9 Aralık 2012 Pazar

KALEMİ GÜÇLÜ BİR GAZETECİNİN YAŞAM ÖYKÜSÜ: AHMET MUZAFFER GÜRKAN (1924-1962)



          Ahmet Muzaffer Gürkan, Maarif Dairesi Sandık Emini olan Mehmet Muzaffer Bey’in beş evladından biri olarak, 1924 yılında Lefkoşa’da doğdu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Lise 1. Sınıfta iken, sağlık nedenleriyle okula devam edemedi. Daha sonra Lefkoşa’daki Shakespeare Okulu’nda öğrenim gördü ve oradan mezun oldu. Kendi gayreti ile hükümet sınavlarını geçti. Ama hükümet memurluğuna girmedi. Bir süre Osmanlı Bankasında, daha sonra da Türk Bankasında banka memuru olarak çalıştı.  
Genç yaşlarından itibaren yazmaya ve edebiyata ilgi duydu. Kardeşi diş hekimi ve tarih araştırmacısı Haşmet M.Gürkan (1932-1992), evdeki gazete ve dergiler arasında bulduğu ve onun 12 yaşında iken tuttuğu ve 1936 yılı sonu ile 1937 yılı içindeki bazı olaylara değinen notlarını “Eski Bir Defterden” başlığı altında yayımlamıştır. (Yeni Düzen, 9, 10, 11 Şubat 1989)
İlk dönem şiirleri için “Ocak” dergisinde (Mayıs 1946) çıkan “Bekleyiş Kabusu”, Türk Sözü’nde (5 Ekim 1948) çıkan “Bir Hicranın Şarkısı”, Memleket gazetesinde çıkan (19 Ocak 1951) ve ölen kardeşi Özen için kaleme aldığı “Elveda”, örnek olarak verilebilir. (Harid Fedai, Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, Cilt:9, Ankara 1997, s.295-296)
 Daha sonra Çardak dergisinde yayımlanan “Değişmez Lefkoşa’nın Çehresi” adlı şiirinde Lefkoşa’yı tarihi havası içinde vermeye çalışmıştır. (H.M.Gürkan, Eski Şiirimizde Tarihi Çevre, Söz, 18.5.1984) 1960-62 yıllarında çıkan Cumhuriyet gazetesinde de “Sohbeti” takma adıyla çok sayıda mizah ve taşlama şiirleri yayımlamıştır.
 Gürkan, gazeteciliğe ve yazmaya olan merakı yüzünden, daha 24 yaşında iken, Nisan 1948’de kendi imtiyaz sahipliğinde “Türk Sözü” adlı günlük bir gazete yayımlamaya başladı. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü, kendisi gibi kavgacı bir yazar olan İrfan Hüseyin idi ve başmakale onun tarafından yazılmaktaydı. Gürkan ise, Zamanın Aralığından (A.Muzaffer Gürkan), Siyasi İcmal (Diplomat), İğnenin Deliğinden (Dürbin) adlı köşelerde takma adlarla yazılar yazmakta, Ahmet Zekeriya Aktuğ adıyla da şiirlerini yayımlamaktaydı.
Lefke yakınlarındaki Kıbrıs Maden Şirketi’nde çalışmakta olan Rum ve Türk işçilerin uzun süren gerevi sırasında işçilere destek olmak amacıyla 19 Mayıs 1948’de yayımlanmaya başlayan günlük “Emekçi” gazetesi ile “Türk Sözü” arasında büyük polemikler yaşandı. Türk milliyetçisi ve antikomünist yayınları ile dikkat çeken Türk Sözü, Hasan Şaşmaz ve Halil Kahraman gibi milliyetçi sendikacılara sayfalarını açarak, solcu Türk İşçi Birlikleri’nin ileri gelenleri tarafından yayımlanmakta olan Emekçi’yi “AKEL ve PEO’dan emir alan Kızıl Şebeke” olarak suçlamaktaydı. Her iki gazete de 1948 yılı bitmeden, çeşitli nedenlerle yayımlarını durdurmak zorunda kaldılar.
Şair ve yazar Özker Yaşın, Ahmet Muzaffer Gürkan’la ilgili olarak şöyle demektedir:
            “Ahmet (Muzaffer Gürkan), Kıbrıs Türk Basınının en güçlü, fakat en muhalif yazarlarından biriydi. Kendisi gibi muhalif bir yazar olan İrfan Hüseyin ile birlikte çıkardıkları TÜRK SÖZÜ gazetesinde özellikle Dr.Fazıl Küçük’ü çok ağır bir şekilde eleştirmişti. Yazık ki TÜRK SÖZÜ gazetesini parasal sıkıntıya düşerek kapatmak zorunda kalmışlardı. Ahmet, gazetesini basan Bozkurt Basımevi sahibi Cemal Togan’a borcunu ödemek için arabasını vermişti. Gürkan, etine doluca, tombul, al yanaklı, daima gözlerinin içi gülen, devamlı espri üreten sevimli bir adamdı.” (Nevzat ve Ben, Cilt:1, İstanbul, 1997, s.424)
Ahmet Muzaffer Gürkan ile İrfan Hüseyin, çok geçmeden Temmuz 1949’da ve bu defa Hüseyin İrfan’ın sahip ve müdürlüğü altında “Sabah” adlı başka bir günlük gazete yayımlamaya başlarlar. “Her Sabah Türk Irkına Yeni Bir Ufuk Açar” alt yazısıyla çıkan Sabah’ta, Gürkan yine “Çuvaldız Deliğinden (Dürbün)”, “Zaman Aralığından (Ahmet Zekeriya Aktuğ)”, “Siyasi İcmal (Diplomat)” köşelerinde yazmaktaydı. Ekim 1949’a kadar üç aylık yayımdan sonra gazete yine kapanacaktır.
Kardeşi Haşmet M.Gürkan, 1948 ile 1952 yılları arasında ABD’nin Karava’daki Radyo Dinleme İstasyonunda çalışan Ahmet Gürkan ile ilgili olarak şöyle demektedir:
“Sabah gazetesinde çalıştı. Sonra o gazete satılmadı. Aslında fena bir gazete değildi. O sıralar Amerikalılar bir radyo dinleme istasyonu açmışlardı. Orda iki mütercime ihtiyaçları vardı. Abim de müracaat etti. İyi İngilizce bildiği için kabul edildi. Orda, yayın yapan özellikle sosyalist ülkelerin, Orta Asya’daki yayınları İngilizceye çeviriyordu. Abim edebiyata meraklı olduğu için Azerbaycan şivesini de anlardı. Taşkent Radyosundaki konuşmayı da anlardı. Çünkü sağlam bir edebiyat kültürü vardı. Fakat girdiği hiçbir işte uzun süre kalamadı. Çünkü Girne’de otururdu. Yetişip matbaa mürekkebinin kokusunu aldı diye mi nedir, gazetede yazılar yazar, polemiklere girerdi, takma isimlerle. Bir iki kez şikayet ettiler. Amerikalılar haklı olarak dediler ki ‘Ya sen burda memursun, ya giden Lefkoşa’da makale yazan, toplantılara katılın.’ Ayrılmak zorunda kaldı.” (Haşmet Gürkan ile Söyleşi, Yaşar Karadoğan, Ortam, 12.5.1988)
Zamanın ilericilerinden M. Zeki Milyalızade’nin sahip ve başyazarlığında ve 14 Temmuz ile 8 Ekim 1950 tarihleri arasında yayımlanan “Milliyet” gazetesinin ilk sayısında yer alan “Milliyet ve Prensiplerine Dair” başlıklı makalede, yine Ahmet Zekeriya Aktuğ imzasını görmekteyiz ve şu fikirler dile getirilmekteydi:
“Yegane maksadımız Kıbrıs Türk cemaatı arasında yeni doğan hür fikir cephesini takviyedir. Baş prensibimiz her şeyin üstünde Kıbrıs Türk cemaatinin menfaatleridir.”
Aktuğ, 21 Kasım 1950 tarihli Memleket’te, “Muhtariyet tehlikesinin ufkumuzda kara bir bulut halinde belirdiği bu günlerde, şahsi davalarla uğraştıklarını esefle gördüğümüz parti gazetelerini bu kabil neşriyata veda etmiye davet ediyoruz” derken, 1 Ekim 1950’de yayımlanan bir başka makalesinde de “1948 yılında patlak veren bu fikir ihtilalinin bayraktarlığını sırasıyle milliyetçi gazetelerimiz Türk Sözü, Kurun, Kıbrıs, Sabah ve Milliyet gazeteleri deruhte ettiler” diye yazarak, savunduğu “Partiler Üstü Birlik” görüşü ile Kıbrıs Türk liderliğini ele geçirmeye başlayan ve tek görüş yanlısı Dr.Fazıl Küçük ile 28 Ekim 1949’dan itibaren yayımlanmaya başlayan İstiklal gazetesi ile İstiklal Partisini kuran M.Necati Özkan’ı hedef almaktaydı.   
  14 Kasım 1950’de ilk sayısı yayımlanan “Memleket” adlı gazetenin başmakale yazarı da, “Aktuğlu” takma adını kullanan Ahmet Muzaffer Gürkan’dı. “Haftanın Siyasi Takvimi”ni de Odacıoğlu imzasıyla yine o hazırlamaktaydı. Haziran 1951’e kadar yayım yaşamında kalacak olan gazetenin üzerinde, kurucusu olarak Hikmet Afif Mapolar, Başyazar olarak da Muzaffer Aktuğlu’nun adları yazmaktaydı. Ama gazetenin esas sahibi, Ahmet Muzaffer Gürkan’dı. Memuriyeti nedeniyle kendi adını kullanmayan Gürkan, bu gazetedeki yazılarında da Muzaffer Aktuğlu, Zekeriya Odacıoğlu gibi takma adları kullanmayı sürdürdü.
            Memleket’in ilk sayısında yer alan ve “Aktuğlu” imzasını taşıyan makalede, gazetenin çıkış nedeni şöyle dile getirmekteydi:
            “Kıbrıs uluslararası bir konu olmak eğiliminde. Biz ise bütün yüreğimizle iman ettiğimiz kutsal bir davanın ‘yalnız ve ancak Türkiye’ davasının savunmasını yapmakla öksüz toplumumuza yararlı olacağımızı sanıyoruz.
            Rum vatandaşlarımız, hiçbir hakları olmadığı halde, Enosis’i uluslararası platforma getirme başarısını gösterirken, onlara karşı bizim de karşıt bir görüşümüz bulunmalıdır ki bu da ‘yalnız ve ancak Türkiye’ olabilir.”
            “Zaman Aralığından: Türk Edebiyatı ve Kıbrıs Sanatçıları (A.Muzaffer Gürkan)” başlıklı makalesi ile 24 Nisan 1952 tarihinden başlayarak, “Hürsöz” gazetesinde yazmaya başladı. Hürsöz’ün 3 Mayıs 1952 tarihli nüshasında şöyle bir ilan yer almaktaydı:
“En iptidai dereceden en yüksek seviyeye kadar İngilizce dersler. Gürkan-Başaran Kursları- Bu kurslar, Baf Britanya Enstitüsünde başarı ile dört yıl İngiliz dili öğreten Ahmet Cevdet Başaran ve tanınmış mütercim ve yazarlarımızdan Ahmet Muzaffer Gürkan tarafından teşkilatlandırılacaktır.”
Ahmet Muzaffer Gürkan, 1953 yılı başında da Necati Özkan’ın İstiklal gazetesinde “Muzaffer Aktuğlu” imzasıyla makaleler yazmaya başladı. 31 Ocak 1953 tarihli İstiklal’de yer alan “Partiler Üstü Birlik” başlıklı makalesinde şu görüşleri dile getirmekteydi:
“Bozkurt’un (gazetesinin) teklif ettiği birlik ve beraberlik ‘Tek Parti Birliği’ şeklinde asla tezahür edemez. Artık adamızdaki Türk genel efkarı için yeni bir ufuk açılmış ve ‘Tek parti şefliği’ zihniyeti, bütün kötülükleri ile tarihe gömülmüştür. Ve yine artık, inhisarcı zihniyetin mümessili olan ‘Tek gazete diktatoryası’ da sona ermiştir.”
Hürsöz gazetesinin sahip ve başyazarı Fevzi Ali Riza, 17 Temmuz 1953 tarihli ve “Muzaffer Aktuğlu’ya birkaç sual” başlıklı makalesinde, ona şu soruları yöneltmekteydi:
“Cemaat arasında bir komünist partisi kuracağım ve bu eşşeklere! karşı çıkacağım diyen kimdir? Her ikide bir, bu cemaat şöyledir, bu cemaat böyledir, bu cemaati şöyle yapmalı, bu cemaat adam olmaz diye safsatalar savuran kimdir? Büyük anayurdumuz Türkiye’nin tarihinin son 50 yıldan beri yanlış yazıldığını, kahramanların bir hain, hainlerin ise kahraman olarak geçirildiğini sayıklayan kimdir?”
İstiklal’in 13 Ocak 1954 tarihli son sayısında da yazan “Muzaffer Aktuğlu” şu saptamada bulunmakta ve Dr.Küçük’ün etkinliğindeki “Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu”nuna karşı bağımsızlardan oluşan bir cephenin oluştuğunu belirtmekteydi:
 “Bu memlekette Kıbrıs Türk cemaatının genel efkarında dahi, tek zümrenin türküsünü çağıran gazeteler grubunun meydanı boş bulmasını hazmedemeyenlerden ibaret bir bağımsızlar cephesi teşekkül etmiş bulunmaktadır. İlk bakışta bu cephe kuvvetsiz, hem de pek kuvvetsiz olarak görülebilir. Belirtmeden geçemiyeceğim ki bağımsızlar cephesini küçümsenmekten daha büyük bunaklık olamaz.”
            Halkın Sesi gazetesinin 13 Ağustos 1955 tarihli nüshasında yer alan “A.Muzaffer Gürkan sahnede (Osman Türkay)” başlıklı makalede de şöyle denmekteydi:
“Kıbrısta bir komünist partisi kuracağım diye yıllar yılı atıp tutan, İstiklal’de yıkıcı neşriyatı ile bütün Kıbrıs Türklerinin yakından tanıdığı Ahmet Muzaffer Gürkan’ın namı diğer Muzaffer Aktuğlu, şimdi de din kisvesine girerek Pakistanlıların burada çıkarmakta olduğu “Our Home” dergisine intisap ettiğini hayretle müşahade etmekteyiz. Derginin son sayısında bir makalesi ve bir resmi intişar eden Ahmet Muzaffer Gürkan’ı mezkur dergi Orta Doğu meseleleri müdür muavini olarak ilan etmiştir.”
Ahmet Muzaffer Gürkan, 1955 yılında, 31 yaşında iken, Londra’ya hukuk öğrenimi için gitti ve 1958’de adaya dönerek, serbest avukat olarak çalışmaya başladı. Bunun haberini, 27 Ağustos 1958 tarihli Bozkurt gazetesi, şöyle vermişti:
“Hukuk tahsilini Londra’da tamamlayıp diplomasını aldıktan sonra dün adaya avdet etmiş olan genç avukatlarımızdan Ahmet Muzaffer Gürkan, Lefkoşa’da hemen bir yazıhane açıp işe başlamak üzere faaliyete geçmiştir.”
Rauf Raif Denktaş, 12 Ocak 1959 tarihli Halkın Sesi gazetesinde yer alan “Müessif hadiselere son verilmelidir” başlıklı bir makalesinde şöyle demekteydi:
            “10 Ocak akşamı memleketimizde iki tanınmış ve mümtaz şahsiyet, birkaç kim olduğu belirsiz şahsın hücumuna uğramışlardır. Bu hücum esnasında hücuma uğrayanlardan birine, baba dostumuz Sayın Diş Doktoru Mahir Adataş’a federasyon aleyhinde konuştuğu için dövüldüğü” söylenmiş. Bu, bize tiksinti veren ve bizi ümitsizliğe düşüren bir olaydır... Ahmet Gürkan ise tahsilinden yeni dönmüş bir meslektaş olarak daima yanımızda görmek istediğimiz bir kimsedir... Federasyonun halka kötek attıran elemanları yoktur... Sayın Mahir Adataş ve Ahmet Gürkan’a “geçmiş olsun” derken, kendilerine federasyonumuzun sevgi ve muhabbet kollarını açmayı bir vazife biliriz.”
            Konuyla ilgili olarak yayımlanan TMT bildirisinde ise şu sözlere yer verilmekteydi:
            “Diş Doktoru Mahir Adataş ve Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan, şu veya bu şahıs, yahut müesseseye muhalefet ettikleri için değil, cemaatımızın milli birliğini bozucu hareketleri sebebiyle cezalandırılmışlardır. Böyle devam ederlerse öldürülecekleri şüphesizdir. (...) Tekrar ediyoruz: Davamızın münakaşası zamanı çoktan geçmiştir. Şimdi, kazanılması için gayret harcama ve gerekirse kan dökme devresi içindeyiz. Tenkit, yalnız bu esas içinde olur. Tenkit, kahve köşesinde, kumar masasında ve berber dükkanında olmaz.”
Bozkurt gazetesinin 5 Ağustos 1960 tarihli nüshasında yer alan bir haberde şöyle denmekteydi:
            “Dr.Küçük’ün komplo hakkındaki vesikaları açıklaması istendi. Dün sabah saat 11.30’da Lefkoşa’da Çağlayan Bar’da “Bağımsız Kıbrıs Türk Münevverleri” adına bir basın toplantısı tertip eden Avukat Ahmed Muzaffer Gürkan, Cumhuriyetin kuruluşunu müteakip bir Türk Muhalefet Partisi’nin kurulacağını söylemiştir.”
            Haberde belirtildiğine göre Gürkan, kendisini öldürmek için muhaliflerini komplo hazırlamakla itham eden Dr.Küçük’ü, ithamını ispata ve malik olduğunu iddia ettiği vesikalarını neşre davet etmekteydi. Basın toplantısına Türk, İngiliz ve Rum 20’den fazla gazeteci vardı ve Ayhan Hikmet konuşulanları İngilizceye tercüme ediyordu. Sorulan bir soruya verilen bir yanıtta Gürkan, Zürih ve Londra anlaşmalarından gayrı bütün meselelerde Dr.Küçük’e muhalefet edeceğini söylemiş, demokratik gelişmeler, Evkaf ve Cemaat işlerinde halka hesap verilmesini isteyeceğini belirtmiş ve şunları söylemiştir:
            “Biz Kıbrıs’ta birlik ve beraberliğimizin muhalefet Partisinin kurulmasıyle zedelenemiyeceğine inanıyoruz.”
            Haberde devamla, Cumhuriyetin ilanı gününde haftalık bir gazete neşrine başlanacağı, şahıslara katiyen hücum edilmeyeceği, hücumların da cevaplandırılmayacağı duyurulmakta ve Gürkan’ın bir gün önceki sabah telefonla tehdit edildiğini ve hayatın tatlı olduğunu söylediği kaydedilmekteydi.
7 Ağustos 1960 tarihli Halkın Sesi gazetesinde de şu haber var:
            “Ethniki gazetesi, bir makalesinde, Kıbrıs’ta bir Türk muhalefet partisinin kurulacağına dair açıklamayı memnunlukla karşılamakta ve böylece Rumlar arasında olduğu gibi Türkler arasında da “yegane mümessil” parolasına bir son verileceğini belirterek şöyle demektedir:
            “Ümit ederiz ki Kıbrıs Türklerinin uyanması ve Küçük-Denktaş diktatoryasına karşı koyması, ada halkının karşılaştığı birçok problemlerin hallinde yeni mücadele imkanları yaratacaktır.”
            Türk muhalefet partisi kurucularından Ahmet Gürkan’ın ölümle tehdit edildiği iddiasına temas eden Ethniki gazetesi, Rumlar arasında olduğu gibi Türkler arasında da muhalefetin sesini boğmak için tehdit ve şantaja başvurulduğunu yazmaktadır.”
            Ahmet Muzaffer Gürkan, kendisi gibi avukat olan Ayhan Hikmet  ile birlikte yayımlamaya başladıkları ve ilk sayısı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edildiği 16 Ağustos 1960 günü çıkan haftalık “Cumhuriyet” gazetesinde de imzasız yazılarını yayımlamayı sürdürecektir. Başyazılar onun tarafından yazılmakta, ama  “Cumhuriyet” diye imzalanmaktaydı.  Kendi adıyla yayımlanan tek yazı, 30 Ağustos 1960 günü çıkan “Zafer Yolcusu-Bir şehidimizin hatıra defterinden” başlıklı milli konulu şiirdir. Gazetenin 50. sayısından başlayarak da “Sohbeti” imzalı hiciv şiirlerini yayımlamıştır.  
            Yazar Hikmet Afif Mapolar, onun için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:
“Ahmet Muzaffer Gürkan’ın gazeteciliği ve avukatlığı yanında sanatçılığı da vardı. Hiçbir zaman ne sağcıydı ve ne de solcu. Gerçekçi ve doğrucuydu. Fikir ve görüş sahibiydi. Günün saltanat koltuğunda oturanlara da karşıydı. Şiirlerinde buram buram ulusçuluk kokusu, vatan sevgisi ve yerellik vardı. Lefkoşa’yı anlatırdı Gürkan şiirlerinde. Sarıklı ceddimizin mezarları üstüne türküler dizer, şiirler yazar, okur ve okuturdu. Geniş bir kültüre sahipti. Türkçesi kadar da İngilizce biliyordu. Mizacı ateşindi ve hiçbir zaman kabı ve kalıbı sığmazdı onu. Sürekli bu kaptan ve kalıptan taşardı. Cesurdu, açık sözlüydü. İyi konşur, iyi yazardı. Tertemiz bir kalbi vardı. Zayıf yönleriyle karakteri hiç de etkilemezdi onu. (...)
İdeallerine bağlı ateşin iki avukat ve iki gazeteci olan Gürkan ile Ayhan bir araya geldikten sonra fikir ve görüşlerini yaymak, toplumlarına basın alanında da yararlı olmak amacıyla birleştiler ve birlikte “Cumhuriyet” gazetesini yayınlamaya başladılar. Gününe göre, cesur hamleler ve davranışlar içerisindeydi “Cumhuriyet” gazetesi. Ve adını da Kıbrıs Cumhuriyetinin oluşup doğmasından olan bir havası vardı sanki, iki avukat kafa kafaya verdiler ve “Cumhuriyet”le birlikte yola çıktılar. Ne yazık ki bu iki idealist gencin “son”ları da birlikte ve beraber olacaktır.” (Kıbrıs Güncesi, 40 Yılın Anıları: Cilt:2, Lefkoşa 2002, s.178)
            Cumhuriyet gazetesinin 3 Ekim 1960 tarihli nüshasında yer alan bir haberde “Kıbrıs Türk Halk Partisi’nin 27 Eylül 1960 Salı günü Leymosun’da kurulduğu ve 2 Ekim günü yapılan teşkilatlanma toplantılarına her sınıf halktan katılım olduğu” duyuruluyordu. Partinin Genel Sekreterliğine Avukat Ahmet Muzaffer Gürkan, teşkilatlayıcı sekreterliğine de Avukat Ayhan Hikmet seçilmişti. Kurucu üyeler arasında bulunan Dr.İhsan Ali de, Partinin Baf Kaza İdare heyetinde görev almıştı.  Aynı tarihli gazetede yer alan ve “Kurucu heyet adına Ahmet Muzaffer Gürkan” imzalı “Kıbrıs Türk Halk Partisinin Halkımıza Seslenişidir” başlıklı bildiride de şöyle denmekteydi: “Demokratik müesseselerden ve hürriyetten mahrum olan bir cemaat iktisadi, içtimai, manevi ve ilmi alanlarda kalkınamaz ve asla refaha ve mutluluğa kavuşamaz.”
            Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran Zürih ve Londra Anlaşmalarına saygı gösterilmesi ve Türk-Rum işbirliğini savunan Cumhuriyet gazetesi, taksimci Kıbrıs Türk liderliğinin “zaten bu Cumhuriyet yaşamayacak” şeklindeki saldırılarına karşı durmakta ve gelen tehditleri de okuyucularına duyurmaktaydı: “Toplumumuzu baskıyla susturma teşebbüsleri: Avukat Ayhan Hikmet tehdit edildi (13 Kasım 1961), “Vatandaş Uyanık  Ol: Tedhiş kol geziyor... Geçen gece arkadaşımız Avukat Ayhan Hikmet yeni bir tecavüz hareketine uğramıştır.” (1 Ocak 1962). “Gürkan’ın arabasına tecavüz edildi.” (29 Ocak 1962)  
            Dr.İhsan Ali, 19 Mart 1962 tarihli Cumhuriyet’te yayımlanan 16 Mart tarihli bir mektubunda, Kıbrıs Türk Halk Partisi ile olan ilişkisini sona erdirdiğini duyurmaktaydı. Dr.İhsan Ali, bu konuyla ilgili olarak anılarında şöyle yazmaktadır:
            “Bu iki avukat, Denktaş’ın siyasetine karşıydı ve iki toplumun birlikte yaşamasını destekliyorlardı. Gürkan, maalesef tecrübesizliği yüzünden, Yorgacis’i ziyaret edip, Denktaş’ın, iki toplum arasında kanlı olaylara zemin hazırlamakta olduğu konusunda bilgi verme saflığını ve tedbirsizliğini gösterdi. Bunu bana, Gürkan’a bir görüşme ayarlamam için beni Baf’ta ziyaret eden dostu ve çalışma arkadaşı Hikmet söyledi. Hikmet’in beni ziyareti, öldürülmelerinden bir veya bir buçuk ay önce olmuştu. Gürkan’ın , Yorgacis’i ziyaretini, Hikmet’ten öğrenir öğrenmez öfkeden çıldırdım ve ona, “Gürkan’ın Yorgacis’i, Denktaş’ın faaliyetleri hakkında bilgi vermek ve iki toplum arasında kan dökülmesini önlemek için iyi niyetle ziyaret ettiğine inanıyorum. Ancak, bu hareketini sadece saflık değil, aptallık olarak da görüyorum, çünkü Yorgacis’in Denktaş’tan farkı yok ve böyle düşüncesiz bir insanla artık görüşmem” dedim. Hikmet çok sıkıldı ve Gürkan’ı kabul etmemde ısrar etti, ancak ben, bunu kesinlikle reddettim.
            Bu iki gazetecinin siyasi faaliyetlerini madden ve manen desteklediğimi itiraf etmeliyim ve Ayhan Hikmet’in bana söylediğine göre, bu faaliyetlerini dönemin Türkiye Büyükelçisi Dirvana da destekliyordu. Doğal olarak bunun ne oranda doğru olduğunu bilmem. Bildiğim şey Dirvana’nın, Türk liderliğinin siyasetini desteklemediğiydi. Durum nasıl olursa olsun, Ayhan Hikmet, beni Muzaffer Gürkan’ı kabule ikna edemedi. Sadece onu kabul etmeyi reddetmekle kalmadım, bana danışmadan Yorgacis’le görüşmesinden o kadar hoşnutsuz kaldım ki, hem Gürkan, hem Ayhan Hikmet’le bir daha görüşmeme kararı aldım. Buna paralel olarak, tüm Türk gazetelerinde, onlarla veya gazeteleri “Cumhuriyet”le ve partileriyle hiçbir ilişkim olmadığını yayınladım.” (Hatıralarım, Lefkoşa 2002, s.52-53)     
            Uygulanan baskı ve tehditlere rağmen, Kıbrıs Türk Halk Partisi’nin toplantılarına yüzlerce Kıbrıs Türk emekçisi katılmakta, gazetenin satışları 1,500’e ulaştığından günlük yayına geçme planları yapılmaktaydı. 23 Nisan 1962 tarihli Cumhuriyet’te yer alan iki yazıda, “Rum ve Türk toplumlarını birbirine düşürmek için planlar düzenleyen tedhişçi ve tahrikçilerin elebaşısının yüzündeki maskenin indirileceği günün yakın olduğu” belirtilirken, “bomba patlatma olayları hakkında bilgisi olanların hiç çekinmeden gidip Tahkikat Komisyonlarına bilgi vermeleri” isteniyordu. Kimliğinin gazete tarafından açıklanmasını istemeyen karanlık güçler, bu yazıların çıktığı gece, Cumhuriyet’in başyazarı Ahmet Muzaffer Gürkan ile yine gazetenin yazarlarından Ayhan Mustafa Hikmet’i öldürerek, gür seslerinin işitilmesine son verdiler.
İsmet Hanım ile evli olan Ahmet Muzaffer Gürkan’ın çocuğu yoktu ve herhangi bir kitap yayımlamamıştı. Haşmet Muzaffer Gürkan, ağabeyi için şöyle demekteydi:
“Yamaçlarından akan gümrah bir ırmaktı o; çorak topraklarda yitip gitti. Hem kendisine, hem de bizlere yazık oldu.”
            Dr.İhsan Ali, konuyla ilgili olarak şöyle devam etmektedir:
            “Gürkan ile Hikmet’in öldürülmelerinden sonra, hükümet, sözde nedenlerini belirlemek için konuyu mahkemeye götürdü ve Yorgacis, mahkemede kanıt olarak görüştükleri zaman, Gürkan’la yaptıkları konuşmanın bandını sundu. Band kaydı Gürkan’ın bilgisi dışında oldu.
            Yorgacis bu yolla, öldürülen kişileri, Kıbrıs Türk kamuoyuna hain olarak gösterdi. Hem burada, hem Türkiye’de kamuoyu, ses bandı ortaya çıkana kadar, Denktaş’a şiddetle karşıydı. Bu kanıt, Türklerin Denktaş’tan yana dönmelerine neden oldu. Bu olay, Yorgacis’in, Denktaş’ı bulunduğu zor pozisyondan çıkarmak için, kanıtı mahkemeye kasıtlı olarak sunduğunu gösteriyor.
            Bu fırsatla, okuyuculara, İngiltere’nin Kıbrıs Türk liderliğiyle birlikte, Türkiye Hükümeti’nin işbirliğini nasıl elde etmeyi başardıklarını ve yabancı çıkarlara hizmet eden durumu nasıl yarattıklarını anlamalarını sağlayacak bir duruma değinmek istiyorum.
            İki avukatın öldürülmesi, Dirvana’da büyük tepki yarattı ve Türkiye Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporda, Kıbrıs Türk liderliğinin değiştirilmesini istedi. Bu kabul edilmedi. Dirvana bunu onur meselesi yaptı ve istifa etti.
            İngiltere, Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye arasında bir işbirliği olduğu gerçeği, Dışişleri Bakanlığı’nın, Kıbrıs Türk liderliğini değiştirmektense, değerli bir büyükelçisini feda etmeyi tercih etmesi gerçeğinden kolaylıkla çıkarılabilir.” (agy, s.53-54)
            Öldürülmelerinin 50. yıldönümünde Ahmet Muzaffer Gürkan ile Ayhan M.Hikmet’i saygı ile anıyoruz.

 (Yeni Düzen gazetesi, Lefkoşa, 25-27 Nisan 2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder