Ahmet An
22 Temmuz 1878’de Kıbrıs’ta 300 yıldan fazla süren Osmanlı egemenliği sona erip
de, İngiliz yönetimi başladığı zaman, ada az gelişmiş bir durumdaydı. Kıbrıs’a
getirilen en önemli yeniliklerden biri de ilk defa bir basımevinin
kurulmasıydı. Ağustos 1878’de Larnaka’da basılıp, yayımlanan ilk gazete,
İngilizce ve Rumca olarak iki dilde yazılar yayımlayan “Cyprus/Kipros” adlı
haftalık gazete olmuştu.
Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler tarafından Türkçe olarak basılan ilk gazete olan
haftalık Saded ise, 1889 yılında ancak 16 sayı (11 Temmuz-14 Kasım 1889)
yayımlanabilmişti. Daha çok bazı ilanlara yer veren bu gazetenin ne yazık ki
günümüze kadar ulaşabilen nüshaları bulunmamaktadır.
Saded’ten 2 yıl sonra 25 Aralık 1891’de yayımlanan ikinci Türkçe gazete, yine
haftalık çıkan Zaman gazetesi olup, Kıraathane-i Osmani’nin katkılarıyla
kurulan ilk Türk basımevinde basılmıştı. 1892 yılında Zaman gazetesinde yer
alan bir makalede, Kıbrıs adasında yaşamakta olan Türk toplumunun zenginleşme
ve ilerlemesi için öncelikle okulların ders programlarının ıslah edilmesi
gerektiği üzerinde durulmuştu.
Zaman gazetesinden ayrılan Jön Türkçü grubun 1893’de çıkarmaya başladığı Kıbrıs
gazetesinin yayın amaçları arasında, yine “vatanımıza, eğitimimize elden
geldiğince hizmet etmek, vatan sevgisini öğretmek” vardı. Adadaki en önemli
sıkıntının eğitimin geri olması, İslam köylerinde okullar açarak ders
programlarının düzenlenmesi, kadın ve kızların okuma yazma öğrenmeleri
gerektiği vurgulanmaktaydı. (Kıbrıs, 10 Nisan 1893)
Kıbrıs İslam toplumunun ekonomik yapısı üzerine kaleme alınmış olan ilk yazılar
da yine bu dönemde Kıbrıs gazetesinde yer almıştır. Bir yandan yerel hükümetin,
ticaret ve ziraata gerekli korumayı göstermediğinden yakınılmakta, öte yanda da
halkın gerekli rağbet ve yardımı göstermediğinden şikayet edilmekteydi.
Sanayinin gelişemediği Kıbrıs’ta üretilen zirai, dokuma ve dericilik gibi
sanayi ürünlerinin geliştirilerek, üretimin artırılması gerektiği
vurgulanırken, eski sistemlerle üretim yapılarak, vakit ve emek harcandığı,
maliyetin yükseldiği, herkesin Avrupa ürünlerini tercih etmeye başladığından
Kıbrıs’ta üretimin çökme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat
çekilmekteydi. Ülke dışında eğitim gören az sayıdaki kişiler, gelince
memuriyet, avukatlık ve bazıları da ticarete atılıyor, ama Sanayi Okuluna
giden yoktu. Adada Müslüman tüccar ve sanayi sahiplerinin sayısı, binde birlik
bir oranında idi, ancak, onlar da mükemmel değildi. Okullarda daha çok dini
bilgiler veriliyordu. Okuma, yazma, tarih, hesap, fen gibi bilimler de
öğretilmeliydi. Rüştiye mezunları, Hıristiyan çocukları gibi, bunları
öğrenmiyordu. Oysa onlar daha çok gayret ediyordu.
25 Haziran 1894 tarihli Kıbrıs gazetesinde yer alan bir makalede, 16 yıllık
İngiliz yönetimi sonrasında adadaki durumu şöyle anlatılmaktaydı: “İdarenin
değişmesinden itibaren, ada Müslümanları, her açıdan mahrumiyete, sefalete
düştü, eski hakları yok oldu. Kıbrıs Meclisinde nüfus oranına göre, yani 9 Rum,
3 Türk şeklinde temsil edildiler. Yıldan yıla göçlerle nüfus azaldı, fakirlik
arttı, İslam Maarifi çöktü. Memuriyet kapıları kapatıldı. İşine son verilen
Kıbrıslı Türklerin yerine Kıbrıslı Rumlar getirildi.Özellikle belediyelerde
Müslüman nüfus istihdam edilmedi. Polis idaresinde özveri ile hizmet etseler
bile,mükafat ve ilerlemeye ulaşamadılar.”
Müslüman Maarif Komisyonu üyesi Mehmet Faik Bey’in İstanbul’daki Sadrazam Halil
Rifat Bey’e gönderdiği 10 Ağustos 1896 tarihli raporda da İngiliz yönetimine
suçlamalarda bulunulmakta, eğitim görüp adaya dönen gençlerin iş bulamayıp,
diğer Osmanlı vilayetlerine göç ettiği, adada kalanların işsiz olup,
evlenemediklerinden şikayet edilmekteydi. Köylerdeki Kıbrıs Türklerinin de,
Hıristiyanlar arasında kalıp, Türk ilkokulları olmadığından Rumca konuştukları
ve cahil köylüler olarak kaldıkları belirtilmekteydi. Bunlar arasında hatta
dinlerini değiştirenler vardı. Köylerde yeni ilkokullar, Lefkoşa’da da bir lise
açılmalıydı.Adada sakin 164.191 Hıristiyana karşı, sadece 47.926 Müslüman
vardı. 10 sene sonra Müslümanların nüfus olarak önemi kaybolacaktı. (A.An, Kıbrıs Türk Toplumunun Geri Kalmışlığı
(1892-1962), Lefkoşa 2006, s.8)
1897’de Lefkoşa’da 30-40 Rum tüccar varken, Kıbrıslı Türklerin sadece 4-5 tüccarı vardı ve işlem hacmi çok daha azdı. Osmanlı döneminde ticaret İslamların elinde iken, daha sonra tedricen Hıristiyanlara geçmişti.
1897’de Lefkoşa’da 30-40 Rum tüccar varken, Kıbrıslı Türklerin sadece 4-5 tüccarı vardı ve işlem hacmi çok daha azdı. Osmanlı döneminde ticaret İslamların elinde iken, daha sonra tedricen Hıristiyanlara geçmişti.
İşsiz Müslümanların göç sorunu, daha sonraki yıllarda da devam etti. 27 Mayıs
1907 tarihli Mirat-ı Zaman gazetesinde yer alan “Hicret” başlıklı yazıda şöyle
denmekteydi: “Mecbur kalmadıkça göç etmek, şer’an caiz değil. Adada azalmaya
değil, bilakis çoğalmaya çalışalım. Sanat öğrenelim. Sanat sayesinde ticaret
yapalım. Kahvehanelerde oturmakla, tavla, dama, kağıt oynamakla insan maişetini
temin edemez.. Çalışmalı, para kazanmalıyız. Hizmetçi olmamalı, hizmetçi
kullanmalıyız.”
1909’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gece mektepleri açarak eğitimin
yaygınlaşması çabası Kıbrıs’a da yansımıştı. Örneğin Mirat-ı Zaman gazetesinin
29 Mart 1909 tarihli nüshasından öğrendiğimize göre, Leymosun’daki Siliku
köyünde böyle bir gece mektebi nin açılışında konuşan köy öğretmeni Hacı Sadık
Efendi, Rumları örnek gösteriyor, eğitimin şart olduğunu vurgulamaktaydı.
İstanbul’da hekimlik yapan ilerici bir Kıbrıslı Türk olan Dr.Hafız Cemal,
1906-1909 yılları arasında Kıbrıs’ta bulunmuş ve gençler için bir Sanayi
Mektebi kurmuştu. Burada Türk ve Alman ustalar tarafından ayakkabıcılık,
marangozluk, demircilik, ciltçilik ve şemsiye tamirciliği gibi çeşitli el
sanatları öğretilmekteydi. Bunun yanında Rumca, İngilizce, Arapça, Almanca ve
Fransızca gibi yabancı dilleri öğreten bir akşam okulu açılmıştı. Dr.Hafız
Cemal, iki yıl büyük özverilerde bulunmuş ama eğitim faaliyetleri, dinci
gericilerin tepki ve baskıları yüzünden, okullarını kapatarak adayı terke
zorlanmıştı.
Dr.Hafız Cemal, 1909’da yayımladığı “Kıbrıs Osmanlılarına Mahsus İstikbal
Programı” başlıklı çalışmasını 31 Mayıs 1909’dan itibaren Mirat-ı Zaman
gazetesinde yayımlamış ve yine aynı yıl “Kıbrıs’ta geçen dört senelik hayatım”
başlıklı hatıralarında şunları yazmıştı. “Kıbrıs Türkleri eğitim, öğretim ve
sanattan yoksun olduklarını söyleyebilirim... Adamızın hiçbir köy ve
kasabasında Türk olarak bir tek hekim, eczacı, diplomalı ebe bile yoktu. 60
bini aşkın Türk halkının tıp, eczane ve ebelik ihtiyacını Rumlar sağlıyor.
Lefkoşa’da ve her kaza merkezinde mükemmel Rumca, İngilizce, Fransızca ve
Türkçe bilen yüzlerce muktedir Rum avukatlarına karşı çıkarak, milletinin
haklarını savunup koruyacak Türk avukatlarımız yok. Her ne kadar 1-2 tane
avukatımız son dönemde adaya gelmişlerse de, yeterli değildir... İşte Türklerin
sanatkarları: Şamişici, yoğurtçu, muhallebici, yemenici, şerbetçi, dondurmacı,
sahlepçi, çaycı, çörekçi, kahveci, nalbant, yorgancı, keçeci, börekçi,
kahvaltıcı, tellak, hamamcı, hancı, uşak, yük arabacısı, hizmetçi, hamal,
ırgat, çiftçi. Bir buçuk lira maaş alan kamu görevlilerinin hemen tümü
Lefkoşa’da, biraz da Baf’ta bulunuyordu. Bazı kunduracılar, vasıfsız
bahçeciler, beyler, paşalar, ağalar. Az sermayeli küçük bakkallar, eski tarz
berberler, saat tamircileri. Milli kalkınma konularında Rumlar, genellikle
birlik, işbirliği ve dayanışma içinde... Türklerde birbirini çekememe, kavga,
özgürlük kavramını kötüye kullanarak, sürekli zevk ve safa içinde eğlenip
gitme, günü birlik yaşama var. Türklerin %60’ı çocuklarını okutamaz. Bazıları
İstanbul okullarında okutsa bile, büyük adam ve meslek sahibi olamıyorlar
Rumlardan 200 yıl geriyiz.”
Kavanin Meclisi üyeliğinde bulunmuş olan Mustafa Hami Bey, 26 Haziran 1911 tarihli
(Sayı:1) Vatan gazetesinde başlayan “Sosyo-ekonomik dertlerimizden”
başlıklı yazı dizisinde şu soru sorup, yanıt aramaktaydı: “Biz niçin zengin
olamıyoruz? Kuşkusuz, zenginliğe giden yolları aramadığımızdan.” Hami Bey
ayrıca, kızlar için de ortaokulların açılmasını önermekteydi.
1911’de Osman Cemal Efendi tarafından bastırılan 46 sayfalık “İntibah” (Uyanış)
adlı kitapçıkta, şunlar yer almaktaydı: “30 yıldan beridir maarif, evkaf
meseleleri ile hırlaşıp, boğuşuyoruz. Hiçbir sonuca ulaşamıyoruz. Toplumun
başındakiler, maksatlarına ulaşana kadar kendilerini vatanperver,
milliyetperver gösteriyor. Sonra tembellik, işleri ağırdan alma ve çıkar
politikası izliyor. Hıristiyanlar sanata, ticarete yönelirken, Müslümanlar
memuriyete yöneliyor ve zevkü safaya para harcıyorlar.”
10 Ocak 1920, Doğru Yol gazetesinde yazan Mehmet Remzi, “Kendine güveni olmayan
kişi ve milletler, girişken, kararlı kişi ve milletlerin egemenliği altına
girer” başlıklı bir makalesinde, Kıbrıslı Türklerin yalnız Lefkoşa’da bir
tasarruf sandığı bulunduğunu belirterek, milli bir ticari bankanın
kurulmasının kaçınılmaz olduğunu vurgulamaktaydı.
Doğru Yol. gazetesi, 1. kuruluş yıldönümü münasebetiyle 13 Ağustos 1920
(Sayı:49) tarihli nüshasında yer alan bir makalede şunları yazmaktaydı:
“Elli sene önce zengin idik, bugün fakir olduk. 50 yıl önceki eğitim düzeyi ile
bugünkü durumumuz ölçülsün. Aradaki fark hissedilmeyecek kadar azdır.”
Davul adlı mizah gazetesi, 1 Nisan 1923 tarihli (Sayı:39) nüshasında, Kıbrıslı
Türklerin ekonomik durumu ile ilgili olarak şu bilgileri vermekteydi: “Köylü
borç içinde, gırtlağına kadar gömülmüştür. Malı mülkü bütün Aftos zenginler,ne
ipotek edilmiş de, bizim zenginlerimizin hâlâ köşe bucak saklanmaya bakıyorlar.
Bütün köylerde eğitimsizlik egemen, tarım ilkel bir şekilde, ticaret hepten
Rumlarda, sanat adına Türklerde hiç birşey yok. Demirci, pabuççu, marangoz,
kısacası bütün sanat onlarda. Birde ise kasap bir, yorgancı iki. Daha ne
isteriz? Tek tük yetişmiş sanatkarlar Lefkoşa’da, dışarıya çıkmıyor... Adada
Türk varlığının en çok hissedildiği yer Lefkoşa.Rum mahallesinde semaya
yükselen binalar. Türk mahalleleri köstebek yuvası gibi çamurdan kulübeler.
Şimdi sorarım: İleri mi, geri mi?”
Avukat Fadıl Niyazi, 25 Ocak 1924 tarihli (Sayı:3) Birlik gazetesinde yer alan
“Kazanç Yolları” başlıklı makalesinde şunları yazmaktaydı: “ Adada Müslüman
hayatını gözden geçirirsek, görürüz ki, atalarımızın çiftlikleri, paraları,
hazır kazançları artık tarihe kavuşmuştur. Onlar4ın bize yadigar bıraktıkları o
büyük serveti, yarım yüzyıl içinde elimizden kaçırdık. Bugün yaşamak için dört
elle çalışmak mecburiyetindeyiz. . Adada bizim için hemen yalnız üç kazanç
alanımız vardır: Çiftçilik, sanat, ticaret. Bunlar milli varlığımızın üç
ayağını oluştururlar.”
Haber gazetesi, 20 Ekim 1934 tarihli ilk sayısında şu değerlendirmeyi yapmıştı:
“Aradan bu kadar seneler geçmiş olduğu halde, henüz içine giremediğimiz bir
saha varsa, o da kazanç sahasıdır... Bizim için terakki yolu, bu sahaya
girdikten sonra açılabilir.”
Bir yıl sonra, Ses gazetesi de 3 Ekim 1935 tarihli nüshasında (Sayı:14) yer
alan “Kendi Durumumuz” başlıklı başyazısında yine ticaret ve
sanatın önemini vurgularken, “adada Türk ulusunun tutunabilmesi için en çok
ticaret ve sanayi alanlarında yer tutmak gerektiği”nin altını çizmekte ve şöyle
yazmaktaydı. “Bu hakikat, en evvel bizim tarafımızdan bulunmuş ve meydana
çıkarılmış bir şey değildir. Doktor Hafız Cemal senelerce evvel bu
hakikat uğruna büyük fedakarlıklar yapmıştır. Ses’ten evvel çıkan Kıbrıs Türk
gazeteleri, bilhassa Masum Millet’de bu yolda çok takdire değer yazılar
yazmışlar, Türk tecim ve endüstrisinin ilerlemesine çalışmışlardır...
Hükümetten, bir tecim, bir de sanat mektebinin açılmasını istemek, Türk
önderlerinin büyük bir vazifesidir.”
Aynı gazete 14 Kasım 1935 tarihli nüshasında da Kıbrıs’ın sanayileşmesi
konusunu işlerken, Rum ve Ermenilerin sanayi tesisleri kurmalarına ve Rum
basınının sanayileşmeye verdiği öneme değinmekte; 5 Mart 1936 tarihli
nüshasında da, “Kıbrıs Ticaret Odası’nın Yönetim Kurulunda bir tek Kıbrıslı
Türkün bulunmaması acı bir mahrumiyettir” diye yazmaktaydı.
Ses gazetesi, 30 Temmuz 1936 tarihli nüshasında yer alan “Endüstrilerimiz” başlıklı
başyazıda, “Türkiye’de birçok endüstri tesisinin bankalar tarafından
kurulduğunu hatırlatarak, Kıbrıs’ta da ilk fabrikanın, ayrı bir şirket halinde
Lefkoşa Türk Bankası tarafından açılması dileğinde bulunmaktaydı.
Söz gazetesinin 5 Nisan 1938 tarihli nüshasında, Kavanin Meclisi eski
üyelerinden Necati Özkan’ın bir tütün fabrikası tesisi için gerekli izni
aldığını ve Kıbrıs Vapur Şirketi Ltd’nin resmen tescil edildiğini duyururken,
10 Mayıs 1938 tarihli Söz’de ise, yine Necati Bey’e ait Marangoz ve Doğrama
Fabrikası, Çini Mozaik Fabrikası, Kereste ve Hırdavat Mağazası’nın ilanı yer
almaktaydı.
29 Haziran 1943 tarihli Halkın Sesi gazetesinde kaydedildiğine göre, adada
bulunan 5 Rum tütün fabrikasında ayda 17.500 okka sigara üretilirken, Necati
Özkan’ın fabrikasında 13 okka tütün işlenmekte ve 520 paket sigara
üretilmekteydi.
Haftalık Yankı gazetesi, 24 Eylül 1945 tarihli nüshasında yer alan “Kıbrıs’ta
Türk varlığı sağlam temellere dayanmalıdır” başlıklı makalede şu şikayete
yer vermekteydi: “Büyük bir dirayetsizlik gösterdik, hazineler değerindeki
milli serveti elden kaçırdık. Zaafa ve fakra düştük. Türk tüccarlarla dolu
pazarları rakip unsura devrettik. Tek bir cümle ile ifade edelim, efendi iken,
uşak ve bir hiç olduk. Çünkü zamanın emrettiği terakki hamlelerine ayaklarımızı
uyduramadık... Teşkilatsızız. KATAK’ı oluşturduk, ama bazı kurucu arkadaşlar
onu ağır eleştirilerle yıkmaya çalıştı.”
Rıza Burçak adlı bir yazar, 11 Ocak 1946 tarihli Söz gazetesinde yer alan
“Geriliğimizin Sebepleri” başlıklı yazı dizisinde, idealsizlik ve memur
zihniyetini bunun nedeni olarak göstererek, okuyucularına ticari hayata atılma
gerektiğini tavsiye etmekteydi.
Masum Millet gazetesini çıkaran Avukat J.M. Rifat, Yeni Fikirler dergisinin
Mayıs 1946 tarihli ilk sayısında yer alan “Çarşı İnkılap Müzesidir” başlıklı
makalesinde şöyle demekteydi: “Dr.Hafız Cemal Beyin 1904’de memlekette
politeknik eğitim kurma çabası reddedildi... Memur ve muallim izdihamına
ihtiyaç yoktur...”
Görüldüğü gibi 1900’lü yılların başından başlayarak Kıbrıs Türklerin en büyük
sorunu, üretici hayattan kopuk, ekonomik yaşamın dışında, tüketici memurlar
olarak kalmalarıdır.
M.Kemal Deniz, 6 Aralık 1946 tarihli Ateş gazetesinde şu satırları yazarken
kendini çok mutlu hissetmekteydi: “Son günlerde Türk gençlerimiz arasında da
ticarete karşı bir heves uyanmaktadır. Bugün liseyi bitiren epeyi
arkadaşlarımız ticaret hayatına atılmışlar veya atılmağa çalışmaktadırlar.
Bundan on sene evvel, memur olma zihniyeti hüküm sürmekte idi. Hatta birçok
anneler çocuğunu beşikte sallarken “Çocuğum uyusun da büyüsün ve bir daireye
katip olsun” temennisinde bulunurlardı...Ticaretin en kazançlı bir yol olduğunu
görüyoruz. İşte son günlerde kurulan üç Türk ticaret şirketi: Türk Sinema
Şirketi, Atai Kardeşler, Halil Ali ve oğlu. Bu kımıldayışın bizi ne kadar
sevindirdiğini asla tahmin edemezsiniz.”
“Gürses” imzasını kullanan bir sütun yazarı da, 7 Eylül 1947 tarihli Ateş
gazetesinde yer alan “İktisad alanında yükselmeye çalışmalıyız” başlıklı
makalesinde, sinemalara, para düşmanı eğlence yerlerine ve kumara yönelen akına
bir son verilmesi çağrısında bulunmaktaydı.
Eczacı Timur Azmioğlu tarafından kaleme alınan ve 11, 12 ve 13 Haziran 1947
tarihli Hürsöz gazetelerinde dizi yazı halinde yayımlanan “Kıbrıs Türk
İktisadiyatı, Sanat ve Ticaret Durumu” başlıklı yazılar ve Halkın Sesi
gazetesinin 29 Nisan 1948 tarihli nüshasında çıkan ve gazetenin düzenlediği
yarışmada ikincilik ödülünü kazanan “Şimdiye kadar içtimai sahada neden
geri kaldık?” konulu makale ve 1 Mayıs 1948 tarihli Kurun gazetesinde yer alan
Lise 1. sınıf öğrencilerinin aytışma konusu “Memuriyet mi, serbest meslek mi?”
diğer örnekler olarak verilebilir.
Yine 1948 yılında, grev yapan maden işçilerini desteklemek üzere yayımlanan ilk
solcu Türk gazetesi olan Emekçi de 19 Mayıs 1948 tarihli ilk nüshasında,
işçilerin örgütsüz olduğundan şikayet etmekte ve şöyle demekteydi: “Kıbrıs
Türkleri bugün arazisiz köylü ve çiftçi, şehir, kasaba maden ve liman
işçilerinden ibaret bir kütledir. Ticaret ile iştigal eyleyen veya fabrikatör
takımından yekün bir tüccar sınıfına malik değildir.”
İrfan Hüseyin, 9 Temmuz 1948 tarihli Türk Sözü gazetesinde yer alan “İktisadi
Davalarımız” başlıklı başyazısında şu serzenişte bulunmaktaydı: “Yahudiler
ekonomiyi ele geçirirken, Araplar uyumaktaydı... Nerede bizim müteşebbis iş
adamlarımız? Halen en muhteşem şekli ile kurulmakta olan Lidra Palas, bir
Rum şirketi yerine Türk şirketi tarafından inşa edilse idi zarar mı ederdi? Bu
kadar bol doktorumuz vardır, birleşip de bir hastahane açsalar, müşteri
kılığına mı uğrarlar?”
Sonunda, Necati Özkan’a ait 15 Kasım 1950 tarihli İstiklal gazetesinde yer alan
“İftihar edilecek Türk çarşısı” başlıklı bir makalede yer alan şu satırlar,
Lefkoşa’daki Mecidiye Sokakta yer alan işyerlerini sayarken, bir Türk
çarşısının oluşmakta olduğunu haber vermekteydi: “Tamamile Türk çarşısı halini
alan bu yolda (Mecidiye Sokakta) mobilyacılar, terziler, kunduracılar,
eczahaneler, ithalatçılar, pastahaneler, döşemeciler, Türk Bankası, İstiklal
gazetesi ve matbaası, TC Devlet Hava ve Demir Yolları, Güven Sigorta Acenteliği,
kitapçı, ciltçi ve tuhafiyeci, taksi yazıhanesi, velesbitçi, berber, bakkal,
Kardeş Ocağı, muhasebe ofisi sıralanmaktadır.”
Kıbrıslı Türkler artık kendilerine ait bir Türk çarşısından söz
edebilmekteydiler.
(Bu
bildiri, 20 Mayıs 2004 tarihinde Lefkoşa’da Kıbrıs Üniversitesi Türk
Araştırmaları Bölümü tarafından düzenlenen “Orta Doğu Basınında bir konu olarak
Ekonomi” başlıklı ve “Orta Doğu’da Basının Tarihi” üzerine düzenlenen
uluslararası konferansların 6. toplantısında sunulmuştur.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder