22 Mart 1996 tarihli KIBRIS Gazetesi’nin manşetinde okuduğumuz ve Tıp-İş
Başkanı Dr. Erol Şeherlioğlu’nun verdiği bilgi ve belgelere göre, Lefkoşa Dr.
Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin durumu içler acısıymış, devlet para
vermiyor, personel ve tıbbi araç açığı had safhada, cihazlar sürekli arızalı,
çalışan huzursuz ve kalite düşükmüş. Önce KIBRIS Gazetesi’ne teşekkür ederiz.
Bu konuda gereken önemi verip, üzerine gittiği için. Daha sonra Tıp-İş Başkanı’na,
bir meslektaşı olarak sormak istiyoruz: “Daha önceleri neredeydiniz?”
İlginçtir, ne zaman bu ülkenin Sağlık Bakanlığı, yıllardır yılan hikâyesi
gibi uzayıp giden sağlıksız sağlık sistemimize bir düzenleme getirme çabasıyla
harekete geçse, bu sistemsizliğin sorumlularından biri olan kamu görevlisi
hekimler ve onların sendikası kazan kaldırır, grev yapar, ortalığı birbirine
katar. Bu eylemlerinde “bir yer”lerden de destek bulmaları ayrı bir konu. Zaten
sistemsizliği ilke kabul edenlerin, düzene girmesi olanaksız gibi.
Tıp-İş’in gerçekleştirdiği üç büyük grevin geçmişine baktığımız zaman,
hepsinin öncesinde de Sağlık Bakanlığı’nın yeni bir düzenleme getirme çabası
içinde olduğunu görürüz. Bunların dışında, hastanenin eksikliklerinin
giderilmesi ve sağlık sisteminin çağdaş bir düzeye ulaştırılması için herhangi
bir grev yapıldığını ne duyduk, ne de basında bu konuda şikâyetleri içeren mektupların
yayımlandığına tanık olduk! Sorun hep çıkarlara halel gelmemesinden
kaynaklanıyor.
1976’da
sağlık hizmetlerinde “tam gün” çalışma yasası yürürlüğe girip, 1960’lardan
kalan hem içerde, hem dışarda usulsüzlüğüne son vermek istendiğinde yine greve
gidilmişti. Daha sonra dışarıda klinik çalıştırılmadığına ilişkin gazete
ilânları ardından, %40 ek tahsisat alma başlatılmıştı. Yasalara aykırı olarak
yine devlette 9-12 arası çalışıp, geriye kalan zamanı kendi özel kliniklerinde
geçirmeye başlayan kamu görevlisi hekimlere karşı, haklarını aramak isteyen
sadece özel kesimde çalışan meslektaşlarımız, Serbest Çalışan Hekimler Birliği’ni
1978’de oluşturarak, önlemler alınmasını talep ettiler. Ama Sağlık
Bakanlığı’na söz dinletemediler.
1984’de yeniden örgütlenen Serbest Çalışan Hekimler Birliği’nin Başkanı
olan Dr. Erbilen, tesadüfen Sağlık Bakanı olup, yasaları uygulamak isteyince,
bu defa 1986 yılı sonundaki Tıp-İş’in 9 günlük grevi sahnelendi, yine kazan
kaldırıldı. Hastanelerdeki düzensizlikler yine gazetelerde politika yapma,
çıkarları sürdürme aracı olarak kullanıldı.
SHB’nin
kurulduğu günden beri savunmakta olduğu "Sosyal Sigortalı hastaların özel
kesimden de hizmet alabilmesi” ilkesini hayata geçirmeye çalışan zamanın UBP
hükümeti, geri adım atmak zorunda bırakıldı. Yeni bir sağlık yasasının
çıkarılacağına ilişkin protokoller imzalanmış olmasına karşın, hiçbir şey somutlaşamadı.
1993 yılının ilk aylarında, bu kez de Dr. Hasipoğlu’nun UBP Sağlık Bakanı
olması ile ilerletilmeye çalışılan sigortalıların özel kesimden de hizmet
alabilmesi ilkesi, karşısında yine TIP-İŞ’in grev eylemlerini buldu. Bu defa da
hastanelerde çalışan ve düşük ücret alan sağlık personelinin durumu ön plana
çıkartılmış ve esas mesele örtbas edilmeye çalışılmıştı (Bak. 16/3/1993
tarihli Kıbrıs’taki yazımız). O günlerde hastanelerin içler acısı durumuyla ilgili
olarak gazetelere belge verme, ya da hastanelerin döküldüğünden söz etme yoktu.
Zaten esas istenen, sigortalı hastaların sadece özel kesimdeki hekimlerde değil,
meslektaşlarımızın yasadışı özel kliniklerinde de muayene edilebilmesinin
sağlanmasıydı!
Bunun üzerine “bir taktik” olarak ilk aşamada eczanelerden yararlanma
başlatıldı. Ama serbest çalışan hekimlerin mağdur durumları yine devam etti.
Günlerce bir hasta bile göremeyen serbest çalışan hekimlerin bir kısmı ülkeyi
terkederken, bir kısmı da başka iş alanlarına kaymaya başladı. Vergi
Dairelerinde kazanmadıkları gelirin vergisini ve sosyal sigorta primini
ödemeye zorlandılar. Hem de 10 yıllık tıp eğitiminden sonra geçimlerini yeterince
sağlayamayıp, herhangi bir gelecek güvencesi altında olmadan. Öte yandan ise
bir yolunu bulup kapağı devlete atmış olan kamu hekimleri, hem devletten % 40
ek tahsisath maaş almayı açık kliniklerine rağmen sürdürdüler, hem de devlet
hastanesinin olanaklarını kendi özel hastalan için tepe tepe kullanmayı
sürdürdüler. Serbest çalışan meslektaşlarının bir kısmının sefaleti pahasına,
dökülen sağlık sisteminden paylanna düşeni kopardılar. Hastanelerdeki
rezilliklerle ilgili ne bir demeç verdiler, ne de grev yaptılar.
Şimdi ise CTP’li Sağlık Bakanı Avukat H. Celâl, sorunları yaratan ve
sürdüren aynı arı kovanına elini sokarak, sağlık sistemimize yasal bir
düzenleme getirme çabası içinde görünüyor. Yeni yasaların çıkıp çıkamayacağı
bizce yine tartışmalıdır. Ama en azından klinik şeflerine gönderdiği
mektuplarda, onlardan dışarıdaki özel kliniklerini kapatmalarını istemiş
bulunuyor. Bu durum karşısında, sıranın kendilerine de gelebileceğinden
endişelenen diğer kamu görevlisi hekimler, TIP-İŞ aracılığıyla, yıllardır
akıllarına gelmeyen ve bu konuda ne kamuoyu oluşturmuş, ne de grev yapmış
olanlar “cesur açıklamalar”da bulunarak, bakanlığı kendi silahıyla vurma
oyununa yatmış görünüyor.
“Şifa
bulmak için geldiği hastanede uzun kuyruklarda beklerken daha çok hasta olan
vatandaşlar, bazen de bakınacağı doktoru bulamıyor, ya da sıra kartlarının tükenmesinden
dolayı muayene olmadan boynu bükük evinin yolunu tutuyor”muş! Ya da ”Hasta
olunca da kendi imkanları ile özel kliniklerin kapısını çalıyor”muş!
Serbest çalışan hekimlerin kliniklerinde göremedikleri bu hastalar, sakın
TIP-İŞ üyesi kamu hekimlerin dışarıdaki özel kliniklerinde para karşılığında
muayene ve tedavi görüyor olmasınlar. Çünkü biz sadece serbest çalışan
hekimler olarak bu hastaları kendi kliniklerimizde göremiyoruz. Deyim yerinde
ise sinek avlıyoruz!
Evet, sistemin aksaklıklarından sadece kamu görevlisi hekimler sorumlu
değildir. Dürüst olarak çalışmakta olan kamu görevlisi hekimleri de bu
eleştirilerin dışında tutmak istiyorum. Tabii ki yılların ihmali ile henüz
kadrolaşamamış olan ve bilimsel yöntemlerle uzun vadeli planlar yapamayan
Sağlık Bakanlığı, en başta gelen sorumludur. Ama biraz daha gerçekçi olalım ve
çuvaldızı önce hekimler olarak kendimize batıralım! Şeffaf olalım, ama her
zaman ve her konuda. Sadece kendi nasırımıza bastıkları zaman değil!
(“Dr. Ahmet
Cavit” imzasıyla, Kıbrıs gazetesi, 31 Mart 1996)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder