının bir işaretiydi. Kaldı ki 2 Aralık 1974 ve 4
Kasım 2003 tarihleri arasında partiye ulaştırılan ve Kıbrıslı Türklerle ilgili
teorik ve örgütsel sorunlara yönelik görüş talep eden 30’a yakın mektubun da
yanıtsız bırakıldığı bilinmektedir.
Başka AKEL’cilerle yaptığımız görüşmelerde
bize söylenen bir başka gerekçe de şöyleydi: “Kıbrıslı Türk ilerici partiler,
AKEL’in ayrı bir Türk kolu kurmasına karşıdır. Kuzeyde halen var olan ilerici
partilerin desteklenmesi yeterlidir.” Oysa bildiğimiz kadarıyla bu destek,
zaten yıllardır, her yıl düzenlenen dayanışma piyangolarının biletlerinden
satın alma şeklinde sürdürülmektedir. Ne yazık ki parti politikasına “hiçbir
eleştiri getirmeden sahip çıkan” kesimler de, “AKEL’in kuyruğuna takılı maşrapa
olmamak” için verilen mücadeleler yüzünden, sıfıra sıfır, elde sıfır bir sonuç
elde etmektedirler! Bir başka deyişle, bir zamanların “acente”leri, sadece
“kötü bir kopya”ya dönüşmüş bulunmaktadır!
Kapıların açılmasından bu yana, AKEL, taksim
çizgisinin kuzeyinde Kıbrıslı Türkler için henüz herhangi bir siyasal toplantı
düzenlememiştir. CTP ile birlikte oluşturulan ortak komisyonların, nedeni ne
olursa olsun çalışmaması bir başka olumsuzluktur. Özellikle Annan Planı’nının
oylanması sırasında, AKEL’in “güçlü bir evet için hayır” demesi, Kıbrıs Türk
toplumu içinde AKEL’e karşı var olan sempati duygularının yitip gitmesine yol
açmıştır. Partinin, federal çözümü benimsemiş olmasına karşın, gerek kendi
üyelerini, gerekse genel olarak Kıbrıs Rum toplumunu federal devletin ne olup,
ne olmadığı ve iktidarın paylaşılması konularında yeterince aydınlatmadığı
ortaya çıkmıştır.
AKEL’in 80. yıl tezlerinde, Kıbrıs’taki
milliyetler sorununun nihai çözümüne yönelik herhangi bir değerlendirmede
bulunmaması kayda değer bir başka noktadır.
Tezlerde, “Halkın Partisi” başlığı altında şöyle denmektedir:
“53. AKEL Kıbrıslı emekçilerin
partisidir. Mevcudiyet ve faaliyetinin 80 yılı boyunca her zaman emekçilerin
ve geniş halk kitlelerinin haklarının,
arzularının ve vizyonlarının tutarlı sözcüsü; daha iyi ve saygın bir
yaşam mücadelelerinin önderi olmuştur.
Kıbrıslı çalışanların sosyo-ekonomik kazanımları kendi mücadelelerinin
ürünüdür ve bu mücadelelere AKEL ve Sol Halk Hareketi’nin katkısı belirleyici
olmuştur. Geçen yıllar içerisinde, çalışanlar, geniş halk katmanları ve AKEL
arasındaki kopmaz bağlar çelikleştiler. Görevimiz, bu bağları geliştirmek ve
sürekli olarak güçlendirmektir. Emekçilerin Partisi, gücünü bu bağlardan
almaktadır.
Kıbrıs’ın sosyo-ekonomik ve kültürel
gelişmesinde, halkımızın siyasal mücadelelerinde önemli bir yeri olan ve bu
yerini korumaya devam eden, güçlü ve kitlesel Halk Hareketi AKEL’in insiyatifi
ve liderliği ile yaratılmış ve geliştirilmiştir. Halk Hareketi bütün
Kıbrıs halkının başlı başına büyük bir kazanımıdır.”
66. paragrafta
ise, “AKEL, Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Maronit, Ermeni ve Latin, bütün
Kıbrıslıların partisidir” denmesine karşın, Kıbrıslı Türklere
yönelik olarak sanal ortamdaki Türkçe bir internet sayfası dışında, herhangi
bir örgüt yapılanmasına sahip değildir.
AKEL, gerek
yüksek öğrenim gençliğinin sol ideoloji ile yakından ilgilendiği 1968 yılından
sonra, gerekse 1974’deki darbe ve işgalin yarattığı olağanüstü koşullarda, tam da yol gösterici bir Türk Bürosuna
gereksinim duyulduğu bir zamanda, Kıbrıslı Türklerden uzak durmayı yeğlemiştir.
Hele Türk
Bürosu’nu kapatmakla büyük bir hata yapmış ve yeni koşullarda Kıbrıslı Türk
emekçilerin, milliyetçi Kıbrıs Türk liderliğinin ayrılıkçı politikalarına karşı
enternasyonalist bir politikayla donanmasını sağlayacak bir önderlikten yoksun
kalmasına neden olmuştur. Örgütlenme konusunda yapılan bu yaşamsal hataya, 80.
yıl tezlerinde değinilmemesi önemli bir eksikliktir.
AKEL Genel
Sekreteri Dimitris Hristofyas ile gazeteci Şener Levent arasında geçen
aşağıdaki konuşma, bu yaşamsal bir eksikliğin altını çizmektedir:
Soru: AKEL’in
Türk üyeleri var mı?
Yanıt: Bizim
her zaman vardı.
Soru: Hayır.
Onu sormuyorum. Şu anda var mı? Örneğin Kuzeyde değilse bile, Güneyde
yaşayanlardan.
Yanıt: Hayır,
yoktur. Ancak biz bu kesimde yaşayan ilerici Türklerle her zaman sıkı bir temas
içindeyiz. Resmi üyemiz olan herhangi bir Türk ise, ne yazık şu anda yok.
(Ortam, 10 Ocak 1990)
Tezlerde
yapılan özeleştiriler, sadece Kıbrıs Rum toplumuna yönelik politikalarla
sınırlı kalmıştır:
“56. KKP-AKEL 80 yıllık sürecinde, doğal
olarak hatalar da yaptı. Ancak hatalarını tanıma cesaretini göstererek,
politikasını düzeltme çabasıyla özeleştiride bulunan Kıbrıs’taki yegane siyasal
güç, yine o oldu. EOKA ve kadroları için kullanılmış olan nitelemelere dair
1957’de yapılan özeleştiri bunun bir örneğidir. Parti, kitlesel siyasal
mücadele hakkındaki tezinin doğruluğunu ve mücadelenin silahlı biçimine karşı
olduğunu tekrar onayladı, aynı zamanda da kullanılmış olan nitelemelerin doğru
olmadıkları, birlik atmosferinin inşasında yardımcı olmadıkları ve partiye
karşı saldırılar için vesile oldukları değerlendirmesinde bulundu. Parti
özeleştirisini yaparak, EOKA kadrolarının verdikleri kurbanlar için saygı ve
onur ifade etti. AKEL, 1964-67 dönemindeki “kendi kaderini tayin-enosis”
yönündeki parti politikası için de özeleştiride bulundu. O dönemdeki bu
politika, bağımsızlığın tamamlanmasından söz eden Parti Programı ve 10. Kongre
kararının ihlal edilmesi ve hata olarak nitelendi. (…)
Partinin Türk
toplumuna yönelik çalışmalarıyla ilgili olarak verilen en ayrıntılı bilgi, şu
paragrafta toplanmıştır:
“59.
Birbirlerine kırdırılmaları için Rumlar ve Türkler diye Kıbrıs’ın insanları
ikiye ayrılamaz” şiarını KKP’nin ilan ettiği dönemden itibaren, KKP-AKEL
milliyetçiliğe ve şovenizme karşı mücadeleye yılların eskitemediği, istikrarlı
ve tutarlı bir biçimde devam etmektedir. Partimiz, ulusal kökenlerinden
bağımsız olarak, bütün Kıbrıslılar arasında dostluk, işbirliği, karşılıklı
anlayış ve karşılıklı saygı için mücadele etti. Partinin ve Halk Hareketi’nin
saflarında, sadece Kıbrıslırum değil, Kıbrıslıtürk mücadeleciler de yer
aldılar. Solun Kıbrıslıtürk kadroları defalarca faşist ve şoven güçlerin hedefi
oldular. Fazıl Önder (Sellas), Ahmet Yahya, Derviş Ali Kavazoğlu gibi, niceleri
katledildiler ya da cani saldırılara maruz kaldılar, Ahmet Sadi gibi göç etmek
zorunda bırakıldılar. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin kardeşliği Sol
Hareket’in çerçevesinde ortak mücadelelerle ve verilen kurbanlarla daha da
pekişti. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında yeniden yakınlaşma için,
AKEL, sabır ve tutarlılıkla 1974’ten beri mücadele etmektedir.”
Tezlerin
67. paragrafında şöyle deniyor:
“KKP’nin sömürgeciliğe karşı birleşik cephe
politikasını ilan ettiği dönemden itibaren, partimiz, Kıbrıs’ın özgürlüğünü
kazanmasının ve korumasının önkoşulu olan,
halkımızın güçlerinin birliğine dikkatini yoğunlaştırmıştır. AKEL,
tarihi boyunca ülkesinin
çıkarını herşeyin üzerinde tutarak, birlik uğruna çok büyük
fedakarlıklarda bulundu. Demokrasiye,
demokratik kurumlara ve halkın isteğine saygı ilkesi başta olmak üzere,
birliğin belirli ilkelere dayalı olması gerektiği inancına AKEL her zaman
sahipti ve bu inanca sahip olmaya da devam etmektedir.
68. Önceliğin Kıbrıs’ın selameti olduğu bugünkü
kurtuluş mücadelesi sürecinde AKEL,
toplumun kökten değişimini amaçlayan uzun vadeli programını hayata geçirme
arzusu içerisinde değildir. Bu elbette ki, sosyalist vizyonumuzdan ve
yönelimimizden ödün verdiğimiz anlamına gelmemektedir. Nihai hedefimiz,
17. Kongremizin “Bizim Sosyalizm Anlayışımız” program dökümanında genel
hatlarının çizildiği, demokratik sosyalist bir toplumun inşa edilmesi olmaya
devam etmektedir.”
24
Şubat 1989 tarihli AKEL Merkez Komitesi Plenum Toplantısında alınmış olan
aşağıdaki karar, bugün de güncelliğini korumaktadır:
“Savaşımımızın
utkuya ulaşması ve Kıbrıs’ın kurtuluşu hususunun bir diğer önkoşulu, Kıbrıslı
Türklerle Rumların ortak cephesidir. AKEL’e göre bugün, ortak savaşım
cephesinin kurulmasının gerçekleştirilmesi görüşü olgunlaşmaktadır. Kıbrıs Rum
tarafında ortak bir savaşım vermenin gerekliliği daha geniş halk tabakaları
tarafından benimsenmekte, kabul edilmektedir. (...) Kıbrıs Rum toplumu
içerisinde geniş bir saygınlığı olan, Türk toplumu içerisinde de saygınlığı
olan AKEL, tekrar yakınlaşma ve ortak bir cephe kurma görüşünü pratiğe
indirgemek için inisiyatif koyacaktır. Bu görev, hiç de kolay değildir.
Kıbrıslı Türk vatandaşlarımızla arzu edilen düzeyde bir görüş birliğine varmak
için birçok hususlar vardır ki, tartışılmalı, aydınlığa kavuşturulmalıdır.”
(aktaran A.An, KKK/AKEL Belgelerinde Kendi Kaderini Tayin Hakkı ve Kıbrıs Türk
Toplumuna İlişkin Kronolojik Değinmeler, Kıbrıs: Dün ve Bugün (Derleyen: Masis
Kürkçügil) içinde, İstanbul 2003, s.222-223)
KKP/AKEL’in
kuruluşunun 80. yıldönümü nedeniyle yayımlanan Tezler’den hareketle yaptığımız
bu değerlendirmenin, Kıbrıs’taki milliyetler sorunu ile ilgili verimli bir
tartışmayı ve yıllardır beklenen inisiyatifleri başlatmasını diliyorum. Aksi
takdirde Derviş Ali Kavazoğlu’nun “bu iş bunlarla olmaz” öngörüsü bir kez daha
doğrulanmış olacaktır!
(15-22 Mayıs 2005 tarihleri arasında Afrika gazetesinde 8 yazı halinde yayımlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder