8 Aralık 2012 Cumartesi

KIBRIS TÜRK TOPLUMUNDA KIBRISLILIK: ENGELLER VE GEREKLİ KOŞULLAR



Ahmet AN

            Önce bazı örnekler vererek, “Kıbrıslılık” sözcüğünden ne anladığımı belirtmek istiyorum. Kıbrıs’ta İngiliz sömürge valisi olan Ronald Storrs, ilk defa 1927 yılının başında, aşağılayıcı olduğunu düşündüğü “yerli” sözcüğü yerine, resmi olarak “Kıbrıslı” terimini hükümet dairelerinde kullanmak istemişti. Storrs bu kararını, 9 Haziran 1932 tarihli bir raporunda anlatmaktadır. İngiltere Sömürgeler Bakanı Amery de “Kıbrıslı yurtseverlik” konusunun, öğrenciler arasında milliyetçiliğin yayılmasını önlemek üzere, daha çok Kıbrıs Rum okullarında öğretilmesini istemişti. Amery, ayrıca Kıbrıslıların kendilerine ait bir bayrakları olması fikrini öne sürmüş ve bunun 1925’de anayasada yapılan liberal değişikliklerle birlikte getirilebileceğini belirtmişti. Ne var ki, Sömürgeler Bakanlığı’ndaki yetkililer, Kıbrıs’ta Yunan bayrağının kullanılmasının yasaklanması fikrini onaylamamışlardı.[1]
            Kıbrıs Rum kitlelerinin İngiliz sömürge yönetimine karşı hoşnutsuzluğu, 1926 yılında Kıbrıs Komünist Partisi’nin kurulmasıyla şekillenmiş ve milliyetçilerin enosis politikasına karşı olan Kıbrıs Komünist Partisi’nin politikasından endişeye kapılan Kıbrıslı Rum milliyetçilerin tepkisine yol açmıştı. İngiliz sömürge yönetimi de, Komünistlerin, halkın geniş bir kesiminin desteğini alarak, adanın bağımsızlığı için mücadeleyi yükseltebileceğinden korkmaya başlamıştı. KKP’nin Kıbrıs Türk toplumu arasında pek bir izleyici kitlesi bulunmamasına rağmen, bazı temaslar da yok değildi. Komünist “Neos Antropos” gazetesi ile “Birlik” adlı Kıbrıs Türk gazetesi arasında 1925’de yer alan bir yazışma veya Kıbrıslı Türk işçilerin Leymosun’daki Amele Merkezi’ndeki ortak örgütlenmeleri buna örnek olarak verilebilir.[2]
Bunun üzerine sömürgeciler, Kıbrıslılığı destekleme stratejilerini çok geçmeden değiştirerek, her iki toplum içinde yapılmakta olan milliyetçi propagandaya karşı hoşgörülü davranmaya başladılar,
Kıbrıslı Türkler her zaman adanın Yunanistan ile birleşmesine (enosise) karşı olmuşlar ve Kıbrıs’ta İngiliz yönetiminin başlamasından beri, Kavanin Meclisi’nin her yıl yapılan açılış töreninde, Kıbrıslı Rum temsilcilerin enosis talebi hakkında konuşmaları üzerine seslerini yükseltmekteydiler. Ama meclisteki Kıbrıslı Rum üyelerin milliyetçi tavrı, Kıbrıslı Türk üyelerin, ekonomik konularda kendi yurttaşları ile işbirliği yapmalarına engel olmamıştı. Örneğin Hafız Ziyai Efendi ile Derviş Paşa, Haziran 1902’de, sadece İngilizler tarafından ödenmesi gereken Haraç (Tribute)’ın Kıbrıslılar için kaldırılması doğrultusunda, Kıbrıslı Rum üyelerle birlikte oy kullandılar. Bir hükümet yetkilisi, camiye giderek, Kıbrıslı Rumlar ile işbirliğine karşı protestoda bulunmaları için Kıbrıslı Türkleri kışkırttı. İrfan Efendi ile Müftü Yardımcısı da camide konuşma yaparak, toplumu, Kavanin Meclisi’ndeki Müslüman üyelere karşı kışkırttılar. Kavanin Meclisi’nin iki Kıbrıslı Türk üyesi, bu olaydan sonra, “Rumcu” olarak suçlanmamak için,  Meclis’teki  Kıbrıslı Rumlarla işbirliği politikalarını değiştirmek zorunda kaldılar. İlginçtir, yine bu olaydan sonra İrfan Efendi, Şubat 1904’de, İngiliz Sömürge Hükümeti tarafından Evkaf’ın Türk yöneticisi olarak atandı.[3]
            Sir Harry Luke, Britanya Kıbrıs’ı İngiliz İmparatorluğu’na ilhak ettiği zaman, 5 Kasım 1914 tarihinde, zamanın Evkaf  Türk yöneticisi olan Mehmet Münir Bey’in kızının nişan töreni için Müftü Ziyai’nin evinde toplanmış bulunan Kıbrıslı Türk ileri gelenlere bu haberi duyurma görevinin kendisine verildiğini yazmaktadır. Luke’a göre, Kıbrıslı Türk ileri gelenler, bu haberi “onurlu bir tevazu” içinde karşılamışlardı.[4] Kıbrıslı Türk liderler, ertesi gün İngiliz Yüksek Komiserini ziyaret etmişler ve adanın statüsündeki bu değişikliği kabul ettiklerini ve İngiliz yönetimine sadık kalacaklarını bildirdiler. Öte yandan Başkadı, Müftü, İrfan Bey ve Şevket Bey, Britanya’daki yetkililere bir mektup göndererek, Kıbrıslı Rumların enosis taleplerine karşı olduklarını ve adanın kalıcı olarak İngiliz İmparatorluğu’nun bir parçası olması gerektiğini, eğer enosis olursa, bunun Kıbrıs’taki 60 bin müslüman için bir felaket olacağını duyurdular.[5]
Kıbrıslı Rum milliyetçiler, enosis için kendi milliyetçi kampanyalarını ilerletip, Kıbrıs’ta Yunan milliyetçiliği duygularını yaydıkça, Kıbrıs Türk seçkinlerinin bir kısmı da, Türkiye’den Türk milliyetçiliğini Kıbrıs’a ithal etmeye başladılar. Kıbrıs’taki İngiliz Yüksek Komiser Yardımcısı Stevenson, Vicont Milner’e gönderdiği 26 Nisan 1919 tarihli gizli bir raporda, Jön Türklerin Kıbrıs’ta aktif olduklarını ve Mehmet Esat, Dr.Hüseyin Behiç ve Hasan Karabardak adlı kişilerin, “Türkiye ile ilhak” adlı bir partinin liderleri olduğunu belirtmekteydi.[6] Bu kişilerin, Paskalya haftasında Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklere saldıracaklarına ilişkin bir söylenti çıkararak, iki toplum arasında düşmanlık yaydıklarını kaydedilmekteydi. Rapora göre, Kavanin Meclisi’nin Türk üyeleri olan İrfan ve Hami Beyler, bu faaliyetlere katılmamaktaydılar. Kıbrıslı Türklerin ayaklanmaları için kışkırtmalarda bulunan bu olayların esas sorumluları tutuklanmışlar ve İngiliz sömürge yönetimi tarafından hapse atılmışlardı. 
Kavanin Meclisi’nin tutanaklarına göre, Meclisin Türk üyeleri, Mart 1911 ile Haziran 1917 tarihleri arasındaki dönemde, “adanın Osmanlı İmparatorluğuna geri verilmesi”ne ilişkin taleplerini daha sık olarak yükseltmeye başlamışlardı.[7]
Birinci Dünya Savaşı’nın zor koşulları nedeniyle, 1915 ile 1919 yılları arasında herhangi bir Kıbrıs Türk gazetesi yayımlanmamıştı. Bu yüzden, dünyada, Türkiye’de ve adadaki gelişmelerden Kıbrıslı Türkleri haberdar etmek üzere, Doğru Yol (8 Eylül 1919) ve Söz (15 Şubat 1921) adlı haftalık gazeteler yayımlanmaya başlandı. 1922’de Kıbrıs’ta 23 gazete yayımlanmaktaydı, ama bunlardan sadece 6’sı Türkçe idi. En fazla satılan (1700-1800 adet) gazete Kıbrıslı Rumlara ait Eleftheria gazetesi  iken, Kıbrıslı Türklere ait Söz gazetesi ikinci sırada (1200 adet) yer almaktaydı.[8]
            Söz gazetesinin sahibinin kızı olan Beria Remzi Özoran, o yıllardaki Kıbrıs Türk basınının işlediği konular hakkında bize şu bilgileri vermektedir:
“Bu gazete ve dergilerde, atalardan miras kalan yeşil adada Türk varlığını sürdürmek ve gelecek kuşakların bu topraklarda şerefle yaşamalarını sağlamak için neler yapılması gerektiği inceleniyor, cehalete karşı savaş, ilköğretim kampanyası, toplum teşkilatı, ekonomik kalkınma, bir milli banka… ilk tedbirler olarak ileri sürülüyordu. Türk aydınlarının büyük çoğunluğu demek olan öğretmenlerle memurların, hayat pahalılığı yüzünden çektikleri sıkıntılara, Türk çiftçilerinin borç altında bulunduklarına da değiniliyor… Türk eserlerinin silinip gitmekten korunması… Kıbrıs Türkleri gibi yabancı idare altında bulunan bu toplumun varlığını sürdürmek için kuvvetli bir ekonomiye sahip bulunması gerektiği…biraraya gelerek şirketler kurmaları öngörülüyordu.”
Özoran devamla, Kıbrıs Türk basınının Anadolu Kurtuluş Savaşını adım adım izlediğini ve Anadolu felaketzedelerine yardım kampanyaları açılmasını sağladığını belirterek, Kıbrıs Türk basınının, Kıbrıslı Rumların enosis taleplerine karşı Türk toplumunun haklarını pervasızca savunduğunu belirtmekteydi.” [9]
            Söz gazetesinin yayınları, Ankara’da büyük bir ilgi ile takdir edilmekteydi ve gazete, Türk hükümetlerinden uzun yıllar maddi destek aldı. Söz, Kıbrıslı Türkler arasında Kemalist fikirlerin yayılmasına yardımcı olan esas yayın organıydı. Söz gazetesinin sahibi ve başyazarı olan Mehmet Remzi, gazetenin 7 Mart 1921 tarihli nüshasında yer alan “Parlamentomuz” başlıklı makalesinde, o gün Meclisin açılacağına değinerek,  iç sorunlarla ilgili olarak şunları yazmaktaydı:
 “Bütün cezire halkını bizar ve tedhiş eden ilhak meselesinin ebediyen kapandığını söylemek, hükümete düşen bir vazifedir. Çünkü bu tehlikeli oyunla o kadar oynanmıştır ki, asayişsever halkımızın tahammülü aşılmıştır.
Adada iki unsurun arasını açan bu dikenli mesele ortadan kalkınca, şüphe yoktur ki, iki taraf mebusları memleketin hakiki ihtiyaçlarını tetkike vakti bulacaklar ve kanun layihalarının karşılıklı itimat müzakeresine imkan hasıl olacaktır… Hıristiyan azalar, pek benimsedikleri Kıbrıs üzerinde, vatandaşları Türklerin daha fazla haklara malik olduklarını kabul ederlerse, Kavanin Meclisinde Kıbrıs-Yunan meselesinin müzakeresine Türk mebusların tahammülleri olmadığını teslim edeceklerdir.” 
            30 Nisan 1921 tarihli Alithia gazetesinde, bir Kıbrıslı Türk Kavanin Meclisi eski üyesi tarafından kaleme alınmış bir mektupta, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum Meclis üyelerinin işbirliğine destek verilmekte ve sadece son 10-15 yıldır, Kıbrıslı Türk ve Rum üyelerin Parlamentoda karşılıklı olarak şikayet etmeyi bir adet haline getirdikleri gerçeğine dikkat çekilmekteydi. Oysa Kıbrıslı Türk ve Rum üyeler, İngiliz yönetiminin ilk yıllarında yerel konularda işbirliği yapmaktaydılar.[10]     
            Benzer makaleler Kıbrıs Rum basınında da bulunabilir. Örneğin Yannis Kleridis, 2 Nisan 1926 tarihli Eleftheria gazetesinde yer alan “Eğer Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumlarla işbirliği yapsaydı” başlıklı makalesinde şöyle demekteydi:
            “Müslüman kardeşlerimizin bizimle ortak çıkarları olduğunu ve hem Rumların, hem de Türklerin ilerleme ve refahının daha çok iki toplumun işbirliği üzerine dayanmakta olduğunu anlamalarını diliyoruz.”[11]
            Benzer görüşler, 23 Eylül 1927 tarihli “Nea Laiki” gazetesinde Yorgo Hacıpavlu tarafından kaleme alınan bir makalede de dile getirilmekteydi: “Sadece Kıbrıslı Türklerle işbirliği yaparsak, ileriye gidebiliriz.” Hacıpavlu, üç ay sonra yine aynı gazetenin 23 Aralık 1927 tarihli nüshasında, Kıbrıslı Türk üyeler, Evkaf aracılığı ile İngiliz sömürge yönetiminin etkisi altında olduklarından, onlarla Kavanin Meclisi’nde güçlü bir işbirliği yapmaları için gerekli önkoşulların olmadığı yazmaktaydı. O nedenle, Kıbrıslı Rumların, parlamentoya girmeleri için, gerçekten halkçı olan Kıbrıslı Türkleri desteklemeleri gerektiğini, böylelikle Evkaf vesayetindeki liderlerden kurtulunabileceğini dile getirmekteydi. Sadece bu ilerici Türkler, hükümetin gizli anahtarı olmayı reddedebilirdi. Hacıpavlu, daha da ileri giderek, Türkçe el ilanları basılmasını ve Kavanin Meclisi’nde yapılan görüşmelerde Türk üyelerin ne kadar az rol oynadıklarının ve yerli çıkarların savunulmasında nasıl başarısız kaldıklarının Türk toplumuna teşhir edilmesini önermekteydi.”[12]
            Kıbrıs’taki İngiliz yönetiminin başlamasından bu yana, Kavanin Meclisi’ndeki Kıbrıslı Türk üyeler ile İngiliz üyelerin toplamının, Kıbrıslı Rum üye sayısına eşit olması için özen gösterildiği kayda değer bir olgudur. Her iki toplumun Meclis’teki temsiliyeti, nüfus oranlarına göre değildi. Kıbrıs Türk azınlığı, Kıbrıslı Rum çoğunluğun enosis taleplerine karşı, bir siyasal güvence olarak görülmekteydi. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar için ayrı ayrı seçmen listeleri vardı. Eğitim programları ayrı ayrı olup, Türkiye ve Yunanistan’dan gelmekteydi. Bu yüzden, İngiliz sömürge yönetimine karşı Kıbrıslılık temelinde ortak bir siyasal politikayı geliştirilemedi.      
            Bu durum, daha 11 Kasım 1925’de, Kavanin Meclisi’nin açılış töreninde konuşan Türk üye Dr.Eyyub tarafından dile getirilmişti. Dr.Eyyub, Rumlarla Türklerin bütün siyasi konularda tam olarak işbirliği yapmaya hazır olmadıklarını ve Rum ve Türk liderlerin siyasal sorunları bir kenara koyarak, işbirliği yapmaları halinde, adanın refahının ilerletilmesinde çok başarı elde edilebileceğini vurgulamıştı. Bu işbirliğinin sonradan, trahom, verem, zührevi hastalıklara karşı savaşta,  aşar vergisinin kaldırılmasında, orman politikasında ve çiftçiler için mali destek konularında Kavanin Meclisi’ndeki ortak çalışmalarla gerçekleştirilmiş olduğu görüldü.
            1930 yılındaki seçimler sırasında, yine Yorgo Hacıpavlu’nun, Evkaf’ın Türk delegesi Münir Bey’in karşısındaki Kemalist aday olan Necati Bey’in seçim kampanyasını desteklediğini görmekteyiz. Necati Bey, Kıbrıs’taki Türkiye konsolosu Asaf Bey tarafından da destekleniyordu. Halkçı Necati, Kavanin Meclisi’nde Kıbrıs’ın Anadolu’nun bir parçası olduğundan söz ederken, yine bir milletvekili olan İngiliz yanlısı Dr.Eyyub, Evkaf yanlısı “Hakikat” gazetesinde çıkan makalelerinde, her iki memleketin farklı yönetim ve sosyal yapılara sahip olmalarına rağmen, milliyetçilerin Türkiye’de yapılan her fiil ve hareketi taklit etmek istediklerinden şikayet etmekteydi.[13]
            Necati Bey, İngiliz valisi Ronald Storrs tarafından, anılarında yazdığı şekilde “Kavanin Meclisi’nin 13. Kıbrıslı Rum üyesi, o küçük Türk” diye nitelendirilmişti.[14] Necati Bey, 28 Nisan 1931 günü Gümrük Vergisi ve Gelirleri Yasa Tasarısı’nın oylanması sırasında, diğer iki Kıbrıslı Türk üyenin katılmadığı bu oturumda, Kıbrıslı Rum üyelerle birlikte olumsuz oy kullanınca, Kıbrıslı Türk üyelerin her zamanki otomatik desteği sağlanamadı. Bu, 1927’deki Bütçe Tasarısı’nın Kavanin Meclisi’ndeki oylamasında görülen Türkler ile Rumların birlikte karşı oy kullanmaları olayından sonra yaşanan yeni bir işbirliği vakasıydı.
            İngiliz Sömürge Yönetimi, Meclisten geçemeyen yasayı zorla uygulamak isteyince, Kıbrıslı Rumlar, Ekim 1931’deki enosis yanlısı milliyetçi eylemleri başlattılar. İngiliz Sömürge Yönetimi, bu eylemleri fırsat bilerek, Kavanin Meclisi’ni kapattı ve anayasayı yürürlükten kaldırdı. Böylece, 1941’e kadar sürecek olan bir baskı dönemi başlamış oldu.  
            Yeni İngiliz Sömürge Valisi Palmer’in adıyla anılan bu baskı dönemi boyunca, Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk milliyetçilikleri bir süre baskı altına alındı. Öte yandan emekçi halk hareketi, 1942’den sonra güçlenmeye başlamıştı. İngilizler, her iki milliyetçiliği de, emekçi halkı baskı altında tutmak için bir çare olarak kullandılar. Milliyetçilik, Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin İngiliz yönetimine karşı ortak bir cephe oluşturmalarından daha az zararlı görüldü.  
            1930’lu yıllarda, İngiliz sömürgecilerin kabusu, Kıbrıslılık kavramının öne geçmesi ve Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk milliyetçiliklerinin geri plana geçmesi olacaktı. İngiliz valisi Palmer’in fikrine göre, enosis fikri öldüğünde, onun yerini “Kıbrıs ulusçuluğu” kavramı alacaktı. Palmer’e göre, bu gelişmenin durdurulması veya ertelenmesinin tek yolu, bölgeler arasındaki farklı kimlikleri kışkırtacak olan yeni bir yapının kurulmasıydı. Vali Palmer, Londra’ya gönderdiği 23 Ekim 1936 tarihli gizli bir raporunda şöyle demekteydi:
            “Bizim Kıbrıs’ta gelecekte de bir siyasal rahatlığımız olabilmesi için, adanın yönetimi, istisnalara da yer verecek, bölgeler temeli üzerinde sürdürülmelidir. Böylece, Kıbrıs uluşçuluğu kavramı, -ki enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip karanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram, neredeyse hiç yaşamıyor. Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya da Rum veya Türklerdir.”[15]
            Vali Palmer ile başlayan baskıcı dönemde, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların ortak bir siyasal hedef olarak adanın özerkliği için işbirliği yaptıklarını görüyoruz. Kıbrıs Türk gazetesi “Ses”, 1937 yılında, “Siyasi Cemiyet” başlığı altında, “Eleftheria” adlı Rumca gazeteden aktardığı bir haberde, Lefkoşa yanında diğer kasabalarda da şubeleri olacak olan ve Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler tarafından kurulmuş ortak siyasi bir cemiyetin, adaya özerklik verilmesini desteklemekte olduğu duyurulmaktaydı. Tanınmış Lefkoşalı avukat Yannis Kleridis, bu siyasi cemiyetin önderi idi. Sabık Kavanin Meclisi üyesi M.Hami, Larnaka Belediye azası ve avukat Bay Celal Şefik, Leymosun Belediye azası ve diş doktoru Bay Nazif, kendi kasabalarında bu cemiyetin oluşumuna katılan Kıbrıs Türk ileri gelenleri arasındaydılar.[16]
            Bazı Kıbrıslı Türklerin kendi yurttaşları ile siyasi işbirliğine gitmesi, derhal Kıbrıs Türk basınında tepki ile karşılandı. 25 Haziran 1937 tarihli (Sayı:99) “Ses” gazetesinde yer alan ve “Türk-İngiliz elbirliği yerine, Türk-Rum siyaset ve kültür birliği mi başlıyor?” başlıklı makalede, kapatılmış olan Kavanin Meclisi’nin eski üyelerinden olan M.Hami’nin adı geçen siyasi cemiyete katılımı eleştirilmekte ve şöyle denmekteydi:
            “Bu gidişle çok geçmeksizin, hükümet Kıbrıs’ta ananevi Türk-İngiliz el birliği yerine, Türk-Rum siyaset ve kültür birliği görecektir. Eğer bu gaye Hükümetçe makbul olacaksa, şimdiki takib ettiği siyaset en kestirme yoldur. Makbul olmayacaksa Türklerin şikayetlerinin izalesi icap eder. Merkezi hükümetin de böyle düşüneceği muhakkakdır.”
            Türk milliyetçiliği ve Kemalizmi savunan Kıbrıs Türk gazetelerinden biri olan “Ses” gazetesinde yayımlanan bu başyazı,  o günlerde egemen olan Kıbrıs Türk düşüncesi hakkında bize iyi bir fikir vermektedir. 
            Bu gelişmelerden hemen sonra, Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler, İkinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin safında çeşitli cephelerde savaşıp hizmet verirken, ülke içindeki zor ekonomik koşullara karşı kendi kendilerini aynı sendikalarda örgütlediler. Bu noktada, 1941’de kurulan Kıbrıs Emekçi Halkının İlerici Partisi (AKEL)’nin enosis politikasının, Kıbrıslı Türklerle siyasal işbirliği için en büyük engeli oluşturduğu vurgulanmalıdır.
            EOKA’nın 1955’de,  İngiliz yönetiminin sona erdirilmesi ve Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi için silahlı tedhiş eylemlerini başlatması üzerine, İngiliz sömürge yönetimi, EOKA’ya karşı Kıbrıslı Türklerden oluşan polis ve komando gücünü kullandı. İşbirlikçi Kıbrıs Türk liderliği, enosise karşı siyasal çözüm olarak, adanın taksim edilmesini hedefleyen İngiliz planlarını benimsedi. Bu durum ise, Kıbrıslılar arasında bir çatışmaya yol açmak için yeterliydi.
            Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT, Kıbrıs Türk sendikalarına karşı,  Kıbrıs Rum sendikaları ile işbirliği yapmamaları için zor kullandı ve böylece, ortak ekonomik ve siyasal mücadelenin temelleri tahrip edildi. Günün sonunda, ne Kıbrıslı Rumların enosis hedefi, ne de Kıbrıslı Türklerin taksim hedefi gerçekleştirilebildi. Ama 1960’da kurulan Kıbrıs ortaklık Cumhuriyeti’ne sınırlı bir bağımsızlık verildi. Bütün Kıbrıslıların eylem birliği, bu yeni ortaklaşa paylaşılan hedef altında geliştirilemedi ve böylece yeni acılara yol açıldı.  
            Bağımsızlığın  ilan edildiği 16 Ağustos 1960 günü, iki Kıbrıslı Türk avukat olan Ahmet Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet tarafından “Cumhuriyet” adlı bir Kıbrıs Türk gazetesinin ilk sayısının yayımlandığını görüyoruz. Kıbrıslılığa ilişkin fikirler, ilk defa Kıbrıslı Türkler arasında, muhalif bir gazete aracılığı ile ve daha sonra da siyasal bir partinin örgütlenmesi ile propaganda edilmeye başlandı. “Cumhuriyet” gazetesinin çeşitli yazarları, Kıbrıs’ın bağımsızlığının, adanın başka bir ulus veya devlet ile birleşmesi olarak değil de, Kıbrıs’ın Kıbrıslılar tarafından yönetilmesi anlamına geldiğini savunmaktaydılar. Ne yazık ki, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu ateşli savunucuları, “Kıbrıslı Rumların çıkarlarına hizmet ettikleri” gerekçesiyle 23 Nisan 1962’de Kıbrıs Türk yeraltı örgütü TMT tarafından öldürüldüler. Öldürülmelerinden önce, “Kıbrıs Türklerinin ulusal mücadelesinin varlığına inanmazlarsa, susturulacakları” şeklinde uyarı almışlardı. 
            AKEL Merkez Komitesi’nin Kıbrıslı Türk bir üyesi olan Derviş Ali Kavazoğlu da, Kıbrıslı Rum sendikacı arkadaşı ile birlikte 11 Nisan 1965’de öldürüldü. Kavazoğlu, Kıbrıs Türk liderliğinin taksimci siyasetine karşı ve Kıbrıs’taki iki toplumun dostluk ve işbirliğinden yana idi.
            Emperyalist yabancı güçler ile adadaki yerli organları, bağımsız ve bağlantısız bir dış siyaset izleyen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsız olarak gelişmesine karşı oldukları için, ada halkının milliyetçi ve anti-komünist duygularını sürekli olarak kışkırtmaktaydılar. Kıbrıslılık bilincinin, bu dönemde de yeterli derecede geliştirilemediğine tanık olmaktayız. Kıbrıs’ın bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün garantörleri, her biri NATO üyesi olan Britanya, Yunanistan ve Türkiye idi ve kendi bildikleri nedenlerle, kendilerinin etkilerinden arınmış bir Kıbrıs devletini görmek istememekteydiler.
            Öte yandan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios, yeni bir Kıbrıs ulusu yaratma fikrine inanmamıştı. Bir İtalyan gazetecisine, Zürih Anlaşmalarının yeni bir ulus değil, yeni bir devlet yarattığını söylemişti.[17]
            O zamanlar, Avrupa’daki süreçlerin aksine, Afrika ve Asya’daki birçok devlet, bir ulusun pekişmesinden önce şekillenmişti. Kıbrıs’ta ise, ortaklık sadece üç yıl sürdü. Çünkü Kıbrıs Türk liderliği devlet mekanizmasında geri çekildi. Enosis yanlısı Kıbrıslı Rumlar ile taksim yanlısı Kıbrıslı Türkler arasında başlayan toplumlararası çatışmalar, Kıbrıs’taki etnik-ulusal sorunun çözümünü karmaşık bir duruma soktu.  
            Kıbrıs Türk liderliğinin 1958’den beri izlediği ayrılıkçı siyasetin, 1974’e kadar olan dönem içinde, Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında ortak bir siyasal hedefin oluşamamasının nedenlerinden biri olduğunu görüyoruz. 1974 yazında, Atina’daki Yunan Cuntası, Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı Kıbrıs’ta bir hükümet darbesi sahneledi ve bunu Türkiye’nin istilası ve adanın %37’lik kısmını işgali izledi. Kıbrıslı Rumlar işgal edilmiş bölgeleri terk etmeye zorlandı ve ateş-kes hattının güneyinde yaşamakta olan Kıbrıslı Türkler de kuzey kısma taşındı. Bu yeni durumla birlikte, Kıbrıslı Türkler, Türkiye ile daha yakın ilişkiler içine girmek zorunda kaldılar. Kıbrıslı Türkler, Türkiye’nin ekonomik, siyasal ve kültürel alanlarda doğrudan etkisi altına girdi.      
1978’de yayımlanmaya başlayan Söz gazetesi, Kıbrıs Türklerinin iç sorunlarında Türk politikacılarının müdahalelerinin esaslı eleştirisini yapan bir organ haline geldi. İşgal altındaki bölgelere Türkiyeli yerleşimcilerin akışı, Kıbrıslı Türklerin varlığını tehdit etti. Bu da onların, Kıbrıs Türk toplumu olarak kendi kimliklerini yeniden tanımlamalarına yol açtı. 1980’li yıllarda, Kıbrıs Türk kimliği üzerine bir dizi paneller, folklorik sergiler ve tarihsel araştırmalar yapıldı.[18]
Kıbrıslı Türk aydınlar, kendi kültürel miraslarının geçmişine bakarak, kendi kendilerine “Biz kimiz?” sorusunu sormaya başladılar. Bilindiği gibi, kültürel, bilimsel ve edebi miras, ulusal bilincin üç önemli bileşenini oluşturmaktadır. Bu noktada, ortak Kıbrıslılık bilincinin gelişmesi için araştırmacılara düşen sorumluluğu görmekteyiz. Araştırmacılar, ortak kültürel mirası incelemeli ve ortak siyasal hedefler için ortak olan bu unsurları kullanmalıdır. Geçmişte, iki toplum arasında ticari ve sosyal yaşamda ve sendikal harekette var olan işbirliği, iki toplumun bir arada varolmasının güzel örneklerini oluşturmaktadır.
            Kıbrıslılık bilincinin şekillenmesinde, devletin sınıfsal karakterinin büyük bir rolü vardır. Kıbrıslı bir kimliğinin desteklenmesi için, açıkça belirlenmiş bir devlet politikası olmalıdır. Kitle iletişim araçları da, bütün yurttaşların evlerine kolayca ulaşabildiklerinden, bu bağlamda, yapıcı bir rol oynamalıdırlar. 
            Özellikle 1974’den sonra, iki farklı kimliğin ortaya çıktığını görmekteyiz: Birisi, taksim çizgisinin kuzeyinde şekillenmiş olup, Kıbrıslı Türklerin milliyetçi kimliğinin bir ifadesi olarak ayrılıkçı KKTC’yi sahiplenirken, çizginin güneyinde oluşan öteki ise, tamamıyla Kıbrıslı Rum karakterinde olan Kıbrıs devletinin tek sahibi şeklinde bir gelişme göstermiştir. Bu İngiliz Valisi Palmer’in 1937’deki öngörüsüne benzeyen bir tablodur:
“Kıbrıs uluşçuluğu kavramı, -ki enosis aşınmış bir değer durumuna geldiğinde bu yeni kavramın yükselişi kaçınılmaz olacaktır- mümkün olduğunca uzak bir geleceğe itilip karanlıkta bırakılabilecektir. Şimdi bu kavram, neredeyse hiç yaşamıyor. Kıbrıslılar, ya kendi bölgelerinin “ulusçuları”, ya da Rum veya Türklerdir.”
            Mart 1975’de kurulmuş olan Yeni Kıbrıs Derneği’nin etkinlikleri, Kıbrıs devletinin varlığını korumayı ve ilk önce Kıbrıslı, daha sonra da ilgili toplumun bireyleri olarak davranılmasıyla taksim tehlikesinin savuşturulmasını hedef edinmiştir. Ne yazık ki, bu aydınlar hareketi,  geçen 30 yılda,  büyük Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum kitlelerini, siyasal bir harekete dönüşebilecek olan ortak Kıbrıslı bir kimlik altında örgütleyememiştir.   
Bu ana hedefe ulaşmak için, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rumların, ortak siyasal amaçları olan, ortak siyasal partilerinin olması gerekmektedir. Adada yaşamakta olan bütün toplumların, siyaset, ekonomi ve kültürel alanlarda tam eşitliği, ancak, demokratik ve federal bir devlet için ve her türlü ayrılıkçılık ve ayrımcılığa karşı mücadele edecek olan, ortak siyasal partiler aracılığıyla kazanılabilecektir. Milliyetler sorununun çözümü için doğru bir politikanın olması kaçınılmazdır ve bunu oluşturup, hayata geçirmek de, Kıbrıs işçi sınıfının partisi olan AKEL’in sorumluluğudur. AKEL, Kıbrıslı Türklerle ilgili politikasını gözden geçirip, onlara yönelmediği takdirde, var olan milliyetçi politikalarla bir adım bile ileriye gidilemeyecektir.

Dipnotlar:
1. An, Ahmet, Kıbrıslılık Bilincisinin Geliştirilmesi, Lefkoşa 1998, s.34
2. An, Ahmet, Kıbrıs işçi sınıfında işbirliğinin eski iyi günleri, 13 Ekim 2005 tarihinde Lefkoşa’da yapılan PEO/DEV-İŞ Konferansında okunan bildiri ve Michaelis Michaelides’in makalesi: “Kıbrıs Türk İşçi Sınıfı ve Kıbrıs İşçi Hareketi 1920-1963, “Kıbrıs: Dün ve Bugün” (Derleyen: Masis Kürkçügil) kitabı içinde, İstanbul 2003, s.299-340
3. G.S.Georghallides, A political and administrative history of Cyprus, 1918-1926, Nicosia, s.72 ve A.An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşması 1900-1942, Lefkoşa, 1997, s.14-15
4. Sir Harry Luke, Cyprus: A portrait and an appreciation, London 1965, s.87-88
5. Sir George Hill, A History of Cyprus, Cambridge 1972, s.521
6. Stavros Panteli, The New History of Cyprus, London 1984, s.98
7. Jacob M.Landau, Pan-Turkism in Turkey: A Study of Irredentism, London 1981, s.48
8. Cyprus Blue Book 1922
9. Kurtuluş Savaşında Kıbrıslı Türkler, Yeni Kıbrıs, Nisan 1987
10. aktaran S.G.Georghallides, agy, s.198
11. aktaran Costas P.Kyrris, Peaceful Coexistence in Cyprus under British rule (1878-1959) and After Independence, Nicosia 1977, s.44
12. G.S.Georghallides, agy, s.67
13. Ahmet An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşumu, Lefkoşa 1997, s. 149 ve s.165
14. Orientations, London 1943, s.502
15. aktaran Ahmet An, Kıbrıslılık Bilincinin Gelişmesi, Lefkoşa 1998, s.43
16. Ahmet An, Kıbrıslılık Bilinci Neden Gelişemiyor? “Kıbrıs Nereye Gidiyor” kitabı içinde,  İstanbul 2002, s.264-274
17. Cyprus Mail ve Akın gazeteleri, 28 Mart 1963
18. Ahmet An, Kıbrıslı Türklerde Kimlik Araştırmalarının Geçmişi, “Kıbrıs Türk Kültürü Üzerine Yazılar” kitabı içinde, Lefkoşa 1999, s.222-230

(Bu konuşma, ilk kez 10 Kasım 2005 tarihinde Leymosun’da, Yeni Kıbrıs Derneği tarafından  düzenlenen, “Kıbrıslı Kimlik: Gerçeklik mi, Gereklilik mi?” konulu seminerde sunulmuştur.)




[1] An, Ahmet, Kıbrıslılık Bilincinin Gelişmesi, Lefkoşa 1998, s.34
[2] An, Ahmet, Kıbrıs işçi sınıfı arasındaki eski güzel işbirliği günleri. PEO/DEV-İŞ tarafından 13 Ekim 2005 tarihinde Lefkoşa’da düzenlenen toplantıda okunan bildiri ve Michalis Michaelides, Turkish Cypriot Working Class and the Cyprus Labour Movement 1920-1963, Cyprus Review, Fall 1993.
[3] G.S.Georghallides, A political and administrative history of Cyprus, 1918-1926, Nicosia, p.72 ve A.An, Kıbrıs Türk Liderliğinin Oluşumu 1900-1942, Lefkoşa, 1997, s.14-15
[4] Sir Harry Luke, Cyprus: A Portrait and an Appreciation, London 1965, p.87-88
[5] Sir George Hill, A History of Cyprus, Cambridge 1972, p.521
[6] Stavros Panteli, The New History of Cyprus, London 1984, p.98
[7] (Jacob M.landau, Pan-Turkism in Turkey: A Study of Irredentism, London 1981, p.48
[8] Cyprus Blue Book 1922
[9] Yeni Kibris, The T/CS community during the years of Liberation in Anatolia, Yeni Kibris, April 1987
[10] Quoted from S.G.Georghallides, ibid, p.198
[11]  Quoted from Costas P.Kyrris, Peaceful Coexistence in Cyprus under British rule (1878-1959) and After Independence, Nicosia 1977, p.44
[12] G.S.Georghallides, ibid, p.67
[13] Ahmet An, Formation of the T/CS leadership, Nicosia 1997, p. 149 and p.165
[14] Orientations, London 1943, p.502
[15] Quoted in Ahmet An, Development of Cypriot Awareness, Nicosia 1998, p.43
[16] Ahmet An, Why was it not possible to develop a Cypriot Awareness?, in Quo Vadis Cyprus?, Istanbul 2002, p.264-274
[17] Cyprus Mail and Akin, 28 March 1963
[18] Ahmet An, An Overview of the Research Studies on the Identity of the T/CS, in “Articles on the Turkish Cypriot Culture”, Nicosia 1999, p.222-230

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder