11 Ocak 2014 Cumartesi

KIBRIS TÜRK TOPLUMUNDA DİNİN YERİ


           Yarım yüzyıldan fazla bir süre, “Evkaf Türk toplumuna devredilmeli, Müftümüzü kendimiz seçmeliyiz” diye mücadele etmiş olan Kıbrıs Türk toplumu, 1956 Nisan’ından beri Evkaf’ı kendisi yönetiyor olmasına karşın, bugün ata yadigarı Evkaf mallarını geleneklere uygun ve verimli bir şekilde işletememekte, 1980 yılından beri Müftü’sünü seçmek bir yana, atanmasını bile gerçekleştirememektedir. 1993 yılında 11 milyarlık Müftülük Bütçesinin Evkaf’a yük olduğunu ve gelişmesini engellediğini açıklayan  Kıbrıs Türk liderliği, çareyi “KKTC’deki din teşkilatının TC Diyanet Teşkilatı’na bağlanması”nda gördüğünü belirtmişti.

Öte yandan Müftülük Dairesi görevlilerinden bir yetkili, 1991 yılı sonunda şöyle konuşmaktaydı: “Türkiye’den görevli olarak getirilen birçok din görevlisi, vatandaşların ibadet için camiye uğramamasından şikayetçi oluyorlar. Kendilerine devlet tarafından lojman verildiğini, maaş bağlandığını, bunun karşılığında da vatandaşları camiye çekemedikleri için üzüldüklerini belirtiyorlar...Bu yıl 240 din görevlisinin kadrolanmasını istedik, fakat Meclis Alt Komitesi 40 din görevlisinin kadrolanmasını kararlaştırmak üzere. Yine biz 30 müezzine ihtiyacımız olduğunu belirttik, hiç müezzin kadrolanmadı. Her üç kasabaya bir müftülük istedik, o da kabul edilmedi.”

O günkü tartışmada, din görevlilerini örgütlemiş bulunan Kamu-Sen Başkanı Ahmet Ötüken şu değerlendirmede bulunmuştu: “Vakıf malları dini hizmetlerde kullanılsın diyerek bağışlanmıştır Vakıflara. Ancak bu malların gelirlerini din işlerinde kullandığımızı söyleyemeyiz...Önce, bu toplumda bir hizmete ihtiyaç var mıdır, yok mudur? Belirlemek gerekir...Devlet önce karar vermelidir. Toplumda din hizmetine gerek var mıdır, yok mudur? Biz ortada kararsızlık görüyoruz. Çünkü yıllardır bu din hizmetleri gelişigüzel yürütülüyor.”

Görüldüğü gibi, toplumsal yaşamımızın bütün alanlarında olduğu gibi, ata yadigarı vakıf malların ve din işlerinin yönetilmesinde de başarısız kalan Kıbrıs Türk liderliği, herşeyi Türkiye’ye bağlayarak tarihsel sorumluluktan kurtulmaya çalışmaktadır.

Biz, bu tartışmaların yeniden yapıldığı 1993 yılı başında, bu konudan hareketle yüzyılımızın başından başlayarak, “Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması”nı 85 yazılık bir dizi halinde inceleyip, haftalık Yeni Çağ gazetesinde (1 Mart 1993 - 28 Kasım 1994) yayımlamış ve Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’nun oluşturulduğu 1943 yılına kadar verilen toplumsal mücadelede, dinsel toplumdan ulusal topluma geçiş sürecimizi  özetlemeye çalışmıştık. Yakında kitaplaşacak olan bu çalışmada,  yeri geldikçe İngilizci Evkaf yönetiminin politikası, müftülük meselesi, Şer’i Mahkemelerin durumu, yobaz takımının toplumsal ilerlememiz önüne koyduğu engeller ve benzeri dinsel konulara da değinmiş, ama fazla ayrıntıya girmemiştik.

Bilindiği gibi, toplumumuzun dinsel toplum kimliğinden, ulusal toplum kimliğine geçtiği İngiliz sömürge yönetimince 1949 Haziran’ında resmen kabul edilmiş ve “Kıbrıs İslamları” yerine, “Kıbrıs Türkleri” olarak anılmaya başlamıştık. Geçen ay içinde toplumumuzun tarihsel geçmiş içindeki bu yönünü araştıran yeni bir kitap yayımlanmış bulunuyor. “Kıbrıs’ta İslami Kimlik Davası” başlığı altında, İstanbul’daki Marifet Yayınları’nın Kıbrıs Dizisi’nin 1. kitabı olarak Ağustos 1996’da yayımlanan bu araştırma,mimarlık eğitimi yanında islami çalışmalar ve örgütlenmeler içinde de bulunmuş olan  Hüseyin Mehmet Ateşin tarafından kaleme alındı. 

Üç bölüm halinde düzenlenmiş olan kitabın “İslami kimliğin şekilllenmesi” başlıklı ilk bölümünde, Kıbrıs adasının İslamla tanışması (649-1571), Kıbrıs’ta Osmanlı yılları (1571-1878), İngilizlerin ada üzerinde hüküm sürdüğü yıllar (1878-1923), Evkafçıların yeni aydınlara yenik düştüğü yıllar (1923-1960), Cumhuriyetten kantonlu ve taksimli yıllara (1960-1990) alt başlıkları yer alıyor. İkinci bölümdeki “İslami kimlikle ilgili birkaç kesit”te, Kıbrıs Türk İslam Cemiyeti’nin çalışmaları anlatılmakta ve üçüncü bölümde “Sözün sonu” dile getirilmektedir.

576 sayfalık bu kitap, toplumsal geçmişimizi dinsel açıdan değerlendirmek isteyenler için mutlaka okunması gerekli bir çalışma olurken, yazarın bağlı bulunduğu dünya görüşü açısından, yasakçı laik anlayışı Türkiye’den adamıza aynen ithal etmiş olan Kıbrıs Türk liderliğinin de bir eleştirisi olmaktadır. “İtikadı bozulmuş cemaatten ne beklenir” görüşünden (s.332) hareket eden  dostum Ateşin, “yetersiz görevliler dinden insanı soğutuyor” (s.438), “ehil imam yok” (s.279), “muhtemel dini bir uyanışı kendi siyasi hayatının en korkunç fobisi haline getirerek cemaatımızın bugünkü dini umurunun zayıflamasında büyük payı olan Dr.Küçük” (s.257), “Evkafçı diye bilinen muhafazakar ilmiye sınıfı bile kendi çocuklarının laik eğitim sistemi içerisinde erimesine rıza göstermiş”(s.367), “Kıbrıs’ta samimiyetle inanç sistemini yaşamak isteyen Müslümanlara zulmetmek hatasına düşen sivil ve askeri kadrolar” (s.438) gibi saptamalar yanında,  konuyla ilgili örgüt görüşlerini de okuyucuya iletmektedir (s.480-492). İslam Kalkınma Bankası’nın  parasal katkılarıyla oluşturulan Lefke Üniversitesi’nde döndürülen dolaplar ise kitabın en güncel bölümünü oluşturuyor (s.493-537).  

İslami kimliğini bayramdan bayrama hatırlayıp camiye giden Kıbrıslı Türklerin çoğunluğuna bakıp, dinin hala daha toplumsal ilerlemede bir unsur olabileceği öne sürülebilir. Ama günümüzde din, 70 milyonluk Anglikan Kilisesi’nin Başkanı Dr.George Carey’in de belirttiği gibi, “artık bir hobi derecesine indirgenmiştir. Yüzyılımızın başından bu yana Britanya’da kiliseye gidenlerin sayısında sürekli bir azalma olmuştur. Şimdi birçok insan, din veya ahlak konusunda kamu önünde konuşmayı sıkıcı bulmaktadır.”(Cyprus Mail, 6.7.1996) Eski Marksist, yeni müslüman Regis Debray ise şöyle demektedir: “Geçmişte din fakir halklar için bir afyondu, ama günümüzde bir vitamin halini aldı!”

Dünyada köktendinciliğin yükseldiği, Türkiye’de İslamcı RP’nin iktidar ortağı olduğu günümüzde, toplumumuzu da  bu vitaminden mahrum bırakmamak isteyenler vardır. Kendi müftüsünü seçme hakkını İngiliz sömürge yönetiminden almış olan Kıbrıslı Türklerin, 1980’den beri bir Müftüsü yoktur. 1977’den beri ülkemizde faaliyet gösteren ve daha çok Türkiye’den adamıza getirilen nüfusun çocuklarına hitap eden kuran kurslarının sayısının bu yıl 50’ye ulaştığı ve buralarda 1413 çocuğa dinsel eğitim verildiği açıklanmıştır. Yasakçı laik anlayış, bu kuruluşların kapatılmasını talep ederken, inanç özgürlüğünü savunanlar ise arka çıkmaktadır. Bu alanda da yavru, ana’ya benzetildiği için, ne kadar övünülse yeridir!

 
(Kıbrıslı Türkün Sesi dergisi, 27 Eylül 1996, Sayı:14)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder