Ege denizinde petrol aranması yüzünden Türkiye ile Yunanistan arasında
başgösteren anlaşmazlık, iki ülke arasında son aylara kadar süregelen
ilişkileri birden bozmuş, bu arada Başbakan Ecevit’in Türk tezi olarak Federal
devleti öneren demeci, Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan beşli görüşmelerin
kesilmesine yol açmıştı.
Bilindiği gibi Kıbrıs sorununa, “bağımsız, egemen ve üniter devlet”
esaslarına dayanan barışçı bir çözüm yolu bulmak amacıyla, Kıbrıs Türk ve Rum
toplumları temsilcileri arasında 24 Haziran 1968’de başlatılan toplumlararası
ikili görüşmelerden bir sonuç alınamamıştı. 3 Temmuz 1972 tarihinde yeniden ve
genişletilmiş olarak başlatılan beşli görüşmelere BM Genel Sekreteri Waldheim’ın
özel temsilcisi Osorio Tafall ile birlikte Türk ve Yunan anayasa uzmanları da
katılmışlardı. Aradan geçen iki yıla yakın bir süre içinde taraflar, yasama,
yürütme ve yargı konularında anlaşmaya varmışlar, uzun tartışmalara yol açan
bölgesel yönetim konusunda bir çözüm bulunması için anayasa uzmanlarına görev
verilmişti. Anlaşmazlıklara yol açan polis ve mahkemeler konularında uzlaşmaya
varılmasından sonra, bir ara her iki taraf da iyimser bir tutum içine girmiş,
görüşmelerin hiç olmazsa 1974 yılında sona ereceği ve soruna bir çözüm yolu bulunabileceğine
dair ümitler belirmişti.
2 Nisan 1974 günü, görüşmelerin kesilmesi, siyasi gözlemcilere göre, yeni
Türk hükümetinin, Kıbrıs sorununa çözüm yolu olarak gördüğü “Federal Devlet”
konusundaki demeçler ile Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı Rauf Denktaş’ın ayrı bir
Türk devletinin ilân edileceği yolundaki konuşmalarıdır.
Kıbns Cumhurbaşkanı Makarios, “Türk yöneticileri, Kıbrıs sorununa federal
bir çözüm bulunması üzerinde ısrar ettiklerine göre, toplumlararası
görüşmelere devam etme gereği ortadan kalkmış olur” demiştir. Makarios,
bununla beraber görüşmelere yeniden başlanabilmesinin ihtimal dışı olmadığını
söylemiş, fakat bunun tamamen Türk tarafına bağlı olduğuna işaret ederek, “Görüşmelerin
durdurulmasındaki bütün sorumluluk Ankara’ya aittir” demiştir. Rum tarafının
görüşüne göre, Türkiye’nin federatif çözüm isteğini resmen tekrarlaması,
toplumlararası görüşmelerin esasını yıkarak, başarısızlığa mahkum etmiş ve
devamını da gereksiz kılmıştır.
Kıbrıs’ın “bağımsız, egemen ve üniter” bir devlet olduğu anayasasında
saptanmış olduğuna göre, tarafların tutumlarının ve ayrılıkçı politikanın
ortaya çıkışını anlamak için, geçmiş yıllara dönerek, Kıbrıs sorununun gelişim
çizgisini izlemekte yarar vardır:
Kıbrıs Sorununun
Gelişmesi
Türk-Rum ayrımı gözetmeden Kıbrıs’ın bağımsızlığını ilk defa savunan, 1924
yılında kurulmuş olan Kıbrıs Komünist Partisi (KKK) olmuştur.
İkinci Dünya savaşı sıralarında güçlenen bu sol hareket, 1941’de Emekçi
Halkın İlerici Partisi (AKEL)’ne dönüşmüştür. 1946’da Kıbrıs’ın en güçlü
politik kuruluşu haline gelerek, beş büyük şehirde mahalli seçimleri kazanmış
olan AKEL, Kıbrıs’taki en büyük toprak sahibi olan Ortodoks Kilisesine kafa
tutacak tek örgüt olmuştur. 1955’lerde İngiliz sömürge yönetimi tarafından
kapatılan partiye bağlı sol sendikaların üye sayısı, 30 bin 375 iken, gerici
sendikalarınki 9 bin 767 idi. Faaliyetlerine illegal olarak devam eden AKEL, o
günkü koşullar altında anti-emperyalist mücadelede kullanılan Enosis sloganına
taktik bakımdan karşı çıkılmaması gerektiğini açıklamış, fakat İngilizlere
karşı verilen mücadeleye aktif olarak katılmamıştır. Yunan burjuvazisine
dayanan Rum sağ gerilla yeraltı örgütü
tarafından.
Yunan iç savaşında emperyalizmin hizmetinde çalışmış bir CIA ajanı olan Grivas
önderliğinde, 1955 yılında başlatılan silâhlı mücadele geliştikçe, AKEL
hareketin dışarıdan destekçisi olmakla yetinmiştir.
1960 öncesi dönemde İngiltere’nin adadan çıkması kesinleşip bir anlaşma
ortamı hazırlanınca, faaliyetlerine yeniden izin verilen AKEL, EOKA’yı sağcı ve
gerici bir örgüt, Grivas’ı da faşist bir kişi olarak tanımlayarak, Kıbrıs’ın
tam bağımsızlığından yana olduğunu açıklamıştır. Nitekim AKEL, 1959
anlaşmalarıyla, NATO’ya bağlı Türk ve Yunan alaylarının adaya girmelerine ve
İngiliz üslerine karşı çıkmıştır.
Emperyalizmin
Oyunları
1955- 60 döneminde Kıbrıs Türkleri, milliyetçi çevrelerin sürdürdükleri
ayrılıkçı politika yüzünden Rumlardan uzaklaşmışlar, Enosis’in gerçekleşmesini
istemedikleri veya İngiliz yönetimine sadık kaldıkları için Rumlara karşı
İngilizleri desteklemişlerdir. İngiliz sömürgecilere karşı ayaklanan Kıbrıs
Rumları, mücadelelerini bağımsızlık yanında, Enosis için de yürütmüşlerdi.
Günümüzde EOKA-B adıyla faşist Yunan cuntası tarafından desteklenerek
eylemlerini yine Kıbrıs’ta sürdürmekte olan EOKA hareketinin, gerçek bir milli
kurtuluş savaşının doğmasını engellemek ve adayı bugünlere hazırlamak için
düzenlenmiş sözde bir milli kurtuluş savaşı olduğu anlaşılmıştır.
Kıbrıs Türk liderliği ise uzun yıllar Kıbrıs konusunda ne istediğini kesinlikle
ortaya koyamamış ve Amerikan emperyalizminin güdümündeki Türkiye hükümetlerine
bel bağlayarak pasif durumunu sürdürmüştür.
Öte yandan Kıbrıs Türk toplumunun ilerici kesimi, İngiliz emperyalizminin
adadaki işbirlikçilerinin türlü engellemelerine rağmen, Rum işçi sınıfı ile
birlikte sınıf mücadelesi vermek üzere sendikalarda ve hatta siyasi partilerde
örgütlenmekteydi. Uzun yıllar boyunca ekonomik, sosyal ve hatta kültürel
bakımdan birbirine kaynaşmış bir şekilde birarada yaşamış olan Türk ve Rum
halkları, günlük hayatları yanında birlikte yürüttükleri eylemlerde de
ayrılıkçı politikaya karşı çıkıyorlardı. EOKA ise, ikinci bir cephede daha
savaşmak istemediğinden, Türklerle çatışmaktan çekiniyordu. Böyle bir ortamda
1 Mayıs 1958 günü sol eğilimli Türklerle Rumların birlikte katıldıkları ve anti-emperyalist
sloganlarla, Kıbrıslıların birarada yaşayabileceklerini kanıtlayan bir gösteri
düzenlendi. Bundan birkaç hafta sonra başlayan ardısıra saldırılarla Kıbrıs
Türk işçi sınıfının önderleri, ayrılıkçı Türk liderleri tarafından kurulan Türk
Mukavemet Teşkilâtı (TMT) tarafından öldürülmek istenmiş, hayatlarını
kurtarabilenler yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmışlardır. Böylece Türk
kesiminde estirilen kanlı terör havasıyla Türk işçiler sendikalarından
ayrılmaya zorlanmış, İngiliz yanlısı Türk liderlerine karşı gelişen muhalefet
filizleri yok edilmiştir. Bundan sonra İngiliz ajanların akıl hocalığı ile
tertiplenen çeşitli provokasyonlarla Türk-Rum çatışması gerçekleştirilmiştir.
İngiliz emperyalizminin “böl ve yönet” politikası burada rolünü başarı ile
oynamıştır. Bu amaçla, İngiliz sömürge yönetimi adına, sağcı EOKA gerillalarına
karşı çarpışmak üzere yüksek maaşlı Türk komandolar yazılmış, sonradan TMT’yi
oluşturacak
olan Volkan adlı
Türk yeraltı örgütü üyelerine, büyük para karşılığında Rum EOKA’cılar
vurdurulmuştur.
Kıbrıs adasında yüzyıllar boyunca barış içinde birarada yaşamış olan Türk
ve Rum halkları arasında düşmanlığın körüklenmesinde Rum sağ yeraltı örgütü
olan EOKA ile Türk Mukavemet Teşkilâtı TMT’nin rolleri büyük olmuştur.
Liderliklerini Grivas ile Denktaş’ın yaptıkları bu iki örgüt, bir yandan
“Enosis” ve “Taksim” gibi aşırı milliyetçi ve gerçeklerden uzak fikirler
peşinde koşarken, bir yandan da İngilizlerin Kıbrıs halklarını ayırma isteğine
hizmet ediyorlardı.
İlk Türk Tezi ve
Sonrası
Yunan milli burjuvazisinin Enosis (adanın Yunanistan’a ilhakı) kampanyasına
karşı Türkiye burjuvazisi, “Kıbrıs Türktür, Türk Kalacaktır” tezi ile karşı
çıkmış ve böylece Kıbrıs konusunda ilk Türk tezi ortaya atılmıştır. Bu sırada
sermaye çevrelerine yakın Türk basınının kamuoyunu kışkırtıcı yayınları,
Türk-Yunan ilişkilerini baltalayarak milliyetçi duyguları körüklüyordu. Bunlara
paralel olarak 6/7 Eylül 1955 olayının düzenlenmesiyle, Kıbrıs sorunu artık
Türk kamuoyuna mal edilmişti. 1956 yılı sonunda İngiltere son çözüm yolu
olarak adanın taksimini ortaya atmış, ayrılıkçı politikanın uzantısı olan bu
görüş, Yunanistan tarafından reddedilirken, Türkiye Başbakanı Menderes
tarafından benimsenmişti. Artık Kıbrıs konusunda ikinci resmi Türk tezi için
Türkiye’nin her ilinde “Ya taksim, ya ölüm” mitingleri düzenlenmekteydi.
Amerikan emperyalizminin dümen suyundaki o dönemin Türk ve Yunan
hükümetleri, NATO’nun güney doğu kanadında barışın devamı ve Amerika’nın
askeri-ekonomik yardımlarının sürdürülmesi için, bu dönemde savaşa girmek
istemiyorlardı. Aralık 1958’de iki ülkenin Dışişleri Bakanları Zorlu ve
Averof, Paris’teki NATO toplantısında, sürdürülmekte olan Türk - Yunan
görüşmelerinin devamına karar verdiler. Altı gün sonra EOKA adada sürdürdüğü tedhişi
durdurdu. Yedi hafta sonra da, politik bir çözümle, Kıbrıs Cumhuriyetinin
temelleri atıldı. Amerikan ve İngiliz emperyalizmi, NATO’nun da Kıbrıs’ta söz
sahibi olmasını sağlayacak antlaşmalar hazırlatmıştı. Görüşmeler sonunda
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantör olduğu Zürih ve Londra Antlaşmaları
imzalandı. Sözde, ada halklarına barış getirecek olan bu anlaşmalar, aslında
dengesizlik yaratarak halkları bütünleştirmekten uzak, tutucu bir nitelik
taşıyordu. Bu anlaşmalarla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan ve Türkiye
ile ilişkili, toprakları üzerinde egemen İngiliz üsleri barındıran, yarı
bağımlı bir devlet haline geliyordu. Fakat İngiltere, Yunanistan ve Türkiye on
yıldır kendilerini uğraştıran Kıbrıs sorunundan kurtulmuşlar, yeniden
dostluklarını geliştirmek ümidi içindeydiler. Ne var ki, antlaşmaları imzalayan
hükümetlerden ikisi düşmüş, Makarios’un Londra’da başaramadığı, nüfusun % 20’sini
oluşturan Kıbrıs Türklerine geniş haklar ve garanti veren anayasayı değiştirme
çabaları, Türkiye ve Yunanistan’ı, azınlık hükümetleri ile politik kriz içinde
yakalamıştı. Makarios sonradan yaptığı açıklamalarda, Zürih ve Londra
Antlaşmalarını sırf taksimi önlemek için imzaladığını söylemiştir.
Ortadoğu’da halk kurtuluş savaşları ile emperyalist çıkarların tehlike ye
düştüğü bir dönemde, Rum toplumuna zorla kabul ettirilen Zürih ve Londra Antlaşmalarının
uygulanmaya başlanmasından sonraki üç yıllık süre, bu antlaşmaların
Kıbrıslılar yararına yeniden düzenlenmesi gerektiğini ortaya koymuştu.
Antlaşmalardan beklendiği gibi iki toplum birbirinden ayrılmış ve Kıbrıs
halklarının bütünlüğü önlenmişti. Bu durum emperyalist güçlerin isteğine
uygundu.
İki toplum arasındaki yapay düşmanlığı artırmak için yapılan sistemli
çalışmalar yanında, Türk toplumunda TMT, Rum toplumunda ise EOKA
silâhlandırılıyordu. 1958’lerde başlatılan, gençliğin askeri eğitim amacı ile
Türkiye’ye gönderilmesine devam ediliyor; “Türk’ten Türk’e” kampanyası
sürdürülmeye çalışılırken, Rumdan alış-veriş yapan Türkler TMT’liler tarafından
dövülüyor, Rumdan aldığı malı Türk halkına fahiş fiyatlarla satan Türk sermayedarları,
Rum burjuvazisi ile kıyaslanabilecek bir düzeye ulaştırılmak isteniyordu.
Böylece, emperyalizmin ekmeğine yağ sürecek toplumlar arasındaki
dengesizlikler daha da yoğunlaştırılmış oluyordu.
1961 yılında “Cumhuriyet” adı ile çıkmaya başlayan haftalık bir Türk
gazetesinin kurucuları olan iki ilerici Türk avukat, sonradan Kıbrıs Türk Halk
Partisini kurmuşlar, yapıcı olmayan Türk liderlerini eleştirmeye başlamışlardı.
Kısa bir süre sonra, toplumlararası ayrılığı sağlamak için Rum kesimindeki
Bayraktar camiine TMT tarafından konulan bombanın patlaması olayının bir
tertip olduğunu, gerekirse faillerini gazetelerinde açıklayacaklarını duyuran
iki avukatın, maskeli meçhul kişilerce öldürülmesi olayı, Kıbrıs Türk halkı
arasında huzursuzluk yaratmıştı.
Silâhlı Çatışmalar Başlıyor
Halkların birbirine düşürülmesi yönünde yapılan çalışmaların oluşturduğu
birikim, Makarios’un Anayasanın düzeltilmesi ile ilgili önerilerinin
reddedilmesiyle, iki toplumu silâhlı çatışmaya sevkeden patlamaya yol açmıştır.
21 Aralık 1963’te başlayan toplumlar arası çatışmalar, iki topluma da can ve
mal kaybı getirmiş, binlerce Kıbrıslı evlerini terketmek zorunda kalmıştır.
Böylece sağlanmak istenen bölgesel, fiziki ayrılık da kısmen gerçekleştirilebilmiştir.
Aralık çatışmalarından sonra hükümetteki görevlerine katılmayarak, devlet
yönetiminden uzaklaşan Türk bakan ve milletvekilleri, 1967 yılı sonunda “Geçici
Kıbrıs Türk Yönetimi”ni ilân ettiler. Bugün Kıbrıs yüzölçümünün ancak % 10
kadarını oluşturan Türk bölgeleri, altısı büyük olmak üzere toplam 73 yerleşim
merkezinden meydana gelmektedir. Adanın ekilebilir topraklarının % 30’u Türklere
ait olduğu halde, halen Türk toplumunun yönetimindeki ekilebilir toprakların
tüm Türk bölgelerine oranı % 17’den fazla değildir. Yönetiminde ne bir liman,
ne de bir havaalanı bulunan Kıbrıs Türk Yönetimi, Zürih ve Londra
Antlaşmalarını hâlâ tanıdığını, Türk bakanların eksikliğinde alınan hükümet
kararlarının geçersiz olduğunu iddia etmektedir. Toplumlararası çatışmalar
arabulucu pozundaki BM askerlerine ada kapılarını açarken, Türkiye ile
Yunanistan’ın Kıbrıs’taki etkisini de yeniden artırıyordu. Böylece Kıbrıs’ın
İngiliz üsleri dışındaki toprakları da NATO’nun kontrolüne verilmiş oluyordu.
Rum ve Türk toplumları arasındaki anlaşmazlıklar bu açıdan incelendiği zaman,
Kıbrıs’taki emperyalist oyunlar büyük bir açıklık kazanmaktadır.
Emperyalizmin, Doğu Akdeniz’de “Batmaz uçak gemisi” olarak nitelediği
Kıbrıs adasında barışın sürekli olarak engellenmesinin nedenlerini
araştırırken, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devlet yapısı sorununa bir çözüm yolu
bulunmasında, Kıbrıs halklarına dıştan çeşitli çözüm yollarının kabul
ettirilmek istenmesi ilginç bir durum yaratmaktadır.
Son Durum
Başbakan Ecevit’in Kıbrıs sorununun çözümü için üçüncü Türk tezi olan
federasyonu düşündüğünü yeniden açıklaması, toplumlararası görüşmelerin sonuca
ulaştığı şu günlerde görüşmelerin kesilmesine yol açmıştır.
Kıbrıs’ta, İngiliz toprağı sayılan hava üslerinin varlığı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
bağımsızlık, egemenlik ve üniter devlet esaslarına ters düşerken, Kıbrıs
Türkleri’nin yerleşimleri için ayrı bir egemen bölge yaratılması halinde,
Kıbrıs’ın bir “Devlet” olmaktan çıkacağı muhakkaktır. Bu durumda adanın her
tarafında dağınık olarak yaşamakta olan Türkler arasında bir nüfus aktarması
olmasa bile, şovenist, ayrılıkçı ve uzlaşmaz bir tutum içinde olan Kıbrıs Türk
Yöneticilerinin, ileride Kıbrıs’ın taksimine yol açacak Kıbrıs Türk
devletçiğini ilân edebilecekleri düşünülebilir. 1963 öncesinde Kıbrıs Rumları
ile eşit şartlar altında yaşayan Kıbrıs Türkleri, çarpışmalar sonucu yaratılan
bölgeleşme ile ekonomik yönden çok zor bir duruma düşürülmüşlerdir. Sosyal
sigorta haklarından yoksun Türk öğretmen ve memurları, Rum kesimindekilerden %
78 oranında düşük ücret almaktadırlar. Toplum sürekli olarak ekonomik ve
politik açılardan Türkiye’ye bağımlı tutulmuş, her yıl gönderilen on milyon
sterlin de Kıbrıs Türk toplumunu tüketicilikten kurtarıcı yatırımlara
harcanmamıştır. 12 bin kişilik işçi ordusunun 9 bin’inin Rum kesiminde
çalışması bunu kanıtlayıcı niteliktedir. Ekonomik ve politik bağımsızlıktan
yoksun bir toplumun Kıbrıs’ta bulunması emperyalist devletlerin Orta Doğudaki
çıkarları bakımından çok yararlıdır. Kıbrıs Rumları faşist Yunan cuntasına
demokrasi dersleri verirken, doğrudan doğruya Türkiye’nin kontrolünde bulunan
Kıbrıs Türklerinin önemli bir kısmı ise, Amerikan emperyalizminin çıkarlarını
savunacak bir statünün kurulmasında bir koz olarak kullanılmaktadır. Bu durumun
devamı için emperyalistlerin yerli işbirlikçileri, “Sırf anlaşma olsun diye
anlaşmalara imza atmayacağız” demektedirler. Gün geçtikçe biriken sosyal ve ekonomik
sorunları çözümlemeyi başaramayan Kıbrıs Türk yöneticileri, her türlü ilerici
düşünceye açık olan Türk halkında yeniden uyanan muhalefeti saptırmak için
Kıbrıs Türk İslâm Cemiyeti, Kıbrıs Türk Milli Ülkü Derneği gibi gerici ve
faşist kuruluşları desteklemekte; basın-yayın yoluyla halkı şoven
milliyetçilikle şartlandırmaktadırlar. Şubat 1973 Cumhurbaşkanı Yardımcılığı
seçimlerinde, Kıbrıs Türk toplumunun tek siyasi partisi olan Cumhuriyetçi Türk
Partisini rakip olarak dahi göremeyen Denktaş yönetiminin, CTP adayını saf dışı
etmek için uyguladığı antidemokratik yollarla başa geçişi, bilinen bir
gerçektir. Kıbrıs’ta yaşayan Türk ve Rum halklarının ayrılmasından yana olan
Denktaş yönetiminin, başa geçmek için neler yaptığı ve ileride neler yapacağı açıkça
ortadadır. Yıllarca küçük bir zümrenin ve Amerikan emperyalizminin çıkarları
gereğince uyutulmaya çalışan Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs gerçeklerine aykırı olan
federal devlet tezini barışçı bir çözüm yolu olarak görmemektedir.
Siyasi
gözlemcilere göre, Amerika altı aya kadar açılması beklenen Süveyş kanalının
açılmasından önce, Kıbrıs sorununun çözümlenmesini istemektedir. Gözlemcilerin
değerlendirmelerine göre, Süveyş kanalının açılması yeni şartlar yaratacak,
özellikle Hint Okyanusundaki Sovyet gemilerinin faaliyetleri artacaktır.
Bundan dolayı Pentagon, Kıbrıs’ın rakip bloklar arasındaki durumunun açıklığa
kavuşmasını istemektedir. Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs, Lübnan ve Suriye üçgeni
içinde Kıbrıs’ın önemli bir rol oynaması nedeniyle Amerikalılar, bu önemli
faktörün durumunun belli olmasını istemekte, yine gözlemcilere göre önümüzdeki
ayların Kıbrıs için karar ayları olacağı bildirilmektedir. Kıbrıs konusunda,
önümüzdeki günlerin birçok olaylara gebe olduğunu unutmamak ve Kıbrıs sorunundaki
emperyalist oyununu iyi kavramak gerekir.
(“Ali Akansel” imzasıyla, İlke dergisi,
İstanbul, Sayı:5, Mayıs 1974)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder