27
Temmuz ile 15 Ağustos 1992 tarihleri arasında 17 gün süreyle Ortam gazetesinde,
aksayan sağlık hizmetlerimizle ilgili olarak çeşitli kesimlerin görüşlerini
izledik. Kamuoyu oluşturulması açısından bu tartışmaların şüphesiz bir yararı
olmuştur. Ama ne yazık ki, her defasında taraflar görüşlerini dile getirir de
yine birşey değişmez. Çünkü sorun iki yönlüdür: Hizmetleri aksatan, hem genelde
ülkemizde var olan başıbozukluk, hem de buna karşı çıkar görünüp de değiştirilmesi
için kararlı davranmayan sağlık çalışanlarıdır.
Bozuk
düzen içinde çalışan kamu görevlisi hekimler, gerçek bir sendikal örgütlenme
içinde olsalardı, istedikleri çalışma koşullarını iyileştirme ve halka sağlıklı
sağlık hizmeti verme hedefine varmada önemli ilerlemeler kaydedebilirlerdi.
Oysa, devlet sağlık hizmetlerinin, Sağlık Bakanlığı’nın bilimsel yöntemlerle
çalışmaması nedeniyle iyi yönetilememesini, kişisel kazanç kaynağına
dönüştürenlerden gerçek sendikacı olunamıyacağının bilinmesi gerekirdi.
On
yıldan fazla bir süredir bu ülkede serbest hekimlik yapan bir kişi olarak ben,
Tıp-İş denen kuruluşun daha iyi hizmet vermek için var olan eksiklikleri halka
duyurmak amacıyla herhangi bir bildiri yayımladığını, ya da grev yaptığını
hatırlamıyorum. Yapılan eylemlerin büyük bir kısmı, bakanlıkla kişisel veya
siyasal çekişmelere dayanmış, en önemlisi de “dışarıda çalıştırdıkları özel
klinikleri kapatılmasın” gerekçesiyle gerçekleştirilmiştir. Bu arada var olan
sağlık yasalarını uygulayarak, serbest çalışan hekimlerin ekmeğine ortak olma
durumuna bir son verme girişiminde bulunan bir Sağlık Bakanı’na karşı Tıp-İş’in
nasıl kazan kaldırdığını, sistemsizliğin başı olan Devlet Başkanının da
“Kebapçı dükkanı mı kapatıyorsun” diyerek, bir girişimi nasıl kösteklediğini de
unutmamak gerek.
Dr.
Erbilen ile Dr. Hasipoğlu’na da söylediğim gibi, halkın değil de, kişisel
çıkarlarını düşünen bazı kamu görevlisi hekimlerin, belli güç odaklarından
destek almayı sürdürdükleri koşullara son vermeden aksama düzeltilemeyecektir.
“Sorun kişilerden kaynaklanmıyor” deyişine katılmıyorum. Sistemleri de hayata
geçiren kişilerdir. Öte yandan , kişileri aklayıp, yükü “Sağlık Hizmetleri
Yasası”nın çıkartılmamasına bağlayan anlayış da eksiktir. İşte, “Herşeyin Başı
Sağlık Yasası” diyen Tıp-İş ile KTAMS’ın savundukları yasada öngörülenler:
Part-time çalışacak olan hekim ile full-time çalışacak olanın farkı, kış
aylarında 2 saat daha fazla çalışmaması. Bu iki saat fazla çalışacak olana,
dışarıdaki kliniğini kapatılacağı varsayılarak, asli maaş ve hayat
pahalılığının %70’i oranında tam gün tazminatı verilecek. Konut hakkı veya kira
tahsisatı, döner sermayeden prim alma, hastahanede özel hasta bakabilme prim
hakkı, konsültasyon yapma hakkı, ulaşım ve haberleşme indirimi gibi haklar da
cabası. (Bak. Kıbrıs, 30 Temmuz 1992)
Doğru
dürüst hasta kaydı, bilimsel istatistik düzenleme, hasta teşhis ve
tedavilerinin belgelenip saklanması, sağlıkla hastalık haritamızın
çıkartılmasına yardımcı olacak tıbbi verilerin ortaya konması gibi, hekimlik
görevlerinin ortaya konması gibi hekimlik görevlerinin kimler tarafından
yapılacağı ve görev belirlenmesi, sorumluluk üstlenilmesi gibi konularda yasa
hiçbirşey söylemiyor. Serbest çalışan hekimlerle ilgili iş koşulları hakkında
tek kelime yok. Sosyal Sigortaların halka vermek zorunda olduğu sağlık
hizmetlerinin nasıl düzenleneceğine ilişkin hiçbir çalışma ve proje üretmeden,
gelişigüzel kararlarla işgüzarlık yapan Sağlık Bakanlığı, konunun ciddiyetine
ne zaman varacak? Devletten 70 milyarlık Sosyal Sigorta yatırım borcunu bile
almaktan aciz bir Sosyal Sigorta Kurumu, özerk bir kuruluş haline getirilip,
ilgili örgüt temsilcilerinin yönetime katılmalarını sağlamadan, hangi sağlıklı
adımı atabilecek?
Sağlık
hizmetlerinin aksatılmadan yürütülmesinin güvencesi, bilimsel yöntemleri
uygulayacak, konunun uzmanı olan eğitilmiş kişilerin, her düzeyde olaya sahip
çıkması ve “sen-ben-bizim oğlan”dan oluşturulmuş beceriksiz kadroların bir
tarafa bırakılarak, çağdaş sağlık işletmecilerine görevlerin verilmesidir. Bu
yapılmadıkça, aksayan sağlık hizmetleri, daha birçok incir ipi gibi uzayan
röportaja konu olmasıyı sürdürecektir.
Not:
Tıp-İş’i eleştirdiğim gerekçesiyle, bu yazımın Ortam gazetesi tarafından
yayımlanması uygun görülmemiştir.
(“Dr.
Ahmet Cavit An” imzasıyla, haftalık Yeni Çağ gazetesi, 24 Ağustos 1992)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder