10 Ocak 2014 Cuma

RAUF RAİF DENKTAŞ'IN YAYIMLAMADIĞI "HATIRALAR"INDAN İKİ PLAN

TAKSİMCİ KIBRIS TÜRK LİDERLİĞİNİN “GEÇİCİ MERHALE PLANI”

Glafkos Kleridis’in önce Rumca ve sonra Mart 1989’da İngilizce olarak yayımladığı “Kıbrıs: İfadem” adlı anılarının 1. cildinin ekler bölümünde Türkçe orijinalinin fotokopisi de verilen “Geçici Merhale Planı”(bak. s.466-472), Aralık 1963’de zamanın Kıbrıslı Türk Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Fazıl Plümer'in çelik kasasının Rum Güvenlik Kuvvetleri tarafından açılması üzerine ele geçirilmişti. BM’de yapılan Kıbrıs görüşmeleri sırasında zamanın Kıbrıs Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu tarafından uluslararası kamuoyunun bilgisine getirilen, TMT tarafından hazırlanmış olan (büyük bir olasılıkla Rauf Denktaş’ın kaleminden çıkmıştır) ve Dr. Küçük’e verilen bu belgenin tam metnini, bir ibret belgesi olarak genç kuşakların bilgisine getiriyoruz:

“1. Zurih ve Londra anlaşmalarını “geçici bir merhale” olarak kabul ettik ve bunun için imzaladık. “Geçici bir merhale” değil de, “nihai bir hal çaresidir” denseydi, kabul etmez, Cemaatlar arası kavgayı bir müddet daha uzatır ve Birleşmiş Milletleri “olmaz, kabili tatbik değildir” dedikleri Taksim ile karşı karşıya  bırakabilirdik.

“Geçici merhale” diye kabul ettiğimiz Zurih anlaşmasının meydana getirdiği Cumhuriyet idaresinde:

(a) Türkiyenin Kıbrıs üzerindeki haklarını beynelmilel sahada tanıtmış olacak;

(b) Kazanılan zaman içinde daha iyi bir şekilde hazırlanarak, Rumların gaf ve yanlışlarından istifade edecek, gün gele onları anlaşmaları bozmakla itham ederek tam istiklalimize kavuşacaktık.

“Geçici Merhale” esnasında bütün hal ve harekatımız yukarıda (a) ile (b) fıkralarında gösterilen ve bizce “nihai gaye” diye kabul edilen duruma doğru yöneltilecekti.

2. Zurih anlaşmalarını ve bu anlaşmaların meydana getirdiği Cumhuriyeti “nihai bir hal çaresi” diye kabul edemeyişimize sebepler şunlardı:

(a) Yedili üçlü bir nisbete dayanan bu idare, mevcut garantilere rağmen, bir Rum idaresidir. Bu idare altında zaten zayıf olan Türk bünyesi zamanla eritilmeğe mahkumdur.

(b) Türklerin “Kıbrıslılaştırma” yani Rumlarla azami teşriki mesai, Rumlara karşı baş kaldırmama, iyi geçinmek, müşkilat çıkarmamak için Rumların her türlü kaprislerini hoş karşılama şeklinde başlatılan “Birleşme” ameliyesine karşı Kıbrıs Türkünün milli bir davası kalmayacağı için, bu ameliyenin neticesi Kibrıs Türklerinin ayrı bir cemaat olarak tasfiyesi demektir.

(c) Mali imkansızlıklar, maddi sıkıntılar “Ayrı Cemaat” statümüzü çok kısa bir zamanda sıfır derecesine indirecek mahiyettedir.

(d)  Anlaşmalar, iki cemaatin birbirlerine karşı olan itimatsızlıkları, husumetler ve bir arada ancak “ayrı ve eşit cemaatlar” halinde yaşayabilecekleri prensiblerine dayanarak meydana gelmişti. Nihai bir hal çaresi olarak ele alındığında ayrı ve eşit cemaat prensibi en titiz bir şekilde devam ettirilip, itimatsızlık ve bazen de husumet havası yaratılmadıkça çökmeğe mahkumdurlar.

(e) İngiliz idaresinde 25 sene halka baş kaldırtmayan cemaat idarecilerinin gayesi “İngiliz hükümetine cemaati ezdirmemek için daima muti ve sadık, her şeye boyun eğen” bir cemaat yetiştirmekti. Şimdi de, anlaşmaları bir nihai hal çaresi olarak kabul edenler cemaatı  “Rumlara ilelebet ve her ne pahasına olursa olsun boyun eğmeğe; müşkilat çıkarmamağa” devam etmekte ve Cemaat davası diye bir dava kalmamaktadır. Cumhuriyet “nihai bir hal çaresi” ise bu telkinler karşısında Kıbrıs Türkünün evvela kendi cemaatına olan güveni, sonra da Türkiyeye olan itimadı sarsılacak; işsizlik, kredisizlik gibi amillerin de yardımı ile hepsi de Rumların kucağına düşecektir.

Bu şartlar altında Zurih anlaşmasını “nihai bir çare” olarak kabul etmemiz Kıbrıs Türklüğüne adadan silinme mahkumiyetini elimizle giydirmemiz olurdu. Bunun içindir ki anlaşmalardan evvel o zamanki TC Hükümeti ile “bu anlaşmaların geçici bir merhale olduğu; bu müddet zarfında azami ekonomik ve sair yardımın bize yapılacağı ve nihai gayemizin tahakkuku için “Ayrı Cemaat” davamızı milli bir dava halinde idame ettireceğimiz hakkında mutabakata varılmıştı.”

Şayanı şükrandır ki İnkılap hükümetimizin Sayın Devlet Reisi Gürsel Paşa ile yaptığımız ilk temaslarda da “aynı prensipler üzerinde mutabakata varılmış ve anlaşmaların bizim ve Türkiye için bir merhaleden başka birşey olmadığı hususu en kat’i bir şekilde belirtilmişti.”

4. Bu anlaşmaları ve kurulan Cumhuriyeti Kıbrıs Türklerinin bir merhale olarak kabul edilmesine ve gözlerini açık tutarak gaflet uykusuna dalmamasına büyük bir sebep vardır; bu da, Kıbrıs Rumlarının top yekün olarak Cumhuriyet idaresini geçici bir merhale olarak kabul etmiş olmalarıdır. İlk günden bütün gayretlerini bu anlaşmaları çökertmek yoluna yönelmişlerdir.

(a) Gazeteleri, resmi ve gayrı resmi sözcüleri ile anlaşmaların geçici olduğunu; bu anlaşmaların hiçbir hür insan tarafından kabul edilemiyecek ve kendilerine zor ile kabul ettirilen anlaşmalar olduğunu yaymaktadırlar. Adaya gelen ecnebi muhabirler bu propagandayı bir hap gibi yutmakta ve “Türklerin suni bir şekilde elde ettikleri haklarından vazgeçmeleri” icap ettiği fikri kök salmaktadır.

(b)  Rumlar (sağcı ve solcu olarak) görülmemiş bir sür’atle silahlanmaktadırlar.

(c) Polis Teşkilatı, Gümrükler, İdari mekanizma Türklere nefes aldırmayacak bir şekilde tertip edilmektedir.

(d) Zurih anlaşmaları altında Türklere verilen hakların hemen hemen hiçbirisi teslim edilmiş değildir. Rumlar, bir geciktirme siyaseti ile Türkleri yıpratmak, yormak, parçalamak ve "bu hakların hakikaten fuzuli olduğunu kabul eden Türk liderleri yetiştirmekle meşguldürler.

  (i) Belediyeler ayrılmamıştır. Hudutların yeniden tesbiti yıllarca sürebilir; mühim engeller, cemaat olarak ayaklanmamız icap eden pürüzler ve haksızlıklar beklenmektedir. Bir buçuk seneden beri sürüp giden "yıpratma ameliyesi" neticesi olarak Kıbrıs Türkünün mücadele ruhu söndürülmektedir.

Ayrı Belediyeler mevzu'u "ayrı cemaat statümüzün" bir zeminini teşkil eder. Bir ayrılık maddeten Türkler için bir külfet ise de, bu ayrılığın her ne pahasına olursa olsun idame ettirilmesi ve "ayrı belediyeler" mevzu'unu bir dava olarak idame ettirilmesi gerekir.

Bugün, belediyelerin ayrılışı yüzünden şahsi zarara uğrayan mahdut sayıda kimseler ve Rumlarla "her ne pahasına olursa olsun iyi geçinmek iddiasını güden "muhalifler" bu ayrılığı yok etmek ve Belediyeleri birleştirmek için elden gelen gayreti sarfetmeğe başlamışlardır. "Muhalif" geçinen Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet Beyler ecnebi muhabirlere belediyelerin birleşmesi icap ettiği ve Denktaş ile Doktor Küçük'ün ayrı belediye istemesine sebebin "Taksim" tezinin devam ettirildiği hakkında beyanat vermektedirler;

   Ayrı belediye davasının bir dava olarak ele alınıp alınmayacağı hakkında kat'i direktif rica ederiz. Maddi sebeplere dayanarak belediyelerin birleştirilmesi yoluna gidilmesi "ayrı cemaat statümüzün" istinad ettiği sağlam bir zemini çökertmek olacaktır kanaatındayız.

    (ii) %70:30 mevzu'unda karşılaştığımız müşkiller malumunuzdur. Bu nisbetin tatbiki için konulan beş aylık müddetin ikibuçuk ayı geçmiştir. Rumların bu işi beş ay zarfında bitirmek niyetleri yoktur. Makarios ile Dr. Küçük arasında anlaşılan "tatbik usulü ve tatbik cedveli" Amme Hizmetleri Komisyonu Rum azaları tarafından sepete atılmak üzeredir. Makarios da "bu anlaşmanın bağlayıcı bir hükmü olmadığını" söyleyecek kadar ileri gitmiştir.

5'inci ay sonunda %70:30 nisbeti tatbik edilmeyince Türk cemaatı ne yapacaktır? Anayasa Mahkemesine müracaat ederek beş sene daha uğraşacak mıdır? Yoksa, Cemaat olarak hakkımızı alma yoluna gidebilecek miyiz?

Unutmayalım ki %70:30 nisbeti Londra anlaşmasından Cumhuriyetin doğuşuna kadar olan müddet zarfında tatbik edilmeliydi. Rum kaprislerine kurban gittik, "aman müşkilat çıkarılmasın" direktifine uyarak koparılabilecek bir hakkı zamanında koparmadık. Netice, cemaatin kendi kendine olan itimadının sarsılması olmuştur. Beş ay sonunda bu iş yine bitmeyecek olursa "bunun beş ayda tatbik edileceğini vadeden Dr. Küçük ve arkadaşları çok zor bir mevkide kalacaklardır!

   (iii) Vekaletlerde, Rum memurların sevk ve idaresi ile Türk işleri aksamaktadır. Rum idaresinde yaşadığımız hissini verebilmek için Rum polis ve memurları elden halen herşeyi yapıyorlar. "Ayrı Cemaat" statüsünün şartlarından biri olan "Türk köylerine Türk memurlar servis yapar" prensibi hiçbir yerde tatbik edilememektedir.

Tatbikinde ısrar edelim mi? Çatoz (Serdarlı) Türkleri vergi toplamağa gelen Rum tahsildarına vergilerini vermemişlerdir. Şimdi mahkemeye sevkedileceklerdir. Bizim "Türk memur isteriz" iddiamız Rumları yeniden gücendirecek, kışkırtacak bir iddiadır. Kanaatımızca bu iddiada ısrar etmeli ayrı cemaat haklarımızdan birini daha taviz olarak vermemeliyiz."

     (iv) Vekiller konseyinde Türkler leyhine tek bir icraat yapmamak için Rumlar arasındaki iş birliği azami haddi bulmuştur.

Kıbrıs ordusunu kurmamak için elden gelen herşey yapılıyor. Ordu Kumandan ve Muavinine Polis Kumandan ve Muavininden az maaş teklif ediliyor: askerlere gülünç denecek bir meblağ verilecekmiş;

800,000 liralık Maarif ve Cemaat Bütçemiz için merkezi hükümetin anayasada garanti ettiği 400,000 lira asgari yardıma tek bir kuruş ilave etmek niyetinde değildirler. Diğer taraftan Rum Cemaat Meclisine muhtelif "şahsi kanallardan" şimdiye kadar altı milyon İngiliz lirası hacminde yardım yapılmıştır.

"Ayrı Cemaat Statümüzün" yegane sembolü olan Cemaat Meclislerini söndürmek için Rumların tutmuş olduğu bu yol karşısında anavatan hükümetimizin azami fedakarlığı yaparak bizi maddeten destekleyeceğine inanıyoruz. Maddi imkansızlıklar yüzünden cemaat meclisi dairelerini idame ettiremez bir duruma düşecek olursak mevcut anlaşmaları, Rumların istediği şekilde, çökerteceğiz.

    (v) Bütçede inkişaf yatırımları sezdirmeksizin Rum köylerine yapılmaktadır. Hiçbir Türk vekil lüzumlu gördüğü bir yatırım için para temin edememektedir. Türk vekilleri kukla yerine düşürmek için azami gayret sarf edilmektedir.

    (vi) Polis tayinleri Türk amirleri tesirsiz bırakacak bir şekilde yapılmıştır. Ada Türkleri Rum amirlerin elinde oyuncaktır.

5. Bizim gördüğümüz çıkar yol şudur:

i) Anlaşmaların geçici bir merhale olduğu hakikatı ve "Ayrı Cemaat" statümüzün bu hakikatı gerçekleştirmek için elzem olduğu kanaatı küçük büyük, her Türke duyurulacak ve bu inanç nesilden nesile intikal ettirilebilecek bir şekilde adanın sathına yayılacak.

ii) Rumların "Ayrı Cemaat" statümüzü yıkmak için yaptıkları ve girişecekleri her harekete azami reaksiyon göstermek.

(Anayasadaki haklarımızın korunması için reaksiyon göstermek hakkımızdır kanaatindeyiz.)

iii) Cemaat içinde muhalefet yapmak sevdasında olanlara "milli davanın" ana hatları dikte ettirilmeli; milli davayı baltalayacak şekilde neşriyat ve propaganda yapmaları önlenmelidir.

Rumların meftunu ve hayranı olduğu; İngiliz intelijansı ve Rum müfrit ENOSİS liderleri ile irtibatı bulunduğu tesbit edilen Dr. İhsan Ali ve onun hempacısı kesilen bir cinsi sapık (Muzaffer Gürkan) ile komonistlerle ilişiği olduğu tesbit edilen Ayhan Hikmet Rum emeline hizmet eden faaliyet ve yazılarından vazgeçirilmeli; milli bir davanın varlığına inanmıyorlarsa susturulmalıdırlar.

Kıbrıs Türkleri, bugün bir çıkmazın içindedirler. Günlük problemleri işsizlik, kredisizlik iş sahası yokluğu; Rumlardan iş alamaması şeklinde içinde istifhamlar yaratırken milli bir davanın var olup olmadığı hakkında da azami tereddüte düşmesi ile ne yapacağını bilememektedir. Bu vaziyet karşısında kendisine "Ayrı Cemaat haklarından" bahsedenlere inanmamak yoluna gidilecektir. "Hangi ayrı cemaat? denecektir! İş veren müessese yok, Ruma bel bağlayan yaşayabiliyor, Rumdan uzaklaşana hayat kapıları kapanıyor. " Bu inancı silmek ve 1955-58 senelerinde olduğu gibi kendi kendine inanan bir cemiyet meydana getirmek ihtiyacı ile karşı karşıyayız.

Kısacası, idarecilere milli bir plan verilmelidir ki sözlerimizi ve hareketlerimizi bu milli plana göre ayarlayabilelim. Eğer bu milli planın hattı "Ayrı Cemaat statüsünün devamı ve kökleştirilmesi; gün gele Türklüğün Kıbrıs'a hakim olması" ise mücadeleye devam edebiliriz, halkı tutabiliriz. Eğer bu plan "herşeyin sonuna geldik Rumlarla iyi geçinmeye bakınız. Şımarıklık etmeyiniz; küçük, ufak tefek haklarınız yendi diye gürültü çıkarıp, el açmak zorunda kaldığınız Rum dostlarınızı gücendirmeyiniz" şeklinde olacaksa, durumumuzu yeniden gözden geçirmemiz ve bu şartlar altında bu mesuliyeti omuzlayıp omuzlayamayacağımızı düşünmemiz gerekecektir."

 
14 EYLÜL 1963 TARİHLİ TÜRK PLANI

Yine Kleridis, "Kıbrıs: İfadem" adlı anılar kitabının 1. cildinde yer alan (s.203-207) bir başka belge ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:

"Kıbrıs Türk liderliğinin, militan bölümünün baskısı altında kaldığı aşikardı ve 14 Eylül 1963'de, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu üzerinden üç yıl geçtikten sonra bir durum değerlendirmesi yaptı ve Kıbrıslı Rumların anlaşmaları bozma yoluna girmeleri halinde politikalarının ne olacağını kararlaştırdı.

Kıbrıs Türk liderliğinin benimsediği tavır, yazıya döküldü ve bu belge Dr. Küçük ve Bay Denktaş tarafından imza edildi. Silahlı çatışmanın çıkmasından sonra güvenlik kuvvetlerinin Başkan Yardımcısının dairesini işgal ettiği sırada bu belge, Dr. Küçük'ün (Doğrusu: Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Fazıl Plümer'in - A.An) kasasında bulunmuştur.

Kıbrıs Türk tarafının üzerinde anlaştığı plan, ayrı bir Kıbrıs Türk Devletinin kurulmasından önce hazırlık mahiyetinde ve gerekli olabilecek bir dizi eylemlerden oluşmaktaydı:

Anlaşılmış Kıbrıs Türk politikasını anlatan bu belgenin (İngilizceye çevrilmiş metinden Türkçeleştirdiğimiz -E. Yüksel) metni aşağıdadır:

 
"Cumhuriyet'in kurulmasından bu yana geçen üç yılın tamamlanması münasebetiyle, Cumhuriyetin geleceği ile ilgili olarak Türk toplumunun genel politikası hakkında yüzeysel bir bakış.

Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasının üzerinden şimdi üç yıl geçmiş bulunuyor. Anayasanın temelini oluşturan Zürih ve Londra Anlaşmalarının imzalanmasından sonra, Türk toplumu, anavatanı ile birleşmek olan temel hedefini terketmiş ve bu  Cumhuriyetin kurulması konusunda anlaşmıştır. Kıbrıslı Rumlar da Enosis olan temel hedeflerinden vazgeçmişler ve Cumhuriyetin Yönetiminde Türklerle ortak olamaya karar vermişlerdir. Zürih Anlaşmalarına göre kurulacak Cumhuriyetin kendine özgü (sui generis) bir karakterde olması kabul edilmiştir. İlk günden beri kabul edilen bir başka husus, Cumhuriyetin çalışabilmesi için iki toplumun da verdikleri sözleri tutmaları, anlaşmalara sadık kalmaları ve iyi niyet ile işbirliği göstermeleridir.

Ne yazık ki daha ilk günlerden Rumlar, basın ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla Zürih Anlaşmalarına saldırmaya başladılar. Zürih Anlaşmalarını imzalamış olan Makaryos bile, 1960'daki EOKA yıldönümü nedeniyle, anlaşmaların gelecekteki zaferleri için bir sıçrama tahtası olduklarını itiraf etmekten geri durmamıştır.

Cumhuriyetin ilanından beridir Türk toplumu, Kıbrıslı Rumların bu anlaşmaları kabul edip uygulamak niyetinde olmadıklarını çeşitli yollardan duyurmuş ve hazırlayıp sunduğu raporlarda anlaşmalar uygulansa bile, Rumların en önemsiz bir hakkın bile Türklere tanınmasını önlemek için her türlü hileye başvuracaklarını açıklamıştır.

Bu rejim altında Türklerin zararı pahasına Rumlarca başvurulan adaletsizlikleri, baskı ve tehditleri, suçlarını örtbas etmek için verdikleri rüşvetlerden bu raporda bahsetmek gerekli değildir. (Bu konuda daha önce başka raporlar yazılmıştır.)

Bizim görüşümüze göre, 1964 yılı daha çok Makaryos yılı olacaktır. Anayasanın değiştirilmesi sorunu söz konusu edilecekse, kararları belirleyici bir yıl olacaktır ve Makaryos'un demeçlerinde dile getirilen görüşler göz önünde tutulacak olursa, Türk toplumu, daha aktif bir politika izleme zorunluluğunu üstlenmelidir. Böylesi aktif bir politikanın temel hedefi ne olmalıdır? Bu sorunun yanıtı, Rumların izleyebileceği iki olası seçenekten her birine göre ayrı ayrı verilmelidir:

1. Rumlar en sonunda, Zürih ve Londra Anlaşmalarını ve anayasayı ortadan kaldırabilir veya yok saymaya çabalayabilirler.

2. "Taktikleri yeniden oluşturma"yı sürdürebilirler. Son üç yıldır bu politikayı izlemektedirler. Buna göre, anayasa uygulanmayacak ve Türkler, pratikte (azınlık statüsüne indirgenerek) avantajlarını yitirmiş bir duruma getirilecektir.

Rumların anayasayı resmen geçersiz addetme veya değiştirmeye çalışmaları halinde, bizim görüşümüze göre, Türk toplumunun yapacağı tek birşey vardır: Kaderini kendi ellerine almak ve "engel kaldırıldığı vakit, yasak olana başvurulur" kuralına uygun olarak Zürih Anlaşmaları dışında bir Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturmak. Böylesi bir hareketin başarısı, birçok iç ve dış faktörlerle desteklenecek Türk toplumu adına çok zorlu bir mücadeleyi gerektirecektir. Kuşkusuz, dış faktörlerin en önemlisi, anavatanın maddi ve manevi yardımı olacak. Pratik olarak, Türk toplumunun, ana vatanın önceden rızası ve sürekli desteği önceden sağlanmadan, bugünkü koşullar altında mücadele edebilmesi olanağı yoktur. O nedenle, mutlak surette ayrıntılı bir plan temeline dayanacak bir eylem çizgisi üzerinde anavatanımızla önceden anlaşmaya varmamız gerekmektedir. Makaryos, henüz anlaşmaları feshetmek veya değiştirmek için henüz ciddi bir çabaya girişmemiştir. Böylesi bir planı hazırlamak için yeterli zaman vardır ve bu zamanı çok iyi kullanmalıyız.

Aslında Garanti Anlaşması uyarınca, eğer anayasa resmen feshedilirse anavatan tek başına müdahale edebilmektedir. Ama bu müdahalenin tek sonucu, Zürih Anlaşmalarının bağlandığı koşullara yeniden dönmek olacaktır.

Müdahaleye rağmen bu koşullara (statüye) geri dönmeye Rumlar kararlı olduklarına göre ve müdahalenin BM örgütünde ve dünya kamuoyunda yaratacağı olumsuz etkiyi de göz önünde bulundurursak, anavatanın tek yanlı olarak müdahalesinin yaratacağı risklerin buna değip, değmeyeceği sorgulanabilir. O nedenle, Rumların anayasayı resmen feshetmeleri halinde, Türk toplumu, kendi kaderini eline alarak bir Türk Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda ilerlemelidir ve böylece, hiç yoktan başlangıçta müdahalenin kendisinden doğacak tehlikeler savuşturulmuş olacaktır.

Bu planın ana noktalarını aşağıda şöyle özetleyebiliriz:

1. Cumhuriyetin Türk Başkan Yardımcısı, Türk toplumu tarafından (bu yeni) Cumhuriyetin başkanı olarak kabul edilecektir ve bugün var olan anayasa maddelerine göre tamamiyle Türklerden oluşacak bir hükümet kurulacaktır.

2. Anavatanımızdan yardım isteyecek olan yeni kurulmuş hükümet, anavatanımız tarafından derhal tanınacaktır.

3. Bu yardım talebini anavatanımızın müdahalesi izleyecektir. Gerekirse, Türkiye'de yerleşmiş olan Kıbrıslılara derhal Cumhuriyet yurttaşlarına ait haklar tanınacaktır. (İlke olarak bu hak, bir oran tahtında şimdiki anayasada yer almaktadır.) Bu kişilere (Kıbrıs'ta) Türk Cumhuriyeti tarafından hazırlanacak pasaportlar verilecek ve böylece onların Kıbrıs'a sızmaları sağlanacaktır.

4. Temsilciler Meclisinin Türk üyeleri ile Cemaat Meclisinin Türk üyeleri Cumhuriyetin Meclisini oluşturacaklar ve tamamen Türklerden oluşan bir Cumhuriyetin kurulması için şimdiki anayasanın hükümlerini ilan edeceklerdir.

5. Anavatan tarafından tanındıktan sonra, Türk Cumhuriyeti, anavatanla derhal bir ticaret anlaşması ve bir yardım anlaşması imzalayacaktır. Bunlar sayesinde Türk toplumu, kendi maddi ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Şüphesiz böylesi bir anlaşmanın amacı, uluslararası hukuk açısından yardıma bir yasallık sağlamak olacaktır.

6. Hiç kuşku yoktur ki Türk toplumunun bu hareketi, Rumların tepkilerine ve karşı eylemlere yol açacaktır. Karşı eylemler, pratikte Türklere karşı uygulanacaktır. Bunların bu saldırgan eylemlerinin ardından, sonucu belirleyecek olan ve her iki toplum arasında gelişecek olan bir mücadele başlayacaktır.

7. Mücadele başladığı vakit, ada üzerinde dağınık olarak yaşayan Türk toplumu, bir bölgeye toplanması için zorlanacak ve bu bölgeyi savunmak durumunda kalacaktır. Bu bölgenin hangisi olacağı, uzmanlar tarafından hazırlanacak olan stratejik plana bağlı olacaktır. Çarpışmalar başlamazdan önce, Türk toplumunun yiyecek ve diğer ihtiyaç maddelerini tedarik etmesinin artırılması ve anavatanla olan ilişkilerini güçlendirmesi için ayrıntılı planlar hazırlanması gerekmektedir.

8. Şu anda hükümet mekanizmasında bulunan memurların yeni hizmete aktarılması gerekmektedir. Çünkü ilk günlerde çalışmalar aksatılmamalıdır. Türk toplumu için bir meclis oluşturulmasında gerekli çekirdek (kadroyu) bilgilendirmek için o andan itibaren faaliyete geçilmelidir. Plana göre hizmetlerin verilebilmesi için ayrıntılı planların ve mali açıdan gerekli planların şimdiden hazırlanması da bir zorunluluktur.

Yukarıda verilen planın ana hatlarıdır ve bütün alanları kapsayan tam ve ayrıntılı bir plşanın hazırlanmasından önce, temel fikre yönelik kesin ve nihai bir karara varmak gerekli olup tavsiye edilir. Türk toplumunun, bu konuda her türlü fedakarlığı yapacağından eminiz.

Şimdi, Rumların halen var olan durumu, yani anayasayı de facto (fiilen) feshetmeleri halinin devamı halinde hangi politikanın izleneceği sorunu vardır. Görüşümüze göre, eğer Rumlar bu politikayı sürdürürse, Türk toplumunun hedefi; yine ayrı bir Cumhuriyetin kurulması olmalıdır. Türk toplumu artık bugünkü durumun devamına tahammül edemez. Sadece, Türk toplumu anayasayı bozma yolunda açıkça ilerleyemezse, yavaş bir hızda bile olsa, nihai hedefe doğru ilerlemesini sürdürecektir.

1. İlk olasılığa karşı hazırlıklı olmak için, uygulamaya konacak ayrıntılı bir planın en erken bir zamanda hazırlanması gerekmektedir.

2. Rumların her alanda anayasayı uygulamalarını daha da zorlaştırmak için basın tarafından daha atak eylemlere girişilecektir. Bu tür bir eylemin en doğal sonucu olarak Türk kamu görevlilerinin hepsi de bir olarak kendi görevlerine ve anayasaya dayanarak Rumlarla çatışma içine girecekler ve bu şekilde Türk toplumunun meclisi, gerekli parasal kaynağı sağlayacaktır.    

3. Ekonomik açıdan, Türk toplumunu kendi kendine yeten bir duruma getirmek ve ilk planın başarılı bir şekilde uygulanmasını sağlamak için, bize yararlı olacak sanayileri kurmalıyız. Bu sanayiler Rumlar tarafından boykot edileceği için, bu kuruluşların yaşayabilmelerini güvence altına almak amacıyla Türkiye'de pazar bulacağız.

4. Türk toplumunu mali yönden güçlendirmek düşüncesiyle ve ilk planın uygulanması için hazırlıklar yapılırken, Kıbrıs ile anavatan arasında, özellikle denizden (feribot vd.) yakın bağlantı kurulması hızla sağlanmalıdır. Adadaki Türk nüfusunda, turist maskesi altında Türkiye'den gelecek insanlarla azami bir sayıya yükseltilmesi gerekmektedir.

5. Mali, askeri ve manevi açıdan bu hazırlıkların tamamlanmasından sonra, Türk toplumu, Rumlar tarafından yaratılacak olan anayasal bir bunalımdan istifade etme olanağını arayacak ve bir miktar başarı kazanacaktır.

Şimdiye kadar Rumlar bize bu konuda birçok olanak vermiş bulunmaktadır ve şu andan itibaren, davranışlarıyla bize daha fazla olanak sağlayacaklardır.

 
Lefkoşa, 14.9.1963

 
        (Dr. Fazıl Küçük)                              (Rauf Denktaş)

Cumhurbaşkanı Yardımcısı            Türk Cemaat Meclisi Başkanı

 

(E.Yüksel imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Şubat-Mart 1998, Sayı:25-26)
(Ahmet An imzasıyla, Tarih ve Toplum, Aylık Ansiklopedik Dergi, İstanbul, Aralık 1998, Sayı:180, Cilt:30)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder