Kıbrıs gazetesinin 3 Eylül 1997 tarihli manşetinde, “Türkiye, Londra ve
üçüncü ülkelere 7 yılda 5 bin 909 hasta gönderdik, trilyona yakın harcama
yaptık: Tedaviye 903 milyar” denmekteydi. Haberin altında ise, Sağlık ve Çevre
Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Alper’in “doktorlarınıza güvenin” çağrısı var, ama
gazeteniz muhabirinin sorduğu şu can alıcı soruya yanıt verememiş: “Hastanelerimize
ve doktorlarımıza toplumda büyük bir güven bunalımı var. Bu nasıl aşılabilir?”
İşte esas sorun burada yatıyor. Geçenlerde annem rahatsız oldu. Acil servise
götürdük. Nöbetçi hekim, evde oturarak nöbet tuttuğu için, hastanede değildi.
Taşkınköy’den hastaneye gelmesi bir buçuk saat aldı! Hastamız ise pratisyen
hakimin bilgisine terk edilmiş halde bekletildi. Muayene sonrası hastaneye
yatırılan hasta, orada üç hafta kadar kaldı. Ama girişteki şikayetleri,
çıktığında da sürüyordu. Bu süre içinde her bir kafadan bir teşhis kondu. Sözün
kısası hastaneye yatırılan hastalar Allah’a emanet. İyileşirse iyileşir,
iyileşmezse ölür. Hatta dahası, bazı hekimler “hastanız zaten yaşlı, ölüme
kendinizi alıştırmanız gerek” diyecek kadar basitleşebiliyor.
Devlet hastanelerindeki doktorların nöbetlerini evden yürütmeleri
uygulamasına bir an önce son verilmelidir. Dünyanın hiç bir yerinde böyle “on
call” maskaralığı görülmemiştir. Hastanede her zaman ve mutlaka, önemli
dallardan uzman bir hekim bulunur.
Hastamız, için konsültasyon talep edilen doktorlardan bir tanesi. “Pazar
günü tatilimi bırakıp gelip, hastanızı muayene ettim” diyerek, güya hastamız
için özel bir kolaylık yapmış gibi konuşmuştu. Oysa bir hekim “on call”da ise
ve çağrılıp muayene yapıyorsa, bunu bizim hatırımız için yapmıyor, bunu görevi
gereği ve “on call” ödeneği karşılığı yapmak durumunda ve zorunda. Ama devlet
hastanelerindeki doktorların büyük bir çoğunluğu, saat 9-12 arası çalışıp,
günün diğer saatlerinde kendi özel muayenehane ve kliniklerinde para karşılığı
hasta baktıkları için, kayıt dışı ekonominin önemli bir bölümünü
oluşturmaktadırlar. Devlet yetkilileri ise yıllardır buna göz yumarak, Kamu
Görevlileri Yasası’na göre suç işlemektedirler.
Nöbetini hastanede kalıp tutan az sayıda hekimden biri olan bir tanesi,
başka bir kamu hekimi meslektaşı tarafından “biz hastaneyi yetersiz, dışarıyı
da tercih edilmesi gereken bir yer yapmak için çaba gösterirken, sen tersini
yapmaya mı çalışıyorsun?” diye azarlandığından şikayet ediyordu. Ama üzüm üzüme
bakarak kararırmış, sonunda onun da dışarıda muayenehane açtığını duyduk.
Son Hipokrat Şirketi skandalında da görüldüğü gibi, DAÜ’nün neden devletten
değil de. çoğunluğunu kamu görevlisi doktor ve yakınlarının oluşturduğu özel
bir şirketten sağlık hizmeti satın alma yoluna itildiği de böylece anlaşılmış
olur. Neymiş, kamu görevlisi bir hekim şirketin yöneticiliğini pir aşkına
milyarlık bedava yapıyormuş!.. Dahası özel bir TV’ye çıkıp, bunları Sağlık
Bakanının yanında ahkam keserek savunabiliyor! Lefkoşa’daki LÖMER skandalına
ise bakalım Bakanlık ne zaman el atacak?
Aklı fikri dışarıda bakacağı hastalarda olan kamu görevlisi hekim,
hastanede yatan hastalarıyla ne kadar ilgilenebilir, ona nasıl güven verebilir?
Tatil günlerinde ise, herşey telefonla idare edilmeye çalışılıyor. Hasta
yakınlarına hastanın durumu ile ilgili tatmin edici ve yeterli açıklamalar
yapılmıyor. Hasta hakları denen birşeyden doktorlarımız galiba haberdar değil.
Hastanedeki hemşire ve hastabakıcıların hastaya ilgisi ve bakımı ayrı bir
dert. Yatak çarşaflarının değiştirilmesi, hastanın günlük temizliği ve benzeri
konularda verilen hizmet hiç de tatmin edici değil. Odalardaki hamamböcekleri
ile mücadele etmek, hasta yakınlarının boyun borcu. Çünkü gerekli, önlemler
alınmazsa, hastanızın üzerinde dolaşan böceklcri uzaklaştırmak için nöbet
beklemeniz gerek! Eleman azlığından şikayet eden hastane yetkilileri, acaba
bunun giderilmesi için neden grev dahil direniş yollarını aramıyorlar? Yoksa
hastane grevi, yalnız doktorların özel kliniklerinin kapatılması gündeme
geldiği zaman mı başvurulan bir yöntemdir?
Sağlık Bakanlığı
eğer bugün %30-40 kapasite kullanımı ile çalışan Devlet Hastanelerini düzene
koyamayacaksa, buraları bir an önce kapatıp, bütün hastalarımızı ülke dışına
göndersin, herhalde daha akıllıca bir iş yapmış olur. Çünkü o zaman, başta,
günün büyük bir kısmını özel kliniklerinde geçiren devlet hekimleri olmak
üzere, diğer kamu sağlık personeline (zaten onlar karın tokluğuna çalışıyor),
har vurup harman savrulan ilaç ve tıbbi malzemeye ödenen milyarlarca lira
devlet hazinesine kalacak ve belki de daha kârlı çıkacağız.
(“Ş. Erdal-Lefkoşa”
imzasıyla, Kıbrıs gazetesi, 7 Eylül 1997)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder