28 Mart 2016 Pazartesi

KIBRIS: KAYNAYAN KAZAN



Ege denizinde petrol aranması yüzünden Türkiye ile Yunanistan ara­sında başgösteren anlaşmazlık, iki ülke arasında son aylara kadar süregelen ilişkileri birden bozmuş, bu arada Başbakan Ecevit’in Türk tezi ola­rak Federal devleti öneren demeci, Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan beşli gö­rüşmelerin kesilmesine yol açmıştı.
Bilindiği gibi Kıbrıs sorununa, “bağımsız, egemen ve üniter devlet” esaslarına dayanan barışçı bir çözüm yolu bulmak amacıyla, Kıbrıs Türk ve Rum toplumları temsilcileri arasında 24 Haziran 1968’de başlatılan top­lumlararası ikili görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. 3 Temmuz 1972 tarihinde yeniden ve genişletilmiş olarak başlatılan beşli görüşmelere BM Genel Sekreteri Waldheim’ın özel temsilcisi Osorio Tafall ile birlikte Türk ve Yunan anayasa uzmanları da katılmışlardı. Aradan geçen iki yıla yakın bir süre içinde taraflar, yasama, yürütme ve yargı konularında anlaşma­ya varmışlar, uzun tartışmalara yol açan bölgesel yönetim konusunda bir çözüm bulunması için anayasa uzmanlarına görev verilmişti. Anlaşmaz­lıklara yol açan polis ve mahkemeler konularında uzlaşmaya varılmasından sonra, bir ara her iki taraf da iyimser bir tutum içine girmiş, görüşme­lerin hiç olmazsa 1974 yılında sona ereceği ve soruna bir çözüm yolu bu­lunabileceğine dair ümitler belirmişti.
2 Nisan 1974 günü, görüşmelerin kesilmesi, siyasi gözlemcilere göre, yeni Türk hükümetinin, Kıbrıs sorununa çözüm yolu olarak gördüğü “Fe­deral Devlet” konusundaki demeçler ile Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş’ın ayrı bir Türk devletinin ilân edileceği yolundaki konuşmaları­dır.
Kıbns Cumhurbaşkanı Makarios, “Türk yöneticileri, Kıbrıs sorununa federal bir çözüm bulunması üzerinde ısrar ettiklerine göre, toplumlara­rası görüşmelere devam etme gereği ortadan kalkmış olur” demiştir. Ma­karios, bununla beraber görüşmelere yeniden başlanabilmesinin ihtimal dışı olmadığını söylemiş, fakat bunun tamamen Türk tarafına bağlı oldu­ğuna işaret ederek, “Görüşmelerin durdurulmasındaki bütün sorumluluk Ankara’ya aittir” demiştir. Rum tarafının görüşüne göre, Türkiye’nin fede­ratif çözüm isteğini resmen tekrarlaması, toplumlararası görüşmelerin esa­sını yıkarak, başarısızlığa mahkum etmiş ve devamını da gereksiz kılmıştır.
Kıbrıs’ın “bağımsız, egemen ve üniter” bir devlet olduğu anayasasın­da saptanmış olduğuna göre, tarafların tutumlarının ve ayrılıkçı politika­nın ortaya çıkışını anlamak için, geçmiş yıllara dönerek, Kıbrıs sorunu­nun gelişim çizgisini izlemekte yarar vardır:

Kıbrıs Sorununun Gelişmesi
Türk-Rum ayrımı gözetmeden Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilk defa savu­nan, 1924 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi (KKK) olmuştur.
İkinci Dünya savaşı sıralarında güçlenen bu sol hareket, 1941’de Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL)’ne dönüşmüştür. 1946’da Kıbrıs’ın en güçlü politik kuruluşu haline gelerek, beş büyük şehirde mahalli seçimleri kazanmış olan AKEL, Kıbrıs’taki en büyük toprak sahibi olan Ortodoks Ki­lisesine kafa tutacak tek örgüt olmuştur. 1955’lerde İngiliz sömürge yö­netimi tarafından kapatılan partiye bağlı sol sendikaların üye sayısı, 30 bin 375 iken, gerici sendikalarınki 9 bin 767 idi. Faaliyetlerine illegal ola­rak devam eden AKEL, o günkü koşullar altında anti-emperyalist müca­delede kullanılan Enosis sloganına taktik bakımdan karşı çıkılmaması ge­rektiğini açıklamış, fakat İngilizlere karşı verilen mücadeleye aktif olarak katılmamıştır. Yunan burjuvazisine dayanan Rum sağ gerilla yeraltı örgütü
tarafından. Yunan iç savaşında emperyalizmin hizmetinde çalışmış bir CIA ajanı olan Grivas önderliğinde, 1955 yılında başlatılan silâhlı mücadele geliştikçe, AKEL hareketin dışarıdan destekçisi olmakla yetinmiştir.
1960 öncesi dönemde İngiltere’nin adadan çıkması kesinleşip bir an­laşma ortamı hazırlanınca, faaliyetlerine yeniden izin verilen AKEL, EOKA’yı sağcı ve gerici bir örgüt, Grivas’ı da faşist bir kişi olarak tanımlayarak, Kıbrıs’ın tam bağımsızlığından yana olduğunu açıklamıştır. Nitekim AKEL, 1959 anlaşmalarıyla, NATO’ya bağlı Türk ve Yunan alaylarının adaya gir­melerine ve İngiliz üslerine karşı çıkmıştır.

Emperyalizmin Oyunları
1955- 60 döneminde Kıbrıs Türkleri, milliyetçi çevrelerin sürdürdük­leri ayrılıkçı politika yüzünden Rumlardan uzaklaşmışlar, Enosis’in gerçek­leşmesini istemedikleri veya İngiliz yönetimine sadık kaldıkları için Rum­lara karşı İngilizleri desteklemişlerdir. İngiliz sömürgecilere karşı ayakla­nan Kıbrıs Rumları, mücadelelerini bağımsızlık yanında, Enosis için de yü­rütmüşlerdi. Günümüzde EOKA-B adıyla faşist Yunan cuntası tarafından desteklenerek eylemlerini yine Kıbrıs’ta sürdürmekte olan EOKA hareke­tinin, gerçek bir milli kurtuluş savaşının doğmasını engellemek ve adayı bugünlere hazırlamak için düzenlenmiş sözde bir milli kurtuluş savaşı ol­duğu anlaşılmıştır.
Kıbrıs Türk liderliği ise uzun yıllar Kıbrıs konusunda ne istediğini ke­sinlikle ortaya koyamamış ve Amerikan emperyalizminin güdümündeki Türkiye hükümetlerine bel bağlayarak pasif durumunu sürdürmüştür.
Öte yandan Kıbrıs Türk toplumunun ilerici kesimi, İngiliz emperyaliz­minin adadaki işbirlikçilerinin türlü engellemelerine rağmen, Rum işçi sı­nıfı ile birlikte sınıf mücadelesi vermek üzere sendikalarda ve hatta si­yasi partilerde örgütlenmekteydi. Uzun yıllar boyunca ekonomik, sosyal ve hatta kültürel bakımdan birbirine kaynaşmış bir şekilde birarada yaşa­mış olan Türk ve Rum halkları, günlük hayatları yanında birlikte yürüttük­leri eylemlerde de ayrılıkçı politikaya karşı çıkıyorlardı. EOKA ise, ikinci bir cephede daha savaşmak istemediğinden, Türklerle çatışmaktan çekiniyor­du. Böyle bir ortamda 1 Mayıs 1958 günü sol eğilimli Türklerle Rumların birlikte katıldıkları ve anti-emperyalist sloganlarla, Kıbrıslıların birarada yaşayabileceklerini kanıtlayan bir gösteri düzenlendi. Bundan birkaç haf­ta sonra başlayan ardısıra saldırılarla Kıbrıs Türk işçi sınıfının önderleri, ayrılıkçı Türk liderleri tarafından kurulan Türk Mukavemet Teşkilâtı (TMT) tarafından öldürülmek istenmiş, hayatlarını kurtarabilenler yurt dışına kaç­mak zorunda bırakılmışlardır. Böylece Türk kesiminde estirilen kanlı te­rör havasıyla Türk işçiler sendikalarından ayrılmaya zorlanmış, İngiliz yan­lısı Türk liderlerine karşı gelişen muhalefet filizleri yok edilmiştir. Bundan sonra İngiliz ajanların akıl hocalığı ile tertiplenen çeşitli provokasyonlarla Türk-Rum çatışması gerçekleştirilmiştir. İngiliz emperyalizminin “böl ve yönet” politikası burada rolünü başarı ile oynamıştır. Bu amaçla, İngiliz sömürge yönetimi adına, sağcı EOKA gerillalarına karşı çarpışmak üzere yüksek maaşlı Türk komandolar yazılmış, sonradan TMT’yi oluşturacak
olan Volkan adlı Türk yeraltı örgütü üyelerine, büyük para karşılığında Rum EOKA’cılar vurdurulmuştur.
Kıbrıs adasında yüzyıllar boyunca barış içinde birarada yaşamış olan Türk ve Rum halkları arasında düşmanlığın körüklenmesinde Rum sağ ye­raltı örgütü olan EOKA ile Türk Mukavemet Teşkilâtı TMT’nin rolleri büyük olmuştur. Liderliklerini Grivas ile Denktaş’ın yaptıkları bu iki örgüt, bir yandan “Enosis” ve “Taksim” gibi aşırı milliyetçi ve gerçeklerden uzak fikirler peşinde koşarken, bir yandan da İngilizlerin Kıbrıs halklarını ayır­ma isteğine hizmet ediyorlardı.

İlk Türk Tezi ve Sonrası
Yunan milli burjuvazisinin Enosis (adanın Yunanistan’a ilhakı) kam­panyasına karşı Türkiye burjuvazisi, “Kıbrıs Türktür, Türk Kalacaktır” tezi ile karşı çıkmış ve böylece Kıbrıs konusunda ilk Türk tezi ortaya atılmış­tır. Bu sırada sermaye çevrelerine yakın Türk basınının kamuoyunu kış­kırtıcı yayınları, Türk-Yunan ilişkilerini baltalayarak milliyetçi duyguları körüklüyordu. Bunlara paralel olarak 6/7 Eylül 1955 olayının düzenlenme­siyle, Kıbrıs sorunu artık Türk kamuoyuna mal edilmişti. 1956 yılı sonun­da İngiltere son çözüm yolu olarak adanın taksimini ortaya atmış, ayrı­lıkçı politikanın uzantısı olan bu görüş, Yunanistan tarafından reddedi­lirken, Türkiye Başbakanı Menderes tarafından benimsenmişti. Artık Kıbrıs konusunda ikinci resmi Türk tezi için Türkiye’nin her ilinde “Ya tak­sim, ya ölüm” mitingleri düzenlenmekteydi.
Amerikan emperyalizminin dümen suyundaki o dönemin Türk ve Yu­nan hükümetleri, NATO’nun güney doğu kanadında barışın devamı ve Amerika’nın askeri-ekonomik yardımlarının sürdürülmesi için, bu dönem­de savaşa girmek istemiyorlardı. Aralık 1958’de iki ülkenin Dışişleri Ba­kanları Zorlu ve Averof, Paris’teki NATO toplantısında, sürdürülmekte olan Türk - Yunan görüşmelerinin devamına karar verdiler. Altı gün sonra EOKA adada sürdürdüğü tedhişi durdurdu. Yedi hafta sonra da, politik bir çözümle, Kıbrıs Cumhuriyetinin temelleri atıldı. Amerikan ve İngiliz em­peryalizmi, NATO’nun da Kıbrıs’ta söz sahibi olmasını sağlayacak antlaş­malar hazırlatmıştı. Görüşmeler sonunda Türkiye, Yunanistan ve İngilte­re’nin garantör olduğu Zürih ve Londra Antlaşmaları imzalandı. Sözde, ada halklarına barış getirecek olan bu anlaşmalar, aslında dengesizlik yarata­rak halkları bütünleştirmekten uzak, tutucu bir nitelik taşıyordu. Bu an­laşmalarla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye ile ilişkili, toprakları üzerinde egemen İngiliz üsleri barındıran, yarı bağımlı bir devlet haline geliyordu. Fakat İngiltere, Yunanistan ve Türkiye on yıldır kendilerini uğraştıran Kıbrıs sorunundan kurtulmuşlar, yeniden dostluklarını geliştirmek ümidi içindeydiler. Ne var ki, antlaşmaları imzalayan hükümetlerden ikisi düşmüş, Makarios’un Londra’da başaramadığı, nüfusun % 20’sini oluşturan Kıbrıs Türklerine geniş haklar ve garanti veren anayasayı de­ğiştirme çabaları, Türkiye ve Yunanistan’ı, azınlık hükümetleri ile politik kriz içinde yakalamıştı. Makarios sonradan yaptığı açıklamalarda, Zürih ve Londra Antlaşmalarını sırf taksimi önlemek için imzaladığını söylemiş­tir.
Ortadoğu’da halk kurtuluş savaşları ile emperyalist çıkarların tehlike­ ye düştüğü bir dönemde, Rum toplumuna zorla kabul ettirilen Zürih ve Londra Antlaşmalarının uygulanmaya başlanmasından sonraki üç yıllık sü­re, bu antlaşmaların Kıbrıslılar yararına yeniden düzenlenmesi gerektiğini ortaya koymuştu. Antlaşmalardan beklendiği gibi iki toplum birbirinden ayrılmış ve Kıbrıs halklarının bütünlüğü önlenmişti. Bu durum emperyalist güçlerin isteğine uygundu.
İki toplum arasındaki yapay düşmanlığı artırmak için yapılan sistem­li çalışmalar yanında, Türk toplumunda TMT, Rum toplumunda ise EOKA silâhlandırılıyordu. 1958’lerde başlatılan, gençliğin askeri eğitim amacı ile Türkiye’ye gönderilmesine devam ediliyor; “Türk’ten Türk’e” kampanyası sürdürülmeye çalışılırken, Rumdan alış-veriş yapan Türkler TMT’liler ta­rafından dövülüyor, Rumdan aldığı malı Türk halkına fahiş fiyatlarla satan Türk sermayedarları, Rum burjuvazisi ile kıyaslanabilecek bir düzeye ulaş­tırılmak isteniyordu. Böylece, emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek top­lumlar arasındaki dengesizlikler daha da yoğunlaştırılmış oluyordu.
1961 yılında “Cumhuriyet” adı ile çıkmaya başlayan haftalık bir Türk gazetesinin kurucuları olan iki ilerici Türk avukat, sonradan Kıbrıs Türk Halk Partisini kurmuşlar, yapıcı olmayan Türk liderlerini eleştirmeye baş­lamışlardı. Kısa bir süre sonra, toplumlararası ayrılığı sağlamak için Rum kesimindeki Bayraktar camiine TMT tarafından konulan bombanın patla­ması olayının bir tertip olduğunu, gerekirse faillerini gazetelerinde açıklayacaklarını duyuran iki avukatın, maskeli meçhul kişilerce öldürülmesi olayı, Kıbrıs Türk halkı arasında huzursuzluk yaratmıştı.

Silâhlı Çatışmalar Başlıyor
Halkların birbirine düşürülmesi yönünde yapılan çalışmaların oluştur­duğu birikim, Makarios’un Anayasanın düzeltilmesi ile ilgili önerilerinin reddedilmesiyle, iki toplumu silâhlı çatışmaya sevkeden patlamaya yol aç­mıştır. 21 Aralık 1963’te başlayan toplumlar arası çatışmalar, iki topluma da can ve mal kaybı getirmiş, binlerce Kıbrıslı evlerini terketmek zorunda kalmıştır. Böylece sağlanmak istenen bölgesel, fiziki ayrılık da kısmen ger­çekleştirilebilmiştir.
Aralık çatışmalarından sonra hükümetteki görevlerine katılmayarak, devlet yönetiminden uzaklaşan Türk bakan ve milletvekilleri, 1967 yılı so­nunda “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi”ni ilân ettiler. Bugün Kıbrıs yüzölçü­münün ancak % 10 kadarını oluşturan Türk bölgeleri, altısı büyük olmak üzere toplam 73 yerleşim merkezinden meydana gelmektedir. Adanın eki­lebilir topraklarının % 30’u Türklere ait olduğu halde, halen Türk toplu­munun yönetimindeki ekilebilir toprakların tüm Türk bölgelerine oranı % 17’den fazla değildir. Yönetiminde ne bir liman, ne de bir havaalanı bulu­nan Kıbrıs Türk Yönetimi, Zürih ve Londra Antlaşmalarını hâlâ tanıdığı­nı, Türk bakanların eksikliğinde alınan hükümet kararlarının geçersiz ol­duğunu iddia etmektedir. Toplumlararası çatışmalar arabulucu pozundaki BM askerlerine ada kapılarını açarken, Türkiye ile Yunanistan’ın Kıb­rıs’taki etkisini de yeniden artırıyordu. Böylece Kıbrıs’ın İngiliz üsleri dı­şındaki toprakları da NATO’nun kontrolüne verilmiş oluyordu. Rum ve Türk toplumları arasındaki anlaşmazlıklar bu açıdan incelendiği zaman, Kıbrıs’­taki emperyalist oyunlar büyük bir açıklık kazanmaktadır.
Emperyalizmin, Doğu Akdeniz’de “Batmaz uçak gemisi” olarak nitelediği Kıbrıs adasında barışın sürekli olarak engellenmesinin nedenlerini araştırırken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet yapısı sorununa bir çözüm yolu bulunmasında, Kıbrıs halklarına dıştan çeşitli çözüm yollarının kabul ettirilmek istenmesi ilginç bir durum yaratmaktadır.

Son Durum
Başbakan Ecevit’in Kıbrıs sorununun çözümü için üçüncü Türk tezi olan federasyonu düşündüğünü yeniden açıklaması, toplumlararası gö­rüşmelerin sonuca ulaştığı şu günlerde görüşmelerin kesilmesine yol aç­mıştır.
Kıbrıs’ta, İngiliz toprağı sayılan hava üslerinin varlığı Kıbrıs Cumhu­riyeti’nin bağımsızlık, egemenlik ve üniter devlet esaslarına ters düşer­ken, Kıbrıs Türkleri’nin yerleşimleri için ayrı bir egemen bölge yaratılması halinde, Kıbrıs’ın bir “Devlet” olmaktan çıkacağı muhakkaktır. Bu durum­da adanın her tarafında dağınık olarak yaşamakta olan Türkler arasında bir nüfus aktarması olmasa bile, şovenist, ayrılıkçı ve uzlaşmaz bir tutum içinde olan Kıbrıs Türk Yöneticilerinin, ileride Kıbrıs’ın taksimine yol aça­cak Kıbrıs Türk devletçiğini ilân edebilecekleri düşünülebilir. 1963 önce­sinde Kıbrıs Rumları ile eşit şartlar altında yaşayan Kıbrıs Türkleri, çar­pışmalar sonucu yaratılan bölgeleşme ile ekonomik yönden çok zor bir du­ruma düşürülmüşlerdir. Sosyal sigorta haklarından yoksun Türk öğretmen ve memurları, Rum kesimindekilerden % 78 oranında düşük ücret almaktadırlar. Toplum sürekli olarak ekonomik ve politik açılardan Tür­kiye’ye bağımlı tutulmuş, her yıl gönderilen on milyon sterlin de Kıbrıs Türk toplumunu tüketicilikten kurtarıcı yatırımlara harcanmamıştır. 12 bin kişilik işçi ordusunun 9 bin’inin Rum kesiminde çalışması bunu kanıtlayıcı niteliktedir. Ekonomik ve politik bağımsızlıktan yoksun bir toplumun Kıbrıs’ta bulunması emperyalist devletlerin Orta Doğudaki çıkarları ba­kımından çok yararlıdır. Kıbrıs Rumları faşist Yunan cuntasına demokra­si dersleri verirken, doğrudan doğruya Türkiye’nin kontrolünde bulunan Kıbrıs Türklerinin önemli bir kısmı ise, Amerikan emperyalizminin çıkarla­rını savunacak bir statünün kurulmasında bir koz olarak kullanılmaktadır. Bu durumun devamı için emperyalistlerin yerli işbirlikçileri, “Sırf anlaşma olsun diye anlaşmalara imza atmayacağız” demektedirler. Gün geçtikçe biriken sosyal ve ekonomik sorunları çözümlemeyi başaramayan Kıbrıs Türk yöneticileri, her türlü ilerici düşünceye açık olan Türk halkında ye­niden uyanan muhalefeti saptırmak için Kıbrıs Türk İslâm Cemiyeti, Kıb­rıs Türk Milli Ülkü Derneği gibi gerici ve faşist kuruluşları desteklemekte; basın-yayın yoluyla halkı şoven milliyetçilikle şartlandırmaktadırlar. Şu­bat 1973 Cumhurbaşkanı Yardımcılığı seçimlerinde, Kıbrıs Türk toplumu­nun tek siyasi partisi olan Cumhuriyetçi Türk Partisini rakip olarak dahi göremeyen Denktaş yönetiminin, CTP adayını saf dışı etmek için uyguladığı antidemokratik yollarla başa geçişi, bilinen bir gerçektir. Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum halklarının ayrılmasından yana olan Denktaş yöne­timinin, başa geçmek için neler yaptığı ve ileride neler yapacağı açıkça ortadadır. Yıllarca küçük bir zümrenin ve Amerikan emperyalizminin çı­karları gereğince uyutulmaya çalışan Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs gerçeklerine aykırı olan federal devlet tezini barışçı bir çözüm yolu olarak görme­mektedir. 
Siyasi gözlemcilere göre, Amerika altı aya kadar açılması bek­lenen Süveyş kanalının açılmasından önce, Kıbrıs sorununun çözümlen­mesini istemektedir. Gözlemcilerin değerlendirmelerine göre, Süveyş ka­nalının açılması yeni şartlar yaratacak, özellikle Hint Okyanusundaki Sov­yet gemilerinin faaliyetleri artacaktır. Bundan dolayı Pentagon, Kıbrıs’ın rakip bloklar arasındaki durumunun açıklığa kavuşmasını istemektedir. Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs, Lübnan ve Suriye üçgeni içinde Kıbrıs’ın önemli bir rol oynaması nedeniyle Amerikalılar, bu önemli faktörün durumunun belli olmasını istemekte, yine gözlemcilere göre önümüzdeki ayların Kıb­rıs için karar ayları olacağı bildirilmektedir. Kıbrıs konusunda, önümüz­deki günlerin birçok olaylara gebe olduğunu unutmamak ve Kıbrıs soru­nundaki emperyalist oyununu iyi kavramak gerekir.


(“Ali Akansel” imzasıyla, İlke dergisi, İstanbul, Sayı:5, Mayıs 1974) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder