Ahmet Muzaffer Gürkan, Maarif Dairesi Sandık Emini
olan Mehmet Muzaffer Bey’in beş evladından biri olarak, 1924 yılında Lefkoşa’da
doğdu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Lise 1. Sınıfta iken, sağlık nedenleriyle
okula devam edemedi. Daha sonra Lefkoşa’daki Shakespeare Okulu’nda öğrenim
gördü ve oradan mezun oldu. Kendi gayreti ile hükümet sınavlarını geçti. Ama
hükümet memurluğuna girmedi. Bir süre Osmanlı Bankasında, daha sonra da Türk
Bankasında banka memuru olarak çalıştı.
Genç yaşlarından itibaren yazmaya ve edebiyata ilgi
duydu. Kardeşi diş hekimi ve tarih araştırmacısı Haşmet M.Gürkan (1932-1992),
evdeki gazete ve dergiler arasında bulduğu ve onun 12 yaşında iken tuttuğu ve
1936 yılı sonu ile 1937 yılı içindeki bazı olaylara değinen notlarını “Eski Bir
Defterden” başlığı altında yayımlamıştır. (Yeni Düzen, 9, 10, 11 Şubat 1989)
İlk dönem şiirleri için “Ocak” dergisinde (Mayıs
1946) çıkan “Bekleyiş Kabusu”, Türk Sözü’nde (5 Ekim 1948) çıkan “Bir Hicranın
Şarkısı”, Memleket gazetesinde çıkan (19 Ocak 1951) ve ölen kardeşi Özen için
kaleme aldığı “Elveda”, örnek olarak verilebilir. (Harid Fedai, Türkiye
Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Cilt:9, Ankara 1997, s.295-296)
Daha sonra
Çardak dergisinde yayımlanan “Değişmez Lefkoşa’nın Çehresi” adlı şiirinde
Lefkoşa’yı tarihi havası içinde vermeye çalışmıştır. (H.M.Gürkan, Eski Şiirimizde
Tarihi Çevre, Söz, 18.5.1984) 1960-62 yıllarında çıkan Cumhuriyet gazetesinde
de “Sohbeti” takma adıyla çok sayıda mizah ve taşlama şiirleri yayımlamıştır.
Gürkan, gazeteciliğe
ve yazmaya olan merakı yüzünden, daha 24 yaşında iken, Nisan 1948’de kendi
imtiyaz sahipliğinde “Türk Sözü” adlı günlük bir gazete yayımlamaya başladı.
Gazetenin Yazı İşleri Müdürü, kendisi gibi kavgacı bir yazar olan İrfan Hüseyin
idi ve başmakale onun tarafından yazılmaktaydı. Gürkan ise, Zamanın Aralığından
(A.Muzaffer Gürkan), Siyasi İcmal (Diplomat), İğnenin Deliğinden (Dürbin) adlı
köşelerde takma adlarla yazılar yazmakta, Ahmet Zekeriya Aktuğ adıyla da
şiirlerini yayımlamaktaydı.
Lefke yakınlarındaki Kıbrıs Maden Şirketi’nde
çalışmakta olan Rum ve Türk işçilerin uzun süren gerevi sırasında işçilere
destek olmak amacıyla 19 Mayıs 1948’de yayımlanmaya başlayan günlük “Emekçi”
gazetesi ile “Türk Sözü” arasında büyük polemikler yaşandı. Türk milliyetçisi
ve antikomünist yayınları ile dikkat çeken Türk Sözü, Hasan Şaşmaz ve Halil
Kahraman gibi milliyetçi sendikacılara sayfalarını açarak, solcu Türk İşçi
Birlikleri’nin ileri gelenleri tarafından yayımlanmakta olan Emekçi’yi “AKEL ve
PEO’dan emir alan Kızıl Şebeke” olarak suçlamaktaydı. Her iki gazete de 1948
yılı bitmeden, çeşitli nedenlerle yayımlarını durdurmak zorunda kaldılar.
Şair ve yazar Özker Yaşın, Ahmet Muzaffer
Gürkan’la ilgili olarak şöyle demektedir:
“Ahmet (Muzaffer Gürkan),
Kıbrıs Türk Basınının en güçlü, fakat en muhalif yazarlarından biriydi. Kendisi
gibi muhalif bir yazar olan İrfan Hüseyin ile birlikte çıkardıkları TÜRK SÖZÜ
gazetesinde özellikle Dr.Fazıl Küçük’ü çok ağır bir şekilde eleştirmişti. Yazık
ki TÜRK SÖZÜ gazetesini parasal sıkıntıya düşerek kapatmak zorunda kalmışlardı.
Ahmet, gazetesini basan Bozkurt Basımevi sahibi Cemal Togan’a borcunu ödemek
için arabasını vermişti. Gürkan, etine doluca, tombul, al yanaklı, daima
gözlerinin içi gülen, devamlı espri üreten sevimli bir adamdı.” (Nevzat ve Ben,
Cilt:1, İstanbul, 1997, s.424)
Ahmet Muzaffer Gürkan ile İrfan Hüseyin, çok
geçmeden Temmuz 1949’da ve bu defa Hüseyin İrfan’ın sahip ve müdürlüğü altında “Sabah”
adlı başka bir günlük gazete yayımlamaya başlarlar. “Her Sabah Türk Irkına Yeni
Bir Ufuk Açar” alt yazısıyla çıkan Sabah’ta, Gürkan yine “Çuvaldız Deliğinden
(Dürbün)”, “Zaman Aralığından (Ahmet Zekeriya Aktuğ)”, “Siyasi İcmal
(Diplomat)” köşelerinde yazmaktaydı. Ekim 1949’a kadar üç aylık yayımdan sonra
gazete yine kapanacaktır.
Kardeşi Haşmet M.Gürkan, 1948 ile 1952 yılları
arasında ABD’nin Karava’daki Radyo Dinleme İstasyonunda çalışan Ahmet Gürkan
ile ilgili olarak şöyle demektedir:
“Sabah gazetesinde çalıştı. Sonra o gazete
satılmadı. Aslında fena bir gazete değildi. O sıralar Amerikalılar bir radyo
dinleme istasyonu açmışlardı. Orda iki mütercime ihtiyaçları vardı. Abim de
müracaat etti. İyi İngilizce bildiği için kabul edildi. Orda, yayın yapan
özellikle sosyalist ülkelerin, Orta Asya’daki yayınları İngilizceye
çeviriyordu. Abim edebiyata meraklı olduğu için Azerbaycan şivesini de anlardı.
Taşkent Radyosundaki konuşmayı da anlardı. Çünkü sağlam bir edebiyat kültürü
vardı. Fakat girdiği hiçbir işte uzun süre kalamadı. Çünkü Girne’de otururdu.
Yetişip matbaa mürekkebinin kokusunu aldı diye mi nedir, gazetede yazılar
yazar, polemiklere girerdi, takma isimlerle. Bir iki kez şikayet ettiler.
Amerikalılar haklı olarak dediler ki ‘Ya sen burda memursun, ya giden
Lefkoşa’da makale yazan, toplantılara katılın.’ Ayrılmak zorunda kaldı.”
(Haşmet Gürkan ile Söyleşi, Yaşar Karadoğan, Ortam, 12.5.1988)
Zamanın ilericilerinden M. Zeki Milyalızade’nin
sahip ve başyazarlığında ve 14 Temmuz ile 8 Ekim 1950 tarihleri arasında
yayımlanan “Milliyet” gazetesinin ilk sayısında yer alan “Milliyet ve Prensiplerine
Dair” başlıklı makalede, yine Ahmet Zekeriya Aktuğ imzasını görmekteyiz ve şu
fikirler dile getirilmekteydi:
“Yegane maksadımız Kıbrıs Türk cemaatı arasında
yeni doğan hür fikir cephesini takviyedir. Baş prensibimiz her şeyin üstünde
Kıbrıs Türk cemaatinin menfaatleridir.”
Aktuğ, 21 Kasım 1950 tarihli Memleket’te,
“Muhtariyet tehlikesinin ufkumuzda kara bir bulut halinde belirdiği bu
günlerde, şahsi davalarla uğraştıklarını esefle gördüğümüz parti gazetelerini
bu kabil neşriyata veda etmiye davet ediyoruz” derken, 1 Ekim 1950’de
yayımlanan bir başka makalesinde de “1948 yılında patlak veren bu fikir
ihtilalinin bayraktarlığını sırasıyle milliyetçi gazetelerimiz Türk Sözü,
Kurun, Kıbrıs, Sabah ve Milliyet gazeteleri deruhte ettiler” diye yazarak, savunduğu
“Partiler Üstü Birlik” görüşü ile Kıbrıs Türk liderliğini ele geçirmeye
başlayan ve tek görüş yanlısı Dr.Fazıl Küçük ile 28 Ekim 1949’dan itibaren
yayımlanmaya başlayan İstiklal gazetesi ile İstiklal Partisini kuran M.Necati
Özkan’ı hedef almaktaydı.
14 Kasım
1950’de ilk sayısı yayımlanan “Memleket” adlı gazetenin başmakale yazarı da,
“Aktuğlu” takma adını kullanan Ahmet Muzaffer Gürkan’dı. “Haftanın Siyasi
Takvimi”ni de Odacıoğlu imzasıyla yine o hazırlamaktaydı. Haziran 1951’e kadar
yayım yaşamında kalacak olan gazetenin üzerinde, kurucusu olarak Hikmet Afif
Mapolar, Başyazar olarak da Muzaffer Aktuğlu’nun adları yazmaktaydı. Ama gazetenin
esas sahibi, Ahmet Muzaffer Gürkan’dı. Memuriyeti nedeniyle kendi adını
kullanmayan Gürkan, bu gazetedeki yazılarında da Muzaffer Aktuğlu, Zekeriya
Odacıoğlu gibi takma adları kullanmayı sürdürdü.
Memleket’in ilk sayısında
yer alan ve “Aktuğlu” imzasını taşıyan makalede, gazetenin çıkış nedeni şöyle
dile getirmekteydi:
“Kıbrıs uluslararası bir
konu olmak eğiliminde. Biz ise bütün yüreğimizle iman ettiğimiz kutsal bir
davanın ‘yalnız ve ancak Türkiye’ davasının savunmasını yapmakla öksüz
toplumumuza yararlı olacağımızı sanıyoruz.
Rum vatandaşlarımız,
hiçbir hakları olmadığı halde, Enosis’i uluslararası platforma getirme
başarısını gösterirken, onlara karşı bizim de karşıt bir görüşümüz bulunmalıdır
ki bu da ‘yalnız ve ancak Türkiye’ olabilir.”
“Zaman Aralığından: Türk
Edebiyatı ve Kıbrıs Sanatçıları (A.Muzaffer Gürkan)” başlıklı makalesi ile 24
Nisan 1952 tarihinden başlayarak, “Hürsöz” gazetesinde yazmaya başladı. Hürsöz’ün
3 Mayıs 1952 tarihli nüshasında şöyle bir ilan yer almaktaydı:
“En iptidai dereceden en yüksek seviyeye kadar
İngilizce dersler. Gürkan-Başaran Kursları- Bu kurslar, Baf Britanya
Enstitüsünde başarı ile dört yıl İngiliz dili öğreten Ahmet Cevdet Başaran ve
tanınmış mütercim ve yazarlarımızdan Ahmet Muzaffer Gürkan tarafından
teşkilatlandırılacaktır.”
Ahmet Muzaffer Gürkan, 1953 yılı başında da Necati
Özkan’ın İstiklal gazetesinde “Muzaffer Aktuğlu” imzasıyla makaleler yazmaya
başladı. 31 Ocak 1953 tarihli İstiklal’de yer alan “Partiler Üstü Birlik”
başlıklı makalesinde şu görüşleri dile getirmekteydi:
“Bozkurt’un (gazetesinin) teklif ettiği birlik ve
beraberlik ‘Tek Parti Birliği’ şeklinde asla tezahür edemez. Artık adamızdaki
Türk genel efkarı için yeni bir ufuk açılmış ve ‘Tek parti şefliği’ zihniyeti,
bütün kötülükleri ile tarihe gömülmüştür. Ve yine artık, inhisarcı zihniyetin
mümessili olan ‘Tek gazete diktatoryası’ da sona ermiştir.”
Hürsöz gazetesinin sahip ve başyazarı Fevzi Ali
Riza, 17 Temmuz 1953 tarihli ve “Muzaffer Aktuğlu’ya birkaç sual” başlıklı
makalesinde, ona şu soruları yöneltmekteydi:
“Cemaat arasında bir komünist partisi kuracağım ve
bu eşşeklere! karşı çıkacağım diyen kimdir? Her ikide bir, bu cemaat şöyledir,
bu cemaat böyledir, bu cemaati şöyle yapmalı, bu cemaat adam olmaz diye
safsatalar savuran kimdir? Büyük anayurdumuz Türkiye’nin tarihinin son 50
yıldan beri yanlış yazıldığını, kahramanların bir hain, hainlerin ise kahraman
olarak geçirildiğini sayıklayan kimdir?”
İstiklal’in 13 Ocak 1954 tarihli son sayısında da
yazan “Muzaffer Aktuğlu” şu saptamada bulunmakta ve Dr.Küçük’ün etkinliğindeki “Kıbrıs
Türk Kurumları Federasyonu”nuna karşı bağımsızlardan oluşan bir cephenin
oluştuğunu belirtmekteydi:
“Bu
memlekette Kıbrıs Türk cemaatının genel efkarında dahi, tek zümrenin türküsünü
çağıran gazeteler grubunun meydanı boş bulmasını hazmedemeyenlerden ibaret bir
bağımsızlar cephesi teşekkül etmiş bulunmaktadır. İlk bakışta bu cephe
kuvvetsiz, hem de pek kuvvetsiz olarak görülebilir. Belirtmeden geçemiyeceğim ki bağımsızlar cephesini küçümsenmekten daha büyük bunaklık olamaz.”
Halkın Sesi gazetesinin 13
Ağustos 1955 tarihli nüshasında yer alan “A.Muzaffer Gürkan sahnede (Osman Türkay)”
başlıklı makalede de şöyle denmekteydi:
“Kıbrısta bir komünist partisi kuracağım diye
yıllar yılı atıp tutan, İstiklal’de yıkıcı neşriyatı ile bütün Kıbrıs
Türklerinin yakından tanıdığı Ahmet Muzaffer Gürkan’ın namı diğer Muzaffer
Aktuğlu, şimdi de din kisvesine girerek Pakistanlıların burada çıkarmakta
olduğu “Our Home” dergisine intisap ettiğini hayretle müşahade etmekteyiz.
Derginin son sayısında bir makalesi ve bir resmi intişar eden Ahmet Muzaffer
Gürkan’ı mezkur dergi Orta Doğu meseleleri müdür muavini olarak ilan etmiştir.”
Ahmet Muzaffer Gürkan, 1955 yılında, 31 yaşında
iken, Londra’ya hukuk öğrenimi için gitti ve 1958’de adaya dönerek, serbest
avukat olarak çalışmaya başladı. Bunun haberini, 27 Ağustos 1958 tarihli Bozkurt
gazetesi, şöyle vermişti:
“Hukuk tahsilini Londra’da tamamlayıp diplomasını
aldıktan sonra dün adaya avdet etmiş olan genç avukatlarımızdan Ahmet Muzaffer
Gürkan, Lefkoşa’da hemen bir yazıhane açıp işe başlamak üzere faaliyete
geçmiştir.”
Rauf Raif Denktaş, 12 Ocak 1959 tarihli Halkın Sesi
gazetesinde yer alan “Müessif hadiselere son verilmelidir” başlıklı bir
makalesinde şöyle demekteydi:
“10 Ocak akşamı
memleketimizde iki tanınmış ve mümtaz şahsiyet, birkaç kim olduğu belirsiz
şahsın hücumuna uğramışlardır. Bu hücum esnasında hücuma uğrayanlardan birine,
baba dostumuz Sayın Diş Doktoru Mahir Adataş’a federasyon aleyhinde konuştuğu
için dövüldüğü” söylenmiş. Bu, bize tiksinti veren ve bizi ümitsizliğe düşüren
bir olaydır... Ahmet Gürkan ise tahsilinden yeni dönmüş bir meslektaş olarak daima
yanımızda görmek istediğimiz bir kimsedir... Federasyonun halka kötek attıran
elemanları yoktur... Sayın Mahir Adataş ve Ahmet Gürkan’a “geçmiş olsun”
derken, kendilerine federasyonumuzun sevgi ve muhabbet kollarını açmayı bir
vazife biliriz.”
Konuyla ilgili olarak
yayımlanan TMT bildirisinde ise şu sözlere yer verilmekteydi:
“Diş Doktoru Mahir Adataş
ve Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan, şu veya bu şahıs, yahut müesseseye muhalefet
ettikleri için değil, cemaatımızın milli birliğini bozucu hareketleri sebebiyle
cezalandırılmışlardır. Böyle devam ederlerse öldürülecekleri şüphesizdir. (...)
Tekrar ediyoruz: Davamızın münakaşası zamanı çoktan geçmiştir. Şimdi,
kazanılması için gayret harcama ve gerekirse kan dökme devresi içindeyiz.
Tenkit, yalnız bu esas içinde olur. Tenkit, kahve köşesinde, kumar masasında ve
berber dükkanında olmaz.”
Bozkurt gazetesinin 5 Ağustos 1960 tarihli
nüshasında yer alan bir haberde şöyle denmekteydi:
“Dr.Küçük’ün komplo
hakkındaki vesikaları açıklaması istendi. Dün sabah saat 11.30’da Lefkoşa’da
Çağlayan Bar’da “Bağımsız Kıbrıs Türk Münevverleri” adına bir basın toplantısı
tertip eden Avukat Ahmed Muzaffer Gürkan, Cumhuriyetin kuruluşunu müteakip bir
Türk Muhalefet Partisi’nin kurulacağını söylemiştir.”
Haberde belirtildiğine
göre Gürkan, kendisini öldürmek için muhaliflerini komplo hazırlamakla itham
eden Dr.Küçük’ü, ithamını ispata ve malik olduğunu iddia ettiği vesikalarını
neşre davet etmekteydi. Basın toplantısına Türk, İngiliz ve Rum 20’den fazla
gazeteci vardı ve Ayhan Hikmet konuşulanları İngilizceye tercüme ediyordu.
Sorulan bir soruya verilen bir yanıtta Gürkan, Zürih ve Londra anlaşmalarından
gayrı bütün meselelerde Dr.Küçük’e muhalefet edeceğini söylemiş, demokratik
gelişmeler, Evkaf ve Cemaat işlerinde halka hesap verilmesini isteyeceğini
belirtmiş ve şunları söylemiştir:
“Biz Kıbrıs’ta birlik ve
beraberliğimizin muhalefet Partisinin kurulmasıyle zedelenemiyeceğine
inanıyoruz.”
Haberde devamla,
Cumhuriyetin ilanı gününde haftalık bir gazete neşrine başlanacağı, şahıslara
katiyen hücum edilmeyeceği, hücumların da cevaplandırılmayacağı duyurulmakta ve
Gürkan’ın bir gün önceki sabah telefonla tehdit edildiğini ve hayatın tatlı
olduğunu söylediği kaydedilmekteydi.
7 Ağustos 1960 tarihli Halkın Sesi gazetesinde de
şu haber var:
“Ethniki gazetesi, bir
makalesinde, Kıbrıs’ta bir Türk muhalefet partisinin kurulacağına dair
açıklamayı memnunlukla karşılamakta ve böylece Rumlar arasında olduğu gibi
Türkler arasında da “yegane mümessil” parolasına bir son verileceğini
belirterek şöyle demektedir:
“Ümit ederiz ki Kıbrıs
Türklerinin uyanması ve Küçük-Denktaş diktatoryasına karşı koyması, ada
halkının karşılaştığı birçok problemlerin hallinde yeni mücadele imkanları
yaratacaktır.”
Türk muhalefet partisi
kurucularından Ahmet Gürkan’ın ölümle tehdit edildiği iddiasına temas eden
Ethniki gazetesi, Rumlar arasında olduğu gibi Türkler arasında da muhalefetin
sesini boğmak için tehdit ve şantaja başvurulduğunu yazmaktadır.”
Ahmet Muzaffer Gürkan,
kendisi gibi avukat olan Ayhan Hikmet ile
birlikte yayımlamaya başladıkları ve ilk sayısı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan
edildiği 16 Ağustos 1960 günü çıkan haftalık “Cumhuriyet” gazetesinde de
imzasız yazılarını yayımlamayı sürdürecektir. Başyazılar onun tarafından
yazılmakta, ama “Cumhuriyet” diye
imzalanmaktaydı. Kendi adıyla yayımlanan
tek yazı, 30 Ağustos 1960 günü çıkan “Zafer Yolcusu-Bir şehidimizin hatıra
defterinden” başlıklı milli konulu şiirdir. Gazetenin 50. sayısından başlayarak
da “Sohbeti” imzalı hiciv şiirlerini yayımlamıştır.
Yazar Hikmet Afif Mapolar,
onun için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Ahmet Muzaffer Gürkan’ın gazeteciliği ve
avukatlığı yanında sanatçılığı da vardı. Hiçbir zaman ne sağcıydı ve ne de
solcu. Gerçekçi ve doğrucuydu. Fikir ve görüş sahibiydi. Günün saltanat
koltuğunda oturanlara da karşıydı. Şiirlerinde buram buram ulusçuluk kokusu,
vatan sevgisi ve yerellik vardı. Lefkoşa’yı anlatırdı Gürkan şiirlerinde.
Sarıklı ceddimizin mezarları üstüne türküler dizer, şiirler yazar, okur ve
okuturdu. Geniş bir kültüre sahipti. Türkçesi kadar da İngilizce biliyordu.
Mizacı ateşindi ve hiçbir zaman kabı ve kalıbı sığmazdı onu. Sürekli bu kaptan
ve kalıptan taşardı. Cesurdu, açık sözlüydü. İyi konşur, iyi yazardı. Tertemiz
bir kalbi vardı. Zayıf yönleriyle karakteri hiç de etkilemezdi onu. (...)
İdeallerine bağlı ateşin iki avukat ve iki
gazeteci olan Gürkan ile Ayhan bir araya geldikten sonra fikir ve görüşlerini
yaymak, toplumlarına basın alanında da yararlı olmak amacıyla birleştiler ve
birlikte “Cumhuriyet” gazetesini yayınlamaya başladılar. Gününe göre, cesur
hamleler ve davranışlar içerisindeydi “Cumhuriyet” gazetesi. Ve adını da Kıbrıs
Cumhuriyetinin oluşup doğmasından olan bir havası vardı sanki, iki avukat kafa
kafaya verdiler ve “Cumhuriyet”le birlikte yola çıktılar. Ne yazık ki bu iki
idealist gencin “son”ları da birlikte ve beraber olacaktır.” (Kıbrıs Güncesi,
40 Yılın Anıları: Cilt:2, Lefkoşa 2002, s.178)
Cumhuriyet gazetesinin 3
Ekim 1960 tarihli nüshasında yer alan bir haberde “Kıbrıs Türk Halk Partisi’nin
27 Eylül 1960 Salı günü Leymosun’da kurulduğu ve 2 Ekim günü yapılan
teşkilatlanma toplantılarına her sınıf halktan katılım olduğu” duyuruluyordu.
Partinin Genel Sekreterliğine Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan, teşkilatlayıcı
sekreterliğine de Avukat Ayhan Hikmet seçilmişti. Kurucu üyeler arasında
bulunan Dr.İhsan Ali de, Partinin Baf Kaza İdare heyetinde görev almıştı. Aynı tarihli gazetede yer alan ve “Kurucu
heyet adına Ahmet Muzaffer Gürkan” imzalı “Kıbrıs Türk Halk Partisinin
Halkımıza Seslenişidir” başlıklı bildiride de şöyle denmekteydi: “Demokratik
müesseselerden ve hürriyetten mahrum olan bir cemaat iktisadi, içtimai, manevi
ve ilmi alanlarda kalkınamaz ve asla refaha ve mutluluğa kavuşamaz.”
Kıbrıs
Cumhuriyeti’ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmalarına saygı gösterilmesi ve
Türk-Rum işbirliğini savunan Cumhuriyet gazetesi, taksimci Kıbrıs Türk
liderliğinin “zaten bu Cumhuriyet yaşamayacak” şeklindeki saldırılarına karşı
durmakta ve gelen tehditleri de okuyucularına duyurmaktaydı: “Toplumumuzu
baskıyla susturma teşebbüsleri: Avukat Ayhan Hikmet tehdit edildi (13 Kasım
1961), “Vatandaş Uyanık Ol: Tedhiş kol
geziyor... Geçen gece arkadaşımız Avukat Ayhan Hikmet yeni bir tecavüz
hareketine uğramıştır.” (1 Ocak 1962). “Gürkan’ın arabasına tecavüz edildi.”
(29 Ocak 1962)
Dr.İhsan Ali, 19 Mart 1962
tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan 16 Mart tarihli bir mektubunda, Kıbrıs Türk
Halk Partisi ile olan ilişkisini sona erdirdiğini duyurmaktaydı. Dr.İhsan Ali,
bu konuyla ilgili olarak anılarında şöyle yazmaktadır:
“Bu iki avukat, Denktaş’ın
siyasetine karşıydı ve iki toplumun birlikte yaşamasını destekliyorlardı.
Gürkan, maalesef tecrübesizliği yüzünden, Yorgacis’i ziyaret edip, Denktaş’ın,
iki toplum arasında kanlı olaylara zemin hazırlamakta olduğu konusunda bilgi
verme saflığını ve tedbirsizliğini gösterdi. Bunu bana, Gürkan’a bir görüşme
ayarlamam için beni Baf’ta ziyaret eden dostu ve çalışma arkadaşı Hikmet
söyledi. Hikmet’in beni ziyareti, öldürülmelerinden bir veya bir buçuk ay önce
olmuştu. Gürkan’ın , Yorgacis’i ziyaretini, Hikmet’ten öğrenir öğrenmez öfkeden
çıldırdım ve ona, “Gürkan’ın Yorgacis’i, Denktaş’ın faaliyetleri hakkında bilgi
vermek ve iki toplum arasında kan dökülmesini önlemek için iyi niyetle ziyaret
ettiğine inanıyorum. Ancak, bu hareketini sadece saflık değil, aptallık olarak
da görüyorum, çünkü Yorgacis’in Denktaş’tan farkı yok ve böyle düşüncesiz bir
insanla artık görüşmem” dedim. Hikmet çok sıkıldı ve Gürkan’ı kabul etmemde
ısrar etti, ancak ben, bunu kesinlikle reddettim.
Bu iki gazetecinin siyasi
faaliyetlerini madden ve manen desteklediğimi itiraf etmeliyim ve Ayhan
Hikmet’in bana söylediğine göre, bu faaliyetlerini dönemin Türkiye Büyükelçisi
Dirvana da destekliyordu. Doğal olarak bunun ne oranda doğru olduğunu bilmem.
Bildiğim şey Dirvana’nın, Türk liderliğinin siyasetini desteklemediğiydi. Durum
nasıl olursa olsun, Ayhan Hikmet, beni Muzaffer Gürkan’ı kabule ikna edemedi.
Sadece onu kabul etmeyi reddetmekle kalmadım, bana danışmadan Yorgacis’le
görüşmesinden o kadar hoşnutsuz kaldım ki, hem Gürkan, hem Ayhan Hikmet’le bir
daha görüşmeme kararı aldım. Buna paralel olarak, tüm Türk gazetelerinde,
onlarla veya gazeteleri “Cumhuriyet”le ve partileriyle hiçbir ilişkim
olmadığını yayınladım.” (Hatıralarım, Lefkoşa 2002, s.52-53)
Uygulanan
baskı ve tehditlere rağmen, Kıbrıs Türk Halk Partisi’nin toplantılarına
yüzlerce Kıbrıs Türk emekçisi katılmakta, gazetenin satışları 1,500’e
ulaştığından günlük yayına geçme planları yapılmaktaydı. 23 Nisan 1962 tarihli
Cumhuriyet’te yer alan iki yazıda, “Rum ve Türk toplumlarını birbirine düşürmek
için planlar düzenleyen tedhişçi ve tahrikçilerin elebaşısının yüzündeki
maskenin indirileceği günün yakın olduğu” belirtilirken, “bomba patlatma
olayları hakkında bilgisi olanların hiç çekinmeden gidip Tahkikat
Komisyonlarına bilgi vermeleri” isteniyordu. Kimliğinin gazete tarafından
açıklanmasını istemeyen karanlık güçler, bu yazıların çıktığı gece,
Cumhuriyet’in başyazarı Ahmet Muzaffer Gürkan ile yine gazetenin yazarlarından
Ayhan Mustafa Hikmet’i öldürerek, gür seslerinin işitilmesine son verdiler.
İsmet Hanım ile evli olan Ahmet Muzaffer Gürkan’ın
çocuğu yoktu ve herhangi bir kitap yayımlamamıştı. Haşmet Muzaffer Gürkan,
ağabeyi için şöyle demekteydi:
“Yamaçlarından akan
gümrah bir ırmaktı o; çorak topraklarda yitip gitti. Hem kendisine, hem de
bizlere yazık oldu.”
Dr.İhsan Ali, konuyla
ilgili olarak şöyle devam etmektedir:
“Gürkan ile Hikmet’in
öldürülmelerinden sonra, hükümet, sözde nedenlerini belirlemek için konuyu
mahkemeye götürdü ve Yorgacis, mahkemede kanıt olarak görüştükleri zaman,
Gürkan’la yaptıkları konuşmanın bandını sundu. Band kaydı Gürkan’ın bilgisi
dışında oldu.
Yorgacis bu yolla,
öldürülen kişileri, Kıbrıs Türk kamuoyuna hain olarak gösterdi. Hem burada, hem
Türkiye’de kamuoyu, ses bandı ortaya çıkana kadar, Denktaş’a şiddetle karşıydı.
Bu kanıt, Türklerin Denktaş’tan yana dönmelerine neden oldu. Bu olay,
Yorgacis’in, Denktaş’ı bulunduğu zor pozisyondan çıkarmak için, kanıtı
mahkemeye kasıtlı olarak sunduğunu gösteriyor.
Bu fırsatla, okuyuculara,
İngiltere’nin Kıbrıs Türk liderliğiyle birlikte, Türkiye Hükümeti’nin
işbirliğini nasıl elde etmeyi başardıklarını ve yabancı çıkarlara hizmet eden
durumu nasıl yarattıklarını anlamalarını sağlayacak bir duruma değinmek
istiyorum.
İki avukatın öldürülmesi,
Dirvana’da büyük tepki yarattı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği
raporda, Kıbrıs Türk liderliğinin değiştirilmesini istedi. Bu kabul edilmedi.
Dirvana bunu onur meselesi yaptı ve istifa etti.
İngiltere, Kıbrıs Türk
liderliği ve Türkiye arasında bir işbirliği olduğu gerçeği, Dışişleri
Bakanlığı’nın, Kıbrıs Türk liderliğini değiştirmektense, değerli bir
büyükelçisini feda etmeyi tercih etmesi gerçeğinden kolaylıkla çıkarılabilir.”
(agy, s.53-54)
Öldürülmelerinin 50.
yıldönümünde Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan M.Hikmet’i saygı ile anıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder