Yarım yüzyıldan fazla bir süre,
“Evkaf Türk toplumuna devredilmeli, Müftümüzü kendimiz seçmeliyiz” diye
mücadele etmiş olan Kıbrıs Türk toplumu, 1956 Nisan’ından beri Evkaf’ı kendisi
yönetiyor olmasına karşın, bugün ata yadigarı Evkaf mallarını geleneklere uygun
ve verimli bir şekilde işletememekte, 1980 yılından beri Müftü’sünü seçmek bir
yana, atanmasını bile gerçekleştirememektedir. 1993 yılında 11 milyarlık Müftülük
Bütçesinin Evkaf’a yük olduğunu ve gelişmesini engellediğini açıklayan Kıbrıs Türk liderliği, çareyi “KKTC’deki din
teşkilatının TC Diyanet Teşkilatı’na bağlanması”nda gördüğünü belirtmişti.
Öte
yandan Müftülük Dairesi görevlilerinden bir yetkili, 1991 yılı sonunda şöyle
konuşmaktaydı: “Türkiye’den görevli olarak getirilen birçok din görevlisi,
vatandaşların ibadet için camiye uğramamasından şikayetçi oluyorlar.
Kendilerine devlet tarafından lojman verildiğini, maaş bağlandığını, bunun
karşılığında da vatandaşları camiye çekemedikleri için üzüldüklerini
belirtiyorlar...Bu yıl 240 din görevlisinin kadrolanmasını istedik, fakat
Meclis Alt Komitesi 40 din görevlisinin kadrolanmasını kararlaştırmak üzere.
Yine biz 30 müezzine ihtiyacımız olduğunu belirttik, hiç müezzin kadrolanmadı.
Her üç kasabaya bir müftülük istedik, o da kabul edilmedi.”
O günkü
tartışmada, din görevlilerini örgütlemiş bulunan Kamu-Sen Başkanı Ahmet Ötüken
şu değerlendirmede bulunmuştu: “Vakıf malları dini hizmetlerde kullanılsın
diyerek bağışlanmıştır Vakıflara. Ancak bu malların gelirlerini din işlerinde
kullandığımızı söyleyemeyiz...Önce, bu toplumda bir hizmete ihtiyaç var mıdır,
yok mudur? Belirlemek gerekir...Devlet önce karar vermelidir. Toplumda din
hizmetine gerek var mıdır, yok mudur? Biz ortada kararsızlık görüyoruz. Çünkü
yıllardır bu din hizmetleri gelişigüzel yürütülüyor.”
Görüldüğü
gibi, toplumsal yaşamımızın bütün alanlarında olduğu gibi, ata yadigarı vakıf
malların ve din işlerinin yönetilmesinde de başarısız kalan Kıbrıs Türk
liderliği, herşeyi Türkiye’ye bağlayarak tarihsel sorumluluktan kurtulmaya
çalışmaktadır.
Biz, bu
tartışmaların yeniden yapıldığı 1993 yılı başında, bu konudan hareketle
yüzyılımızın başından başlayarak, “Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması”nı 85
yazılık bir dizi halinde inceleyip, haftalık Yeni Çağ gazetesinde (1 Mart 1993 -
28 Kasım 1994) yayımlamış ve Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’nun
oluşturulduğu 1943 yılına kadar verilen toplumsal mücadelede, dinsel toplumdan
ulusal topluma geçiş sürecimizi
özetlemeye çalışmıştık. Yakında kitaplaşacak olan bu çalışmada, yeri geldikçe İngilizci Evkaf yönetiminin
politikası, müftülük meselesi, Şer’i Mahkemelerin durumu, yobaz takımının
toplumsal ilerlememiz önüne koyduğu engeller ve benzeri dinsel konulara da
değinmiş, ama fazla ayrıntıya girmemiştik.
Bilindiği
gibi, toplumumuzun dinsel toplum kimliğinden, ulusal toplum kimliğine geçtiği
İngiliz sömürge yönetimince 1949 Haziran’ında resmen kabul edilmiş ve “Kıbrıs
İslamları” yerine, “Kıbrıs Türkleri” olarak anılmaya başlamıştık. Geçen ay
içinde toplumumuzun tarihsel geçmiş içindeki bu yönünü araştıran yeni bir kitap
yayımlanmış bulunuyor. “Kıbrıs’ta İslami
Kimlik Davası” başlığı altında, İstanbul’daki Marifet Yayınları’nın Kıbrıs
Dizisi’nin 1. kitabı olarak Ağustos 1996’da yayımlanan bu araştırma,mimarlık
eğitimi yanında islami çalışmalar ve örgütlenmeler içinde de bulunmuş olan Hüseyin Mehmet Ateşin tarafından kaleme
alındı.
Üç
bölüm halinde düzenlenmiş olan kitabın “İslami kimliğin şekilllenmesi” başlıklı
ilk bölümünde, Kıbrıs adasının İslamla tanışması (649-1571), Kıbrıs’ta Osmanlı
yılları (1571-1878), İngilizlerin ada üzerinde hüküm sürdüğü yıllar
(1878-1923), Evkafçıların yeni aydınlara yenik düştüğü yıllar (1923-1960),
Cumhuriyetten kantonlu ve taksimli yıllara (1960-1990) alt başlıkları yer
alıyor. İkinci bölümdeki “İslami kimlikle ilgili birkaç kesit”te, Kıbrıs Türk
İslam Cemiyeti’nin çalışmaları anlatılmakta ve üçüncü bölümde “Sözün sonu” dile
getirilmektedir.
576
sayfalık bu kitap, toplumsal geçmişimizi dinsel açıdan değerlendirmek
isteyenler için mutlaka okunması gerekli bir çalışma olurken, yazarın bağlı
bulunduğu dünya görüşü açısından, yasakçı laik anlayışı Türkiye’den adamıza
aynen ithal etmiş olan Kıbrıs Türk liderliğinin de bir eleştirisi olmaktadır.
“İtikadı bozulmuş cemaatten ne beklenir” görüşünden (s.332) hareket eden dostum Ateşin, “yetersiz görevliler dinden
insanı soğutuyor” (s.438), “ehil imam yok” (s.279), “muhtemel dini bir uyanışı
kendi siyasi hayatının en korkunç fobisi haline getirerek cemaatımızın bugünkü
dini umurunun zayıflamasında büyük payı olan Dr.Küçük” (s.257), “Evkafçı diye
bilinen muhafazakar ilmiye sınıfı bile kendi çocuklarının laik eğitim sistemi
içerisinde erimesine rıza göstermiş”(s.367), “Kıbrıs’ta samimiyetle inanç
sistemini yaşamak isteyen Müslümanlara zulmetmek hatasına düşen sivil ve askeri
kadrolar” (s.438) gibi saptamalar yanında,
konuyla ilgili örgüt görüşlerini de okuyucuya iletmektedir (s.480-492).
İslam Kalkınma Bankası’nın parasal
katkılarıyla oluşturulan Lefke Üniversitesi’nde döndürülen dolaplar ise kitabın
en güncel bölümünü oluşturuyor (s.493-537).
İslami
kimliğini bayramdan bayrama hatırlayıp camiye giden Kıbrıslı Türklerin
çoğunluğuna bakıp, dinin hala daha toplumsal ilerlemede bir unsur olabileceği
öne sürülebilir. Ama günümüzde din, 70 milyonluk Anglikan Kilisesi’nin Başkanı
Dr.George Carey’in de belirttiği gibi, “artık bir hobi derecesine
indirgenmiştir. Yüzyılımızın başından bu yana Britanya’da kiliseye gidenlerin
sayısında sürekli bir azalma olmuştur. Şimdi birçok insan, din veya ahlak
konusunda kamu önünde konuşmayı sıkıcı bulmaktadır.”(Cyprus Mail, 6.7.1996)
Eski Marksist, yeni müslüman Regis Debray ise şöyle demektedir: “Geçmişte din fakir halklar için bir
afyondu, ama günümüzde bir vitamin halini aldı!”
Dünyada
köktendinciliğin yükseldiği, Türkiye’de İslamcı RP’nin iktidar ortağı olduğu
günümüzde, toplumumuzu da bu vitaminden
mahrum bırakmamak isteyenler vardır. Kendi müftüsünü seçme hakkını İngiliz
sömürge yönetiminden almış olan Kıbrıslı Türklerin, 1980’den beri bir Müftüsü
yoktur. 1977’den beri ülkemizde faaliyet gösteren ve daha çok Türkiye’den
adamıza getirilen nüfusun çocuklarına hitap eden kuran kurslarının sayısının bu
yıl 50’ye ulaştığı ve buralarda 1413 çocuğa dinsel eğitim verildiği
açıklanmıştır. Yasakçı laik anlayış, bu kuruluşların kapatılmasını talep
ederken, inanç özgürlüğünü savunanlar ise arka çıkmaktadır. Bu alanda da yavru,
ana’ya benzetildiği için, ne kadar övünülse yeridir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder