Ahmet AN
Önce bazı örnekler
vererek, “Kıbrıslılık” sözcüğünden ne anladığımı belirtmek istiyorum. Kıbrıs’ta
İngiliz sömürge valisi olan Ronald Storrs, ilk defa 1927 yılının başında,
aşağılayıcı olduğunu düşündüğü “yerli” sözcüğü yerine, resmi olarak “Kıbrıslı”
terimini hükümet dairelerinde kullanmak istemişti. Storrs bu kararını, 9
Haziran 1932 tarihli bir raporunda anlatmaktadır. İngiltere Sömürgeler Bakanı
Amery de “Kıbrıslı yurtseverlik” konusunun, öğrenciler arasında milliyetçiliğin
yayılmasını önlemek üzere, daha çok Kıbrıs Rum okullarında öğretilmesini
istemişti. Amery, ayrıca Kıbrıslıların kendilerine ait bir bayrakları olması
fikrini öne sürmüş ve bunun 1925’de anayasada yapılan liberal değişikliklerle
birlikte getirilebileceğini belirtmişti. Ne var ki, Sömürgeler Bakanlığı’ndaki
yetkililer, Kıbrıs’ta Yunan bayrağının kullanılmasının yasaklanması fikrini
onaylamamışlardı.[1]
Kıbrıs Rum kitlelerinin
İngiliz sömürge yönetimine karşı hoşnutsuzluğu, 1926 yılında Kıbrıs Komünist
Partisi’nin kurulmasıyla şekillenmiş ve milliyetçilerin enosis politikasına
karşı olan Kıbrıs Komünist Partisi’nin politikasından endişeye kapılan Kıbrıslı
Rum milliyetçilerin tepkisine yol açmıştı. İngiliz sömürge yönetimi de,
Komünistlerin, halkın geniş bir kesiminin desteğini alarak, adanın bağımsızlığı
için mücadeleyi yükseltebileceğinden korkmaya başlamıştı. KKP’nin Kıbrıs Türk
toplumu arasında pek bir izleyici kitlesi bulunmamasına rağmen, bazı temaslar
da yok değildi. Komünist “Neos Antropos” gazetesi ile “Birlik” adlı Kıbrıs Türk
gazetesi arasında 1925’de yer alan bir yazışma veya Kıbrıslı Türk işçilerin
Leymosun’daki Amele Merkezi’ndeki ortak örgütlenmeleri buna örnek olarak
verilebilir.[2]
Bunun üzerine sömürgeciler, Kıbrıslılığı
destekleme stratejilerini çok geçmeden değiştirerek, her iki toplum içinde
yapılmakta olan milliyetçi propagandaya karşı hoşgörülü davranmaya başladılar,
Kıbrıslı Türkler her zaman adanın Yunanistan ile
birleşmesine (enosise) karşı olmuşlar ve Kıbrıs’ta İngiliz yönetiminin
başlamasından beri, Kavanin Meclisi’nin her yıl yapılan açılış töreninde,
Kıbrıslı Rum temsilcilerin enosis talebi hakkında konuşmaları üzerine seslerini
yükseltmekteydiler. Ama meclisteki Kıbrıslı Rum üyelerin milliyetçi tavrı,
Kıbrıslı Türk üyelerin, ekonomik konularda kendi yurttaşları ile işbirliği
yapmalarına engel olmamıştı. Örneğin Hafız Ziyai Efendi ile Derviş Paşa,
Haziran 1902’de, sadece İngilizler tarafından ödenmesi gereken Haraç
(Tribute)’ın Kıbrıslılar için kaldırılması doğrultusunda, Kıbrıslı Rum üyelerle
birlikte oy kullandılar. Bir hükümet yetkilisi, camiye giderek, Kıbrıslı Rumlar
ile işbirliğine karşı protestoda bulunmaları için Kıbrıslı Türkleri kışkırttı.
İrfan Efendi ile Müftü Yardımcısı da camide konuşma yaparak, toplumu, Kavanin
Meclisi’ndeki Müslüman üyelere karşı kışkırttılar. Kavanin Meclisi’nin iki
Kıbrıslı Türk üyesi, bu olaydan sonra, “Rumcu” olarak suçlanmamak için, Meclis’teki
Kıbrıslı Rumlarla işbirliği politikalarını değiştirmek zorunda kaldılar.
İlginçtir, yine bu olaydan sonra İrfan Efendi, Şubat 1904’de, İngiliz Sömürge
Hükümeti tarafından Evkaf’ın Türk yöneticisi olarak atandı.[3]
Sir Harry Luke, Britanya
Kıbrıs’ı İngiliz İmparatorluğu’na ilhak ettiği zaman, 5 Kasım 1914 tarihinde, zamanın
Evkaf Türk yöneticisi olan Mehmet Münir
Bey’in kızının nişan töreni için Müftü Ziyai’nin evinde toplanmış bulunan
Kıbrıslı Türk ileri gelenlere bu haberi duyurma görevinin kendisine verildiğini
yazmaktadır. Luke’a göre, Kıbrıslı Türk ileri gelenler, bu haberi “onurlu bir
tevazu” içinde karşılamışlardı.[4]
Kıbrıslı Türk liderler, ertesi gün İngiliz Yüksek Komiserini ziyaret etmişler
ve adanın statüsündeki bu değişikliği kabul ettiklerini ve İngiliz yönetimine
sadık kalacaklarını bildirdiler. Öte yandan Başkadı, Müftü, İrfan Bey ve Şevket
Bey, Britanya’daki yetkililere bir mektup göndererek, Kıbrıslı Rumların enosis
taleplerine karşı olduklarını ve adanın kalıcı olarak İngiliz İmparatorluğu’nun
bir parçası olması gerektiğini, eğer enosis olursa, bunun Kıbrıs’taki 60 bin
müslüman için bir felaket olacağını duyurdular.[5]
Kıbrıslı Rum milliyetçiler, enosis için kendi
milliyetçi kampanyalarını ilerletip, Kıbrıs’ta Yunan milliyetçiliği duygularını
yaydıkça, Kıbrıs Türk seçkinlerinin bir kısmı da, Türkiye’den Türk
milliyetçiliğini Kıbrıs’a ithal etmeye başladılar. Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek
Komiser Yardımcısı Stevenson, Vicont Milner’e gönderdiği 26 Nisan 1919 tarihli
gizli bir raporda, Jön Türklerin Kıbrıs’ta aktif olduklarını ve Mehmet Esat,
Dr.Hüseyin Behiç ve Hasan Karabardak adlı kişilerin, “Türkiye ile ilhak” adlı
bir partinin liderleri olduğunu belirtmekteydi.[6] Bu
kişilerin, Paskalya haftasında Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklere
saldıracaklarına ilişkin bir söylenti çıkararak, iki toplum arasında düşmanlık
yaydıklarını kaydedilmekteydi. Rapora göre, Kavanin Meclisi’nin Türk üyeleri
olan İrfan ve Hami Beyler, bu faaliyetlere katılmamaktaydılar. Kıbrıslı
Türklerin ayaklanmaları için kışkırtmalarda bulunan bu olayların esas
sorumluları tutuklanmışlar ve İngiliz sömürge yönetimi tarafından hapse
atılmışlardı.
Kavanin Meclisi’nin tutanaklarına göre, Meclisin
Türk üyeleri, Mart 1911 ile Haziran 1917 tarihleri arasındaki dönemde, “adanın
Osmanlı İmparatorluğuna geri verilmesi”ne ilişkin taleplerini daha sık olarak
yükseltmeye başlamışlardı.[7]
Birinci Dünya Savaşı’nın zor koşulları nedeniyle,
1915 ile 1919 yılları arasında herhangi bir Kıbrıs Türk gazetesi
yayımlanmamıştı. Bu yüzden, dünyada, Türkiye’de ve adadaki gelişmelerden
Kıbrıslı Türkleri haberdar etmek üzere, Doğru Yol (8 Eylül 1919) ve Söz (15
Şubat 1921) adlı haftalık gazeteler yayımlanmaya başlandı. 1922’de Kıbrıs’ta 23
gazete yayımlanmaktaydı, ama bunlardan sadece 6’sı Türkçe idi. En fazla satılan
(1700-1800 adet) gazete Kıbrıslı Rumlara ait Eleftheria gazetesi iken, Kıbrıslı Türklere ait Söz gazetesi
ikinci sırada (1200 adet) yer almaktaydı.[8]
Söz gazetesinin sahibinin
kızı olan Beria Remzi Özoran, o yıllardaki Kıbrıs Türk basınının işlediği
konular hakkında bize şu bilgileri vermektedir:
“Bu gazete ve dergilerde, atalardan miras kalan
yeşil adada Türk varlığını sürdürmek ve gelecek kuşakların bu topraklarda
şerefle yaşamalarını sağlamak için neler yapılması gerektiği inceleniyor,
cehalete karşı savaş, ilköğretim kampanyası, toplum teşkilatı, ekonomik kalkınma,
bir milli banka… ilk tedbirler olarak ileri sürülüyordu. Türk aydınlarının
büyük çoğunluğu demek olan öğretmenlerle memurların, hayat pahalılığı yüzünden
çektikleri sıkıntılara, Türk çiftçilerinin borç altında bulunduklarına da
değiniliyor… Türk eserlerinin silinip gitmekten korunması… Kıbrıs Türkleri gibi
yabancı idare altında bulunan bu toplumun varlığını sürdürmek için kuvvetli bir
ekonomiye sahip bulunması gerektiği…biraraya gelerek şirketler kurmaları
öngörülüyordu.”
Özoran devamla, Kıbrıs Türk basınının Anadolu
Kurtuluş Savaşını adım adım izlediğini ve Anadolu felaketzedelerine yardım
kampanyaları açılmasını sağladığını belirterek, Kıbrıs Türk basınının, Kıbrıslı
Rumların enosis taleplerine karşı Türk toplumunun haklarını pervasızca savunduğunu
belirtmekteydi.” [9]
Söz gazetesinin yayınları,
Ankara’da büyük bir ilgi ile takdir edilmekteydi ve gazete, Türk
hükümetlerinden uzun yıllar maddi destek aldı. Söz, Kıbrıslı Türkler arasında
Kemalist fikirlerin yayılmasına yardımcı olan esas yayın organıydı. Söz
gazetesinin sahibi ve başyazarı olan Mehmet Remzi, gazetenin 7 Mart 1921
tarihli nüshasında yer alan “Parlamentomuz” başlıklı makalesinde, o gün
Meclisin açılacağına değinerek, iç
sorunlarla ilgili olarak şunları yazmaktaydı:
“Bütün
cezire halkını bizar ve tedhiş eden ilhak meselesinin ebediyen kapandığını
söylemek, hükümete düşen bir vazifedir. Çünkü bu tehlikeli oyunla o kadar
oynanmıştır ki, asayişsever halkımızın tahammülü aşılmıştır.
Adada iki unsurun arasını açan bu dikenli mesele
ortadan kalkınca, şüphe yoktur ki, iki taraf mebusları memleketin hakiki
ihtiyaçlarını tetkike vakti bulacaklar ve kanun layihalarının karşılıklı itimat
müzakeresine imkan hasıl olacaktır… Hıristiyan azalar, pek benimsedikleri
Kıbrıs üzerinde, vatandaşları Türklerin daha fazla haklara malik olduklarını
kabul ederlerse, Kavanin Meclisinde Kıbrıs-Yunan meselesinin müzakeresine Türk
mebusların tahammülleri olmadığını teslim edeceklerdir.”
30 Nisan 1921 tarihli
Alithia gazetesinde, bir Kıbrıslı Türk Kavanin Meclisi eski üyesi tarafından
kaleme alınmış bir mektupta, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum Meclis üyelerinin
işbirliğine destek verilmekte ve sadece son 10-15 yıldır, Kıbrıslı Türk ve Rum
üyelerin Parlamentoda karşılıklı olarak şikayet etmeyi bir adet haline getirdikleri
gerçeğine dikkat çekilmekteydi. Oysa Kıbrıslı Türk ve Rum üyeler, İngiliz
yönetiminin ilk yıllarında yerel konularda işbirliği yapmaktaydılar.[10]
Benzer makaleler Kıbrıs
Rum basınında da bulunabilir. Örneğin Yannis Kleridis, 2 Nisan 1926 tarihli
Eleftheria gazetesinde yer alan “Eğer Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlarla
işbirliği yapsaydı” başlıklı makalesinde şöyle demekteydi:
“Müslüman kardeşlerimizin
bizimle ortak çıkarları olduğunu ve hem Rumların, hem de Türklerin ilerleme ve
refahının daha çok iki toplumun işbirliği üzerine dayanmakta olduğunu
anlamalarını diliyoruz.”[11]
Benzer görüşler, 23 Eylül
1927 tarihli “Nea Laiki” gazetesinde Yorgo Hacıpavlu tarafından kaleme alınan
bir makalede de dile getirilmekteydi: “Sadece Kıbrıslı Türklerle işbirliği yaparsak,
ileriye gidebiliriz.” Hacıpavlu, üç ay sonra yine aynı gazetenin 23 Aralık 1927
tarihli nüshasında, Kıbrıslı Türk üyeler, Evkaf aracılığı ile İngiliz sömürge
yönetiminin etkisi altında olduklarından, onlarla Kavanin Meclisi’nde güçlü bir
işbirliği yapmaları için gerekli önkoşulların olmadığı yazmaktaydı. O nedenle,
Kıbrıslı Rumların, parlamentoya girmeleri için, gerçekten halkçı olan Kıbrıslı
Türkleri desteklemeleri gerektiğini, böylelikle Evkaf vesayetindeki liderlerden
kurtulunabileceğini dile getirmekteydi. Sadece bu ilerici Türkler, hükümetin
gizli anahtarı olmayı reddedebilirdi. Hacıpavlu, daha da ileri giderek, Türkçe
el ilanları basılmasını ve Kavanin Meclisi’nde yapılan görüşmelerde Türk
üyelerin ne kadar az rol oynadıklarının ve yerli çıkarların savunulmasında
nasıl başarısız kaldıklarının Türk toplumuna teşhir edilmesini önermekteydi.”[12]
Kıbrıs’taki İngiliz
yönetiminin başlamasından bu yana, Kavanin Meclisi’ndeki Kıbrıslı Türk üyeler
ile İngiliz üyelerin toplamının, Kıbrıslı Rum üye sayısına eşit olması için
özen gösterildiği kayda değer bir olgudur. Her iki toplumun Meclis’teki
temsiliyeti, nüfus oranlarına göre değildi. Kıbrıs Türk azınlığı, Kıbrıslı Rum
çoğunluğun enosis taleplerine karşı, bir siyasal güvence olarak görülmekteydi.
Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar için ayrı ayrı seçmen listeleri vardı.
Eğitim programları ayrı ayrı olup, Türkiye ve Yunanistan’dan gelmekteydi. Bu
yüzden, İngiliz sömürge yönetimine karşı Kıbrıslılık temelinde ortak bir
siyasal politikayı geliştirilemedi.
Bu durum, daha 11 Kasım
1925’de, Kavanin Meclisi’nin açılış töreninde konuşan Türk üye Dr.Eyyub
tarafından dile getirilmişti. Dr.Eyyub, Rumlarla Türklerin bütün siyasi
konularda tam olarak işbirliği yapmaya hazır olmadıklarını ve Rum ve Türk
liderlerin siyasal sorunları bir kenara koyarak, işbirliği yapmaları halinde,
adanın refahının ilerletilmesinde çok başarı elde edilebileceğini vurgulamıştı.
Bu işbirliğinin sonradan, trahom, verem, zührevi hastalıklara karşı savaşta, aşar vergisinin kaldırılmasında, orman
politikasında ve çiftçiler için mali destek konularında Kavanin Meclisi’ndeki
ortak çalışmalarla gerçekleştirilmiş olduğu görüldü.
1930 yılındaki seçimler
sırasında, yine Yorgo Hacıpavlu’nun, Evkaf’ın Türk delegesi Münir Bey’in
karşısındaki Kemalist aday olan Necati Bey’in seçim kampanyasını desteklediğini
görmekteyiz. Necati Bey, Kıbrıs’taki Türkiye konsolosu Asaf Bey tarafından da
destekleniyordu. Halkçı Necati, Kavanin Meclisi’nde Kıbrıs’ın Anadolu’nun bir
parçası olduğundan söz ederken, yine bir milletvekili olan İngiliz yanlısı
Dr.Eyyub, Evkaf yanlısı “Hakikat” gazetesinde çıkan makalelerinde, her iki
memleketin farklı yönetim ve sosyal yapılara sahip olmalarına rağmen,
milliyetçilerin Türkiye’de yapılan her fiil ve hareketi taklit etmek istediklerinden
şikayet etmekteydi.[13]
Necati Bey, İngiliz valisi
Ronald Storrs tarafından, anılarında yazdığı şekilde “Kavanin Meclisi’nin 13.
Kıbrıslı Rum üyesi, o küçük Türk” diye nitelendirilmişti.[14]
Necati Bey, 28 Nisan 1931 günü Gümrük Vergisi ve Gelirleri Yasa Tasarısı’nın
oylanması sırasında, diğer iki Kıbrıslı Türk üyenin katılmadığı bu oturumda,
Kıbrıslı Rum üyelerle birlikte olumsuz oy kullanınca, Kıbrıslı Türk üyelerin
her zamanki otomatik desteği sağlanamadı. Bu, 1927’deki Bütçe Tasarısı’nın
Kavanin Meclisi’ndeki oylamasında görülen Türkler ile Rumların birlikte karşı
oy kullanmaları olayından sonra yaşanan yeni bir işbirliği vakasıydı.
İngiliz Sömürge Yönetimi,
Meclisten geçemeyen yasayı zorla uygulamak isteyince, Kıbrıslı Rumlar, Ekim
1931’deki enosis yanlısı milliyetçi eylemleri başlattılar. İngiliz Sömürge
Yönetimi, bu eylemleri fırsat bilerek, Kavanin Meclisi’ni kapattı ve anayasayı
yürürlükten kaldırdı. Böylece, 1941’e kadar sürecek olan bir baskı dönemi
başlamış oldu.
Yeni İngiliz Sömürge
Valisi Palmer’in adıyla anılan bu baskı dönemi boyunca, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs
Türk milliyetçilikleri bir süre baskı altına alındı. Öte yandan emekçi halk
hareketi, 1942’den sonra güçlenmeye başlamıştı. İngilizler, her iki
milliyetçiliği de, emekçi halkı baskı altında tutmak için bir çare olarak
kullandılar. Milliyetçilik, Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin İngiliz yönetimine
karşı ortak bir cephe oluşturmalarından daha az zararlı görüldü.
1930’lu yıllarda, İngiliz
sömürgecilerin kabusu, Kıbrıslılık kavramının öne geçmesi ve Kıbrıs Rum ve
Kıbrıs Türk milliyetçiliklerinin geri plana geçmesi olacaktı. İngiliz valisi
Palmer’in fikrine göre, enosis fikri öldüğünde, onun yerini “Kıbrıs ulusçuluğu”
kavramı alacaktı. Palmer’e göre, bu gelişmenin durdurulması veya ertelenmesinin
tek yolu, bölgeler arasındaki farklı kimlikleri kışkırtacak olan yeni bir
yapının kurulmasıydı. Vali Palmer, Londra’ya gönderdiği 23 Ekim 1936 tarihli
gizli bir raporunda şöyle demekteydi:
“Bizim Kıbrıs’ta gelecekte
de bir siyasal rahatlığımız olabilmesi için, adanın yönetimi, istisnalara da
yer verecek, bölgeler temeli üzerinde sürdürülmelidir. Böylece, Kıbrıs
uluşçuluğu kavramı, -ki enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde bu yeni
kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca uzak bir geleceğe
itilip karanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram, neredeyse hiç yaşamıyor.
Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya da Rum veya Türklerdir.”[15]
Vali Palmer ile başlayan
baskıcı dönemde, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortak bir siyasal hedef
olarak adanın özerkliği için işbirliği yaptıklarını görüyoruz. Kıbrıs Türk
gazetesi “Ses”, 1937 yılında, “Siyasi Cemiyet” başlığı altında, “Eleftheria”
adlı Rumca gazeteden aktardığı bir haberde, Lefkoşa yanında diğer kasabalarda
da şubeleri olacak olan ve Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler tarafından
kurulmuş ortak siyasi bir cemiyetin, adaya özerklik verilmesini desteklemekte
olduğu duyurulmaktaydı. Tanınmış Lefkoşalı avukat Yannis Kleridis, bu siyasi
cemiyetin önderi idi. Sabık Kavanin Meclisi üyesi M.Hami, Larnaka Belediye
azası ve avukat Bay Celal Şefik, Leymosun Belediye azası ve diş doktoru Bay
Nazif, kendi kasabalarında bu cemiyetin oluşumuna katılan Kıbrıs Türk ileri
gelenleri arasındaydılar.[16]
Bazı Kıbrıslı Türklerin kendi
yurttaşları ile siyasi işbirliğine gitmesi, derhal Kıbrıs Türk basınında tepki
ile karşılandı. 25 Haziran 1937 tarihli (Sayı:99) “Ses” gazetesinde yer alan ve
“Türk-İngiliz elbirliği yerine, Türk-Rum siyaset ve kültür birliği mi
başlıyor?” başlıklı makalede, kapatılmış olan Kavanin Meclisi’nin eski
üyelerinden olan M.Hami’nin adı geçen siyasi cemiyete katılımı eleştirilmekte
ve şöyle denmekteydi:
“Bu gidişle çok
geçmeksizin, hükümet Kıbrıs’ta ananevi Türk-İngiliz el birliği yerine, Türk-Rum
siyaset ve kültür birliği görecektir. Eğer bu gaye Hükümetçe makbul olacaksa,
şimdiki takib ettiği siyaset en kestirme yoldur. Makbul olmayacaksa Türklerin
şikayetlerinin izalesi icap eder. Merkezi hükümetin de böyle düşüneceği
muhakkakdır.”
Türk milliyetçiliği ve Kemalizmi
savunan Kıbrıs Türk gazetelerinden biri olan “Ses” gazetesinde yayımlanan bu
başyazı, o günlerde egemen olan Kıbrıs
Türk düşüncesi hakkında bize iyi bir fikir vermektedir.
Bu gelişmelerden hemen
sonra, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler, İkinci Dünya Savaşı sırasında
İngilizlerin safında çeşitli cephelerde savaşıp hizmet verirken, ülke içindeki
zor ekonomik koşullara karşı kendi kendilerini aynı sendikalarda örgütlediler.
Bu noktada, 1941’de kurulan Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL)’nin
enosis politikasının, Kıbrıslı Türklerle siyasal işbirliği için en büyük engeli
oluşturduğu vurgulanmalıdır.
EOKA’nın 1955’de, İngiliz yönetiminin sona erdirilmesi ve
Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için silahlı tedhiş eylemlerini başlatması üzerine,
İngiliz sömürge yönetimi, EOKA’ya karşı Kıbrıslı Türklerden oluşan polis ve
komando gücünü kullandı. İşbirlikçi Kıbrıs Türk liderliği, enosise karşı
siyasal çözüm olarak, adanın taksim edilmesini hedefleyen İngiliz planlarını
benimsedi. Bu durum ise, Kıbrıslılar arasında bir çatışmaya yol açmak için
yeterliydi.
Kıbrıs Türk yeraltı örgütü
TMT, Kıbrıs Türk sendikalarına karşı,
Kıbrıs Rum sendikaları ile işbirliği yapmamaları için zor kullandı ve
böylece, ortak ekonomik ve siyasal mücadelenin temelleri tahrip edildi. Günün
sonunda, ne Kıbrıslı Rumların enosis hedefi, ne de Kıbrıslı Türklerin taksim
hedefi gerçekleştirilebildi. Ama 1960’da kurulan Kıbrıs ortaklık Cumhuriyeti’ne
sınırlı bir bağımsızlık verildi. Bütün Kıbrıslıların eylem birliği, bu yeni
ortaklaşa paylaşılan hedef altında geliştirilemedi ve böylece yeni acılara yol
açıldı.
Bağımsızlığın ilan edildiği 16 Ağustos 1960 günü, iki
Kıbrıslı Türk avukat olan Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet tarafından
“Cumhuriyet” adlı bir Kıbrıs Türk gazetesinin ilk sayısının yayımlandığını
görüyoruz. Kıbrıslılığa ilişkin fikirler, ilk defa Kıbrıslı Türkler arasında,
muhalif bir gazete aracılığı ile ve daha sonra da siyasal bir partinin
örgütlenmesi ile propaganda edilmeye başlandı. “Cumhuriyet” gazetesinin çeşitli
yazarları, Kıbrıs’ın bağımsızlığının, adanın başka bir ulus veya devlet ile
birleşmesi olarak değil de, Kıbrıs’ın Kıbrıslılar tarafından yönetilmesi
anlamına geldiğini savunmaktaydılar. Ne yazık ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu
ateşli savunucuları, “Kıbrıslı Rumların çıkarlarına hizmet ettikleri”
gerekçesiyle 23 Nisan 1962’de Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından
öldürüldüler. Öldürülmelerinden önce, “Kıbrıs Türklerinin ulusal mücadelesinin
varlığına inanmazlarsa, susturulacakları” şeklinde uyarı almışlardı.
AKEL Merkez Komitesi’nin
Kıbrıslı Türk bir üyesi olan Derviş Ali Kavazoğlu da, Kıbrıslı Rum sendikacı
arkadaşı ile birlikte 11 Nisan 1965’de öldürüldü. Kavazoğlu, Kıbrıs Türk
liderliğinin taksimci siyasetine karşı ve Kıbrıs’taki iki toplumun dostluk ve
işbirliğinden yana idi.
Emperyalist yabancı güçler
ile adadaki yerli organları, bağımsız ve bağlantısız bir dış siyaset izleyen
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız olarak gelişmesine karşı oldukları için, ada
halkının milliyetçi ve anti-komünist duygularını sürekli olarak
kışkırtmaktaydılar. Kıbrıslılık bilincinin, bu dönemde de yeterli derecede
geliştirilemediğine tanık olmaktayız. Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik ve
toprak bütünlüğünün garantörleri, her biri NATO üyesi olan Britanya, Yunanistan
ve Türkiye idi ve kendi bildikleri nedenlerle, kendilerinin etkilerinden
arınmış bir Kıbrıs devletini görmek istememekteydiler.
Öte yandan Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios, yeni bir Kıbrıs ulusu yaratma fikrine
inanmamıştı. Bir İtalyan gazetecisine, Zürih Anlaşmalarının yeni bir ulus
değil, yeni bir devlet yarattığını söylemişti.[17]
O
zamanlar, Avrupa’daki süreçlerin aksine, Afrika ve Asya’daki birçok devlet, bir
ulusun pekişmesinden önce şekillenmişti. Kıbrıs’ta ise, ortaklık sadece üç yıl sürdü.
Çünkü Kıbrıs Türk liderliği devlet mekanizmasında geri çekildi. Enosis yanlısı
Kıbrıslı Rumlar ile taksim yanlısı Kıbrıslı Türkler arasında başlayan
toplumlararası çatışmalar, Kıbrıs’taki etnik-ulusal sorunun çözümünü karmaşık
bir duruma soktu.
Kıbrıs Türk liderliğinin
1958’den beri izlediği ayrılıkçı siyasetin, 1974’e kadar olan dönem içinde,
Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında ortak bir siyasal hedefin
oluşamamasının nedenlerinden biri olduğunu görüyoruz. 1974 yazında, Atina’daki
Yunan Cuntası, Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı Kıbrıs’ta bir hükümet darbesi
sahneledi ve bunu Türkiye’nin istilası ve adanın %37’lik kısmını işgali izledi.
Kıbrıslı Rumlar işgal edilmiş bölgeleri terk etmeye zorlandı ve ateş-kes
hattının güneyinde yaşamakta olan Kıbrıslı Türkler de kuzey kısma taşındı. Bu
yeni durumla birlikte, Kıbrıslı Türkler, Türkiye ile daha yakın ilişkiler içine
girmek zorunda kaldılar. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve
kültürel alanlarda doğrudan etkisi altına girdi.
1978’de yayımlanmaya başlayan Söz gazetesi, Kıbrıs
Türklerinin iç sorunlarında Türk politikacılarının müdahalelerinin esaslı
eleştirisini yapan bir organ haline geldi. İşgal altındaki bölgelere Türkiyeli
yerleşimcilerin akışı, Kıbrıslı Türklerin varlığını tehdit etti. Bu da onların,
Kıbrıs Türk toplumu olarak kendi kimliklerini yeniden tanımlamalarına yol açtı.
1980’li yıllarda, Kıbrıs Türk kimliği üzerine bir dizi paneller, folklorik
sergiler ve tarihsel araştırmalar yapıldı.[18]
Kıbrıslı Türk aydınlar, kendi kültürel
miraslarının geçmişine bakarak, kendi kendilerine “Biz kimiz?” sorusunu sormaya
başladılar. Bilindiği gibi, kültürel, bilimsel ve edebi miras, ulusal bilincin
üç önemli bileşenini oluşturmaktadır. Bu noktada, ortak Kıbrıslılık bilincinin
gelişmesi için araştırmacılara düşen sorumluluğu görmekteyiz. Araştırmacılar,
ortak kültürel mirası incelemeli ve ortak siyasal hedefler için ortak olan bu
unsurları kullanmalıdır. Geçmişte, iki toplum arasında ticari ve sosyal yaşamda
ve sendikal harekette var olan işbirliği, iki toplumun bir arada varolmasının
güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Kıbrıslılık bilincinin
şekillenmesinde, devletin sınıfsal karakterinin büyük bir rolü vardır. Kıbrıslı
bir kimliğinin desteklenmesi için, açıkça belirlenmiş bir devlet politikası
olmalıdır. Kitle iletişim araçları da, bütün yurttaşların evlerine kolayca
ulaşabildiklerinden, bu bağlamda, yapıcı bir rol oynamalıdırlar.
Özellikle 1974’den sonra,
iki farklı kimliğin ortaya çıktığını görmekteyiz: Birisi, taksim çizgisinin kuzeyinde
şekillenmiş olup, Kıbrıslı Türklerin milliyetçi kimliğinin bir ifadesi olarak
ayrılıkçı KKTC’yi sahiplenirken, çizginin güneyinde oluşan öteki ise, tamamıyla
Kıbrıslı Rum karakterinde olan Kıbrıs devletinin tek sahibi şeklinde bir
gelişme göstermiştir. Bu İngiliz Valisi Palmer’in 1937’deki öngörüsüne benzeyen
bir tablodur:
“Kıbrıs uluşçuluğu kavramı, -ki enosis aşınmış bir değer durumuna
geldiğinde bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca
uzak bir geleceğe itilip karanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram,
neredeyse hiç yaşamıyor. Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya da
Rum veya Türklerdir.”
Mart 1975’de kurulmuş olan
Yeni Kıbrıs Derneği’nin etkinlikleri, Kıbrıs devletinin varlığını korumayı ve
ilk önce Kıbrıslı, daha sonra da ilgili toplumun bireyleri olarak
davranılmasıyla taksim tehlikesinin savuşturulmasını hedef edinmiştir. Ne yazık
ki, bu aydınlar hareketi, geçen 30
yılda, büyük Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı
Rum kitlelerini, siyasal bir harekete dönüşebilecek olan ortak Kıbrıslı bir
kimlik altında örgütleyememiştir.
Bu ana hedefe ulaşmak için, Kıbrıslı Türk ve
Kıbrıslı Rumların, ortak siyasal amaçları olan, ortak siyasal partilerinin
olması gerekmektedir. Adada yaşamakta olan bütün toplumların, siyaset, ekonomi
ve kültürel alanlarda tam eşitliği, ancak, demokratik ve federal bir devlet
için ve her türlü ayrılıkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele edecek olan, ortak
siyasal partiler aracılığıyla kazanılabilecektir. Milliyetler sorununun çözümü
için doğru bir politikanın olması kaçınılmazdır ve bunu oluşturup, hayata
geçirmek de, Kıbrıs işçi sınıfının partisi olan AKEL’in sorumluluğudur. AKEL,
Kıbrıslı Türklerle ilgili politikasını gözden geçirip, onlara yönelmediği
takdirde, var olan milliyetçi politikalarla bir adım bile ileriye
gidilemeyecektir.
Dipnotlar:
1. An, Ahmet, Kıbrıslılık Bilincisinin Geliştirilmesi, Lefkoşa 1998, s.34
2. An, Ahmet, Kıbrıs işçi sınıfında işbirliğinin eski iyi günleri, 13 Ekim
2005 tarihinde Lefkoşa’da yapılan PEO/DEV-İŞ Konferansında okunan bildiri ve
Michaelis Michaelides’in makalesi: “Kıbrıs Türk İşçi Sınıfı ve Kıbrıs İşçi
Hareketi 1920-1963, “Kıbrıs: Dün ve Bugün” (Derleyen: Masis Kürkçügil) kitabı
içinde, İstanbul 2003, s.299-340
3.
G.S.Georghallides, A political and administrative history of Cyprus, 1918-1926,
Nicosia, s.72 ve A.An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması 1900-1942, Lefkoşa,
1997, s.14-15
4. Sir Harry
Luke, Cyprus: A portrait and an appreciation, London 1965, s.87-88
5. Sir George
Hill, A History of Cyprus, Cambridge 1972, s.521
6. Stavros
Panteli, The New History of Cyprus, London 1984, s.98
7. Jacob
M.Landau, Pan-Turkism in Turkey: A Study of Irredentism, London 1981, s.48
8. Cyprus Blue Book 1922
9. Kurtuluş Savaşında Kıbrıslı Türkler, Yeni Kıbrıs, Nisan 1987
10. aktaran
S.G.Georghallides, agy, s.198
11. aktaran
Costas P.Kyrris, Peaceful Coexistence in Cyprus under British rule (1878-1959)
and After Independence, Nicosia 1977, s.44
12.
G.S.Georghallides, agy, s.67
13. Ahmet An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşumu, Lefkoşa 1997, s. 149 ve
s.165
14.
Orientations, London 1943, s.502
15. aktaran
Ahmet An, Kıbrıslılık Bilincinin Gelişmesi, Lefkoşa 1998, s.43
16. Ahmet An, Kıbrıslılık Bilinci Neden Gelişemiyor? “Kıbrıs Nereye
Gidiyor” kitabı içinde, İstanbul 2002,
s.264-274
17. Cyprus Mail ve Akın gazeteleri, 28 Mart 1963
18. Ahmet An, Kıbrıslı Türklerde Kimlik Araştırmalarının Geçmişi, “Kıbrıs
Türk Kültürü Üzerine Yazılar” kitabı içinde, Lefkoşa 1999, s.222-230
(Bu konuşma, ilk kez 10 Kasım 2005 tarihinde Leymosun’da, Yeni Kıbrıs
Derneği tarafından düzenlenen, “Kıbrıslı
Kimlik: Gerçeklik mi, Gereklilik mi?” konulu seminerde sunulmuştur.)
[1] An, Ahmet, Kıbrıslılık Bilincinin Gelişmesi, Lefkoşa 1998, s.34
[2] An, Ahmet, Kıbrıs işçi sınıfı arasındaki eski güzel işbirliği
günleri. PEO/DEV-İŞ tarafından 13 Ekim 2005 tarihinde Lefkoşa’da düzenlenen
toplantıda okunan bildiri ve Michalis Michaelides, Turkish Cypriot Working
Class and the Cyprus Labour Movement 1920-1963, Cyprus Review, Fall 1993.
[3] G.S.Georghallides, A political and administrative history of
Cyprus, 1918-1926, Nicosia, p.72 ve A.An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşumu
1900-1942, Lefkoşa, 1997, s.14-15
[4] Sir Harry Luke, Cyprus: A Portrait and an Appreciation, London
1965, p.87-88
[5] Sir George Hill, A History of Cyprus, Cambridge 1972, p.521
[6] Stavros Panteli, The New History of Cyprus, London 1984, p.98
[7] (Jacob M.landau, Pan-Turkism in Turkey: A Study of Irredentism,
London 1981, p.48
[8] Cyprus Blue Book 1922
[9] Yeni Kibris, The T/CS community during the years of Liberation in
Anatolia, Yeni Kibris, April 1987
[10] Quoted from S.G.Georghallides, ibid, p.198
[11] Quoted from Costas P.Kyrris,
Peaceful Coexistence in Cyprus under British rule (1878-1959) and After
Independence, Nicosia 1977, p.44
[12] G.S.Georghallides, ibid, p.67
[13] Ahmet An, Formation of the T/CS leadership, Nicosia 1997, p. 149
and p.165
[14] Orientations, London 1943, p.502
[15] Quoted in Ahmet An, Development of Cypriot Awareness, Nicosia 1998,
p.43
[16] Ahmet An, Why was it not possible to develop a Cypriot Awareness?,
in Quo Vadis Cyprus?, Istanbul 2002, p.264-274
[17] Cyprus Mail and Akin, 28 March 1963
[18] Ahmet An, An Overview of the Research Studies on the Identity of
the T/CS, in “Articles on the Turkish Cypriot Culture”, Nicosia 1999, p.222-230
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder