19 Mart 2016 Cumartesi

DEVLET HASTANELERİNİ KAPATMAK DAHA EKONOMİK OLMAZ MI?


Kıbrıs gazetesinin 3 Eylül 1997 tarihli manşetinde, “Türkiye, Londra ve üçüncü ülkelere 7 yılda 5 bin 909 hasta gönderdik, trilyona yakın harcama yaptık: Tedaviye 903 milyar” denmekteydi. Haberin altında ise, Sağlık ve Çevre Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Alper’in “doktorlarınıza güvenin” çağrısı var, ama gazeteniz muhabirinin sorduğu şu can alıcı soruya yanıt verememiş: “Hastanelerimize ve doktorlarımıza toplumda büyük bir güven bunalımı var. Bu nasıl aşılabilir?”
İşte esas sorun burada yatıyor. Geçenlerde annem rahatsız oldu. Acil servise götürdük. Nöbetçi hekim, evde oturarak nöbet tuttuğu için, hastanede değildi. Taşkınköy’den hastaneye gelmesi bir buçuk saat aldı! Hastamız ise pratisyen hakimin bilgisine terk edilmiş halde bekletildi. Muayene sonrası hastaneye yatırılan hasta, orada üç hafta kadar kaldı. Ama girişteki şikayetleri, çıktığında da sürüyordu. Bu süre içinde her bir kafadan bir teşhis kondu. Sözün kısası hastaneye yatırılan hastalar Allah’a emanet. İyileşirse iyileşir, iyileşmezse ölür. Hatta dahası, bazı hekimler “hastanız zaten yaşlı, ölüme kendinizi alıştırmanız gerek” diyecek kadar basitleşebiliyor.
Devlet hastanelerindeki doktorların nöbetlerini evden yürütmeleri uygulamasına bir an önce son verilmelidir. Dünyanın hiç bir yerinde böyle “on call” maskaralığı görülmemiştir. Hastanede her zaman ve mutlaka, önemli dallardan uzman bir hekim bulunur.
Hastamız, için konsültasyon talep edilen doktorlardan bir tanesi. “Pazar günü tatilimi bırakıp gelip, hastanızı muayene ettim” diyerek, güya hastamız için özel bir kolaylık yapmış gibi konuşmuştu. Oysa bir hekim “on call”da ise ve çağrılıp muayene yapıyorsa, bunu bizim hatırımız için yapmıyor, bunu görevi gereği ve “on call” ödeneği karşılığı yapmak durumunda ve zorunda. Ama devlet hastanelerindeki doktorların büyük bir çoğunluğu, saat 9-12 arası çalışıp, günün diğer saatlerinde kendi özel muayenehane ve kliniklerinde para karşılığı hasta baktıkları için, kayıt dışı ekonominin önemli bir bölümünü oluşturmaktadırlar. Devlet yetkilileri ise yıllardır buna göz yumarak, Kamu Görevlileri Yasası’na göre suç işlemektedirler.
Nöbetini hastanede kalıp tutan az sayıda hekimden biri olan bir tanesi, başka bir kamu hekimi meslektaşı tarafından “biz hastaneyi yetersiz, dışarıyı da tercih edilmesi gereken bir yer yapmak için çaba gösterirken, sen tersini yapmaya mı çalışıyorsun?” diye azarlandığından şikayet ediyordu. Ama üzüm üzüme bakarak kararırmış, sonunda onun da dışarıda muayenehane açtığını duyduk.
Son Hipokrat Şirketi skandalında da görüldüğü gibi, DAÜ’nün neden devletten değil de. çoğunluğunu kamu görevlisi doktor ve yakınlarının oluşturduğu özel bir şirketten sağlık hizmeti satın alma yoluna itildiği de böylece anlaşılmış olur. Neymiş, kamu görevlisi bir hekim şirketin yöneticiliğini pir aşkına milyarlık bedava yapıyormuş!.. Dahası özel bir TV’ye çıkıp, bunları Sağlık Bakanının yanında ahkam keserek savunabiliyor! Lefkoşa’daki LÖMER skandalına ise bakalım Bakanlık ne zaman el atacak?
Aklı fikri dışarıda bakacağı hastalarda olan kamu görevlisi hekim, hastanede yatan hastalarıyla ne kadar ilgilenebilir, ona nasıl güven verebilir? Tatil günlerinde ise, herşey telefonla idare edilmeye çalışılıyor. Hasta yakınlarına hastanın durumu ile ilgili tatmin edici ve yeterli açıklamalar yapılmıyor. Hasta hakları denen birşeyden doktorlarımız galiba haberdar değil.
Hastanedeki hemşire ve hastabakıcıların hastaya ilgisi ve bakımı ayrı bir dert. Yatak çarşaflarının değiştirilmesi, hastanın günlük temizliği ve benzeri konularda verilen hizmet hiç de tatmin edici değil. Odalardaki hamamböcekleri ile mücadele etmek, hasta yakınlarının boyun borcu. Çünkü gerekli, önlemler alınmazsa, hastanızın üzerinde dolaşan böceklcri uzaklaştırmak için nöbet beklemeniz gerek! Eleman azlığından şikayet eden hastane yetkilileri, acaba bunun giderilmesi için neden grev dahil direniş yollarını aramıyorlar? Yoksa hastane grevi, yalnız doktorların özel kliniklerinin kapatılması gündeme geldiği zaman mı başvurulan bir yöntemdir?
      Sağlık Bakanlığı eğer bugün %30-40 kapasite kullanımı ile çalışan Devlet Hastanelerini düzene koyamayacaksa, buraları bir an önce kapatıp, bütün hastalarımızı ülke dışına göndersin, herhalde daha akıllıca bir iş yapmış olur. Çünkü o zaman, başta, günün büyük bir kısmını özel kliniklerinde geçiren devlet hekimleri olmak üzere, diğer kamu sağlık personeline (zaten onlar karın tokluğuna çalışıyor), har vurup harman savrulan ilaç ve tıbbi malzemeye ödenen milyarlarca lira devlet hazinesine kalacak ve belki de daha kârlı çıkacağız.


(“Ş. Erdal-Lefkoşa” imzasıyla, Kıbrıs gazetesi, 7 Eylül 1997)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder