10 Ocak 2014 Cuma

OSMANLI DÖNEMİNDEKİ KIBRIS'TA KADIN VE HUKUK


            Yunan mitolojisinde güzellik tanrıçası Afrodit'in doğduğu yer olarak bilinen Kıbrıs adasının, 1571 yılında Osmanlılar tarafından fethedilmesi ardından, burada yaşamakta olan Hıristiyan nüfusa ek olarak, Anadolu'dan getirilen Müslüman Türk aşiretlerinin de iskan edildiği bilinmektedir. (1) Kıbrıs'a gelen bu yeni etnik-dinsel unsur ve Osmanlının kurduğu yönetim yoluyla, İslam hukuku da adaya yerleşmiş ve yüzyıllardır adada yaşamakta olan Hıristiyan Ortodoks nüfus üzerinde ve özellikle kadın ve aile yaşamında önemli etkiler yapmıştır.

 
OSMANLI DÖNEMİ ÖNCESİNDE DURUM 

            Kıbrıs adasının 1571'de Osmanlı İmparatorluğu toprakları arasına katılmasından önce, geleneksel Ortodoks Bizans toplumu yapısına sahip olan Kıbrıslı Rumların sosyal ve ekonomik yaşamı, ailenin ve toplum içinde kadının durumu ile ilgili olarak elde edilen sınırlı bilgiler, günümüze kadar ulaşabilmiş olan bazı halk şarkılarının sözlerinden, Batılı seyyah ve tüccarların adayı ziyaretlerinden sonra kaleme aldıkları seyahatnamelerden (2) ve Kıbrıs'taki yabancı ülke konsolosluklarının raporlarından kaynaklanmaktadır.

            Osmanlı yönetimi öncesinde Kıbrıs'ta egemen olan Lüzinyan aileleri ve Latin aristokrasisi, ahlâki açıdan pek de iyi bir isim yapmamışlardı. Bazı 16. yüzyıl seyyahları, denizcilerle tüccarların bazı Ege adalarındaki kadınlarla ilişki kurabildiklerinden söz etmekteyseler de, Kıbrıs, hem Venedik'ten, hem de bu Ege adalarından uzaktı. 16. yüzyıldaki Kıbrıs toplumunda kadınlarla erkekler, günlük yaşamda bir arada değil de, ayrı ayrı yer almaktaydılar. Kadınlar, Kıbrıs'taki Bizans-Ortodoks kültürün gerektirdiği mütevazi kıyafetleri giymekteydiler. (3)

            İtalyan seyyah Jacobus de Verona'nın 1335'de kaydettiğine göre, kadınlar, halk içine çıktıklarında, sadece gözlerini gösteren siyah elbiseler giymekteydiler. Kıbrıs'ı 1394'de ziyaret eden  İtalyan Nicolas de Martoni, Mağusa'nın fahişeleriyle meşhur olduğunu yazmasına karşın, adadaki bütün kadınlarının başlarının siyah başörtüleriyle örtülü olduğunu ve sadece gözlerinin görülebildiğini belirtmektedir. Açık yeşilin tonları, 14. yüzyıl boyunca elbiselerde kullanılan moda renk olarak görülmektedir. 15. yüzyılda ise, kıyafetler, yöre, yaş ve sosyal sınıfa göre değişirken, vücuda yapışık elbiselerin adaya gelmesiyle kadın kıyafetleri önemli ölçüde değişikliğe uğramıştır. Genç kızlar açık renkleri kullanırken, anneler, daha tutucu karakteri gösteren koyu renkleri tercih etmekteydi. Artık Batının modası Kıbrıs'taki giyim stilini etkilemeye başlamıştı. Ama 1500'de Giovanni Bellini tarafından yapılan Venedikli Kıbrıs Kraliçesi Katerina Kornaro'nun portresi, modaya meraklı Kıbrıs hanımlarının Venedik'te giyilen şık elbiselerden pek de etkilenmediklerini göstermektedir.(4) 

            Martoni'ye göre, kadınlar Mağusa'daki refahın kaynağı olan canlı deve tüyü  sanayiinde çalışmakta olup, hiçbir kadın, kumandanın izni olmadan kentten ayrılamazdı. Eğer kentten ayrılmasına izin verilirse, geri döneceğine ilişkin olarak saraya bir kefalet vermek zorundaydı. Yine de kadınlara kentten ayrılma izni çok ender verilmekteydi. Kentte sadece kadınlar yaşamakta olup, yaşamlarını ancak deve tüyü yününden iplik yapıp dokuyarak kazanabilmekteydiler. Kadınların bu dönemde başka sanayi dallarında çalışıp çalışmadığı bilinmemektedir. Kıbrıs'taki Şeri Mahkeme Tutanakları'nda veya Osmanlı arşivlerinde, deve tüyü sanayiinde çalışan işçiler hakkında herhangi bir kayda restlanılamamıştır. Kadınların evlerinden uzaktaki işyerlerinde çalışmaları, ya çok ender görülmekteydi, ya da bu husus pek az kayda geçirilmiştir.

            Seyyah John Locke'un 1553 yılında gözlemlediğine göre, "Kadınlar daima erkeklerden ayrı bulunmakta ve genellikle kilisenin arka ucunda durmaktaydılar." Adayı 1598'de kısa bir süre ziyaret etmiş olan Cotovicus ise, Kıbrıs kadınlarını "şehvete düşkün" olarak nitelendirmektedir.

            16. yüzyılda kadın kıyafetleri daha fazla değişime uğramış, refah ve bolluğun artmasına bağlı olarak daha parlak renkli kumaşlardan yapılmış elbiselere yönelinmiştir.

 
OSMANLI DÖNEMİNDE KADIN KIYAFETİ

            Alman Oryantalisti Cornelius van Bruyn, 1683'de, Kıbrıs'taki kadınların Anadolu'daki kadınlar gibi giyindiklerini ve başörtüsü taktıklarını yazmaktadır. Ama 18. yüzyılda adayı ziyaret etmiş olan Richard Pococke ile Van der Nyenburg, Kıbrıslı kadınları başı örtülü olarak tanımlamamaktadırlar. Van der Nyenburg, Kıbrıslı kadınların kıyafetini Rodoslu kadınlarla kıyaslamış ve peçe takmadıklarını belirtmiştir. Ricard Pococke ise, kadınların peçesiz dolaştığını ve bu yörelerde bu şekilde dolaşmanın açık saçık olarak nitelendirildiğini yazmıştır. Pococke'a göre, erkeklerin çoğu, karılarına hizmetçileri gibi  davranmakta, onlarla oturup konuşmamakta ve karıları da, ancak kocaları yemeklerini yeyip bitirdikten sonra  yemek yiyebilmekteydi. Başka yazarlar, bunun eski bir Bizans geleneği olduğunu belirtmektedir.

 
ŞERİAT KURALLARA GÖRE YAŞAM    

            Kişi ve aile ahlâkı konusuna büyük önem veren İslam, 16. yüzyıldan çok önce Şeriat kurallarına göre kadın ve aileye ilişkin kurallarını oluşturmuş ve Müslüman olmayan tabaanın yaşam tarzına büyük bir özerklik tanımışsa da, devletin resmi dini olarak Osmanlı Müslüman toplumunun sosyal ve ekonomik yaşamını derinden etkilemiştir.

            Kıbrıs'ın Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra, Kıbrıs'taki Hıristiyan yerli halk, gerek Anadolu'dan getirilip adada iskan edilen Müslüman aileler, gerekse din değiştirenlerle birlikte yaşamaya başlamışlardı. Adaya getirilen İslam hukukunun korunması, bunun geleneksel koruyucuları olan kadılar ve Şeri Mahkemeler tarafından sağlanmıştır. Müslüman kadınlar yanında, Rum Ortodoks nüfustan kadınlar da, zorunlu olmamalarına rağmen, İslam hukukundan yararlanmıştır.

            Kıbrıs'ta günümüze kadar gelebilen Şeri Mahkemelerin sicillerinde, Hicri 980 ile 1330 yılları arasındaki vakalar kaydedilmiş olup, toplam 63 adet olan bu defterlerden 4 tanesi Lefkoşa'daki Etnografya Müzesi'nde, 53 tanesi Evkaf Dairesi'nde ve 6 tanesi de Girne'deki Milli Arşiv'de saklanmaktadırlar. Alman araştırmacı Merkelbach'ın da vurguladığı gibi, kadıların çalışmaları hakkında önemli bilgiler elde etmemizi sağlayan bu Şeriye Sicillerinde (Tutanaklarında), sadece İslam hukuku ile sınırlı bilgiler değil, yönetimsel konulardaki görevler hakkında da bilgiler bulunduğundan, Osmanlı dönemindeki sosyal, ekonomik ve yönetimsel tarihin araştırılmasında çok değerli bir kaynak oluşturmaktadırlar. (5)

 
ZİMMİLER DE ŞERİ MAHKEMELERDEN YARARLANDI

            Dr.Kemal Çiçek, Kıbrıs'ta 1698 ile 1726 yılları arasında kaydedilmiş olan Kadı Tutanakları üzerinde yaptığı araştırmalarda, zimmilerin (Kıbrıs'ta yaşayan Hıristiyanların) de kendi aralarındaki davalar için herhangi bir zorunluluk olmamasına karşın, kendi istekleri ile  sık sık ve her konuda Şeri Mahkemeye başvurmayı tercih ettiklerini saptamıştır. İlginç olan, dava konuları arasında boşanma, vasi ve nafaka tayini gibi tamamen kendi kilise hukuklarının ilgi alanına giren özel konuların önemli bir oran tutmasıdır. Çiçek'e göre, "1698-1726 yıllarını kapsayan toplam yedi adet Kadı Tutanağında (toplam 922 sayfa), zimmileri ilgilendiren 822 dava vardır ve bunlardan 82 tanesi miras, 21 tanesi nafaka, 35 tanesi vasi tayini ve 20 tanesi boşanma davasıdır. Toplam dava sayısı içinde zımmileri ilgilendiren dava oranı, yaklaşık olarak %40'dır. Ayrıca sadece zimmileri ilgilendiren, yani davada her iki tarafın da zimmi olduğu davaların oranı ise %27 gibi çok yüksek bir orana ulaşmaktadır.

            İmparatorluğun diğer bölgelerindeki Hıristiyanlarla karşılaştırıldığında durum daha net bir şekilde ortaya çıkıyor. Amerikalı tarihçi Jennings'in Kayseri üzerinde yaptığı bir araştırmaya göre, bu oranlar sırasıyla %22 ve %11'dir. Bu oran hiç bir zaman %34'ü geçmemiştir. Aynı şekilde Jennings'e göre, oldukça fazla zimmi nüfus barındıran Trabzon şehri sicillerinde de sadece Hıristiyanları ilgilendiren dava oranı sadece %15'dir. Bu oran Amasya'da yalnızca %8'dir." (6)  

 
KADINLAR VE ŞERİ MAHKEMELER

            Kadıların özel görevlerinden biri de, toplumdaki bütün kadınların hak ve çıkarlarını korumaktı. Osmanlı'nın adayı fethinden 25 yıl sonra, yani 1595 yılına gelindiği zaman, özellikle Lefkoşa'daki kadınların büyük bir kısmı, Lefkoşa çevresindeki bazı köyler ve belki de bütün Kıbrıs'taki kadınlar, 1580 yılından başlayarak Şeri Mahkemelerden yararlanmışlardır. Bunlar arasında yerli halktan Hıristiyanlar, kısa bir süre önce İslam dinine geçmiş olanlar ve yaşlı Müslümanlar da bulunmaktaydı.

            19. yüzyılın ortalarına kadar Kıbrıs'ta her türlü davanın bu mahkemelerde görüldüğü, günümüze kadar ulaşmış olan Şeri Tutanaklardaki dava kayıtlarından anlaşılmaktadır. Ortodoks Kilisesi'ne bağlı mahkemelerin bağımsız bir statü kazanması ise, ancak 1864 yılında, Sultan Aziz'in Başpiskopos Sofronius'a gönderdiği bir beratla sağlanmıştır. (7)

            Lefkoşa'daki Şeri Mahkemenin kadınlara sağladığı koruma, Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer yerlerindeki benzer Şeri Mahkemelerin sağladığı korumayla eşdeğerdi; ama şüphesiz Kıbrıs'taki gelenek ve siyasal gelişmeler de etkili olmaktaydı. Her türlü durumda, anlaşmazlıkta taraf olan Müslüman, Hıristiyan veya Yahudi, herkes Şeri Mahkemeye başvurabilmekte, ama kararlarına da uymak zorundaydı.

            Kıbrıs'taki kadınlar, erkeklere tanınan aynı yasal hakların çoğundan yararlanabilmekte ve bu hakların güvence altına alınması için mahkemeye başvurma olanaklarını da eşit derecede kullanabilmekteydi. Rum Ortodoks çoğunluk nüfusa mensup kadınlar, doğaldır ki kendi sorunlarını kendi dinsel toplumu içinde çözme seçeneğine sahipti, ama Şeri Mahkeme önüne getirilen ve görülmesi kabul edilen herhangi bir davada alınan karar, Şeri kurallara göre alınırdı.

            Lefkoşa Şeri Mahkemesinin arkasında Osmanlı devletinin müeyyide gücü bulunmaktaydı ve adadaki bütün Osmanlı yetkilileri, Şeri Mahkemenin kararına uymak ve onu uygulamak zorundaydı. Kadınlar, özellikle evlilik, boşanma ve miras ile ilgili sorunlarını çözümlemede, kendi geçinceleri için gerekli destek veya nafakayı almayı, ya da kendi kişisel mülkünü kullanmayı güvence altına almada veya evlilik içinde görülen fiziksel zor kullanımıyla ilgili şikayetleri iletmede Şeri Mahkemeden yararlanmaktaydılar.

            Kadınları ilgilendiren küçük veya büyük sorunların çözümlenmesinde mahkemenin önemi, mahkemeye yapılan başvuruların sıklığından anlaşılabilmektedir. Amerikalı araştırmacı Jennings'e göre, 1580 ile 1640 yılları arasında saptanan 2975 mahkemelik vakanın yaklaşık dörtte birinde, en az bir kadın olaya katılmıştır. Bu vakaların yaklaşık dörtte üçünde (%73) en az bir Müslümanın adı geçmektedir. Jennings, yaptığı araştırmalarda, bu vakalara karışmış Müslüman ve zimmilerin gerçek sayısı veya ikisi arasındaki oran konusunda herhangi bir veri bulamadığını belirtmektedir. Bazı vakalar sırasında (cinai olanlar hariç), kadınlara, erkeklere kolayca tanınmayan, kendilerini  yasal bir vekilin temsil etmesi ayrıcalığı tanınmıştır. Müslüman kadınların %39'u bu tercihten yararlanırken, Hıristiyan kadınların sadece %23'ü bu tercihi kullanmıştır. Geleneksel olarak Şeri mahkemeler, halkı mahkemelerde bir vekilin temsil etmesini teşvik etmektedir. Mahkemeye giden kadınların gittikçe artan oranı da, kuşkusuz kadınların mahkemeye olan güveninin arttığının bir göstergesidir.

            Doğaldır ki, Şeri Mahkemeler daha çok erkeklere ait bir mekândı. Kadılar ile her türlü mahkeme ve polis yetkilisi erkek olduğu gibi, saatlerce mahkemedeki işlemleri seyredip dinlemeye gelmiş yöre halkının hemen hemen hepsi de erkekti. Duruşmada bulunmak üzere gelen kadınlar, mahkemede uzun süre kalamazdı. Kadınların da erkekler gibi iyi gözlemde bulunabildikleri kabul edilse bile, akıllarının erkeklerden daha az olduğuna inanıldığından, tanıkların hemen hemen hepsi yine erkeklerden oluşmaktaydı. Belki de kadınların halk içinde görünmesi, teşvik edilmek istenmeyen bir şeydi. Mahkemelerde kadınlar tanık olarak dinlendiği zaman, daha çok kişisel sorunlar söz konusuydu ve kadınların tanıklığı, erkeklerin tanıklığının yarısına eşdeğerdi. Bir başka deyişle, iki güvenilir kadın tanık, bir erkek tanığa eşit tutulurdu. Sırf kadınları ilgilendiren bir konuda bir dava görülmekteyse, ancak o zaman sadece kadınların tanıklığı yeterli kabul edilirdi.

            Kadınlar, Lefkoşa Şeri Mahkemesine sürekli olarak ciddi hak taleplerinde bulunmaktaydı. Bu talepler, yeniçeriler, polisler, sipahiler ve valilik dairesine karşı yapılmaktaydı. Şikayetler ise, kocalar, babalar, oğullar ve diğer yakınlara karşı hiçbir zorluk olmadan yapılabilmekteydi. Kadınlar, kendilerine karşı yapılmış yasal suç duyurularına karşı da, çoğu kez şahsen, buna olanak yoksa vekilini kullanarak yanıt vermek durumundaydılar.

 
KADINLARLA İLGİLİ DAVA KONULARI

            Kadınların sahip olduğu önemli haklardan biri de, mal ve mülkü satın alma, satma ve miras yoluyla elde etmeyle ilgiliydi. Jennings'in 1580 ile 1637 yılları arasındaki Şeri Mahkeme tutanakları üzerinde yaptığı araştırmalardan anlaşıldığına göre, taşınır ve taşınmaz mal el değiştirmelerinde sürekli artan oranlarda kadınlar rol almıştır. Kadınlar, belki de veraset uygulamalarındaki değişikliklerden etkilenme yüzünden, taşınır ve taşınmaz malları satın almaktan çok, satmaktaydılar. Bu dönemdeki toplam 19 taşınmaz mal el değiştirmesi vakasında kadınlar, 13 vakada satış yaparken, 6 vakada da alış yapmışlardı. Toplam 65 taşınır mal el değiştirmesinde ise, kadınlar 50 satış ve 15 alış gerçekleştirmişlerdi. Açıktır ki, kadınların ellerinde, erkeklerde olduğunun tersine, mal ve mülk birikimi çok seyrek sağlanırdı. Bu birikimi sağlayan az sayıda kadın ise, mal ve mülkünü biriktirme, yönetme ve talep etme işinde başarılı olmaktaydı.

            Kadınların elde ettiği servetin büyük bir kısmı miras yoluyla olmaktaydı. Kendilerine toprak, ev ve para mirası kalan kadınlar, evlilik öncesi kendilerine mal verilmesi (drahoma), hediye veya satın alma yoluyla da taşınır ve taşınmaz mal sahibi olabilmekteydiler. Şeri Mahkemelerde uygulanan İslam yasalarına göre, kadınlar da, erkek yakınları gibi miras hakkına sahiptiler ve teorik olarak onlar da erkekler gibi mal-mülk sahibi olabilmekteydiler. Ama ellerinde biriktirdikleri bu serveti, erkek yakınlarına satmakta ve bunu daha çok para olarak saklamaktaydılar. Bu para, ekonomik bağımsızlık değilse bile, bir güvence sağlamaktaydı. Kadınlar, sıklıkla kadılara başvurarak, mallarının erkeklerden korunması için destek istemekte ve mahkemelerin de bu desteği kendilerine sağladığı görülmekteydi. Bazen de bir erkek, karısının mülkü üzerinde fazla sıkı bir denetimi olduğundan şikayetle, mahkemeye başvurmaktaydı. Kadının yerel toplum içinde ve evi dışındaki ekonomik etkisinin derecesi, kadının sahip olduğu mal ve mülkle yakından ilgiliydi.  

            Kadınların taşınmaz mal birikimine sahip olmasının en sık görülen şekli, erkeklerde de olduğu gibi miras yoluylaydı. Mahkeme, İslam miras yasalarıyla ilgili gerekli işlemleri uygulamaktaydı. Lefkoşa Şeri Mahkemesi tutanaklarında emlak tiplerinin açık bir şekilde sınıflandırıldığını veya hangi mirasçılara neyin düştüğünü gösterir bir veri bulunmamakla beraber, birçok vakada rakip taraflar, anlaşmazlıklarını dostça çözmüşler ve mirasın bölünme şekli konusunda yapılan anlaşmanın, Şeri Mahkeme tarafından kaydedilmesini istemişlerdi. Bu hakkı, Müslüman olmayan kadınlar bile sıkça kullanmışlardı.

            Kıbrıs'ta kadınların çocuk sahibi olmamaları durumunda, kendi babalarından miras kalan toprağı işleyebilmeleri için özel kurallar kabul edilmişti. Sipahilerin, böylesi kadınlara topraklarını kullanmaları için izin vermesi gerekmekteydi. Bu durumda toprak, işleyemeyen mirasçı olmaması durumunda yapıldığı gibi, başkasına "resm-i tapu" ödemesi karşılığında devredilemezdi.

            Ortadoğu'da seyrek de görülse, az sayıdaki bazı kadınlar, borç para almakta veya vermekteydi. Kocalarına veya yakınlarına borç para veren kadınların varlığı, kadınların, etraflarındaki erkeklerden ayrı olarak kendi mal ve mülklerine sahip olduklarını ve miras, ya da başlık paralarına kendilerinin hükmedebildiklerini göstermektedir. Ama yine de borç para veren kadınların Kıbrıs'taki sayısı azdı.               

            Kadınlar bazen, başkalarının borç ödemelerinde güvence veren kimseler olmaktaydı (kefil bil-mal). Borçlanan kişi, borcunu ödeyemezse, güvenceyi veren herhangi bir Müslüman veya Hıristiyan kadın kefil, kendi parasıyla bu borcu ödemek durumundaydı.

            Kadınlar, erkeklerden daha sıklıkla, küçük çocukların koruyucusu (vasi'si) olmaktaydı. İslam yasalarına göre, anne veya babasından birini kaybetmiş olan küçük çocuk, yetim/yetime olarak kabul edilmekteydi. İslam miras hukukuna göre, annesiz kalan bir yetimin babası, çok fakir değilse, kendi olanaklarıyla çocuğunu büyütmeliydi. Babasız kalan bir yetimin annesi veya diğer yakınları ise, yetime kalan mirastan, çocuğun günlük geçincesi için belirlenecek bir miktar paranın alınması amacıyla mahkemenin karar vermesi için başvuruda bulunurdu. Geride kalan anne veya babanın yeniden evlenmesi, çok yaşlı olması veya ikamet yerinin değiştirilmesi hallerinde, vasi de değişebilirdi. Vasi'nin görevleri arasında, yetime ait ve ona miras kalmış olan herhangi bir malı erişkin yaşa gelinceye kadar, onun adına korumak da vardı. Kadıların en önemli görevlerinden biri de, vasilerin, yetimlerin iyilik hali ve mal varlığını korumada dürüst davranıp davranmadığını güvence altına almaktı. Bazen de kadı dışında, çoğu kez akrabadan bir kişi (nazır), bir çocuğa miras kalmış olan taşınmaz malların yönetimini üstüne alırdı.

            Şeri Mahkeme tutanaklarında, kadınların geleneksel tarım sistemi veya aile yaşamı dışında çalıştığına ilişkin hemen hemen hiç bir kanıt bulunamamıştır. Osmanlı sosyo-ekonomik sistemi, kadınların etkinlik alanını kısıtladığından, kadınlar, dükkan sahibi, tüccar veya zanaatkâr olamazdı. Pamuk ipliği eğirmek ve yünlü kumaş dokumak bunların dışında idi. Lüzinyan ve Venedik yönetimlerinde ve sonradan da 19. yüzyılın başında adayı ziyaret etmiş seyyahlar, bu hususu kaydetmişlerdir. Ayrıca, yukarıda da anlatıldığı gibi, kadınların borç para verdiğinden, Mağusa'daki deve tüyü sanayiinde çalışmasından, birkaçının bazı küçük kuruluşlarda yönetici (mütevelli) olarak çalıştığından söz edilebilir. İki Hıristiyanın dellal olarak çalıştığı, Müslüman bir dönmenin evde hizmetkâr olarak çalıştığı kaydedilmiştir.  

            1881'de Kıbrıs'ı ziyaret etmiş olan Arşedük Louis Salvator, Lefkoşa'da bir Kadınlar Pazarı'nın varlığından söz etmekteyse de, burasının ne zaman kurulduğuna ilişkin her hangi bir bilgi bulunmamaktadır.

 
EVLENME-BOŞANMA-NAFAKA SORUNLARI

            Kıbrıs'taki geleneksel aile hukuku, bütün kadınlara mantıki bir geçinme düzeyi sağlayacak şekilde düzenlenmişti. Uygun kaynak olduğu sürece, erkekler karılarına alıştıkları düzeyde bir destek vermek zorundaydılar. Kadına evlilik öncesi verilen mal (drahoma), kadının kişisel mülkü olarak kabul edilirdi; boşandığı veya kocası ölüp de dul kaldığı zaman kadının geçincesini sağlamayı amaçlamaktaydı. Kadının ve çocukların geçincesini sağlama yükü, erkeklerin sorumluluğu altındaydı. Evlilik öncesi verilen mal ve para, çok çeşitliydi. Lefkoşa Şeri Mahkeme Tutanaklarında sözü edilenlerin miktarı değişik olmakla beraber, ne yazık ki kanıtlar da azdır.

            Evlendirmeler, kızın babası veya erkek akrabaları tarafından yapılırdı. Yine bu tutanaklarda, gelin veya güveyin evlenmede ne kadar para ödediğine ilişkin herhangi bir veri bulunamamıştır. Evlilik, herhangi resmi bir devlet veya dini kuruluşa bağlı olmayan tamamen özel bir sözleşmeydi. Eğer evlilik öncesi verilen mal-mülkle ilgili ayrı bir kayıt yapılıyorsaydı, buna ilişkin ayrı listeler tutulmuş olması gerekir. Çünkü Şeri Mahkeme Tutanaklarında bu konuda bilgi bulunmamaktadır.

            Boşanma ve boşanmaya ilişkin zorunlu sorumluluklar, sık sık kaydedilmekteydi. Boşanma basit bir işlem olup, evlilik sözleşmesinin bozulması olarak algılanmaktaydı. Boşanma, normalde tek yanlı olarak koca tarafından ilan edilmekte ve bir miktar para verilerek, kadının hamile olup olmadığına ilişkin bir süre beklenmekteydi. Kadın, bekleme süresi bittikten sonra, isterse her hangi biriyle yeniden evlenebilirdi. "Hul" denen boşanma şeklinde, kadın boşanma talebinde bulunmakta veya karşılıklı olarak boşanma kararı alınmaktaydı. Bu durumda, boşanmanın erkek üzerindeki sosyal etkisi daha az olur ve kadının boşanmaya ilişkin onay verdiği kayda geçirilirdi. Boşanma sıklığı hakkında herhangi bir tahminde bulunmak güç olsa da, hul'un erkeğe mali açıdan daha pahalıya patladığı bilinmektedir.

            Kıbrıs'ta erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesi (poligami) olaylarınin varlığına ilişkin çok az kanıt vardır. Olduğu vakalarda da, erkekler yeniçeri veya polis subaylarıydı.

            Şeri Mahkeme Tutanaklarına göre, Hıristiyan kadın ile Müslüman erkek arasında olan karma evlilikler, seyrek görülmeyen olaylardandı. Kıbrıs'ı ziyaret eden Pococke, Pinkerton, W.Turner gibi Batılı  seyyahlar ve Şeri Mahkeme Tutanakları bu tür karma evliliklerden söz etmektedirler. Bu gibi durumlarda, kadınlar Müslüman olmakta ve Arapça bir isim almaktaydılar. Baba adları da Abdullah olarak değiştirilmekteydi.  Böylesi kişiler de Şeri kurallara uymaktaydılar. Müslüman doğmuş kişiler ile sonradan Müslüman olan erkek veya kadınların kendi aralarında evlenmesi de herhangi bir engel yoktu. Öte yandan Hıristiyan bir erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi olanaksızdı.

 

Yararlanılan kaynaklar:  

(1) Doç.Dr.Cengiz Orhonlu, Osmanlı Türklerinin Kıbrıs Adasına Yerleşmesi (1570-1580), Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi Türk Heyeti Tebliğleri, Ankara 1971.

(2) Cobham, C.D., Excerpta Cypria. Materials for a History of Cyprus, Cambridge, 1908

(3) Jennings, Ronald C., Christians and Muslims in Ottoman Cyprus and the Mediterranean World, 1571-1640, New York University Press, 1993 (Bu makale kullanılan bilgilerin önemli bir kısmı, bu kaynaktan alınmıştır.)

(4) Female Costume in Cyprus from Antiquity to the Present Day, Anastasios G.Leventis Foundation Publications, Nicosia,1999

(5) Merkelbach, Jacob, Die Protokolle des Kadıamtes Nikosias aus den Jahren 1105/06 (1693-1695), Frankfurt am Main, 1991

(6) Çiçek, Dr.Kemal, Osmanlılar Zamanında Kıbrıs'ta Türk Adaleti ve Rumlar, Kıbrıs Mektubu, Ankara, Temmuz 1995, No.3

(7) An, Ahmet, Kıbrıs'ta Türk Hukuk Kurumlarının Geçmişine Kısa Bakış, Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar, Lefkoşa 1999.

 
(Tarih ve Toplum, Aylık Ansiklopedik Dergi, İstanbul,  Mart 2000, Cilt:33, Sayı:195)

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder