Glafkos Kleridis’in önce Rumca ve sonra Mart 1989’da İngilizce olarak
yayımladığı “Kıbrıs: İfadem” adlı anılarının 1. cildinin ekler bölümünde Türkçe
orijinalinin fotokopisi de verilen “Geçici Merhale Planı”(bak. s.466-472),
Aralık 1963’de zamanın Kıbrıslı Türk Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Fazıl Plümer'in
çelik kasasının Rum Güvenlik Kuvvetleri tarafından açılması üzerine ele
geçirilmişti. BM’de yapılan Kıbrıs görüşmeleri sırasında zamanın Kıbrıs
Dışişleri Bakanı Spiros Kipriyanu tarafından uluslararası kamuoyunun bilgisine
getirilen, TMT tarafından hazırlanmış olan (büyük bir olasılıkla Rauf
Denktaş’ın kaleminden çıkmıştır) ve Dr. Küçük’e verilen bu belgenin tam metnini,
bir ibret belgesi olarak genç kuşakların bilgisine getiriyoruz:
“1. Zurih ve Londra anlaşmalarını
“geçici bir merhale” olarak kabul ettik ve bunun için imzaladık. “Geçici bir
merhale” değil de, “nihai bir hal çaresidir” denseydi, kabul etmez, Cemaatlar
arası kavgayı bir müddet daha uzatır ve Birleşmiş Milletleri “olmaz, kabili
tatbik değildir” dedikleri Taksim ile karşı karşıya bırakabilirdik.
“Geçici merhale” diye kabul
ettiğimiz Zurih anlaşmasının meydana getirdiği Cumhuriyet idaresinde:
(a) Türkiyenin Kıbrıs üzerindeki
haklarını beynelmilel sahada tanıtmış olacak;
(b) Kazanılan zaman içinde daha
iyi bir şekilde hazırlanarak, Rumların gaf ve yanlışlarından istifade edecek,
gün gele onları anlaşmaları bozmakla itham ederek tam istiklalimize
kavuşacaktık.
“Geçici Merhale” esnasında bütün
hal ve harekatımız yukarıda (a) ile (b) fıkralarında gösterilen ve bizce “nihai
gaye” diye kabul edilen duruma doğru yöneltilecekti.
2. Zurih anlaşmalarını ve bu
anlaşmaların meydana getirdiği Cumhuriyeti “nihai bir hal çaresi” diye kabul
edemeyişimize sebepler şunlardı:
(a) Yedili üçlü bir nisbete
dayanan bu idare, mevcut garantilere rağmen, bir Rum idaresidir. Bu idare
altında zaten zayıf olan Türk bünyesi zamanla eritilmeğe mahkumdur.
(b) Türklerin “Kıbrıslılaştırma”
yani Rumlarla azami teşriki mesai, Rumlara karşı baş kaldırmama, iyi geçinmek,
müşkilat çıkarmamak için Rumların her türlü kaprislerini hoş karşılama şeklinde
başlatılan “Birleşme” ameliyesine karşı Kıbrıs Türkünün milli bir davası
kalmayacağı için, bu ameliyenin neticesi Kibrıs Türklerinin ayrı bir cemaat
olarak tasfiyesi demektir.
(c) Mali imkansızlıklar, maddi
sıkıntılar “Ayrı Cemaat” statümüzü çok kısa bir zamanda sıfır derecesine
indirecek mahiyettedir.
(d) Anlaşmalar, iki cemaatin birbirlerine karşı
olan itimatsızlıkları, husumetler ve bir arada ancak “ayrı ve eşit cemaatlar”
halinde yaşayabilecekleri prensiblerine dayanarak meydana gelmişti. Nihai bir
hal çaresi olarak ele alındığında ayrı ve eşit cemaat prensibi en titiz bir
şekilde devam ettirilip, itimatsızlık ve bazen de husumet havası yaratılmadıkça
çökmeğe mahkumdurlar.
(e) İngiliz idaresinde 25 sene
halka baş kaldırtmayan cemaat idarecilerinin gayesi “İngiliz hükümetine
cemaati ezdirmemek için daima muti ve sadık, her şeye boyun eğen” bir cemaat
yetiştirmekti. Şimdi de, anlaşmaları bir nihai hal çaresi olarak kabul edenler
cemaatı “Rumlara ilelebet ve her ne
pahasına olursa olsun boyun eğmeğe; müşkilat çıkarmamağa” devam etmekte ve Cemaat
davası diye bir dava kalmamaktadır. Cumhuriyet “nihai bir hal çaresi” ise bu
telkinler karşısında Kıbrıs Türkünün evvela kendi cemaatına olan güveni, sonra
da Türkiyeye olan itimadı sarsılacak; işsizlik, kredisizlik gibi amillerin de
yardımı ile hepsi de Rumların kucağına düşecektir.
Bu şartlar altında Zurih
anlaşmasını “nihai bir çare” olarak kabul etmemiz Kıbrıs Türklüğüne adadan
silinme mahkumiyetini elimizle giydirmemiz olurdu. Bunun içindir ki
anlaşmalardan evvel o zamanki TC Hükümeti ile “bu anlaşmaların geçici bir
merhale olduğu; bu müddet zarfında azami ekonomik ve sair yardımın bize
yapılacağı ve nihai gayemizin tahakkuku için “Ayrı Cemaat” davamızı milli bir
dava halinde idame ettireceğimiz hakkında mutabakata varılmıştı.”
Şayanı şükrandır ki İnkılap
hükümetimizin Sayın Devlet Reisi Gürsel Paşa ile yaptığımız ilk temaslarda da
“aynı prensipler üzerinde mutabakata varılmış ve anlaşmaların bizim ve Türkiye
için bir merhaleden başka birşey olmadığı hususu en kat’i bir şekilde
belirtilmişti.”
4. Bu anlaşmaları ve kurulan
Cumhuriyeti Kıbrıs Türklerinin bir merhale olarak kabul edilmesine ve gözlerini
açık tutarak gaflet uykusuna dalmamasına büyük bir sebep vardır; bu da, Kıbrıs
Rumlarının top yekün olarak Cumhuriyet idaresini geçici bir merhale olarak
kabul etmiş olmalarıdır. İlk günden bütün gayretlerini bu anlaşmaları çökertmek
yoluna yönelmişlerdir.
(a) Gazeteleri, resmi ve gayrı
resmi sözcüleri ile anlaşmaların geçici olduğunu; bu anlaşmaların hiçbir hür
insan tarafından kabul edilemiyecek ve kendilerine zor ile kabul ettirilen
anlaşmalar olduğunu yaymaktadırlar. Adaya gelen ecnebi muhabirler bu
propagandayı bir hap gibi yutmakta ve “Türklerin suni bir şekilde elde
ettikleri haklarından vazgeçmeleri” icap ettiği fikri kök salmaktadır.
(b) Rumlar (sağcı ve solcu olarak) görülmemiş bir
sür’atle silahlanmaktadırlar.
(c) Polis Teşkilatı, Gümrükler,
İdari mekanizma Türklere nefes aldırmayacak bir şekilde tertip edilmektedir.
(d) Zurih anlaşmaları altında
Türklere verilen hakların hemen hemen hiçbirisi teslim edilmiş değildir.
Rumlar, bir geciktirme siyaseti ile Türkleri yıpratmak, yormak, parçalamak ve
"bu hakların hakikaten fuzuli olduğunu kabul eden Türk liderleri
yetiştirmekle meşguldürler.
(i) Belediyeler ayrılmamıştır. Hudutların yeniden tesbiti yıllarca
sürebilir; mühim engeller, cemaat olarak ayaklanmamız icap eden pürüzler ve
haksızlıklar beklenmektedir. Bir buçuk seneden beri sürüp giden "yıpratma
ameliyesi" neticesi olarak Kıbrıs Türkünün mücadele ruhu söndürülmektedir.
Ayrı Belediyeler mevzu'u
"ayrı cemaat statümüzün" bir zeminini teşkil eder. Bir ayrılık
maddeten Türkler için bir külfet ise de, bu ayrılığın her ne pahasına olursa
olsun idame ettirilmesi ve "ayrı belediyeler" mevzu'unu bir dava
olarak idame ettirilmesi gerekir.
Bugün, belediyelerin ayrılışı
yüzünden şahsi zarara uğrayan mahdut sayıda kimseler ve Rumlarla "her ne
pahasına olursa olsun iyi geçinmek iddiasını güden "muhalifler" bu
ayrılığı yok etmek ve Belediyeleri birleştirmek için elden gelen gayreti
sarfetmeğe başlamışlardır. "Muhalif" geçinen Ahmet Muzaffer Gürkan ve
Ayhan Hikmet Beyler ecnebi muhabirlere belediyelerin birleşmesi icap ettiği ve
Denktaş ile Doktor Küçük'ün ayrı belediye istemesine sebebin "Taksim"
tezinin devam ettirildiği hakkında beyanat vermektedirler;
Ayrı belediye davasının bir dava olarak ele alınıp alınmayacağı hakkında
kat'i direktif rica ederiz. Maddi sebeplere dayanarak belediyelerin
birleştirilmesi yoluna gidilmesi "ayrı cemaat statümüzün" istinad
ettiği sağlam bir zemini çökertmek olacaktır kanaatındayız.
(ii) %70:30 mevzu'unda karşılaştığımız
müşkiller malumunuzdur. Bu nisbetin tatbiki için konulan beş aylık müddetin
ikibuçuk ayı geçmiştir. Rumların bu işi beş ay zarfında bitirmek niyetleri
yoktur. Makarios ile Dr. Küçük arasında anlaşılan "tatbik usulü ve tatbik
cedveli" Amme Hizmetleri Komisyonu Rum azaları tarafından sepete atılmak
üzeredir. Makarios da "bu anlaşmanın bağlayıcı bir hükmü olmadığını"
söyleyecek kadar ileri gitmiştir.
5'inci ay sonunda %70:30 nisbeti
tatbik edilmeyince Türk cemaatı ne yapacaktır? Anayasa Mahkemesine müracaat
ederek beş sene daha uğraşacak mıdır? Yoksa, Cemaat olarak hakkımızı alma
yoluna gidebilecek miyiz?
Unutmayalım ki %70:30 nisbeti
Londra anlaşmasından Cumhuriyetin doğuşuna kadar olan müddet zarfında tatbik
edilmeliydi. Rum kaprislerine kurban gittik, "aman müşkilat
çıkarılmasın" direktifine uyarak koparılabilecek bir hakkı zamanında
koparmadık. Netice, cemaatin kendi kendine olan itimadının sarsılması olmuştur.
Beş ay sonunda bu iş yine bitmeyecek olursa "bunun beş ayda tatbik
edileceğini vadeden Dr. Küçük ve arkadaşları çok zor bir mevkide kalacaklardır!
(iii) Vekaletlerde, Rum memurların sevk ve idaresi ile Türk işleri
aksamaktadır. Rum idaresinde yaşadığımız hissini verebilmek için Rum polis ve
memurları elden halen herşeyi yapıyorlar. "Ayrı Cemaat" statüsünün
şartlarından biri olan "Türk köylerine Türk memurlar servis yapar"
prensibi hiçbir yerde tatbik edilememektedir.
Tatbikinde ısrar edelim mi? Çatoz
(Serdarlı) Türkleri vergi toplamağa gelen Rum tahsildarına vergilerini
vermemişlerdir. Şimdi mahkemeye sevkedileceklerdir. Bizim "Türk
memur isteriz" iddiamız Rumları yeniden gücendirecek, kışkırtacak bir
iddiadır. Kanaatımızca bu iddiada ısrar etmeli ayrı cemaat haklarımızdan birini
daha taviz olarak vermemeliyiz."
(iv) Vekiller konseyinde Türkler leyhine
tek bir icraat yapmamak için Rumlar arasındaki iş birliği azami haddi
bulmuştur.
Kıbrıs ordusunu kurmamak için
elden gelen herşey yapılıyor. Ordu Kumandan ve Muavinine Polis Kumandan ve
Muavininden az maaş teklif ediliyor: askerlere gülünç denecek bir meblağ
verilecekmiş;
800,000 liralık Maarif ve Cemaat
Bütçemiz için merkezi hükümetin anayasada garanti ettiği 400,000 lira asgari
yardıma tek bir kuruş ilave etmek niyetinde değildirler. Diğer taraftan Rum
Cemaat Meclisine muhtelif "şahsi kanallardan" şimdiye kadar altı
milyon İngiliz lirası hacminde yardım yapılmıştır.
"Ayrı Cemaat
Statümüzün" yegane sembolü olan Cemaat Meclislerini söndürmek için
Rumların tutmuş olduğu bu yol karşısında anavatan hükümetimizin azami
fedakarlığı yaparak bizi maddeten destekleyeceğine inanıyoruz. Maddi
imkansızlıklar yüzünden cemaat meclisi dairelerini idame ettiremez bir duruma
düşecek olursak mevcut anlaşmaları, Rumların istediği şekilde, çökerteceğiz.
(v) Bütçede inkişaf yatırımları
sezdirmeksizin Rum köylerine yapılmaktadır. Hiçbir Türk vekil lüzumlu gördüğü
bir yatırım için para temin edememektedir. Türk vekilleri kukla yerine düşürmek
için azami gayret sarf edilmektedir.
(vi) Polis tayinleri Türk amirleri tesirsiz
bırakacak bir şekilde yapılmıştır. Ada Türkleri Rum amirlerin elinde
oyuncaktır.
5. Bizim gördüğümüz çıkar yol
şudur:
i) Anlaşmaların geçici bir
merhale olduğu hakikatı ve "Ayrı Cemaat" statümüzün bu hakikatı
gerçekleştirmek için elzem olduğu kanaatı küçük büyük, her Türke duyurulacak ve
bu inanç nesilden nesile intikal ettirilebilecek bir şekilde adanın sathına
yayılacak.
ii) Rumların "Ayrı
Cemaat" statümüzü yıkmak için yaptıkları ve girişecekleri her harekete
azami reaksiyon göstermek.
(Anayasadaki haklarımızın
korunması için reaksiyon göstermek hakkımızdır kanaatindeyiz.)
iii) Cemaat içinde muhalefet
yapmak sevdasında olanlara "milli davanın" ana hatları dikte
ettirilmeli; milli davayı baltalayacak şekilde neşriyat ve propaganda
yapmaları önlenmelidir.
Rumların meftunu ve hayranı
olduğu; İngiliz intelijansı ve Rum müfrit ENOSİS liderleri ile irtibatı
bulunduğu tesbit edilen Dr. İhsan Ali ve onun hempacısı kesilen bir cinsi sapık
(Muzaffer Gürkan) ile komonistlerle ilişiği olduğu tesbit edilen Ayhan Hikmet
Rum emeline hizmet eden faaliyet ve yazılarından vazgeçirilmeli; milli bir
davanın varlığına inanmıyorlarsa susturulmalıdırlar.
Kıbrıs Türkleri, bugün bir
çıkmazın içindedirler. Günlük problemleri işsizlik, kredisizlik iş sahası
yokluğu; Rumlardan iş alamaması şeklinde içinde istifhamlar yaratırken milli
bir davanın var olup olmadığı hakkında da azami tereddüte düşmesi ile ne
yapacağını bilememektedir. Bu vaziyet karşısında kendisine "Ayrı Cemaat
haklarından" bahsedenlere inanmamak yoluna gidilecektir. "Hangi ayrı
cemaat? denecektir! İş veren müessese yok, Ruma bel bağlayan yaşayabiliyor,
Rumdan uzaklaşana hayat kapıları kapanıyor. " Bu inancı silmek ve 1955-58
senelerinde olduğu gibi kendi kendine inanan bir cemiyet meydana getirmek ihtiyacı
ile karşı karşıyayız.
Kısacası, idarecilere milli bir
plan verilmelidir ki sözlerimizi ve hareketlerimizi bu milli plana göre
ayarlayabilelim. Eğer bu milli planın hattı "Ayrı Cemaat statüsünün devamı
ve kökleştirilmesi; gün gele Türklüğün Kıbrıs'a hakim olması" ise
mücadeleye devam edebiliriz, halkı tutabiliriz. Eğer bu plan "herşeyin
sonuna geldik Rumlarla iyi geçinmeye bakınız. Şımarıklık etmeyiniz; küçük, ufak
tefek haklarınız yendi diye gürültü çıkarıp, el açmak zorunda kaldığınız Rum
dostlarınızı gücendirmeyiniz" şeklinde olacaksa, durumumuzu yeniden gözden
geçirmemiz ve bu şartlar altında bu mesuliyeti omuzlayıp omuzlayamayacağımızı
düşünmemiz gerekecektir."
Yine Kleridis, "Kıbrıs: İfadem" adlı anılar kitabının 1.
cildinde yer alan (s.203-207) bir başka belge ile ilgili olarak şunları
yazmaktadır:
"Kıbrıs Türk liderliğinin, militan bölümünün baskısı altında
kaldığı aşikardı ve 14 Eylül 1963'de, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşu üzerinden
üç yıl geçtikten sonra bir durum değerlendirmesi yaptı ve Kıbrıslı Rumların
anlaşmaları bozma yoluna girmeleri halinde politikalarının ne olacağını
kararlaştırdı.
Kıbrıs Türk liderliğinin benimsediği tavır, yazıya döküldü ve bu belge
Dr. Küçük ve Bay Denktaş tarafından imza edildi. Silahlı çatışmanın çıkmasından
sonra güvenlik kuvvetlerinin Başkan Yardımcısının dairesini işgal ettiği sırada
bu belge, Dr. Küçük'ün (Doğrusu: Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı Fazıl Plümer'in - A.An) kasasında bulunmuştur.
Kıbrıs Türk tarafının üzerinde anlaştığı plan, ayrı bir Kıbrıs Türk
Devletinin kurulmasından önce hazırlık mahiyetinde ve gerekli olabilecek bir
dizi eylemlerden oluşmaktaydı:
Anlaşılmış Kıbrıs Türk politikasını anlatan bu belgenin (İngilizceye
çevrilmiş metinden Türkçeleştirdiğimiz -E. Yüksel) metni aşağıdadır:
"Cumhuriyet'in kurulmasından
bu yana geçen üç yılın tamamlanması münasebetiyle, Cumhuriyetin geleceği ile
ilgili olarak Türk toplumunun genel politikası hakkında yüzeysel bir bakış.
Kıbrıs Cumhuriyetinin
kurulmasının üzerinden şimdi üç yıl geçmiş bulunuyor. Anayasanın temelini
oluşturan Zürih ve Londra Anlaşmalarının imzalanmasından sonra, Türk toplumu,
anavatanı ile birleşmek olan temel hedefini terketmiş ve bu Cumhuriyetin kurulması konusunda anlaşmıştır.
Kıbrıslı Rumlar da Enosis olan temel hedeflerinden vazgeçmişler ve Cumhuriyetin
Yönetiminde Türklerle ortak olamaya karar vermişlerdir. Zürih Anlaşmalarına göre
kurulacak Cumhuriyetin kendine özgü (sui generis) bir karakterde olması kabul
edilmiştir. İlk günden beri kabul edilen bir başka husus, Cumhuriyetin
çalışabilmesi için iki toplumun da verdikleri sözleri tutmaları, anlaşmalara
sadık kalmaları ve iyi niyet ile işbirliği göstermeleridir.
Ne yazık ki daha ilk günlerden
Rumlar, basın ve diğer kitle iletişim araçları yoluyla Zürih Anlaşmalarına
saldırmaya başladılar. Zürih Anlaşmalarını imzalamış olan Makaryos bile,
1960'daki EOKA yıldönümü nedeniyle, anlaşmaların gelecekteki zaferleri için bir
sıçrama tahtası olduklarını itiraf etmekten geri durmamıştır.
Cumhuriyetin ilanından beridir
Türk toplumu, Kıbrıslı Rumların bu anlaşmaları kabul edip uygulamak niyetinde
olmadıklarını çeşitli yollardan duyurmuş ve hazırlayıp sunduğu raporlarda
anlaşmalar uygulansa bile, Rumların en önemsiz bir hakkın bile Türklere
tanınmasını önlemek için her türlü hileye başvuracaklarını açıklamıştır.
Bu rejim altında Türklerin zararı
pahasına Rumlarca başvurulan adaletsizlikleri, baskı ve tehditleri, suçlarını
örtbas etmek için verdikleri rüşvetlerden bu raporda bahsetmek gerekli
değildir. (Bu konuda daha önce başka raporlar yazılmıştır.)
Bizim görüşümüze göre, 1964 yılı
daha çok Makaryos yılı olacaktır. Anayasanın değiştirilmesi sorunu söz konusu
edilecekse, kararları belirleyici bir yıl olacaktır ve Makaryos'un demeçlerinde
dile getirilen görüşler göz önünde tutulacak olursa, Türk toplumu, daha aktif
bir politika izleme zorunluluğunu üstlenmelidir. Böylesi aktif bir politikanın
temel hedefi ne olmalıdır? Bu sorunun yanıtı, Rumların izleyebileceği iki olası
seçenekten her birine göre ayrı ayrı verilmelidir:
1. Rumlar en sonunda, Zürih ve
Londra Anlaşmalarını ve anayasayı ortadan kaldırabilir veya yok saymaya
çabalayabilirler.
2. "Taktikleri yeniden
oluşturma"yı sürdürebilirler. Son üç yıldır bu politikayı izlemektedirler.
Buna göre, anayasa uygulanmayacak ve Türkler, pratikte (azınlık statüsüne
indirgenerek) avantajlarını yitirmiş bir duruma getirilecektir.
Rumların anayasayı resmen
geçersiz addetme veya değiştirmeye çalışmaları halinde, bizim görüşümüze göre,
Türk toplumunun yapacağı tek birşey vardır: Kaderini kendi ellerine almak ve
"engel kaldırıldığı vakit, yasak olana başvurulur" kuralına uygun
olarak Zürih Anlaşmaları dışında bir Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturmak. Böylesi bir
hareketin başarısı, birçok iç ve dış faktörlerle desteklenecek Türk toplumu
adına çok zorlu bir mücadeleyi gerektirecektir. Kuşkusuz, dış faktörlerin en
önemlisi, anavatanın maddi ve manevi yardımı olacak. Pratik olarak, Türk
toplumunun, ana vatanın önceden rızası ve sürekli desteği önceden sağlanmadan,
bugünkü koşullar altında mücadele edebilmesi olanağı yoktur. O nedenle, mutlak
surette ayrıntılı bir plan temeline dayanacak bir eylem çizgisi üzerinde
anavatanımızla önceden anlaşmaya varmamız gerekmektedir. Makaryos, henüz
anlaşmaları feshetmek veya değiştirmek için henüz ciddi bir çabaya
girişmemiştir. Böylesi bir planı hazırlamak için yeterli zaman vardır ve bu
zamanı çok iyi kullanmalıyız.
Aslında Garanti Anlaşması
uyarınca, eğer anayasa resmen feshedilirse anavatan tek başına müdahale
edebilmektedir. Ama bu müdahalenin tek sonucu, Zürih Anlaşmalarının bağlandığı
koşullara yeniden dönmek olacaktır.
Müdahaleye rağmen bu koşullara
(statüye) geri dönmeye Rumlar kararlı olduklarına göre ve müdahalenin BM
örgütünde ve dünya kamuoyunda yaratacağı olumsuz etkiyi de göz önünde
bulundurursak, anavatanın tek yanlı olarak müdahalesinin yaratacağı risklerin
buna değip, değmeyeceği sorgulanabilir. O nedenle, Rumların anayasayı resmen
feshetmeleri halinde, Türk toplumu, kendi kaderini eline alarak bir Türk
Cumhuriyeti'nin kurulması yolunda ilerlemelidir ve böylece, hiç yoktan
başlangıçta müdahalenin kendisinden doğacak tehlikeler savuşturulmuş olacaktır.
Bu planın ana noktalarını aşağıda
şöyle özetleyebiliriz:
1. Cumhuriyetin Türk Başkan
Yardımcısı, Türk toplumu tarafından (bu yeni) Cumhuriyetin başkanı olarak
kabul edilecektir ve bugün var olan anayasa maddelerine göre tamamiyle
Türklerden oluşacak bir hükümet kurulacaktır.
2. Anavatanımızdan yardım
isteyecek olan yeni kurulmuş hükümet, anavatanımız tarafından derhal
tanınacaktır.
3. Bu yardım talebini
anavatanımızın müdahalesi izleyecektir. Gerekirse, Türkiye'de yerleşmiş olan
Kıbrıslılara derhal Cumhuriyet yurttaşlarına ait haklar tanınacaktır. (İlke
olarak bu hak, bir oran tahtında şimdiki anayasada yer almaktadır.) Bu kişilere
(Kıbrıs'ta) Türk Cumhuriyeti tarafından hazırlanacak pasaportlar verilecek ve
böylece onların Kıbrıs'a sızmaları sağlanacaktır.
4. Temsilciler Meclisinin Türk
üyeleri ile Cemaat Meclisinin Türk üyeleri Cumhuriyetin Meclisini oluşturacaklar
ve tamamen Türklerden oluşan bir Cumhuriyetin kurulması için şimdiki anayasanın
hükümlerini ilan edeceklerdir.
5. Anavatan tarafından
tanındıktan sonra, Türk Cumhuriyeti, anavatanla derhal bir ticaret anlaşması ve
bir yardım anlaşması imzalayacaktır. Bunlar sayesinde Türk toplumu, kendi maddi
ihtiyaçlarını karşılayacaktır. Şüphesiz böylesi bir anlaşmanın amacı,
uluslararası hukuk açısından yardıma bir yasallık sağlamak olacaktır.
6. Hiç kuşku yoktur ki Türk
toplumunun bu hareketi, Rumların tepkilerine ve karşı eylemlere yol açacaktır.
Karşı eylemler, pratikte Türklere karşı uygulanacaktır. Bunların bu saldırgan
eylemlerinin ardından, sonucu belirleyecek olan ve her iki toplum arasında
gelişecek olan bir mücadele başlayacaktır.
7. Mücadele başladığı vakit, ada
üzerinde dağınık olarak yaşayan Türk toplumu, bir bölgeye toplanması için
zorlanacak ve bu bölgeyi savunmak durumunda kalacaktır. Bu bölgenin hangisi
olacağı, uzmanlar tarafından hazırlanacak olan stratejik plana bağlı olacaktır.
Çarpışmalar başlamazdan önce, Türk toplumunun yiyecek ve diğer ihtiyaç
maddelerini tedarik etmesinin artırılması ve anavatanla olan ilişkilerini
güçlendirmesi için ayrıntılı planlar hazırlanması gerekmektedir.
8. Şu anda hükümet mekanizmasında
bulunan memurların yeni hizmete aktarılması gerekmektedir. Çünkü ilk günlerde
çalışmalar aksatılmamalıdır. Türk toplumu için bir meclis oluşturulmasında
gerekli çekirdek (kadroyu) bilgilendirmek için o andan itibaren faaliyete
geçilmelidir. Plana göre hizmetlerin verilebilmesi için ayrıntılı planların ve
mali açıdan gerekli planların şimdiden hazırlanması da bir zorunluluktur.
Yukarıda verilen planın ana
hatlarıdır ve bütün alanları kapsayan tam ve ayrıntılı bir plşanın
hazırlanmasından önce, temel fikre yönelik kesin ve nihai bir karara varmak
gerekli olup tavsiye edilir. Türk toplumunun, bu konuda her türlü fedakarlığı
yapacağından eminiz.
Şimdi, Rumların halen var olan
durumu, yani anayasayı de facto (fiilen) feshetmeleri halinin devamı halinde
hangi politikanın izleneceği sorunu vardır. Görüşümüze göre, eğer Rumlar bu
politikayı sürdürürse, Türk toplumunun hedefi; yine ayrı bir Cumhuriyetin
kurulması olmalıdır. Türk toplumu artık bugünkü durumun devamına tahammül
edemez. Sadece, Türk toplumu anayasayı bozma yolunda açıkça ilerleyemezse,
yavaş bir hızda bile olsa, nihai hedefe doğru ilerlemesini sürdürecektir.
1. İlk olasılığa karşı hazırlıklı
olmak için, uygulamaya konacak ayrıntılı bir planın en erken bir zamanda
hazırlanması gerekmektedir.
2. Rumların her alanda anayasayı
uygulamalarını daha da zorlaştırmak için basın tarafından daha atak eylemlere
girişilecektir. Bu tür bir eylemin en doğal sonucu olarak Türk kamu
görevlilerinin hepsi de bir olarak kendi görevlerine ve anayasaya dayanarak
Rumlarla çatışma içine girecekler ve bu şekilde Türk toplumunun meclisi,
gerekli parasal kaynağı sağlayacaktır.
3. Ekonomik açıdan, Türk
toplumunu kendi kendine yeten bir duruma getirmek ve ilk planın başarılı bir
şekilde uygulanmasını sağlamak için, bize yararlı olacak sanayileri kurmalıyız.
Bu sanayiler Rumlar tarafından boykot edileceği için, bu kuruluşların
yaşayabilmelerini güvence altına almak amacıyla Türkiye'de pazar bulacağız.
4. Türk toplumunu mali yönden
güçlendirmek düşüncesiyle ve ilk planın uygulanması için hazırlıklar yapılırken,
Kıbrıs ile anavatan arasında, özellikle denizden (feribot vd.) yakın bağlantı
kurulması hızla sağlanmalıdır. Adadaki Türk nüfusunda, turist maskesi altında
Türkiye'den gelecek insanlarla azami bir sayıya yükseltilmesi gerekmektedir.
5. Mali, askeri ve manevi açıdan
bu hazırlıkların tamamlanmasından sonra, Türk toplumu, Rumlar tarafından
yaratılacak olan anayasal bir bunalımdan istifade etme olanağını arayacak ve
bir miktar başarı kazanacaktır.
Şimdiye kadar Rumlar bize bu
konuda birçok olanak vermiş bulunmaktadır ve şu andan itibaren, davranışlarıyla
bize daha fazla olanak sağlayacaklardır.
(Dr. Fazıl Küçük) (Rauf Denktaş)
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk Cemaat Meclisi Başkanı
(E.Yüksel imzasıyla, Kıbrıs’ta Sosyalist Gerçek, Şubat-Mart
1998, Sayı:25-26)
(Ahmet An imzasıyla, Tarih ve Toplum, Aylık Ansiklopedik
Dergi, İstanbul, Aralık 1998, Sayı:180, Cilt:30)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder